@araz77
|
Gece saat kaçta uyumuştum bilmiyorum. Düşüncelere dalıp uyuyakalmıştım. Sadece sabaha doğru olduğunu hatırlıyorum. Kapalı penceremden en son gördüğüm havanın aydınlanıyor olduğuydu.
Gözlerimi yavaş yavaş araladım esnemeye çalıştım ama hareket edemiyordum. Gece klima açık kalmış ben de her zamanki gibi üstümü açmıştım uyurken. Her yerim kaskatı kesilmişti resmen. Boynum, sırtım, belim, omuzlarım... Her yerim tutulmuştu resmen. Zor da olsa yerimde doğrulup yataktan kalkmayı becerebildim. Hemen klimayı kapattım. Penceremin önüne gidip perdeyi biraz aralayarak gökyüzüne baktım. Güneş çoktan tepeye çıkmış yine her yeri kavuruyordu. Kaça kadar uyumuştum ben böyle? Sonra gözlerim karşı eve kaydı bir kaç saniyeliğine, odasında değildi. Perdeyi tekrar kapatarak dolabımın önüne geçtim. Siyah eşofman altımı ve açık yeşil geniş bir tişörtümü çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Tutukluğum biraz geçsin diye ılık bir duşa girdim. Duştan çıkıp saçlarımı kuruttum ve üzerimi giyip aşağı indim. Hiç ses yoktu. ''Bige?'' diye seslendim ama yine ses yoktu. Yukarı çıkıp odasının kapısını çaldım yine ses gelmeyince kapıyı açıp kafamı içeri doğru uzattım ama odasında da değildi. Tekrar aşağı indim. Telefonumu alıp Bige'yi aradım. Ama açmadı. Haber vermeden nereye gitmiş olabilirdi ki? Endişelenmeye başlamıştım. Tekrar aradım ama yine açmadı. Tekrar tekrar aramaya devam ettim ama hiçbirini açmadı. Dışarı çıkıp arabası burada mı diye bakmak için kapıya doğru yöneldim. Kapıyı açtığım anda karşımda Bige'yi çantasında bir şeyler ararken buldum.
''Bige? Neredesin kızım sen ya? Arıyorum açmıyorsun da? Meraktan öldürecek misin sen beni?'' diyerek söylenmeye başladım hemen. Hiç Bige'lik hareket değildi haber vermeden gitmek ya da telefonlarımı açmamak.
''Özür dilerim, sessizdeydi galiba duymamışım. Geldim işte.'' dedi ve sırıtan bir surat ifadesiyle devam etti. ''Hem sana bi' sürprizim var.'' diyerek arkama geçip gözlerimi kapattı.
''Ne sürprizi, nereye gidiyoruz?''
''Soru sorma da yürü hadi.''
Biraz yürüdükten sonra ben durdurdu. ''Hazır mısın, açıyorum bak?'' direk ellerini yavaş yavaş gözlerimden çekti. Karşımda iki tane birbirinin aynı iki bisiklet duruyordu. İkisi de siyahtı ve üzerinde açık mavi renkte adlarımız yazıyordu.
''Bunlar çok güzel ama hangi ara yaptırdın ki bunları?'' dedim şaşkınlıkla. Bige bana sürekli hediye alırdı ama bu şuana kadarki en güzel hediyeydi.
''Aklımdaydı zaten bayadır. Bu eve geldikten sonra yaptırayım dedim. Geçen yakınlarda da bi yer gözüme çarptı hemen yaptırdım ben de işte. Beğendin mi sen onu söyle bakalım.''
''Beğendin mi ne demek, bayıldım. Bu hayatımda aldığım en güzel hediye, daha doğrusu senin aldıkların arasında en güzeli.'' diyerek boynuna atlayıp sıkıca sarıldım. ''Teşekkür ederim.''
''Rica ederim kuşum, ne demek.'' dedi ayrılırken. ''Hadi bir şeyler atıştıralım sonra da biraz turlarız.''
Eve girip bir şeyler hazırlayıp atıştırdıktan sonra dışarı çıktık. Bisikletlere binip tam yola doğru çıkacakken Bige arkamdan ''Arya dikkat et!'' diye bağırdı. Bağırmasıyla bir araba yan tarafımdan hızla bana doğru gelen arabayı gördüm, ellerimi yüzüme kapatıp işte sonum geldi diye düşünürken araba son anda ani fren yapıp tam ayağımın yanında durdu. O kadar yakında durmuştu ki arabanın ön tarafı dizime değiyordu.
