Yeni Üyelik
3.
Bölüm

▪ 2. MIZRAK

@arch.bus

 

♫ ♪ "Fleurie - Love and War " ♪ ♫

 

Okyanusun hiddetli rüzgarlarının şiddetiyle savrulurken ve savaş meydanının ağır dumanı gökyüzünü kaplarken, Ignis İmparatorluğu'nun Kralı, kollarında kanla kaplanmış bir varisi taşıyordu. Kralın yüzü, zaferin getirdiği yorgunluğun yanı sıra kaybın derin hüznüyle sarmalanmıştı. Gözlerinde, kaybettiği askerlerinin ve yitip giden kardeşlerinin gölgeleri dolaşıyor, evladı üzerine yapmış olduğu antlaşma ise ruhunu bir çıkmazdan çok daha derin bir karanlığa çekiyordu. Ancak, kollarındaki bu küçük can, tüm bu karanlığın içinde kaybolmadan parlayacak bir umut ışığı gibi görünüyordu. Kanla sulanmış toprakların üzerinde, bu bebek, iki büyük imparatorluğun kaderini değiştirebilecek nadir kişilerdendi.

Kralın kale kapısından içeri adım attığını gören hizmetçilerin yüzleri, savaşın getirdiği endişe ve şaşkınlıkla birleşen bir ifade taşıdı. Gözleri, krallarının kucağında bir varis taşıdığını fark edemeden, sadece derin bir saygıyla hızlıca eğildiler.

Sessiz ve kararlı adımlarla önlerinden geçip, kendini taht odasına giden koridorlarda buldu. Savaş meydanından döndüğü haberini alan danışmanlar, çoktan orada, onu bekliyorlardı.

Taht odasının kapısından içeri girerken odanın soğuk ve ağır havası, savaşın yorgunluğunu daha da belirginleştiriyordu. Duvardaki meşalelerin ışığı, odanın karanlık köşelerinde dans ederken, Kral adımını keskin bir kararlılıkla attı. Kucağındaki varisi yanındaki muhafızlardan birine teslim etti.

Muhafız, Kralın hareketlerini dikkatle izleyerek, saygıyla eğildi ve bebekle birlikte aldığı sesiz emirle taht odasından çıkarak Kraliçeni odasına doğru yöneldi.

Seri adımlarla, odadaki danışmanlarına doğru ilerlerken, her adımı odanın soğuk taş zemininde yankılanıyordu. Kral, gözlerinde taş kesilmiş bir kararlılıkla, zaferin bedelini ödemenin ötesinde, bu savaşın sonuçlarını kalıcı bir şekilde değiştirme arzusunu taşıyordu. Seri adımlarla taht odasının ortasında bulunan tahtına ilerledi.

Danışmanlar, hemen masanın etrafında toplandılar, Kralları odaya adım attığından itibaren yüzlerinde merak, endişe ve hazırlıklı bir beklenti vardı; her biri, krallarının ve imparatorluğun geleceği üzerine derin bir tartışmaya başlamak için hazır kişilerdi. Tabii ki de böyle büyük bir savaş sonrasında krallarının duymak istediklerini söylemeye de.

Kral, danışmanlar önünde dururken, gözlerinin hırsla parlamasına engel olamıyordu. Derin bir nefes aldı ve sesini, keskin bir tonda yükseltti:

"Savaş meydanında elde ettiğimizi sandığımız zafer, varisimin geleceğini güvence altına almaktan çok uzak." gözlerini masanın üzerinde bulunan haritada gezdirdi. Bakışları Aetheris İmparatorluğunun sınırları çevresinde dolaşıyordu. Aklındaki planlar belki de kayıplarla dolu bir Kral için küstahçaydı ama zaten o hiçbir zaman elindekilerle yetinen biri olmamıştı. Daha fazlasını elde edebilme fırsatı varken bunu kullanmaktan çekinmeyeceği aşikardı.

"Kan döküldü, askerlerimizi kaybettik; ancak şu anda, iki büyük imparatorluğun kaderini tayin etme gücü bizim ellerimizde," diye devam etti. Sözlerinin sonunda sesi, düşüncelerinin ağırlığı altında neredeyse bir fısıltıya dönüştü, ama bu fısıltı, aklında dolaşan planların ne denli derin ve karmaşık olduğunu açığa vuruyordu.

Bilinen o ki asırlardır dört büyük imparatorluk tarafından yönetilen bu diyar, ittifaklardan çok, daha fazla toprak ve kaynak için süregelen savaşlarla anılıyordu. Ignis İmparatorluğu'nun topraklarında, iki gün önce yaşanan muharebe gibi bir ittifak, bu dünyada daha önce görülmemişti. Savaşın büyüklüğünü ve ciddiyetini de bu ittifakın varlığı kanıtlıyordu.

Kralın gözlerindeki derin hırs ve kararlılığı hisseden danışmanlardan biri, bu atmosferde konuşmaya cesaret etti: "Haklısınız, Majesteleri," dedi, sesi titremeden ama derin bir saygıyla. "Aetheris'in burada sadece kadınlarımızla hoş sohbet etmek ya da biramızı tatmak için bulunmadığını asla unutmamalıyız. Onlar, bir savaş başlattılar ve bu savaşı kazanmayı umut ettiler, fakat başaramadılar. Şimdi, bu yenilgiyi Aetheris'in en derin topraklarına gömüp, zaferimizi ebediyen sağlamlaştırmamız gerekmez mi?"

Danışmanın sesi, odanın ağır havasında yankılandı, kelimeleri birer meydan okuma ve cesaret kıvılcımı taşıyordu. Kralın zihnindeki planların ne kadar tehlikeli ve aynı zamanda ne kadar cazip olduğunu hissettiren bu sözler, odadaki gerilimi daha da artırdı ve bazı danışmanlar kendi aralarında fısıldaşmaya başladı.

"Majestelerinin hırsı büyük... Ancak bu kadar gözü kara bir plan, hem bizi hem de krallığımızı büyük bir riske sokabilir. Aetheris, yalnızca askerleriyle değil, kendi içinde derin ittifakları ve gizli güçleriyle de ünlüdür. Bu yola girersek, geri dönüş olmayabilir."

