34. Bölüm

²⁷'Bir Islak Hafıza

Sedanur🪷
araftakikelebek

Umut'un gözünden;

20 yıl önce

Yine aynı sahne: annemle babam yan odada yüksek sesle tartışıyorlardı. O anlarda tüm bedenim titriyordu. Şiddetli bir karın ağrım olmasına rağmen yanlarına gidip söylemeye çekiniyordum.

Annemle babamın yüksek sesle tartışmaları beni her zaman olduğu gibi korkutuyordu.

Titreyen ellerimle yorganı kenara ittim ve sessizce yataktan kalktım. Minik ayaklarımla paytak paytak koridorda ilerleyip mutfağa vardım. Buzdolabının soğuk kapısını açtım, gözlerimle turuncu şurubu aramaya başladım.

Sonunda küçük cam şişeyi buldum. Ellerimle sıkıca kavrayarak dolaptan çıkardım ve mutfak masasının üzerine koydum. Annemle babamın tartışmaları hâlâ dinmek bilmeyen bir fırtına gibi kulaklarımı dolduruyordu.

Yavaşça sandalyeyi çekip oturdum. Şurubun kapağını açtım, şişeyi iki elimle sımsıkı tutarak kafama diktim. Tatlı ve acı karışım boğazımdan akarken karnımın ağrısını dindireceğini umuyordum.

Şişeyi yavaşça masanın üzerine bıraktım. Küçük ellerim şişeden kalan yapışkan izlere bulanmıştı. Ellerime bakarken içeriden gelen bağrışmaların ton değiştirdiğini fark ettim. Annemin sesi titriyor, babamın sesi ise giderek daha da sertleşiyordu.

Sanki bir fırtınanın ortasındaydım ve bu fırtına sadece etrafı değil, içimi de yerle bir ediyordu. Ellerimi masanın kenarına koyup yavaşça sandalyeden indim. Hızla odama geri dönüp yorganın altına girdim.

Hatırladığım tek şey karın ağrımın daha da şiddetlenmesi olmuştu. Bedenim titrerken göz kapaklarım ağırlaştı. Ağrı her şeyin önüne geçti; ne sesler, ne de korku... Yavaşça gözlerim kapandı.

***

Gözlerimi yavaşça araladım. Bakışlarım ilk başta başımda ağlayan anneme sonra da kolumdaki seruma kaydı.

"Anne..." dedim güçlükle.

Annem, uyandığımı gördüğünde sandalyeden fırlayıp yanı başıma geldi. "Oğlum... Canım oğlum, iyi misin?"

Güçlükle yutkundum, boğazım kurumuştu. "Su." diyebildim sadece. Annem telaş içinde, ne yapacağını bilemez halde başını oradan oraya çeviriyor, su arıyordu. Sol tarafındaki masada su görünce eline aldı. "Bardak, bardak yok." dedi. Yanımızda yatan hastalardan birinin yakını elinde plastik bir bardakla annemin yanına ilerliyordu. "Buyurun." diyerek bardağı anneme uzattı.

Annem teşekkür ettikten sonra şişedeki suyu bardağa boşaltıp bana içirdi.

"Noldu bana anne?"

"Çok fazla ilaç içmişsin." dedi, sesinde kızgınlıktan çok beni ihmal ettiği için pişmanlık vardı. "Mideni yıkadılar. Ah be oğlum, neden bana söylemedin ki?"

Sessiz kaldım. Nasıl söyleyebilirdim anne? Siz babamla tartışırken o kadar çok korkuyorum ki....

Gözüm yanımdaki yatakta yatan küçük kıza takıldı. Elinde pamuk şekeriyle çok sevimli duruyordu.

Annesi "Sena, yeter artık yeme şunu." diye bağırarak elindeki pamuk şekeri çekip aldı. Kadın isyan ediyordu. "Başına ne geldiyse bu pamuk şekerden geldi. Hâlâ yiyorsun."

Küçük kızın gözleri çöp kutusuna atılan pamuk şekere kilitlenmişti. Ağlamaklı bir suratla bakıyordu. Sarı saçları iki yandan at kuyruğu yapılmış, bu onu daha da sevimli göstermişti.

"Sena." diye fısıldadım. İsmi de kendisi gibi çok güzeldi. Çok duru bir güzelliğe sahipti. Eminim ki büyüyünce de çok güzel olacaktı.

***

Hastaneden eve döndüğümden beri gözüm kapıdaydı, abimin okuldan dönmesini bekliyordum.

