33. Bölüm

²⁶'Kilitli Kapılar ve Açığa Çıkan Sırlar

Sedanur🪷
araftakikelebek

Asena'nın gözünden;

Umut binaya girdiğinde hemen arkasından yavaş adımlarla biz de girdik. Asansörün önüne kadar ilerledi, duraksadı. Düğmeye basıp asansörün gelmesini beklemeye başladı. Etrafına kısa bir bakış atıp dikkatini tekrar kapalı kapıya çevirdi.

Yavaşça Ceylin'in kulağına eğildim ve neredeyse nefesimin duyulacağı kadar kısık bir sesle "Orada." diye fısıldadım. Uzaktan onu izlerken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Asansör nihayet geldiğinde aramızdaki sessizlik kırılır gibi oldu. Hızla harekete geçtik.

"Pardon, asansörü tutar mısınız?" diye bağırdım. Sesim binanın boş koridorlarında yankılanırken Umut ayağıyla asansör kapısını tuttu. Koşar adım asansöre girdim ve tam yanına yerleştim.

Diğerleri de asansörün önüne geldiğinde Umut'un Ceylin'i görmesiyle şaşkınca kaşları çatıldı.

"Aaa abi asansörü tutan sen miydin? Tesadüfe bak."

"Evet, hadi binin."

Deniz tam bu noktada devreye girdi. "Ama benim kapalı alan fobim var. Asansöre binemem ki," dedi, tam planladığımız gibi. "Tek başıma merdiven de çıkamam. Siz asansörle gidin, ben Ceylin'le merdivenden çıkarım."

Sözleri biter bitmez hızla Ceylin'i koluna takıp koşar adım merdivenlerden çıkmaya başladı.

"7 kat merdiven çıkabileceğinize emin misiniz?" demişti Umut, ama kime demişti? Deniz Umut'un cümlesini duymamıştı bile.

Umut garipser bir şekilde kızların arkasında baktı. Neyse ki bunu pek aldırış etmeyip ayağını asansör kapısından çekti ve asansör yukarıya doğru çıkmaya başladı.

Sanki kalbim göğüs kafesimde değil de boğazımdaydı. O kadar hızlı atıyordu ki birazdan fırlayıp çıkacak gibiydi. Ben böyle heyecanlıyken Umut'un dünya umurunda değildi. İkinci kata geldiğimizde hâlâ hiçbir şey olmamıştı. Başaramamışlar mıydı?

Telefonumu çıkarıp Ceylin'e mesaj atmak için ismini bulmuştum ki bir anda asansör durdu. Derin bir nefes aldım. Başarmışlardı!

Bu arada siz şimdi bütün bunlar olurken İlay neredeydi diye merak etmişsinizdir. İlay bina kapısının önünde nöbet tutuyordu. Bu da planın bir parçasıydı. İlay kapıyı gözetleyecek, gelen giden var mı diye kontrol edecekti. Asansör yukarı çıktığında ise binaya girecek ve asansörü çağırmak isteyenler olursa arızalı olduğu söylemek için asansör kapısının önünde bekleyecekti.

Bakışlarımı Umut'a çevirdim. Hareketlerini takip ediyordum. Asansörün düğmelerine rastgele basıyor, arada bir kapıyı yumrukluyordu. Sanki yumruklayınca bir şey değişecekmiş gibi...

"Asansör bozuldu galiba." dedim. Dikkatini çekmeye çalışıyordum ama hiçbir faydası olmamıştı. Ben de planımıza uygun davranarak kapıyı yumruklamaya başladım.

Bir kere yumrukladım.

İki kere yumrukladım.

Canım acımıştı ama belli etmedim. Bir dakika? Neden canımın acıdığını belli etmiyordum ki? Amacım zaten Umut'un dikkatini çekmek değil miydi?

İlk başta yumruğuma baktım, sonra da elimi sağa sola sallamaya başladım. Elimi ovuştururken ağzımdan canımı acıdığını belli edercesine bir tıslama çıkardım.

Umut bakışlarını asansör kapısından çekip ellerine çevirdi. Sonunda amacıma ulaşmıştım.

"Çok acıdı mı?" dedi. Sessizce başımı salladım. Bu muydu yani? O kadar iyisin ki sağ ol. Gerçekten canım acımış olsa demek ki hiçbir şey yapmayacak.

"Gel oturalım. Belli ki uzunca bir süre buradayız."

"Sen otur, ben istemiyorum."

"Peki sen bilirsin."

Asansörün sol köşesine geçip dizlerimin üzerine çöktüm. Beyaz elbisemin dizlerime kadar sıyrıldığını fark ettim ama umursamadım. Umut zaten beni umursamıyordu bile. Ah be Umut... Neden bu kadar soğuk bir insansın? O buz gibi yüreğinle benim içimi nasıl alev gibi yakmayı başarıyorsun?

Sessizlik, asansörün dar duvarları arasında yankılanan ağır bir yük gibiydi. Dayanamayıp konuştum. "Sohbet edelim mi? Yani zaman geçsin diye."