Bir diğer danışman, endişeyle fısıldadı, "Varisimizi böyle tehlikeli bir oyunun parçası yapmak... Onun geleceğini ve krallığımızın sürekliliğini tehlikeye atmak değil midir? Eğer başarısız olursak, sadece tahtı değil, Ignis'in onurunu da kaybederiz."

"Aetheris'in yenilgisi onların sonu olmayabilir. Onları tamamen alt etmek için daha fazla hazırlık yapmamız gerekmiyor mu?"

"Acele edersek, zayıf noktalarımızı açık edebiliriz bu daha büyük problemler oluşturabilir."

Odada fısıldaşmalar artarken, bir danışman daha düşüncelerini dile getirirken fısıldaşmalar uğultulara ve daha derin sorgulamalara yol açtı. Kral Ignis zihninin içinde kendini Aetheris toprakları içerisinde zafer elde etmiş şekilde düşlerken elindeki kadehi sert bir şekilde tahtına vurdu. Çıkan ses ile kesilen uğultu danışmanların yerlerinde dikelmesine sebep oldu.

"Bu savaş sadece bir başlangıçtı," dedi, sesi neredeyse bir kükreme gibi yankılanıyordu.

"Aetheris'i boyun eğdirmek için her türlü yolu kullanacağım, ve bu yolun sonunda, iki imparatorluk değil, tek bir güç, tek bir irade olacak: BENİM İRADEM!"

Kralın bu sözleri, odadaki atmosferi daha da ağırlaştırdı. Danışmanlar, Kral'ın gözlerindeki karanlık hırsın derinliğini ve büyüklüğünü tüm benliklerinde hissettiler. Artık geri adım atma şansı kalmamıştı.

Aetheris'in geleceği, Kral'ın amansız planlarının merhametsiz ellerinde şekillenecek, ve hiçbir kan bağı onu bu yoldan döndüremeyecekti.

 

 

 

Muhafız, Kralın kollarından aldığı varisi dikkatle kucaklayarak, derin bir saygıyla eğildi. Ardından, sessizce taht odasından çıkıp uzun koridorlara doğru ilerledi. Kralın sert emirleri ve odadaki gerilimli konuşmalar, arkasında bıraktığı odanın soğuk taş duvarları arasında yankılanmaya devam ederken, adımlarını hızlandırdı.

Koridorun loş ışığında ilerlerken, gözleri bir an için kucağındaki masum varisin yüzüne takıldı. Adımları yavaşladı, neredeyse durma noktasına geldi. Bebek, savaşın kanlı ve acımasız gerçeklerinden habersiz, huzur içinde uyuyordu. Yüzündeki saflık, sanki dünyadaki tüm kötülüklerden korunmuş bir masumiyetin ve zarafetin yansımasıydı. Bu küçük varisin güzelliğine ve doğuştan gelen asaletine hayranlıkla baktı.

Bebeğin alnındaki hafif kıvrımlar, üzerinde Aetheris Kralı'nın kanını bulundurmasına rağmen gelecekte taşıyacağı asaletin ve gücün habercisi gibiydi. Gözleri kapalı olmasına rağmen, muhafız onun bakışların da nasıl bilgeliği ve cesareti taşıyacağını hayal etti. Bu küçük can, sadece bir varis değil, belki de gelecekte büyük zorluklarla yüzleşecek, ama tüm bunların üstesinden gelip krallığın kaderini değiştirecek biriydi. Bunu yüreğinin en derinlerinde hissetti.

Koridorlar boyunca ilerlerken, meşalelerin titrek ışığı, taş duvarlara gölgeler düşürüyordu.

Muhafız, Kraliçenin odasına yaklaştıkça içindeki tedirginliği bastırmaya çalıştı. Kapının önüne vardığında, kapıda bekleyen Kraliçe'nin muhafızları ağır meşe kapıyı nazikçe tıklattı. İçeriden gelen yumuşak bir ses, onu içeri davet etti.

Kraliçenin odasına adımını attığında, içerideki atmosfer taht odasından tamamen farklıydı. Oda, sıcak bir ışıkla aydınlanmış, duvarları süsleyen ince işçilikli halılar ve zarif mobilyalarla huzur dolu gözüküyordu.

Kraliçe, pencere kenarında oturmuş, dışarıdaki fırtınalı havaya dalgınca bakarken, muhafızın gelişiyle ona döndü. Muhafız, kucağındaki varisi dikkatle Kraliçeye uzatırken, derin bir saygıyla eğildi. Kraliçenin gözlerinde, evladına yönelik hem derin bir sevgi hem de endişe vardı.

Kızı, savaşın getirdiği yıkım ve kayıpların ortasında doğmuştu ama Kraliçe, geleceğinin bu kadar belirsiz ve tehlikeli olabileceğini düşünmemişti. Elbet, ileride asil kanının gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirecek ve imparatorluğuna ait sorumlulukları üstlenmek için uygun politik bir evlilik yapacaktı. Ignis İmparatorluğu'nun Prensesi olarak daha doğmadan üstlenmesi gereken sorumlulukları vardı ama savaşın belirsizliği ve Kraliçe'nin kulağına gelen bu anlamsız kan bağı antlaşması kızı için bambaşka hayatın, sorumlulukların ve tehlikelerin kapılarını aralık bırakmıştı. Ve Kraliçe'nin hiç hoşuna gitmeyen şeylerden biri evlatlarını tehlike sızan kapıların ağzına bırakmaktı.

Kraliçe, bebeği kollarına alırken, " Ah, yavrum" diye mırıldandı.

Onun sıcaklığıyla birlikte içindeki anne şefkati kabardı. Ancak, Kralın kaleye girerken ki gözlerindeki kararlılığı ve hırsı hatırlayınca, kalbinin derinliklerinde bir ürperti hissetti. Kralın bu yolda ne kadar ileri gidebileceğini biliyordu, ve bu düşünce onu hem korkutuyor hem de endişelendiriyordu.