Bu süre boyunca adını unutmamak için defalarca sayıkladım.

Sena, Sena, Sena.

Annem yanı başımda oturmuştu ve bir an bile yanımdan ayrılmamıştı. Bakışlarımı tavandan çekip anneme diktim.

"Anne, ben ne zaman ilkokula başlayacağım?"

Böyle bir soru beklemiyordu belli ki, kaşlarını çattı. "Oğlum, o nereden çıktı şimdi?"

Sena'yı aradan yıllar geçse de unutmak istemiyordum. O sapsarı saçları, mavi gözleri, elinde pamuk şeker tutan halleri... Her detayını hatırlamak istiyordum. Bu yüzden de bir an önce okuma yazma öğrenmem gerekiyordu. Okuma yazma öğrenip her detayını sayfalarca yazmalıydım.

Zilin çalma sesini duyduğumda "Abim geldi!" diye bağırdım. Hızla yatağımdan fırlayıp kapıyı açmaya koştum. Annem arkamdan "Umut! Hastaneden yeni taburcu oldun. Yatıp dinlenmen gerek." diye bağırsa da onu umursamadım.

Abim içeri geçtiğinde üzerindeki montu çıkarırken yanına sokuldum. Minik adımlarla onu takip etmeye başladım. Odasına girdiğimiz an yavaşça bacağına yapıştım. "Abiciğim senden bir şey isteyebilir miyim?" dedim, sesimi oldukça şirin tutmaya çalıştım.

Abim yatağına oturdu, kollarımı açarak kucak işareti yaptım. Beni kucağına alıp yanına oturttu. "İste bakalım." dedi. "Ne isteyeceksin küçük adam?"

Kafamı abimin yüzüne doğru kaldırdım. "Bana Sena yazmasını öğretir misin?"

"Sena mı?" diye sordu. "Nereden çıktı şimdi bu?"

Gözlerimi kaçırarak ellerimi sıkıştırmaya başladım. Çocuk aklım, ne kadar saklamak istesem de heyecanımı belli eden minik hareketlerle doluydu. "Şey..." dedim, kelimelerimi toparlamaya çalışarak. "Sadece... öğrenmek istiyorum."

Abim bu bahanemi hemen anlayarak kaşlarını hafifçe kaldırdı ama bana karşı çıkmadı. Cevabını bekleyen gözlerime bakıp başını onaylarcasına salladı. "Peki, madem öyle olsun." dedi, sesinde sıcak bir kabulleniş vardı. "Ama önce, bana neden bu kadar önemli olduğunu söyleyeceksin."

O an yerimde duramaz hale geldim. Abime doğru biraz daha sokulup kulağına yaklaştım. "Şey..." diye başladım, sesim bir fısıltı kadar inceydi. Dudaklarım titredi, yüzüm alev gibi kızarmıştı. "O... o çok tatlı biri." dedim nihayet.

Abim bu sözlerime biraz daha dikkat kesildi, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. "Tatlı biri ha? Ee, nereden tanıyorsun bu Sena'yı?"

Gözlerim bir an odada dolaştı, sonra derin bir nefes aldım. Kalbim sanki konuşmamı desteklemek için daha hızlı çarpmaya başlamıştı. "Hastanedeyken yanımdaki yatakta yatan kızdı," dedim, bir solukta. "Elinde pamuk şeker vardı. Çok güzel gülüyordu abiciğim, ama..." Bir an duraksadım, kelimeler boğazıma takıldı. "Ama annesi o pamuk şekerini elinden aldı ve çöpe attı. O kadar üzüldü ki... içim burkuldu."

O an konuşurken içimdeki her şey karman çorman olmuştu. Sena'nın üzgün gözleri gözümün önünde canlandı. Bir yandan onun için üzüldüğümü, bir yandan da içimde hissettiğim o garip sıcaklığı abime nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Ama işte, bunları paylaşmak, içimdeki heyecanı biraz olsun hafifletmişti.

"Anladım," dedi abim hafif bir gülümsemeyle. Eliyle başımı okşadı. "Demek bu yüzden Sena'nın adını yazmayı öğrenmek istiyorsun."

Başımı hızla salladım. Kalbim deli gibi atıyordu. "Evet." dedim kararlılıkla.

Gözlerimdeki bu kıpır kıpır enerjiyi fark etmiş olacak ki bir şey demeden kucağına oturttu beni. "Al bakalım kalemi eline, küçük adam," dedi kalemi uzatarak. "Bugün Sena'nın adını yazmayı öğreniyoruz."