"İstemiyorum." diye cevapladı soğuk bir ses tonuyla. Asansör kapısının önünde öylece duruyordu.

"Pekâlâ, ben de kendi kendime anlatırım." diye inatla devam ettim. Bakışlarımı asansörün paslanmaz çelikten yapılmış parlak duvarlarına kilitledim. Onunla bu sessizlik içinde olmak, anlatılamaz bir ağırlık bırakıyordu üzerimde.

Saçımdaki beyaz lotuslu tokayı çıkarıp iki elimin arasına aldım. Bakışlarım tokadayken parmaklarımı üzerinde gezdirmeye başladım.

"Kendimi bildim bileli lotus çiçeklerini çok severdim. Kirli sularda, bataklıkların çamurlu derinliklerinde kök salan bir çiçeğin nasıl bu kadar temiz, saf ve güzel olabildiğini hep merak etmişimdir. Çocukken sırf onları toplayabilmek için kirli sulara dalardım. Annemden azar işiteceğimi bilirdim, ama buna değdiğini düşünürdüm."

Umut'un ayak seslerini duyduğumda başımı elimdeki tokadan çekip ona çevirdim. Asansörün diğer köşesine oturdu. Kafasını duvara yaslayıp gözlerini kapattı.

Gözlerim bu sefer de kolumdaki pamuk şeker dövmesine takılmıştı. "Pamuk şekerini küçüklükten beri çok severim. Hâlâ pikniğe gittiğimizde pamuk şekerci gördüğümde koşa koşa gider birkaç paket alırım." duraksadım. Umut'un bakışları kolumdaki dövmedeydi. Beni dinliyordu. Karnımda kelebekler uçuşuyordu. Yarım saat sonra ilk kez konuşmuştu. "Ee, anlatmaya devam etmeyecek misin?"

Başımı aşağı yukarı sallayarak gözlerimi kapattım ve gülümseyerek devam ettim. "Pamuk şekerini o kadar çok seviyordum ki 4 yaşında küçük bir kız çocuğuyken hastanelik olmuştum. Çok fazla pamuk şeker yemiştim. Hatta kolumda serum takılıyken bile elimde pamuk şeker olduğunu hatırlıyorum. Annemin" Yeter artık bırak şu elindekini, başına ne geldiyse pamuk şeker yüzünden geldi ama hâlâ yemeye devam ediyorsun." diye kızarak elimdeki pamuk şekeri alıp çöpe attığını hatırlıyorum. Çok ağlamıştım."

Cümlelerimi tamamlayamadan gözlerimi açma sebebim Umut'un söylediği kelime olmuştu.

"Sena..." diye fısıldamıştı.

Bu isim...

Bu isimle anılmayalı çok uzun zaman olmuştu. Geçmişim bir pranga gibi boynuma dolandı.

Ben Sena Eren; geçmişte bulaştığım bir bela nedeniyle adımı ve soyadımı değiştirdim.

"Sen... Sen bu ismi nereden biliyorsun?"

İlay'ın gözünden;

Kızlar binaya girdiğinde kapının önünde nöbet tutma görevini bana vermişlerdi. Kapının camından gizlice olanları izliyordum. Asena asansörün içine girdi. Birkaç saniyelik kısa bir sürenin ardından ablam Ceylin'in koluna girip koşa koşa merdivenlerden çıktı.

Bu macerada olmak yerine kapının önünde nöbet tutmak çok sıkıcıydı!

Asansörün kapısının kapandığını gördüm. Bir süre sonra binaya girip bu sefer de asansörün önünde nöbet tutmaya başladım. Asansöre binmek isteyenleri engelleyecek, arızalı olduğunu söyleyip gönderecektim.

Telefonum çaldığında cebimden çıkardım. Ekrandaki isim Almina'ydı. Almina benim Ankara'daki arkadaşımdı. Ailemle kavga edip İstanbul'a döndüğümden beri konuşmuyorduk ve onu çok özlemiştim.

Ama şu an hiç sırası değildi.

Telefonu açtım. "Almina şu an görev başındayım, konuşamam."

"Kızım ne görevi, ne oluyor? Alt tarafı birkaç günlüğüne İstanbul'a gittin. Askere mi aldılar seni?" dediğinde sessizce güldüm.

"Daha sonra anlatırım. Şu an kapatmam gerekiyor." dedim ve telefonu suratına kapattım.

Telefonun bildirim panelini indirip gelen bildirimlere göz gezdirdim. Instagram'dan gelen beğeni bildirimlerini bir bir silerken gözüm bir bildirime takıldı. Mesajın gerçekliğini kontrol edebilmek için üstüne tıkladım. Ruh halim şaşkınlık ve mutluluk arasında mekik dokurken mesajı sesli okudum.

Uraz Sarıkaya : İlay, arabanı bulduk.

Bölüm : 20.11.2024 10:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...