Dersin başlamasına beş dakika kala her zaman son anda gelen şehrin öbür ucunda yaşayan felsefe hocasının gelmesiyle bütün kadro tamamdı. Bu hayatta sadece bir şeyi yapma şansım olsa ben şiir yazmakla tarih dersi verme arasında kalırdım herhalde, işimi severek ve isteyerek yapıyordum o yüzden koridorda ilerlerken sınıfın kapısının önünde beni bekleyen lise öğrencilerinin mutluluğu şaşılacak şey değildi, ben onlar için bir öğretmen dışında aynı zamanda akıl hocasıydım ve bundan mutluluk duyuyorum.
Gariptir ki bu işlediğim beş dersi pek hatırlamıyorum, zaten derslerin çoğunda çocuklara kitaptan bir yer okutturmuş o sırada siyah deri kaplı not defterime bir şiir kaleme almıştım;
Cennetime Yağan Yağmur
O gün baktığımda sana,
Gözlerinde mahkûm kaldım.
Sen belki bir şey anlamadın,
Ama ben hayran kaldım.
Utancımdan dört bir yana kaçtım,
Köşede duran sana bir türlü bakamadım.
Ben nasıl bu kadar kolay kandım,
Kendimi bir çift göze köle saydım.
Konuşmak için bir an yakalarım,
Seni biraz daha tanırım.
Ama dikkatli olacağım,
Sana bakarsam çok kolay anlaşılacağım.
Öğle zilin çalmasını beklerken aklımda hızlıca öğretmenler odasına gidip kapıyı görecek bir yere oturmak vardı, bu sayede o içeriye girdiğinde her insanın yaptığı refleks olarak kapıdan giren kişiye bakma maskesi altında onu inceleyebilecek ve gözleri dışında nasıl bir şeye benzediğini görebilecektim, fakat bu düşüncelere o kadar fazla dalmıştım ki kapıyı açtığımda hemen karşı sınıftan onun çıktığını anlamam iki koca saniye almıştı.