Ellerimi yüzümden çekip arabaya doğru baktım. Bu Ateş Kaya'ydı! İnanamayıp, özlerimi ovuşturup tekrar baktım. Bu oydu!
''Daha çok bekleyecek misin yolun ortasında?'' diyerek yine o sert ses tonuyla çıkıştı.
''Ne yapıyorsun sen ya? Öldürecektin beni.'' diyerek ben de aynı şekilde çıkıştım.
Bu bizi yumuşak falan mı sanmıştı acaba ya?
Bilmiyorum İç Ses, ama öyle sandıysa da düzeltiriz.
''Sen dikkat et bence?'' dedi tehditvari bir sesle ve arabasını sola kırıp hızla uzaklaştı yanımızdan.
Tehdit mi etmişti o beni ya? Ne yani, öldürürüm seni mesajı falan mı vermeye çalışmıştı? Gerçekten yapabilir miydi? Ve benim bundan korkacağımı mı sanmıştı?
''Neydi şimdi bu?'' diyerek yanıma geldi Bige. ''Siz tanışıyor musunuz?''
''Sayılır ama nedenini, nasılını sorma olur mu?'' diyerek geçiştirmeye çalıştım o anda. Hiç dün geceyi anlatmak hatta aklıma bile getirmek istemiyordum.
''Bak şuanlık korktuğun için çok sorgulamıyorum ama daha sonra anlatacaksın yoksa bozuşuruz.'' dedi. Neyse ki anlayışla karşılamıştı ve ısrar etmemişti. Normalde olsa öğrenene kadar vazgeçmez çünkü.
''Yakınlarda büyük ağaçlık bir alan vardı. Hem yürüyüş için hem bisiklet için yol vardı ve birkaç da oyun alanı falan… Oraya gidip birkaç tur attıktan sonra eve döndük. Eve geçtiğimizde hava kararmak üzereydi. Akşam yemek yemeyip direk odama çıktım, Bige de ben çıkarken mutfağa yönelmişti.
Odama kapanıp ışığı açmadan direk cam kenarındaki koltuğuma geçtim. Penceremi açıp yine gökyüzünü izlemeye başladım. Her zamanki gibi… Ne zaman düşünceli, üzgün, sinirli olsam hep gökyüzünü izlerim. Uzaklarda, çok uzaklarda belki mutlu olan bir ben vardır. Parlayan yıldızların arasında belki bana bir yer vardır. Dünyada olmayan, bulamadığım o yerim belki gökyüzünde vardır düşünceleri beni hep gökyüzüne bağlamıştır; küçüklüğümden beri. Gökyüzü benim evimdi.
Telefonumdan bir şarkı açtım ve ayaklarımı kendime doğru çekip iyice koltuğuma gömüldüm. Gökyüzü kadar şarkılar da bana huzur veriyordu, bazen unutturuyor bazen de daha da kanatıyordu yaralarımı ama şuan düşünmemek için açmıştım.
Ama bir kaç şarkıdan sonra gelen şarkı beni yine alıp düşüncelerimde boğmuştu bile.
''Hiçbir yere kaçmıyorum artık, mezarlıktan korkmuyorum.'' diyordu şarkının sözleri. Dedim ya bazen de yaralarımı hatırlatıp kanatır şarkılar işte. Çocukluğum benim mezarımdı, ben kendim mezarlıktım zaten. Nasıl korkabilirdim? İçimde her bir zerrede birilerini öldürmüş ve gömmüştüm. Sonra devam ediyordu şarkı; ''Güneş doğmaz bize, ölmedikçe gece''. Hiç doğmamıştı ki güneşim. İçim hep karanlıktı, hep sisli, pusluydu. Hep geceyi yaşadım, hep de geceyi sevdim bu yüzden. Gece benim için hiç ölmedi, güneş de hiç doğmadı.
Sen bence acı çekmeye o kadar alışmışsın ki, durduk yere bile böyle geçmişe dönüyorsun.
Olabilir İç Ses, olabilir.
Doğruydu ben bunu hep yapıyordum. Ortada bir neden sonuç yoksa bile ben kendimi üzecek şeyler düşünüyordum. Sürekli geçmişe dönüyordum. Ama artık buna bir son vermem gerekiyordu. Düşüncelerimden sıyrılıp şarkıyı kapattım ve kendime bir söz verdim.
Artık geçmişe dönmek, kendimize acı çektirmek yok Arya
Söz İç Ses.
Gökyüzünü izlerken hangi ara uyudum bilmiyorum, ama koltuğumda öylece sızıp kalmıştım. Gece bir ara hava serinler gibi olduğunda titreyerek gözlerimi araladım. Ama gözlerimi aralamamla yine düne döndüm sanki.
