
Kendimi hiçbir zaman insanlardan üstün görmedim. Hiçbir zaman yardıma muhtaç birini geri çevirmedim. Sonu ne olursa olsun, hiç korkmadan o yollardan geçtim. Belki daha az düşünmeliydim insanları. Belki de hiç düşünmemeliyim. Bilmiyorum, belki benim düşündüğüm gibi kimse düşünmüyor beni. Belki de o zaten güçlü biri deyip geçiştiriyorlardır. Güçlü gözükebilirim evet, ama ben güçlü değilim. Dışarı da yansıttığım ben ile içimde ki aynı değil. İnsanlar o yüzden beni yıkılmaz görüyorlar. Ben böyle olabilmek için nasıl sınavlardan geçtim, hiçbirinin haberi bile yok. Annemi, babamı ve kardeşimi acı içinde toprağa verdim. Katilleri hala elini kolunu sallayarak dışarıda geziyor ve ben onları bulamıyorum bile. Ailesinin katilini bile bulamayan beceriksiz bir kızın tekiyim ben. Eski yüzümü hatırlayamıyorum bile artık.
Belki de eski ben değildim artık...
Bugün sakin bir şekilde evimde oturup kahvemi içmeyi planlarken kendimi yine dışarıda buldum. Aralık ayındaydık ve havanın soğuğu yüzümü yalıyordu. Ve ben abim olacak adamın yanına gidiyordum. Eftelya’nın abisi nerede olduklarını öğrenmiş ve bir ton adamları ile oraya gidiyormuş. Benim yardımıma ihtiyaçları varmış falan da filan da. Ben ne yapabilirim? Ben mi dedim git Türkiye’nin en güçlü adamlarından birinin kardeşini kaçır diye? Niye benim uykum bölünüyor? Söve söve eve doğru yola çıktım. Eve yaklaştığımda geç kaldığımı anladım. Çünkü evin etrafı Cihangir korumalarıyla doluydu.
Benim korumalarım ise benden önce buraya gelip saklanmışlardı. Ki herhangi bir tehlikede çıkacaklardı. Daha fazla arabayı yaklaştırmadan olduğum yere park edip indim arabadan. Silahımı elimde hazır bekletip arkadan dolaşmaya başladım. Yalnız girebilmek mümkün gibi görünmüyordu. Çünkü her köşeye koruma sinmişti. Tamam, siz istediniz. Biraz ilerimde ki korumaya doğru yürüyüp kafasına silahımın kabzasıyla vurdum ve bayılttım. Aynı yavaş ve sessiz adımlarla evin arka kapısına yani mutfağa açılan kapıya doğru yürüdüm. Tam kapının önünde iki kişi durmuş sigara içiyorlardı. Onlara görünmeden hareket etmem imkansızdı. O yüzden daha hızlı yürüyüp beni görmelerini sağladım.
“Siz kimin evini bastığınızı sanıyorsunuz? Bana Kundakçı derler. Adamı diri diri yakarım.”
İkisi de sigaralarını yere atıp aceleyle silahlarını kavradılar, fakat daha onlar harekete geçemeden ikisinin de bacağına iki el ateş ettim. Silahım ses çıkardı ama kimin umurunda. Başıma koruma ordusu doluşmadan acele ederek eve girdim. İçeriden sesler geliyordu. Mutfağın kapısından hafifçe kafamı uzattığımda Ezra ve Buğra'yı birbirlerine silah çekerken gördüm. Eftelya ise Buğra’nın arkasına sinmiş abisine ürkek gözlerle bakıyordu. Ezra’nın adamları ise Buğra’ya silahlarını doğrultmuştu. Benim abimi tek buldunuz ha. Adamı hacamat ederim ben be. Tam çıkacaktım ki, Ezra’nın konuşmaya başlamasıyla durdum. Aynı dünkü gibi soğuk ve sesinde insanlığa dair hiçbir şey yoktu. Başlıca acımasız görünüyordu.
“Çok büyük bir hata yaptın Buğra. Karşına beni almakla büyük bir hata yaptın. Kardeşimi senden aldıktan sonra seni cehenneme yollayacağım. Belki bana ölmek için yalvaracaksın.” dediğinde daha fazla dayanamadım ve silahımı ona doğrultarak çıktım mutfaktan.