Muhafız, bir süre daha saygıyla bekledi, ardından Kraliçenin işaretiyle geri çekildi. Oda tekrar sessizliğe büründü.

Kraliçe, kucağındaki evladının yüzüne sevgi dolu gözlerle bakarken, onun yüzündeki masumiyetle birlikte üzerinde birikmiş savaşın izlerini fark etti. Küçük bebeğin yüzünde ve ellerinde hala savaş meydanının tozları, dumanın ve kanın ince izleri vardı.

Alnındaki kana derin anlamlarla baktı kaderini değiştirmek tekrar mümkün olacak mıydı?

Kraliçe, kızının kaderinin nasıl bir yöne evrileceğini düşünerek derin bir iç çekti, odadaki sıcaklık bir an için bile olsa onun içindeki kaygıları hafifletmeye yetmiyordu. Dışarıda, fırtına şiddetini artırırken, Kraliçe kızını göğsüne daha sıkı bastırdı. Kralının peşine düşeceği Aetheris İmparatorluğu'nu ele geçirme planları, onun zihninde sürekli yankılanırken, odanın derin sessizliğinde, geleceğin belirsizliği ve savaşın getirdiği ağır yük, Kraliçenin omuzlarına çöküyordu.

Kalbi sızlayarak, bir an için bu küçücük canın savaşın acımasız gerçekleriyle bu kadar erken tanışmasına içerledi. Derin bir iç çekerek, yavaşça yerinden kalktı ve yanında duran narin ipekten yapılmış bir mendili eline aldı. Bebek, onun dokunuşlarıyla hafifçe kımıldadı ama gözleri hala kapalıydı, savaşın ve yolculuğun yorgunluğu içinde huzurla uyuyordu.

Kraliçe, mendille bebeğin yüzündeki ve ellerindeki toz ile karışmış kanı nazikçe silerken, içindeki koruyucu anne içgüdüsü daha da güçlendi. Her bir hareketi dikkatle ve özenle yapıyordu, sanki bebeğin üzerindeki bu küçük toz zerrelerini silmek, onu savaşın çirkinliğinden ve karanlığından biraz daha uzaklaştıracakmış gibi.

Bebeğinin yüzü, yavaş yavaş savaşın izlerinden arındıkça, Kraliçenin yüreğine de bir nebze olsun huzur doluyordu. Ancak bu huzur, onun gözlerinin derinliklerindeki endişeyi tamamen silemiyordu. Çünkü biliyordu ki, kızını bekleyen gelecekte, bu tozlar gibi kolayca silinemeyecek daha büyük ve karanlık gölgeler vardı.

Bebeğin yüzü tertemiz olunca, Kraliçe onu yeniden kollarına aldı, göğsüne bastırdı. Savaşın acımasız kirlerinden arındırılmış bu küçük can, iki imparatorluğun kaderini değil, kendi geleceğini şekillendirme hakkını ve fırsatını hak ediyordu.

Kraliçe, Tanrı'ya içten bir yalvarışla, kızı için bu şansı tanımasını, onun kaderini belirleme gücünü ve barış içinde bir yaşam sürme umudunu arzulayarak dua etti. Bu yakarış, kalbinin derinliklerinden gelen bir umudu ve korkuyu barındırıyordu; savaşın karanlık gölgelerinin ötesinde, kızının kendi ışığını bulmasını ve özgürlüğünü kazanmasını diliyordu

Kraliçe, kızının kaderine yön verebilecek gücü bulması için Tanrı'ya içten dualar ederken, kalbinin derinliklerinde yankılanan kaygı ve korkuların ağırlığını her an daha yoğun hissediyordu. İçindeki endişe ve belirsizlik, adeta bir yük gibi omuzlarına çökmüş, her nefes alışında yüreğinin çeperini incitiyordu.

Evladının masum ve huzur içinde uyuduğu anın içinde kaybolmuştu, sanki zaman durmuş ve tüm dünya sadece bu an için var olmuş gibiydi. Kızının incecik nefeslerini dinlerken, onunla birlikte geçirdiği son dakikaların olduğunun bilincinde olmadan her anını derin bir şekilde yüreğine hapsetti. Bu an, hem bir teslimiyetin hem de bir umudun yansımasıydı; Kraliçe, kalbinin en derin köşelerinde, kızı için hayal ettiği parlak bir geleceğin ve savaşın getirdiği tüm karanlıkların birbirine karıştığı bir rüyaya daldı.

 

 

Kraliçe, odadaki huzur ve dinginliğe teslim olmuş halde, evladının masum yüzüne bakarak derin bir uykuya dalmıştı. Kızının nefesleri, odadaki tek ses gibi yankılanıyor, her bir nefes, annesinin kalbine umut dolu bir gelecek hayaliyle birlikte ağır bir yük bırakıyordu. Kraliçe, kızının geleceğinde nelerle karşılaşacağını bilmeden, onu koruyabileceği her anı iliklerine kadar hissediyor, bu anları içinden kopan bir dua gibi yüreğine işliyordu.

Ancak bu huzur, çok sürmeyecekti.

Kraliçe, uykusunda derin bir rahatsızlık hissetti; içgüdüsel bir tedirginlik, karanlık bir gölge gibi içine sızdı. Odanın karanlığında bir şeyin yanlış olduğunu, bir varlığın sessizce onu yaklaştığını fark etti. Gözlerini hızla açtı, o an odada bir yabancının nefesini hissetti. İçini bir ürperti kapladı, tüm huzur, yerini bir tehdidin soğukluğuna bırakmıştı.

Yavaşça doğrulurken, karanlıkta bir gölge kapının kenarında belirginleşti. Kraliçe, hızla doğrulup, sesi titremeden muhafızlarına seslendi,

"Muhafızlar! Yardım edin!"

Ancak sesinin gücü yeterli gelmedi çünkü düşman çoktan harekete geçmişti.