Bir çift yeşil göz!
Önce dün ve bugün olanların etkisiyle kabus gördüğümü sanıp gözlerimi sıkıca kapattım. Sonra geri açtım ovuşturdum kapatıp geri açtım ama yok. Gitmiyordu. Karşımda duvara yaslanmış bana bakıyordu.
''Bir tepki verecek misin, yoksa böyle aval aval bakmaya devam mı edeceksin?'' dedi pişkin pişkin. Hem suçlu hem güçlü. Bu ne böyle her gece gelip beni uykumda mı yakalayacaktı bu salak.
Ayağa kalkıp ''Yine mi sen? Kurtuluş yok mu senden, her gece her gece odama mı gireceksin böyle? Çek git odamdan'' dedim sinirle.
Bana doğru bir iki adım atıp cıkcıklamaya başladı. Yalandan alınmış bir ses tonuyla ''Sen evine gelen misafirine böyle mi davranıyorsun, hem de komşuyuz yani'' diyerek dudak büktü.
''Psikopat mısın sen? Kaç kere söylemem gerekiyor anlaman için? Bak heceliyorum, benim seni izlediğim falan yok.''
''Hı hı aynen ben de İngiltere Kraliçesiyim.'' dedi alay ederek. Sonra bana doğru yürümeye başladı yine. Ben geriledikçe yine üstüme üstüme geliyordu. En son sırtım duvara değince durmak zorunda kaldım.
''Gidecek yer kalmadı galiba? Bak ben salak değilim, kör hiç değilim velet anladın mı beni!'' bu bir soru değildi. Sinirle ve aynı soğuk sesle devam etti. ''Hangi it için çalışıyorsun, kimin köpeğisin söyle. Sahibin seni niye benim üzerime saldı. Benden bizden ne istiyorsun söyle. Hoş, söylemezsen de ben er ya da geç bulurum ya.''
Ne köpeği ne adamı ne diyordu bu ya. Amma uzadı bu mevzu he. Yapmadığım bir şey için iftira atılıyordu şuan resmen. ''Ne saçmalıyorsun sen ya? Ne adamı ne köpeği? Kimse için çalıştığım falan yok benim. Odanın her yeri açık olursa içerisi tabi ki de görünür. Ama baştan yanılıyorsun çünkü benim seni izlediğim yok.'' dedim tekrardan. ''Ben buraya taşındığımızdan beri sürekli burada oturup dışarıyı izliyorum, odam ya hani burası. İstediğim yerde otururum falan. Ha çok rahatsız oluyordun benden o zaman pencereni ya da perdelerini kapatabilirdin mesela.''
Ben sanki hiç konuşmamışım gibi cümlelerine devam etmeye çalıştı. Hatta sadece baştaki üç cümleyi anlamaya kapasitesi yetti diyelim biz buna.
''Madem kimseye çalışmıyorsun, o zaman tek bir seçenek kalıyor.''derken yüzüne anlamsızca bakıyordum. Gözümün önüne doğru gelen ufak saçımı kulağımın arkasına koyarken ''Gözlerini, aklını benden alamıyorsun. Tamam çok hayranım oldu da senin gibisi de olmadı be.'' dedi böbürlene böbürlene.
Ne diyor bu pislik ya? Elini iterek sertçe çıkıştım. ''Pardon da sen kendini ne sanıyorsun da böyle imalı imalı konuşabiliyorsun. Ama bir şey diyeyim mi, ben de senin kadar hadsizini ömrü hayatım boyunca görmedim.''
''Bana bak velet, benimle doğru konuş. Yoksa…'' derken sözünü kestim.
Omuzlarından tüm gücümle onu geriye iterken ''Yoksa ne olur! Söylesene!'' diye bağırdım. Sesim çok fazla çıkmış olacak ki Bige kapımda belirdi. Kapıyı çalıp içeri seslendiğinde o da yine nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde ortalıktan kayboldu.
Kapıyı açmaya çalıştığımda kilitli olduğunu farkettim. Bir de kapıyı mı kilitlemişti? İçimden 'Psikopat ruh hastası' diyerek kapının kilidini çevirip açtım.
Karşımda hortlamış gözlerle bana bakan Bige'yi gördüm. Soran gözlerle bana bakıyordu. ''Kızım ne oluyor sana? Yine mi kabus gördün?'' dedi merakla.
''Kabus görmedim, direk olarak yaşadım.'' dedim. Hala çok sinirliydim.
''O da ne demek oluyor? Arya artık anlatacak mısın, gündüz de geçiştirdin beni.'' paniklemişti.