“Kim kime ölmek için yalvaracak Cihangir? Söyle bende duyayım.”
Kafalar bana döndüğünde gram kendimden ödün vermeden ve gözlerimi kırpmadan Ezra’ya odakladım bakışlarımı. O da anlamaya çalışır gibi bana bakıyordu. En azından bir duygu gördüm gözlerinde.
“Sen kimsin ki, benim ailemden birinin evini basıp tehdit ediyorsun?” dedikten sonra gözümü kırpmadan tetiğe bastım ve diğer kolunu vurdum. Yine bir tepki vermedi. Anında silahlar bana dönünce Ezra kolunu kaldırıp indirtti silahları.
“Hiç olmayacak yerlerden çıkıyorsun Cihangir. Yapma, yanarsın.”
“İki oldu.” diyerek kollarını gösterdi.
“Üçüncüde canını çok pis yakarım.” dediğinde dudağımın bir kenarı hafif yukarı kalktı ve yine hiç düşünmeden ateş ettim. Aynı kola isabet etti yine.
“Evin etrafı koruma ordusuyla dolu. Daha sen bana ulaşamadan adamlarının hepsi ölmüş olur. Ah çok pardon. Önemli bir detayı atladım. Yanmış olurlar diyecektim.”
Şimdi de sıkıysa gel canımı yak diye bakıyordum. Silahımı indirip yavaş adımlarla Buğra ve Eftelya’ya yaklaştım. Buğra’ya bir göz kırpıp önüme döndüm. Ezra ise hala olduğu yerde beni izliyordu. Bir adamın canı hiç mi yanmaz?
“Senin kardeşin benim gram umurumda değil. Ama eğer sen can dediğim insanın canını yakarsan bende can dediğin insanın canını yakarım. Beni tanımamış olman çok büyük bir kayıp olmuş senin için. Şimdi adamlarını al ve çek git bu evden.”
Meydan okurcasına tam karşısında durdum. Sanki söylediklerim hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Bu nasıl bir psikopat lan? Kardeşinin canını yakacağımı söyledim ve tepkisi bu mu?
“Bu yüzden ruh eşimsin. Eftelya eğer bu herifi seviyorsa kalsın. Sende benimle geleceksin ama.”
PARDON!
Ne saçmalıyor lan bu adam? Ben ne diye onunla gidecekmişim?
“Sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek lan bu?” diyerek arkadan Buğra atladı ve silahını Ezra’ya doğrulttu.
Buğra’ya doğru dönüp silahı indirmesini işaret ettim. Tekrar önüme dönüp Ezra’nın gözlerinin
içine baktım. Dalga geçer gibi durmuyordu.
“Bana iyi bak Cihangir. Ne gibi duruyorum? Bunu kabul edecek biri gibi mi duruyorum? Sen kurşunu kafana yemek istiyorsun heralde.” diye fısıldadım aşırı sakin bir şekilde. O ise sanki hiç kolundan vurmamışım gibi rahat bir şekilde ellerini cebine soktu ve kafasını hafif yana eğdi.
“Bana yardım etmeni istiyorum. Güçlü ve acımasız biri olduğunu biliyorum.” dediğinde onu çözmeye çalışıyordum. Zaten güçlü biri benden ne diye yardım istiyordu? Ya bir şeyler peşindeyse?
“Neden benden yardım istiyorsun? Sen gayet düşmanlarınla tek başına başa çıkabilirsin. Birine ihtiyacın yok senin.”
“Evet, ama kaç kişi bana bunu yapabilir?” diyerek iki kolunu birden gösterdi ve devam etti. “Kaç kişi korkusuzca gözünü kırpmadan beni vurabilir? Ortak düşmanlarımız var. Birleşirsek daha güçlü oluruz. İrfan Tozluğlunu diri diri yaktıktan sonra meclis sana savaş açacak. Herkesin haberi var dünkü olaydan.”
Buğra’nın arkamdan şok içinde ki sesini duydum.
“Sen İrfan Tozluoğlunu mu yaktın lan?”
Arkaya kısa bir göz gezdirdim ve Eftelya’nın dehşet içinde kalmış yüzüne baktım. Belki de aramızda ki en masum kişi o’ydu. Tekrar önüme döndüm ve Buğra’ya ithafen konuştum.