Kapıda beliren suikastçı, Kraliçe'nin üzerine hızla atıldı. Kraliçe, bebeğini sıkı sıkı kucağına bastırarak, geriye doğru kaçmaya çalıştı. Her adımı ona ağır gelirken, ayağına takılan yatak örtüsü işini kolaylaştırmadı içindeki korku büyüyordu. Odada büyük bir kargaşa başlamıştı.

Kraliçe, suikastçının çevik hamlelerinden zar zor kaçınırken, her nefes alışında bebeğini daha sıkı kavrıyordu. Oda, suikastçının ayak sesleriyle yankılanıyor, gerilimi keskin bir bıçak gibi havayı dolduruyordu. Bebeği göğsüne bastırırken, kalbinin hızla attığını hissediyor, bedenini evladı için bir kalkan gibi kullanıyordu. Ancak, Kraliçenin bedeni yorulmuş, omuzlarındaki yük ağırlaşmıştı. Suikastçının gözlerindeki kararlılık ise her geçen saniye daha da büyüyordu.

Suikastçı, Kraliçeyi köşeye sıkıştırdığında, bebeğin narin sesi odayı doldurdu. Bebek, tehlikenin yaklaştığını hissedercesine ağlamaya başladı. O incecik çığlıklar, Kraliçenin içindeki korkuyu büyütüyordu. Muhafızlar neden kapıyı açamıyorlardı? Kalenin en güvenli odasına bu adam nasıl girebilmişti? Bebek, tehditlerin farkında değildi; sadece annesinin sıcaklığı ve güvenini istiyordu. Ancak Kraliçe, bu küçük canı korumanın verdiği azimle dimdik durmaya çalışıyordu.

Suikastçı, bebeğin ağlamasıyla irkilse de saldırısını sürdürdü. Kraliçe, kılıç savruldukça ona daha fazla yaklaşan soğuk metalin ıslık gibi duyulan sesini duydu. Bebeği kollarında tutarak kenara çekildi, suikastçının ilk hamlesinden zar zor sıyrıldı. Yüreği göğsünde patlayacak gibi atıyor, her adımda bebeğini sıkı sıkıya koruma içgüdüsüyle hareket ediyordu.

Bir kılıç daha savruldu, bu kez Kraliçenin omzunu sıyırdı. Bir an için acıyla irkildi, ama bebeği siper ederek geri çekildi. Bebeğin ağlaması daha da yükseldi, çığlıkları odayı doldurdu. Her bir hıçkırık, Kraliçenin içindeki koruma arzusunu alevlendirdi. "Sakin ol, yavrum," diye fısıldadı, ama sesi titriyordu. Ağlayan bebeğini sakinleştirmek için ne kadar uğraşsa da elleri titremeye başlamıştı, suikastçı hızla tekrar saldırıya geçti.

Kraliçe, nefes nefese kalmış, acıyla titreyen bedeniyle suikastçıdan birkaç adım uzaklaştı. Gözleri odadaki kapıya, ardından suikastçının gözlerindeki hırsa kaydı. Durumu değerlendirdi. Bebeği korumak için daha fazla kaçamayacağını anladığında, aklına son bir plan geldi: Zaman kazanmak. Suikastçının kılıcını bir kez daha savurmak üzereyken, Kraliçe, yorgun ama kendinden emin bir sesle konuşmaya başladı.

"Dur," dedi, sesi odadaki sessizliği bıçak gibi keserek yankılandı. Suikastçının eli bir anlığına havada asılı kaldı, kılıcı tam Kraliçe'nin üstüne inmeye hazırlanmışken duraksadı. Gözleri daralırken, kaşlarını çattı ve Kraliçe'ye şüpheyle baktı.

"Ne yapmayı umuyorsun, Kraliçe?" diye tısladı suikastçı, gözlerinde hala öldürme arzusu parıldıyordu. Kraliçe ise derin bir nefes alarak doğruldu, kollarında bebeğini daha da sıkı kavradı, ama bedeninin zayıflığını gizlemeye çalıştı.

"Bu kadar kolay olacağını mı düşündün? Bir Kraliçe'yi öldürmek, bir imparatorluğu yok etmekten daha zor olabilir," dedi Kraliçe, kelimelerini dikkatle seçerek. "Beni öldürmek seni amacına ulaştırmaz. Bebeğimi de öldürsen, Ignis'in tahtını ele geçiremezsin."

Suikastçı bir adım daha yaklaştı, kılıcı hala hazırdaydı, ama Kraliçe'nin sözleri onu bir anlık tereddütte bıraktı. Kraliçe ise bu tereddüdü hissetmişti; konuşmaya devam etti, sesine hafif bir meydan okuma katarak: "Kralın bir adamısın değil mi? Sana ne vaat ettiler? Altın mı, toprak mı? Senin kadar yetenekli birinin daha büyük hayalleri olmalı."

Suikastçı bir an için gözlerini kıstı, Kraliçe'ye güvenmiyor olsa da onun söylediklerini düşünüyordu. Kapının arkasındaki muhafızlar bu sırada kapıyı zorlamaya devam ediyordu, sesleri giderek yükseliyordu. Kraliçe'nin amacı açıktı: Zaman kazanmak, ama aynı zamanda suikastçının aklında bir kuşku yaratmak.

"İmparatorlukta kimin kukla olduğunu biliyor musun?" dedi Kraliçe, gözlerinde keskin bir parıltıyla. "Asıl gücü elinde tutanlar krallar değil, tahtta oturanlar değil... Benim. Eğer beni şimdi öldürürsen, bunu asla göremeyeceksin. Ama eğer durursan... belki de senin için farklı bir yol açılabilir."

Suikastçı Kraliçe'ye baktı, gözlerinde hâlâ öfke vardı ama aynı zamanda aklında bir çatışma doğmuştu. Muhafızlar kapıyı kırmaya yaklaşıyordu, içerideki gergin hava her geçen saniye daha da yoğunlaşıyordu. Kraliçe'nin sesi kararlıydı, ama içinde büyüyen kaygıyı bastırmak için içten içe mücadele ediyordu. Birkaç saniye daha dayanabilirse, muhafızlar içeri girebilecekti.