Onu içeri alarak kapıyı arkasından kapattım. Gidip pencereyi de kapatıp perdeyi de çektim ve dünkü gibi klimayı açtım. Bige ise hala merakla bana bakmaya devam ediyordu. ''Arya çatlatacaksın beni be kızım, söyle artık ne oluyor?''
''Tamam tamam anlatacağım.'' diyerek yatağıma oturdum. Bige de yatağıma tam karşıma oturdu. Ona dün gece ve bu gece olanları teker teker anlattım. O da her cümlemde daha bir şaşkınlıkla ve öfkeyle beni dinliyordu.
Anlatmam bitince Bige sinirle parladı ''Ne sanıyor bu kendini! Haneye tecavüz bu suç resmen. Hayır bir de suçlu olduğu yetmiyormuş gibi saçma sapan sorguya çekmiş imalarda bulunmuş falan. Ne hakla?''
''Bilemiyorum. Ama gerçekten onu izlediğim falan yoktu yani, ortada boş bir muhabbet dönüyor.'' dedim kendimi açıklamak istercesine.
''Tatlım inanıyorum ben sana, açıklama yapmana gerek yok. O züppe hatalı zaten.'' dedi anlayışla. Sonra duraksayıp sanki yeni aklına gelmiş gibi ''Peki Arya hanım sen niye bunları bana dün anlatmadın, kabus gördüm diye de yalan uydurdun bir de?'' sitem etti
''Ya zaten şoka girmiştim bir de sen kapıyı çaldığında odadaydı zaten o anda bir şey yapmasından korktum, sen gittiğinde de arkamı döndüğümde yoktu zaten.''
''Lan daha kötü ya bu! Ben geldiğimde hala odadaymışmış da korkmuşmuş da. Ya sana bir şey yapsaydı o psikopat?'' dedi bir iki dakika durdu ve ''Yarın polise gidip anlatacağız, şikayette bulunacağız.'' dedi.
''Şaka yapıyor olmalısın Bige.'' diyerek ona şaşkın şaşkın baktım. Kafasını iki yana sallayınca ciddi olduğunun farkına vardım. ''ya kızım hangi sebeple gideceğiz? Ben şikayette bulunsam o duracak mı? O da beni şikayet edecektir 'beni izliyordu' diye tama izlemiyordum orası ayrı bir mevzu da. Hem elde bir delil de yok nasıl ispatlayacağız acaba?''
Bige söylediklerimi iyice tartıp düşündü kafasında sonra bana hak verdi. ''O zaman odanı değiştireceğiz?'
''Yapma Bige sanki buraya çıkan diğer odalara çıkamaz mı sanıyorsun. Hem ekmeğine de yağ sürmüş oluruz.''
''Sen de hiçbir şeyi kabul etmiyorsun be kızım, ne yapacağız o zaman?'' dedi düşünceli bir şekilde.
''Şöyle yapacağız, yaz bitene kadar klima açarım geceleri. Camı da kıracak hali yok ya? Kışın da zaten soğuk olur, açamam. Böyle böyle unutur bence?'' dediğimde ağzının içinde "Unutmaz o hiçbir şey..." diye söylendi. "Nereden biliyorsun unutmayacağını? Tanıyormuş gibi konuştun?" "Nereden tanıyacağım canım. Tahmin yürüttüm yani, psikopat işte ondan." diye çıkıştı birden. Bu haline anlam verememiştim. Sonra devam etti.
''Ama bak bir şey olursa hemen çığlık atıyorsun, bağırıyorsun beni çağırıyorsun. Tamam mı?'' dedi tembih edercesine.
''Tamam, öyle yaparım.'' dedim yatıştırmak istercesine. Ama bir şeyler var gibiydi sanki. Bige'nin beni ezbere bildiği gibi ben de onu biliyordum bir şeyler vardı bu kızda.
Bige tekrar tekrar beni uyardıktan sonra en sonunda onu odasına gönderebildim. Yatağımın içine girip iyice gömüldüm. Bugünlük bu kadar stres yeter de artardı bile.