“Yaktım ne var? Beni kaçırmayı göze alabiliyorsa, sonuçlarını da göze alacak. Onu kaç kere uyardım. Beni dinlememeyi tercih etti. Bende dinlenecek bir insan olduğumu gösterdim. Öbür tarafta yapar artık uyuşturucu ticaretini.”
Ezra ‘işte bundan bahsediyorum.’ der gibi bakıyordu bana. Benim hayatımı gram bilmiyordu. Devam et dercesine kafamı salladım.
“Meclisi ortadan kaldırmak istiyorum.”
Gözlerim kocaman açılmış bir şekilde ona bakmaya devam ettim. Tek böyle kalan ben değil gibiydim. Salonda herkes buna çok şaşırmış görünüyordu. Kimse böyle birşey beklemiyordu.
“Neden?”
“Ayak altında çok dolanıyorlar. Her yere hakim olmak istiyorlar. Ve ben işime karışılmasından nefret ederim. Mecliste önemli bir yere sahibim. Sözümü dinlemeleri gerekiyor. Ama onlar bana kafa tutuyor. Kafa tutulmayacak bir adam olduğumu göstereceğim onlara. İş birliği yaparsak bende şu ikisine karışmam, evlendiririm.” diyerek Buğra ve Eftelya’yı işaret etti. Biraz düşündüm bunu. Benim canıma minnet. Meclisi ortadan kaldırırsak en çok benim işime yarar bu durum. Ama yine de bunu onun bilmesine gerek yok.
“Bir şartla.”
“Neymiş?”
“Bana bir adamı bulmamda yardımcı olacaksın. İsmi yok, yüzü yok, boy, kilo hiç birşey yok. Sadece tarih var.” dediğimde gözlerini kısmış dikkatle beni dinliyordu. İyi mi yapıyorum yoksa kötü mü bilmiyorum. Ama içimden bir ses bu adama güvenebileceğimi söylüyordu. Buğra koluma dokununca ona döndüm.
“Yıllardır bizim bulamadığımızı bu adam mı bulacak? Saçmalama istersen Deniz.”
Doğru söylüyordu yıllardır onlar bir yandan ben bir yandan arıyorduk o adamı. Ama hiçbir iz yoktu. Nereye kaçtı? Nereye saklandı? Sanki yer yarıldı içine girdi. Belki yıllardır yanımdan geçiyordu. Ya da aynı ortamda bulunduk. Ve ben onun nasıl biri olduğunu bilmiyorum. Yüzünü bilmiyorum, hiçbir şeyini bilmiyorum. Gördüysem bile tanımadım belki. O kadar zor ki, sadece bir tarihle birini bulmak.
“Evet, bulamadık Buğra. Belki o bulur.” diyerek tekrar Ezra’ya döndüm. “Ne diyorsun? Bulabilir misin?”
“Elimden geleni yaparım. O zaman anlaştık.” diyerek elini uzattı. Gözüm elinde ki kana kaydı. Kolunda ki kan eline kadar akmıştı. Bende elimi uzatıp tuttum uzattığı elini.
“Anlaştık. Bir daha gerekmedikçe seni vurmayacağım.” dedim ve sırıttım. Onun ise sadece dudağı kıvrıldı. Sanki gülmek ve gülmemek arasında gibiydi.
“E size müsaade.” diyerek tabiri caizse kovdum. “Eftelya burada kalacak. Sana şuan da güvenmiyorum.” dediğimde hiç istemese de kafa salladı.
Çünkü o da biliyordu, bizden kardeşine zarar gelmeyeceğini ve Eftelya’nın kendi isteğiyle buraya geldiğini.
Hepsi teker teker evi terkederken salonda Eftelya, Buğra ve ben kaldık.
“Yine mükemmel bir detay değil miyim ya? Yine kıçınızı ben kurtardım.” diye kendimi öve öve koltuğa attım kendimi. Kafamı kaldırdığımda Eftelya başımda gözleri irileşmiş bir halde hala bana bakıyordu. Göz kırptım ona ne var dercesine.
“Sen benim abimi vurdun. Ona kafa tuttun resmen. Çok havalı görünüyordun. Ben bir tekme bile atamam. Korkumdan bir yerlere sinerim. Ama senin gözlerinde korku namına hiçbir şey yoktu.”