"Seçimini yap," dedi Kraliçe son bir meydan okumayla. "Beni öldürüp arkasında bir enkaz bırakmak mı, yoksa kendi kaderini yeniden şekillendirmek mi?"

Kraliçe'nin sözleri odada asılı kaldı, gerilim giderek artarken kapının arkasındaki muhafızlar son darbeleri indirdiler. Metalin çatırtısıyla kapının zincirleri sonunda parçalandı, kapı gıcırdayarak açıldı ve muhafızlar içeri girdi.

Kraliçe, bir anlığına rahatlamıştı; içeri doluşan muhafızların varlığıyla nefes alabileceğini sandı. Fakat o kısa an, tehlikenin hala geçmediğini fark etmesine yetmedi.

Bir saniyeliğine bile olsa dikkatini kapıya çevirdi, muhafızlarının sert yüzleri ve kılıçları gözlerinde belirdi. Fakat o sırada odadaki atmosfer değişmişti. Suikastçı, bir an önce Kraliçe'nin önünde dururken şimdi ortada değildi. Gözleri hızla odayı taradı, kılıcın parıltısını ya da suikastçının siluetini aradı, ancak kimse yoktu.

"Suikastçı nerede?!" diye bağırdı muhafızlardan biri, kılıcı elinde tetikte beklerken. Diğerleri odaya girip hızla köşeleri kontrol etti, ama hiçbiri suikastçıya dair bir iz bulamadı. Koca oda sessizliğe bürünmüş, sadece Kraliçe'nin yavaşlayan nefesi duyuluyordu.

Kraliçe, kollarındaki bebeğe sıkıca sarılırken, suikastçının nasıl kaybolduğunu anlamaya çalıştı. Daha demin önünde duran o karanlık figür nasıl bu kadar hızlı ortadan kaybolmuştu? Odaya tek giriş kapısı vardı ve kapı da açılmadan önce zincirlerle bağlanmıştı. Kaçması imkansız gibi görünüyordu.

Muhafızlardan biri sessizce Kraliçe'nin yanına geldi. "Majesteleri, siz iyi misiniz?" diye sordu, sesi endişeliydi. Kraliçe, kafasını yavaşça salladı, ancak hala kafasındaki soruların peşinden gitmekten alıkoyamıyordu kendini. O suikastçı gitmiş miydi, yoksa gölgelerde saklanıyor muydu?

"Onu bulmak zorundasınız," dedi Kraliçe, sesi titremeye başlamıştı. "Henüz gitmiş olamaz."

Muhafızlar hızla odanın her köşesini taramaya başladılar, fakat suikastçı sanki buhar olup uçmuştu. Kraliçe'nin kalbi hala göğsünde hızla atıyordu. Gözleri, karanlık köşelere kaydı. Suikastçının hâlâ orada bir yerlerde olduğunu hissediyordu, ama nasıl bu kadar hızlı kaybolduğunu anlamaya çalışıyordu.

Muhafızlar, odanın her köşesini aradıktan sonra hızla Kraliçe'ye döndüler. Baş muhafız, solgun yüzüyle ileri çıktı ve kararlı bir sesle konuştu, "Majesteleri, tehlike henüz geçmedi. Sizi ve prensesi kalenin okyanusa bakan gizli sığınağına götürmemiz gerekiyor. Orada daha güvenli olacaksınız."

Kraliçe, muhafızın gözlerindeki ciddiyeti gördü ama zihninde başka bir korku vardı. Eliyle bebeğini sımsıkı tutarken, dudakları titredi.

"Peki ya oğlum Eldric? O iyi mi? Ona ne oldu?"

Baş muhafız, Kraliçe'nin gözlerindeki endişeyi görünce hemen yanıtladı,

"Majesteleri, Eldric güvende. Bir grup muhafız onu koruma altında tuttu. Sizi sığınağa ulaştırdıktan sonra Prens Eldric'i de yanınıza getireceğiz. Endişelenmeyin, ona zarar gelmesine izin vermeyeceğiz."

Kraliçe, bir an rahatlamış olsa da endişeleri dinmemişti. Suikastçının nasıl kaybolduğunu düşünmeden edemiyordu. Kalenin içinde bu kadar tehlike varken, sevdiklerinin hepsini bir araya getirmeden huzur bulamayacaktı. Gözleri yine bebeğine kaydı; oğlu ve kızı, bu karmaşanın ortasında durumu belirsizleştiriyordu.

"Eldric'e bir şey olursa... buna dayanamam."

Baş muhafız, kararlılıkla başını eğdi. "Hiçbir şey olmayacak, Kraliçem. Söz veriyorum. Şimdi gitmemiz gerek."

Kraliçe tereddüt etmeden başını salladı, sonra hızla muhafızların koruması altında odadan çıkmaya hazırlandı. Okyanusun kıyısındaki gizli sığınak, şu an için tek güvenli yer gibi görünüyordu.

Muhafızlar, Kraliçe ve bebeğiyle birlikte hızla taş koridorlarda ilerlemeye başladılar. Kalın taş duvarlar arasında yankılanan ayak sesleri, kalenin soğuk ve sessiz atmosferinde tehditkâr bir yankı bırakıyordu. Kraliçe, kollarındaki bebeği sıkıca tutarken, kalbinin hızla çarptığını hissetti. Kalenin içinden geçen gizli tünellere vardıklarında, muhafızlar daha da hızlandılar; karanlık, dar geçitler zayıf meşale ışığıyla zar zor aydınlanıyordu. Her adım, onları deniz kıyısındaki gizli sığınağa biraz daha yaklaştırıyordu.

Tünelin sonunda sığınağın ağır demir kapısı görünmeye başladığında, Kraliçe kısa bir an için içini rahatlamış hissetti. Ancak o an, içlerinden bir muhafız aniden durdu, kulaklarını kabarttı ve karanlık bir köşeden gelen bir hareket fark etti. Kraliçe'nin yanında ilerleyen muhafız birden silahına sarıldı ve fısıldadı, "Majesteleri, durun!"