Gece tekrardan uyumam biraz zaman almıştı yine. Sabah kalktığımda ise Bige hala uyanmamıştı. O uyanana kadar ben de kahvaltılık bir şeyler hazırlamaya karar verdim. Ama kahvaltı hazır olduğunda Bige'nin hala uyanmadığını farkedince gidip ben kaldırayım dedim. Zorla da olsa Bige'yi kaldırdıktan sonra birlikte kahvaltı yaptık. Üniversitelerin açılmasına daha vardı ve bizim yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Yine ve yine sıkıcı ve upuzun bir gün bizi bekliyordu. ------------------------------------------------------------------------------ (Üniversitenin İlk Günü)
Günler günleri kovaladı, saatler geçmek bilmedi. Ama en sonunda o ilk gün geldi, üniversitenin ilk günü. Sabah erkenden kalkıp duşa girmiştim. Sonrasında iki saat(!) dolabın önünde dikilip ne giyeceğime karar vermeye çalışmıştım. Hatta belki on parça şey değiştirip durmuştum ama en sonunda siyah kumaş pantolonumu ve siyah cropumu giyip üzerine de geniş beyaz gömleğimi giymeye karar vermiştim. Saçlarımı da dağınık topuz yapıp yüzüme de hafif bir makyaj yapıp aşağı inmiştim. Ama gel görelim ki bir saattir aşağıda Bige'yi beklemekten ağaç olmuştum artık.
''Bige?'' diye son kez isyanda bulundum. ''Ya kızım benden önce kalkıp hazırlanmaya başladın, ne yapıyorsun bunca saattir anlamadım ki ben. Seni beklemekten meyve vereceğim artık. Hadii!'' Son 43 dakikadır beş dakika beş dakika diyor ama geldiği falan yok. Evet artık dakika saymaya başladım. ''Düğüne ya da partiye falan gitmiyoruz, belki karıştırmışsındır dedim. Bu kadar saatte hazırlanamadığına göre?''
''Ne söylendin be kızım. Geldim işte.'' diye söylene söylene aşağı indi. Siyah üzerine yapışan kısa bir elbise giymişti.
Aşağı inene kadar Bige'yi boydan boya süzdükten sonra ''Kızım bir saattir şu elbiseyi giymek için mi bekletiyordun beni?'' dedim.
''Yok normalde abiye giymiştim sen partiye, düğüne gitmiyoruz deyince geri aydınlanma geldi'' diyerek göz devirdi. ''Ya giyecek bir şey bulamadım onca kıyafetin arasından, ben ne yapabilirim.''
''Eminim şuan odan savaş alanı gibidir'' diyerek bir kahkaha patlattım.
''Omonom şoon odon sovoş olono gobodor. Ha ha ha çok komik hanımefendi'' diyerek taklidimi yaptı.
Bu konuşmasına biraz daha gülüp ''Hadi hadi geç kalıyoruz.'' diyerek kapıya yöneldim.
Üniversite çok uzakta değildi ama yine de yürümeye kalksak hem çok yorulacak hem de yetişemeyecektik. O yüzden arabayla gitmeye karar verdik. Kapıdan çıktığımızda hiç de karşılaşmak istemediğim biriyle göz göze geldim.
Ateş Kaya!
Bu adamla komşu olmayı hiç sevmemiştim ben. Hoş onun da benden farkı yoktu ya. İkimiz de birbirimizden tiksiniyormuş gibi bakıyorduk resmen. O günden sonra sadece iki üç defa görmüştüm onu onlar da gündüzleri tesadüf eseri, her seferinde o öldürücü bakışlarını gözlerime dikmişti ve her seferinde ilk gözünü kaçıran ben oluyordum. Çünkü adının aksine bakışları ölüm gibi soğuktu. Gündüzleri görmüştüm çünkü beyefendi yüzünden penceremi ya da balkon kapımı açamıyordum, perdelerim de hep kapalıydı.
Her zamanki gibi o soğuk bakışlarını gözlerime dikerek kapıya doğru yürüyüp siyah spor arabasına bindi. Binene kadar bakışlarını ayırmadı. En son gaza yüklenip hızla uzaklaştı.
''Hadi gidelim.'' diyerek yanımdan geçen Bige'nin peşine düştüm ben de. Arabaya binip yola çıktık. Yaklaşık on beş dakika sonra üniversiteye ulaşmıştık. Hemen ayrılıp ilk derslerimiz için sınıflarımızı bulmaya çalıştık. Neyse ki sınıfa girdiğimde hoca daha gelmemişti.
Dersten çıktıktan sonra Bige'yle anlaşıp üniversitenin kafesinde buluşmaya karar verdik. Kafeye gittiğimde Bige hala gelmemişti. Yine ve yine geç kaldı. Kalabalığın arasında sonunda boş bir masa bulup oturdum. Biraz oturduktan sonra herkesin aralarında fısıldaşarak kafenin girişine baktığını farkettim. Onların baktığı yöne baktığımda ise başımdan aşağı bir kova kaynar su döküldü sanki.
Geldi yine başımın belası… |
0% |