Transa girmiş gibi bana bunlara söylerken beni şuan korkutmaya başlamıştı. Buğra’ya dönüp Eftelya’yı işaret ettim.
Buğra “Gel birtanem sen benim yanıma. Boşver, özenme öyle şeylere. Ben seni böyle çok seviyorum. Hiç istemem silahı çekip beni vur.” diyerek kızı yanına çekti. Söyledikleriyse beni güldürdü.
Ama bazen bu kızın da kendini korumayı öğrenmesi gerekiyordu. Dediği gibi hiçbir şey bilmiyorsa, işi çok zor olacaktı. Ona bir ara silah kullanmayı öğretmemde fayda var. Hayır, anlamadığım şu; sen o kadar mafya içinde büyü, bir silah kullanmayı bilme. Sen o kadar kişinin içinde nasıl saf kalmayı başarabildin hayret doğrusu.
“Öğrenmek ister misin?” dediğimde sanki bunu bekliyormuş gibi kafasını salladı hızlıca. Bunu görmek beni gülümsetti. O sıra Buğra’nın ‘seni öldüreceğim’ bakışlarıyla karşılaştım.
“Bana hiç öyle bakma Buğra. Kendini korumayı öğrenmesi gerek. Dışarı çıktı diyelim ki sende yoksun yanında ne olacak başına bir şey gelirse? Unutuyorsun bazen ama düşman götümüze bakıyor sikmek için.”
Haklı olduğumu o da biliyordu. O yüzden bir şey söylemedi.
Günün geri kalanında bir yemek yedik birlikte ve sonrasında ben evden çıktım. Kendi evime gitmek yerine Sedat babanın evine sürmeye başladım arabayı. Aynı zamanda Semih’i arıyordum. Telefon sanki hazırda bekliyormuş gibi açıldı.
“Buyurun Deniz Hanım.”
“Semih, bana Ezra Cihangir hakkında araştırma yapmanı istiyorum. En ince ayrıntısına kadar.”
“Tabi Deniz Hanım. Akşama elinizde olur.” dediğinde telefonu kapattım.
Bakalım Ezra bey hakkında neler öğreneceğiz? Yan yana olacağım biri hakkında bir şeyler öğrenmem gerekiyordu. Meclisi ortadan kaldırmak istemesinin sebebi sadece ayak altında dolaşmaları mıydı? Yoksa altında yatan başka sebepler mi vardı? İşte bunu öğrenmek istiyordum. Ve birde zaaf noktalarını. İleride bana yanlış yaparsa zaaflarını öğrenmemde fayda var. Kim olursa olsun, ileride kullanabilmem için elimde koz olur. Daha fazla bir şey düşünüp kafa yormak istemedim ve bir müzik açtım. Azer bülbül - Çoğu Gitti Azı Kaldı.
Şu müziğe, şu ritme bak ya. Sesi fulleyip camı açtım. Ben dinliyorsam herkes dinlesin değil mi ama? Bas bas bağırarak şarkıyı da söylüyordum.
“Aşkımız erdi bahara
Kışı bitti yazı kaldı
Kapandı yıllanmış yara
Çoğu gitti azı kaldı”
Devamını söylemek değil dinlemek istedim. Sedat babanın evine gelene kadar da başa sarıp durdum. Eve geldiğimde arabamı park edip indim. Daha ben kapıya ulaşmadan kapı açıldı. Benim geldiğimi görmüş olmalılardı. Ziynetle selamlaştıktan sonra salona adımladım. İhtiyar burada olmalı. Acaba dün neler yaptığımı öğrenmiş miydi? Salona girdiğimde tahmin ettiğim gibi baş köşeye oturmuş gazete okuyordu.
“Nasılsın kaptan?”
Modunu ölçüyordum önce. Yoksa ağzıma sıçabilirdi. Kafasını gazeteden kaldırıp gülümsedi bana. Bu bana bir ‘oh’ çektirdi.
“İyiyim güzel kızım, sen nasılsın? Gel, otur.” dediğinde geçip bir koltuğa oturdum.
“İyiyim bende. Buğra konusunu merak etme. Hallettim o konuyu. Cihangirlerle bir sorunumuz yok şuanlık.”