Tam o sırada gölgelerden bir suikastçı ortaya çıktı. Siyahlar içindeki figür, bıçaklarını ışık hızında çekti ve muhafıza saldırdı. Keskin metalin birbirine çarpma sesi, tünelde yankılandı. Muhafız, kılıcıyla hızlı bir hamleyle saldırıyı savuşturdu, ama suikastçı, vahşi bir öfkeyle yeniden üzerine çullandı. Arbede, ölümüne bir dansa dönüşmüş gibiydi; bıçaklar ve kılıçlar arasındaki her darbe, tünelin duvarlarına yankı yaparak geri dönüyordu.

Kraliçe, bebeğini korumak için bir adım geri çekildi, gözleri korkuyla muhafızın mücadelesini izliyordu. Muhafız, suikastçıyı geri püskürtmek için elinden geleni yapıyordu, ama karşısındaki düşman acımasızdı.

Suikastçı, kurnaz bir hareketle muhafızın zayıf bir noktasını yakaladı ve kılıcını onun omzuna sapladı. Muhafız yaralanmıştı, ama pes etmiyordu. Geri adım attı, nefes nefese kaldı ve Kraliçe'ye döndü.

"Majesteleri!" diye haykırdı muhafız, "Hemen sığınağa girin! Kapıyı asla açmayın, ne olursa olsun!"

Kraliçe'nin gözleri kocaman açıldı, ama tereddüt etmedi. Bebek hala kollarında sıkıca duruyordu. Muhafızın çığlığındaki kararlılık ona güven verdi. Sığınağın kapısına doğru hızla ilerledi ve ağır demir kapıyı iterek içeri girdi. Arkasında kapıyı kapatırken, muhafızlar ve suikastçı arasındaki ölümcül çatışma hala devam ediyordu.

Kraliçe, demir kapının ağır bir gürültüyle kapanmasıyla bir anda saran sessizliğin içinde kaldı. Nefesi kesilmiş, adeta odanın soğuk duvarlarına yapışmış gibiydi. Tünelden gelen çatışma sesleri artık duyulmuyordu, sanki tüm dünya bir anlığına duruvermişti. Kalbindeki korku, kapının ardında bıraktığı kaosun yankılarıyla daha da büyüdü.

Kraliçe, derin bir nefes aldı ve etrafına daha dikkatli bakmaya başladı. Sığınağın soğuk taş zemininde ilerlerken, ayak sesleri yankılanıyordu. Sığınağın okyanus tarafına açılan ağzından esen rüzgar tuzlu kokuyu burnuna getirdi ve saçlarını uçuşturarak görüş açısını biraz kapattı. Görüşü geri geldiğinde gözleri iskelenin ucunda hareketsizce duran küçük bir bedene takıldı. Nefesi kesildi, kalbi bir an duracakmış gibi oldu.

Eldric...

Oğlu, dalgaların vurduğu iskelede yalnız başına duruyordu.

Hiç vakit kaybetmeden koşmaya başladı, kalbi çılgınca çarpıyordu. Her adımında yer sanki ayaklarının altından kayıyordu.

"Eldric!" diye seslendi, sesi titrek ve panikle doluydu. Oğluna ulaşır ulaşmaz, eğilerek elleriyle onun bedenini hızla kontrol etti. "Bir yerinde bir şey var mı? İyi misin?" Ellerini Eldric'in kollarında, omuzlarında gezdirdi. Oğlunun korkudan genişlemiş gözlerine baktı; küçük bedeni titriyordu, gözlerinden korku akıyordu.

"Eldric, buraya nasıl geldin? Yanında kim vardı? Muhafızın nerede?" Sözleri hızla dökülürken, oğlunun bir an bile gözlerinden ayrılmadı. Eldric titrek bir sesle cevap vermeye çalıştı ama ağzından çıkan kelimeler boğuk ve dağınıktı. Kraliçe anlamayan gözlerle prensin yüzüne bakarken elleriyle yüzünü okşamayı ve saçlarını geriye doğru taramayı bırakamıyordu. İyi olduğundan hala emin olamamıştı.

Tam o anda, dalgaların iskeleye çarptığı seslerle birlikte Kraliçe'nin bakışları suya kaydı. Gözleri, dalgaların salladığı hareketsiz bir beden üzerinde durdu. Kanla karışmış deniz suyu, muhafızının cansız bedenini hafifçe ileri geri sallıyordu. Dalgaların her vuruşuyla kızıl sular biraz daha yayılıyor, sanki deniz onun kanıyla çoğalıyordu.

Kraliçe, gözleri hâlâ suyun üstünde hareketsiz yatan muhafızın bedenine takılıyken, içinde bir ürperti hissetti. Tehlikenin büyüklüğü, muhafızının cansız bedeniyle bir anda üzerine çullandı. Boğazı düğümlendi, nefes almakta zorlandı.

O an; ölümün, bu kadar yakınlarında olduğunu iliklerine kadar hissetti.

Birden, kalbine bir korku yayıldı.

Oğlu Eldric'in küçük bedeni, sırtında titreyerek saklanıyordu. İkisi de güvende değildi. Muhafızın cansız bedeni, onları koruyacak kimsenin kalmadığının acı gerçeğini gözlerinin önüne serdi. Kaçacak hiçbir yerleri yoktu, düşman onları bulmuştu.

Suikastçının sesi, ortamın sessizliğini keserek içini daha da korkuyla doldurdu.

"Kraliçe! Sonunda gelebildin!"

Kraliçe, soğuk bir rüzgarın tenini kestiğini hissetti. Kirpiklerine kadar hissettiği korkuyu kalbinde duyumsadı.

Düşman tehlikeli şekilde yaklaşırken, bir anlığına bacaklarının titrediğini fark etti. Kendi kalp atışlarını kulaklarında yankılanırken duyabiliyordu. Eldric'i arkasına aldı, ve tek eliyle kucağındaki bebeğinin ahşap kundağını alttan tutmaya çalışarak daha çok bağrına bastırdı ama o kadar korkmuştu ki elleri titriyordu. Oğlunu savunmasız bir şekilde arkasına alırken ve bebeğini zar zor kucağında tutabiliyorken düşmanın ona ne yapabileceğini düşündükçe içindeki dehşet katlanıyordu.