Elimden tutup harfleri yavaşça tek tek yazdırırken sabırla rehberlik ediyordu. "Bak, bu S. Şimdi yanına e yapacağız."

O an harflerin şekil alışı ve kalemin kâğıtta çıkardığı hafif hışırtı bile beni heyecanlandırıyordu. Sena'nın ismini yazmayı öğrenirken onun o tatlı yüzü hayalimde canlanıverdi.

"İşte oldu," dedi abim, son harfi tamamladığımda. Kalemi elimden alıp yazdığım isme bakarak başını onaylarcasına salladı. "Fena değil. Biraz daha alıştırma yaparsan mükemmel olur."

Gözlerim mutlulukla parladı. Kağıda bakıp kendi yazdığım "Sena" kelimesine dokundum, sanki onun bir parçasını tutuyormuş gibi. İçimde büyüyen cesaretle abime sarıldım. "Teşekkür ederim, abiciğim."

***

Günümüz

"Sena..." diye fısıldadım, 4 harften ve 2 heceden oluşan bu kelime dudaklarımdan kendi iradem dışında dökülmüştü.

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Bir an için zaman durmuş gibiydi; asansörün içindeki sessizlik bu anın ağırlığını daha da hissedilir kılıyordu. Yıllar sonra anılar yeniden canlanmıştı ve her detay birer keskin bıçak gibi ruhumu kesiyordu.

Sena... Artık Asena olan bu kadın, o gün yanımda yatarken elindeki pamuk şekerle mutlu, küçük bir çocuktu. Gözlerinin içindeki parıltı, şekerin ona kattığı o saf sevinç, o kadar canlıydı ki yıllar sonra bile hafızamda taze kalmıştı. Bu isim, yıllar önce yalnızca bir kez duyduğum ama o günden sonra zihnimin her köşesine kazıdığım bir isimdi.

"Sen... Sen bu ismi nereden biliyorsun?" diye sordu. Sesi çatallaşmış, nefesi hızlanmıştı. Bu soruyu sorarken bile kontrolünü kaybetmemeye çalışıyordu ama gözlerinden korkuyu okuyabiliyordum.

Gözlerimi kapattım. Gözlerimi onun gözlerinden kaçırmak yerine içimdeki kargaşayı bastırmaya çalışıyordum. Cevap vermeliydim. Ama nasıl?

"Yirmi yıl önce," diye başladım. "Pamuk şekerden hastanelik olduğun gün ben de yan taraftaki yatakta yatıyordum Sena."

"Lütfen bana Sena deme, ben artık bu ismi kullanmıyorum. Asena'yım ben."

"Pekâlâ Asena, o gün ben de çok fazla ilaç içmekten hastaneye kaldırılmıştım. Yan tarafımdaki yatakta elinde pamuk şeker tutan sen vardın. Annen elinden pamuk şekeri alıp çöpe attığında ağlamaklı bakışların gözümün önünden yıllarca gitmedi. Çok şirindin."

Duraksadım ve yavaşça gözlerimi araladım. Asena'nın yüzündeki ifadeyi merak ediyordum. Gözleri, her kelimemi dikkatle süzüyordü. Yüzündeki korku dolu ifade yavaş yavaş çözülüyordu; dudakları bir an için titredi. Sanki geçmişten gelen bir fırtına tüm vücudunu sarıvermişti.

"Seni unutmaya yıllar yetmedi Asena." dedim gözlerinin içine bakarak. "Hoş, unutmayı da hiç istememiştim zaten. O gün abimden senin adını yazmayı öğretmesini istedim. Bir sene sonra da okuma yazma öğrendim, seni sayfalarca yazdım."

Asena'nın gözlerinden bir damla yaş süzüldü ve yanaklarına doğru kaydı. "Ben... Ben ömrüm boyunca bu kadar sevilebileceğimi hiç düşünmemiştim," dedi. Sesi, duyduğum en hüzünlü şarkı gibiydi, ruhumu kavrayarak boğulmamı sağlıyordu. Gözleri yaşların ıslattığı yerler gibi yumuşak ve derindi.

Bu hüzünlü atmosferi dağıtmayı umarak dudaklarımı yeniden araladım. "Peki, sen benim zihnime kazdığım bu isimden neden vazgeçtin?"

Asena tam dudaklarını aralayıp konuşacaktı ki asansör tiz bir sesle hareket etti. Sorum ise sırra kadem bastı.

Bölüm : 05.12.2024 18:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...