Beni dikkatle dinleyip bir şeyler düşünmeye başladı. Yine kafasında ne kuruyor acaba? Çünkü ne zaman böyle olsa en felaketini düşünür, ona göre bir plan yapar.
“Sedat baba yine ne düşünüyorsun? Kafanı kurcalayan ne?”
“Sana şimdi bir şey söyleyeceğim. Ama sakinliğini korumanı istiyorum. Tamam mı güzel kızım?” diye sorduğunu söyleyeceği şeyi merak etmeye başlamıştım. Neden sakinliğimi korumam gerekiyor?
“Sedat baba beni korkutuyorsun. Bir şey mi oldu?”
“Ailenin katilini buldum kızım.” dediği anda buz kestim.
Nefes alamadım sanki. Sonunda intikamımı alabilecek miyim? Artık ailemin mezarına gidebilecek miyim? Onlara bakın kızınız kanınızı yerde koymadı, aldı intikamınızı diyebilecek miyim? Ağlamamam gerekiyor şuan. Yemin ettim intikamımı alana kadar ağlamayacağım. Biraz daha sabretmem gerekiyor. Çünkü çok az kaldı. Gözlerimin önünden geçti her saniye. Yangın, çığlıklar, yalvarışlar... O gün ben kendi acımı hissedemedim. Ailemin acısının yanında benimki yok oldu. Her gün sanki o güne gidiyorum. Bugün belki de kabuslarıma son vereceğim. O kadar rahatlayacağım ki, dünyalara kavuşacağım.
“Nerede?” Sadece bu soru döküldü dudaklarımdan. Onu bir kere değil acı çeke çeke bin kere öldüreceğim.
“Bizim eski elektrik fabrikasında.” dediği anda hızla ayağa kalktım. Hiçbir şey söylemeden evden çıktım.
Arabaya binip fabrikaya doğru sürdüm. Buradan tam 1 saat uzaktaydı.
Biraz stresliydim açıkçası. Onun karşısına çıkmaya hazır mıydım? Yüzleşmeye hazır mıydım? Sonunda ailemin katili bulunmuştu ve ben onu acı çektire çektire öldürmeye gidiyordum. Ona öyle şeyler yaşatacağım ki, bu dünyaya geldiği için bile pişman olacak. Benim ailemi ve yüzümü elimden aldı. Bende onun yaşama hakkını alacağım elinden. Özür dileyecek, yalvaracak bana. Belki de ayaklarıma kapanacak. Ya da hiç pişman olmayarak sebep sunacak elime. Bu kadar yüzsüzdür belki de. Neler olacak bende tam kestiremiyorum ama sonunda içim rahatlayacak, bir tek bunu biliyorum.
Telefonum çalınca arayana baktım. Bilindik bir numara değildi. Merak ederek telefonu açıp hoparlöre verdim.
“Efendim?”
Karşı taraftan aşina olduğum bir ses geldi kulağıma.
“Ben Ezra, şu bahsettiğin adam hakkında daha bilgi verebilir misin? Yani gün, saat, herhangi bir şey.”
“Gerek kalmadı, adam bulundu. Şimdi de hesabını kesmeye gidiyorum.” dedim ve bir an onu karşımda düşündüm.
“Öldürmek için mi arıyordun?”
“Evet, bir mikrop daha temizlenecek dünyadan. Sen bunun için mi aradın beni? Çok düşüncelisin bakıyorum.”
Sanki bir şey oluyordu içimde bir yerde. Bu hissin ne olduğunu anlayamıyordum. Sanki bir şeyin habercisi gibiydi.
“Konuşmamız gerek.” Kaşlarımı çatarak dinlediğime dair mırıltılar çıkardım. “Telefonda değil, yüz yüze.”
“Şuan da hiç müsait değilim Cihangir. Bugün mümkünse beni ne ara ne sor.” diyerek telefonu suratına kapattım. Benim derdim şuan da meclis falan değildi. Meclis bekleyebilir, ama ailemin katilini bekletmek gibi bir terbiyesizlik yapamam.