Kraliçe, uzaktan kılıcın ucunu göğsüne doğrultan suikastçıya titremeden bakmaya çalışarak sesini topladı. İçindeki korkuyu bastırmak zorundaydı; hem kendini hem de evlatlarını koruyabilecek tek kişi oydu. Sesi güçlü ve titremeyen bir tınıyla yankılandı:

"Ne istiyorsunuz bizden!?" dedi, gözlerini düşmandan ayırmadan. Eldric'i daha da arkasına çekerken, düşmanın her hareketini dikkatle izliyordu.

"Kim size yardım etti? Bu saldırının arkasında kim var !?"

Suikastçı, kılıcını hafifçe aşağı indirerek sinsi bir gülümsemeyle yaklaştı. "Kraliçe," dedi, sesi iğneleyici bir alayla doluydu.

"Ah Kraliçe, sakladığın bir şey var değil mi? Aslında unutmak istediğin ama unutamadığın; gece uykularını bölen, titreyerek uyanmanı sağlayan, aklını yitirmene sebep olacak bir sır. Karanlık bir sır. " Suikastçı bir şeyden iğrenir gibi yüzünü kırıştırdı, kılıcını Kraliçe'ye uzatmaktan vazgeçmişti şimdilik öncelikli yapılacaklar sıralamasını değiştirmiş, Kraliçe'ye bazı gerçekleri hatırlatmak istiyordu.

"Kraliçe olarak köklerini unutmak, kanının rengini değiştirmek istedin ve Kraliçe oldun ama kan yine aynı kan değil mi?" dedi ağzından alaycı ve çirkin bir yarım gülüş çıkardı. "Domuz her yerde domuzdur."

"Ne kadar kaldığı yeri değiştirsen de, mücevherlerle kaplasan da kendi bokunda yuvarlanmaya devam eder. Ne de olsa domuz olarak doğmuş, onu suçlayamayız değil mi?"

Kraliçe'nin yüzü soldu ve kekelemeye başladı "B-Bir domuz varsa o da hain olandır." dedi. "Ignis imparatorluğunun Kraliçesinin üzerine hangi hakla suç atabilirsin!?"

Suikastçı artık gülmesine tutamıyormuş gibi durmadan kahkaha atmaya başladı. Leş kahkahası okyanusa açılan sığınakta yankılandı. Ve birden ciddileşti. Ortam artık eskisinden daha korkunç ve gergindi. Kraliçe artık titremeyi bırakmış ve donmuş bir şekilde kaderini bekliyordu.

"Bir hain varsa o da köklerine ihanet edendir. Bize ait olanı almak için buradayız. Bebek... o bize ait. Sen, kan bağının nereden geldiğini çoktan unuttun." dedi ve devam etti "Ama o bunun bilincinde büyüyecek."

Kraliçe'nin yüzü soldu, ama gözlerindeki inatçı kararlılık daha da güçlendi. "Bu imparatorluk size bir şey borçlu değil," dedi, sesi daha kararlı çıkıyordu.

"Bebek, Ignis İmparatorluğunun varisi. Bunu yaparsanız, tüm krallığı karşınıza alırsınız."

Suikastçı, kılıcını tekrar kaldırarak tehditkâr bir şekilde yaklaştı. "Krallık mı?" diye alayla güldü.

"Bu topraklarda kimin söz sahibi olduğunu hatırlatmaya geldik. Kan bağı, sizinkinden daha derine kök salmış bir imparatorluğun. Unuttuğun geçmişinin bedelini ödetmeye geldik."

Suikastçının adımları ona doğru ağır ve kararlı bir şekilde yaklaşırken, Kraliçe'nin zihninden birçok düşünce hızla geçti. Oğlunu ve bebeğini nasıl koruyacağını bilmiyordu. Kaçacak bir yer kalmamıştı ve önünde sadece ölümle burun buruna gelen bir yol vardı. Kendi çaresizliğini tüm benliğiyle hissediyordu, ama teslim olmak ona asla uygun değildi.

Bir yandan, içindeki korkuya rağmen gözlerinde parlayan kararlılığı da kaybetmemişti. Geri adım atmadan düşmanın karşısında dik durdu. Eldric'i arkasına alarak bebeğini kollarında daha sıkı kavradı. Suikastçıya karşı en azından bir umut ışığı bulmak zorundaydı.

Sonunda, suikastçı tamamen önünde belirdi. Soğuk gözleri Kraliçe'yi süzerken, dudaklarının kenarında karanlık bir gülümseme belirdi.

"Artık kaçacak bir yerin kalmadı," dedi suikastçı, kılıcını kaldırarak tehditkâr bir adım attı. Kraliçe, adeta içgüdüsel olarak daha da sıkı sarıldı çocuklarına.

"Bir annenin umudunu asla küçümseme," diye mırıldandı Kraliçe, sesi kararlı ve beklenmedik bir cesaretle doluydu. İçinde büyüyen korkuyu susturmak için kendini zorladı. Geri çekilmek yerine adımlarını sabitleyerek düşmana meydan okumaya devam etti.

Suikastçı, bu meydan okumayı şaşkınlıkla karşıladı ama durmadı. Kılıcını tam indirmek üzereyken, tünelin derinliklerinden gelen bir ses yankılandı.

Hızla çevresine bakındı, ancak sesin kaynağını göremedi. Gözlerini tekrar Kraliçe'ye çevirdiğinde, bir an tereddüt etti.

Tünelin girişinde beliren gölge daha da yaklaştıkça Kraliçe, bunun bir muhafız olduğunu fark etti. Ancak bu muhafızın düşman mı, dost mu olduğunu anlamakta tereddüt etti. Gözleri, suikastçıyla muhafız arasında hızla gidip geldi.

Aniden ikisi de birbirine saldırdı.

Suikastçı ve muhafız arasında çıkan şiddetli çatışma, Kraliçe'ye çok kısa bir kaçış fırsatı sundu.

Bu fırsatı değerlendirmek zorundaydı.

Hızla arkasını dönerek iskeleye doğru koştu. İskelede duran küçük tekne, onun için olmasa bile çocukları için kaçış yolu olacaktı. Teknenin sallantıları arasında denize bakarken kalbi hızla çarpıyordu. Kızını kucağında tutarak tekneye dikkatlice yerleştirdi. Bebeğin minik bedeni, teknenin içinde neredeyse kayboluyordu. Boynundan çıkardığı kolyesini kızının boynundan geçirirken elini teninden çekmekte zorlandı. Derin bir yutkunmadan sonra oğluna döndü.

Tam Eldric'i tekneye bindirmeye yeltendiğinde, onun gözlerinde bir kararsızlık gördü.

Eldric, küçük ellerini yumruk yaparak annesine baktı, ama tekneye adım atmıyordu.

"Eldric, hadi!" dedi Kraliçe, sesi panik ve sabırsızlıkla doluydu. Ama Eldric, geri çekildi. "Ben seninle kalacağım!" diye inat etti. Kraliçe'nin kalbi sarsıldı. Eldric'in yaşına göre beklenmedik bu cesur sözleri onu hem şaşırtmış hem de endişelendirmişti.

Kraliçe, Eldric'in sözlerinin kalbinde oluşturduğu sızı ile boğuşurken, arkasındaki kılıç seslerinin birden kesildiğini fark etti. İçgüdüsel olarak başını hızla o yöne çevirdi.

Gördüğü manzara nefesini kesti:

Suikastçı, muhafızın cansız bedeninden yavaşça hançerini çıkarıyordu. Hançerin etten çıkarken çıkardığı o boğuk ses ve zırhın üzerine düşen metalik tını sığınakta yankılandı. Kanla kaplı hançeri pelerinin koluna silerken suikastçının kömürle boyanmış gözleri, karanlığın içinden buz gibi parlıyordu.

Kraliçe'nin zihni şokla donarken, kalbi de o an duracak gibi oldu; içindeki dehşet tüm bedeni ele geçirdi. Suikastçının dudaklarına alaycı bir gülümseme yayıldı, adımlarını Kraliçe'ye doğru atarken zehirli bir soğukkanlılıkla fısıldadı:

"Artık kaçacak yerin kalmadı..."

O an her şey ekstra hızlandı. Kraliçe donmuş gibiydi, suikastçı ise hızla üzerine koşuyordu.

Ancak Eldric, bir gölge gibi fırlayıp annesinin önüne atıldı, suikastçının hançerinin yörüngesini değiştirmek isterken yüzüne sert bir darbe aldı. Bedeni, darbenin etkisiyle yere savrulurken, Kraliçe'nin dünyası tamamen karardı. Dudaklarından çaresiz bir çığlık yükseldi, sesi titreyerek:

"Oğlum!" diye feryat etti.

Kraliçe, Eldric'in üzerine düşen hançer darbesiyle sarsılmıştı, gözleri boş bir şekilde önüne bakıyor, derin bir acı içinde eli ona doğru uzatmış sanki düşmeden onu yakalamak istiyor gibi bir pozisyonda dona kalmıştı.

Ancak, suikastçı şimdi tüm dikkatini ona yöneltmişti. Gülümsemesini kaybetmiş, yüzünde bir öfke ve karanlık bir hırs belirginleşmişti. Şimdi, yıkılmış olan Kraliçe'ye doğru hızlı adımlarla ilerliyordu.

Kraliçe'nin gözleri, suikastçının yaklaşan siluetini titrek bir korkuyla izlerken, bedeninin zayıflığı, artık direniş göstermeye yetmez hale gelmişti.

Suikastçı, Kraliçe'nin yanına vararak kılıcını kaldırdı ve bir son hamleyle, Kraliçe'nin yumuşak, artık cansızlaşan bedenine doğru indirdi. Kılıcının parıltısı, geceyi delip geçerken, Kraliçe'nin gözlerinde biriken yaşlar son kez pınarlarından döküldü.

Oğlunun hareketsiz bedeni gözlerinin önünde serili dururken suikastçının hançer darbeleri bedeninde yarıklar açmaya devam ediyordu. Zihni sonsuza kadar kapanmaya yakınken kulaklarında kızının ağlama çığlıkları yankılanıyordu.

İçinde kalan son güç kırıntıları ile kolunu suikastçının boynuna dolarken artık cesede dönmeye yakın bedenini iskelenin kenarına yaklaştırdı. Zihni kapanırken kasılan bedeniyle birlikte sıkıca tuttuğu suikastçıyı bırakmadan:

"Affet beni, kızım" dedi ve bedenini teknenin kenarına doğru attı. Oluşan sarsıntıyla birlikte tekne kendini sıkıştırılmış olduğu taşların arasından kurtardı ve okyanusa açılmaya başladı.

Kraliçe ve Suikastçı, okyanusun derinliklerine, tüm sırlarıyla birlikte gömülürken, denizin karanlık sularında sessizlik ve karanlık hüküm sürüyordu. Her iki beden de, okyanusun engin ve soğuk kollarında kaybolmuş, geçmişin izlerini yok eden bir sessizliğe bürünmüştü.

Bu esnada; Ignis İmparatorluğu'nda, Karanlık bir çağın şafağı belirmişti.

Yeni bir dönem, eski güçlerin ve köhne kalıntıların yerini alacak şekilde hazırlık yapıyordu.

Ancak okyanusun derinliklerinde, Kraliçenin en değerli varlığı, bilinmeyen bir geleceğe doğru yelken açıyordu.

Tekne, okyanusun karanlık sularında ilerlerken, ardında sadece sessizliği ve gölgeleri bırakarak uzaklaşıyordu.

Her dalga, eski zamanların son anlarını ve yeni bir umudun doğuşunu fısıldıyordu.

Bu küçük varlık, eski çağların karanlık izlerini peşinde bırakarak bilinmeyen bir geleceğe, sırlarla dolu bir yolculuğa çıkıyordu.

 

∼⋄∼⋄∼⋄∼⚜∽⋄∽⋄∽⋄∽

Loading...
0%