Sanki boğazımda bir yumru var. Çığlık atsam, haykırsam belki geçecek gibi. Hıçkıra hıçkıra ağlasam, rahatlayacakmışım gibi. Gaza daha fazla yüklendim. Sanki ayağımı gaza ne kadar sert basarsam hemen oraya varacakmışım gibi. Gözlerim ikide birde doluyordu. Onları akıtamazdım şuan. Şuan zamanı değildi gözyaşlarımın.
Bir saatin sonunda eski fabrikaya varmıştım. Semih benden önce gelmiş beni bekliyordu. Arabadan inip Semih’in yanına gittim. Bir ordu dolusu koruma ile birlikte gelmişti her ihtimale karşı. Semih bu yüzden benim sağ kolumdu. Her şeyi ben söylemeden yapar ve düşünürdü. Benim eksiklerimi kapatırdı bazen. Bazense hayatımı ona borçlu olurdum. Bazen bir dosta ihtiyacım olduğunda hemen yanımda belirirdi. Öte yandan bana karşı çok saygılıydı. Hiçbir zaman çizgisini bozmazdı. O bir korumadan daha fazlasıydı.
“Bir sorun mu var Deniz Hanım?” diye sordu hemen.
“O adam bu fabrikada. Ailemin katili şuan burada Semih. İki adım mesafemde ecelini bekliyor.”
Semih şaşırmış bir halde fabrikaya doğru bakıyordu. İnanamıyordu galiba tıpkı benim gibi. Yıllardır aramadığımız delik kalmamıştı. Ama Sedat baba da boş durmamış meğer. Nasıl yaptı? Nasıl buldu? Bilmiyorum, ama ona yine ve yeniden borçlandığımı biliyorum. Hep benim iyiliğim için uğraştı. Sanki öz kızıymışım gibi davrandı bana. Buğra’dan hiç ayırt etmedi beni. Ona çok şey borçluyum.
“Siz ciddi misiniz? Nasıl?” Semih’in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
“Hiç olmadığım kadar ciddiyim Semih.”
Semih’in de gözlerinin dolduğuna yemin edebilirim. O da benimle birlikte o adamı bulmak için canla başla, gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Her bulamadığında hayal kırıklığıyla dönerdi ve benim karşıma çıkmak istemezdi.
“Hadi girelim.” dediğimde kafa salladı ve benim peşimden ilerlemeye başladı o da. Fabrikanın giriş kapısında bekleyen iki koruma Sedat babanın korumalarıydı. Beni görünce ceketlerinin önlerini iliklediler ve bir baş selamı verip yolu gösterdiler. O adama yaklaşan her adımla daha da heyecanlanıyordum ve nefesim kesiliyor gibi oluyordu. Fabrikanın içine girdik ve biraz daha ilerlemeye başladık. Ta ki soğuk hava deposunun önüne gelene kadar. Bize yolu gösteren koruma Celil, eliyle kapıyı işaret etti.
“İçeride efendim.” dediğinde ona kafa sallayıp derin bir nefes aldım. Sonra elimde kapıyı itip içeri girdim.
İçeri girdiğimde sandalyeye bağlanmış yaşlı bir adam gördüm. Yüzü gözü kan içinde kalmış, saçlarına ak düşmüş ve yüzü kırışıklarla doluydu. Sanıyorum yaşı altmışlarındaydı. Açılan kapı sesiyle kafasını kaldırıp bana baktı. O kadar hissiz bir şekilde bakıyordum ki, karşımda titrediğine yemin edebilirim. Ne istedin sen bizden?
Semih, bana bir sandalye getirip kenara çekildi. Sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attım her zaman ki gibi.
“Merak etme, seni hemen öldürmeyeceğim. Ama bu iyi bir şey olmasa gerek. Çünkü ölmediğin her an bana ölmek için yalvaracaksın.”
Gülmeye başladığında kaşlarımı çattım. Bu adam neden gülüyordu?
“Sana tek bir şey söyleyeceğim. Ben değildim!”
Kafama yana yatırarak bir süre onu izledim. Hala gülüyordu ve benim ona tiksinerek bakmama sebep oluyordu. Kafamı bu sefer Semih’e çevirdim. O da bakışlarımdan anlamış olacak ki adamın yanına gidip bir yumruk indirdi suratına. Daha sonra bir azrail misali başında beklemeye başladı.
“Ailem sana ne yaptı?”
Bana cevap vermeyince oturduğum yerden yavaşça ayağa kalktım. Cebimden sigara paketimi çıkarıp içinden bir dal aldım ve dudaklarıma götürüp yaktım. İlk dumanı derince içime çektim ve yine aynı yavaşlıkla dışarı üfledim.
“Neden evimizi yaktın?” diye sordum bu sefer sigaramı tekrar ağzıma götürürken. Yine cevap vermedi. Sabırla ve bir o kadar rahat bir tavırla ona yaklaştım.
“Ne yaptılar sana?”
Sesim tıpkı bir ölüm sessizliğini andırıyordu. O kadar hissiz, o kadar soğuk ve ürkütücü. Ona son bir adım kala durdum. O ise gözlerini dahi kırpmadan beni izliyordu. Korktuğunu görebiliyordum.
Elimi Semih’e uzattığım anda soğuk metalin ağırlığını hissettim elimde. Gözlerimi elimde ki satıra çevirip bir süre satırı izledim. Daha da korktuğunu ve hatta korkudan tir tir titrediğini hissedebiliyordum.
“Neden ailemi öldürdün?!!!” diye bağırarak satırı koluna indirdim. Kopan kolla birlikte acı çığlığı soğuk hava deposunda yankılanıyordu. Ve ben onun acısından zevk alıyordum. Kolu yere düşerken kanı yüzüme sıçradı. O acı içinde kıvranırken ben elimle yüzümde ki kanları silip satırı geri Semih’e uzattım. Semih’e kopan kolu işaret edip “Kaldır şunu, çöpe at. Layık olduğu yer orası.” diyerek geri sandalyeme yürüyüp oturdum. Semih dediğimi yaptı ve geri yerine geçti. Adamın çığlıkları yavaş yavaş iniltiye dönüşürken zorlukla konuşmaya zorladı kendini.
“Ben...” konuştuğu anda ağzından tükürükler açıldı etrafa. “...yapmadım.” Tek kaşım havada tiksintiyle ona bakmaya devam ettim. “Seni kandırıyorlar. O kadar safsın ki, gözünün önünde olanları görmüyorsun.” dediğinde kaşlarımı çattım. Bu da ne demekti şimdi?
“Ne söylemek istiyorsan açık konuş. Ne demek bu?”
Çirkin bir şekilde gülmeye başladı. Canı acımıyormuş gibi kahkahalarla gülmeye devam etti. O güldükçe benim sinirlerim tavan yapıyordu. Semih’e bir bakışımla adama bir yumruk indirdi.
“Araştır...” dedi ve bir süre sustuktan sonra devam etti. “Sen beni öldürsen de, öldürmesen de beni zaten öldürecekler. O ben değildim.”
Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki, deponun kapısı açıldı ve içeri Buğra girdi.
“Ne işin var senin burada?”
Hızlı adımlarla yanıma adımladı.
“Babam haber verdi. Bende yardımıma ihtiyacın olur belki diye geldim.”
Ona bakmaya devam ettim. Çünkü Eftelya’yı bırakıp gelecek hali yoktu. Benim bilmediğim bir şeyler dönüyordu etrafımda ve ben artık kafayı yemek üzereydim.
“Buğra, defol git sevgilinin yanına.” dediğimde gitmek için hareket dahi etmedi ve tam tersi bir şekilde benim yanımda durdu.
“Hiçbir yere gitmiyorum Deniz. Hiçbir şey yapmayacağım, karışmayacağım.”
Kafamı tekrar hala acıdan kıvranan adama çevirdim. Olduğu yer kan gölüne dönmüştü. Semih’e dönüp adamı işaret ettim.
“Semih, al götür onu. Onunla daha işim çok var. Bizim her zaman ki yere götür.” dediğimde hemen kafasını salladı ve dediğimi yapmaya başladı. Ayağa kalkıp Buğra’ya bakmadan depodan çıktım. Arkamdan geldiğini hissedebiliyordum.
“Neler oluyor Deniz? Geldim diye niye kızıyorsun?”
Ona cevap vermeden fabrikadan da çıkıp arabamın olduğu yere adımladım. Hala arkamdan geldiğini biliyordum.
“Deniz sana diyorum, sana yardım etmek için geldim.” dediği an hızla ona döndüm. Attığı adım havada kaldı.
“Benim kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Özellikle bu konuda.” dedim ve derin bir nefes aldım. “Hiç güven vermiyorsun bana biliyor musun? O adam bana sen gelmeden önce yangını çıkartanın kendisi olmadığını söyledi. Ben onu öldürsem de öldürmesem de zaten öldüreceklerini söyledi. Araştır dedi bana kendinden emin bir şekilde. Ben sana yıllarca içimi döktüm. Bugünü nasıl beklediğimi sen kendin biliyorsun. Yardım istemeyeceğimi de kendin biliyorsun. Benim sana sormam lazım, neler oluyor?” diyerek lafımı bitirdikten sonra bir cevap beklemeye başladım. Bir açıklaması olmalı. Gözlerinden tedirgin bir ifade geçti önce, sonrasında yutkundu.
“Ne demeye çalışıyorsun? Kendini aklamaya çalışıyor farkında değil misin? İşte seni tam olarak bu hale getirmeye çalışıyor.” diye bağırdığında sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Doğruyu söylüyordu, evet. Kafam o kadar karıştı ki, bir an ne yapacağımı şaşırdım.
“Haklısın Buğra, özür dilerim. Ama sende bana hak ver. Biraz yalnız kalmam lazım tamam mı?” dediğimde kafasını salladı. Bende arabama atlayıp ayrıldım oradan.
Yol boyunca düşünüp durdum. Niye böyle hissediyorum? Yanlış giden ne var? Bunu kesinlikle öğrenmem gerekiyordu. Sahil kenarında arabayı durdurup indim. Boş bir banka oturup telefonumu elime aldım. Ezra’yı arayıp telefonu kulağıma götürdüm. Çaldı, çaldı fakat açan olmadı. Tekrar aradığımda bu sefer meşgule verdi. Kaşlarımı çatıp telefona baktım bir süre. Nasıl beni meşgule verdi? Bu adam gerçekten benim ayarlarımla oynamaya başlıyor. Bu sefer Semih’i arayıp kulağıma götürdüm telefonu. İlk çalışta hemen açtı telefonu.
“Buyurun Deniz Hanım.”
“Semih, ne yaptınız?”
“Bizim depoya getirdik adamı? Yanında Murat ve güvendiğim bir kaç adamımızı daha bıraktım.” dediğinde onaylarcasına mırıltı çıkardım.
“Tamam, Ezra Cihangir hakkında bir şeyler buldun mu?” diye sordum bu sefer.
“Evet, size atıyorum hemen.”
“Bekliyorum, hadi görüşürüz.” diyerek telefonu kapattım. Bakalım ne öğreneceğiz hakkında Ezra Bey?
Bir kaç dakika sonra telefonuma Semih bir e mail gönderdi. Direkt açıp merakla incelemeye başladım.
Uluslararası genç iş adamı. Dünyanın sayılı zenginlerinden biri. Anne ve babası kendisi daha çok küçükken vefat etmiş. Üç kardeşlermiş ve en büyüğü Ezra’ymış. Karanlıkla ilgili ciddi bir fobisi varmış.
Nasıl yani? Karanlıktan korkuyor mu? Böyle bir adamın karanlıktan korktuğuna kim inanır? Özellikle kendisi karanlık bir adamken.
Bir bacağında platin takılıymış. Bunları dışarıya paylaşacak bir adam olmadığını az çok biliyorum.
Semih bunları nasıl buldu acaba? 30 yaşında olduğundan başka bir şey yazmıyor.
Demek karanlığa fobin var?
Her şey henüz yeni başlıyor.
Hepinizle çok güzel uğraşacağım. Karşınızda kim olduğunu hayatınız boyunca unutamayacaksınız.
Ben Deniz Rojin Aksoy, bu ismi size zorla ezberleteceğim.
Merhaba arkadaşlar.
Yeni bölüm geldi. Umarım beğenebileceğiniz bir bölüm olmuştur.
Acaba Ezra ne planlıyor?
Deniz sonrası için neler yapacak?
Beğeni ve yorum yapmayı unutmazsanız çok sevinirim. Sizleri seviyorum ve kocaman öpüyorum.
Bir daha ki bölümde görüsmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |