Yeni Üyelik
55.
Bölüm

Bölüm-53 İlk Deneme

@aristokrat

(Ayaz)-Off of. Abimi kaybettim. Abiii. Hala en sevdiğin kişi benim ona göre. Manita falan dinlemem ben. Duymuyor ki.

(Göknur)-Çok tatlılar ama.

(Ayaz)-Biz niye o kadar tatlı olamıyoruz acaba? Ben mi çirkinim? Değilim. Niye beni reddediyorsun sen?

(Göknur)-İstemiyorum çünkü.

(Ayaz)-Bazen açık sözlülüğün can yakıyor. Ama bil bakalım kimin umurunda değil. Abim yaptıysa bende yapabilirim.

Ayaz açıkça Göknur'dan vazgeçmeyeceğini dile getiriyordu. Vazgeçmesi için bir neden yoktu. Henüz çok küçüklerdi. Gerçi Ayaz'ın ne zaman öleceği belli olmadığından zaman konusunda biraz sıkıntıları vardı denilebilirdi.

Tabii şimdilik kendisi bunları düşünmek istemiyordu. 9 yaşında bir çocuk için ölümü düşünmek dayanılmaz bir şeydi. Kaldı ki yaşadığı onca zorbalık bu durumu onun için daha da katlanılmaz kılıyordu.

(Göknur)-Her neyse. Bana yazdıklarını gösterecektin hani?

(Ayaz)-Ah, doğru. Abim mutfağa gönderince unuttum. Yürü odama.

Ayaz ve Göknur Ayaz'ın odasına geçerken Atakan ve Melisa oldukları yerde kaldılar.

(Melisa)-Ayaz'ın oyalanabileceği şeyler bulması çok güzel.

(Atakan)-Değil mi? Kendine uyan bir şey bulduğu için mutluyum. Umarım bundan sıkılmaz. Hem içini döküyor hem de yazarken mutlu oluyor. Kafa dağıtmak için güzel bir yol.

***

(Ayaz)-Aslında birkaç deneme yaptım ve sadece 1 bölüm yazdım. Bölüm bile sayılmaz gerçi. 350 400 kelime falan.

(Göknur)-Meraklandırıyorsun ama.

(Ayaz)-Tamaam. Al hadi.

Ayaz masasının üzerinde duran kâğıdı aldı ve Göknur'a uzattı. Göknur hiçbir beklentisi olmadan kâğıdı eline aldı fakat...

"Aralığın ortalarıydı. Gece yarısından birkaç dakika sonra dışarıdaki soğuğa aldırmadan dışarı çıktı. Neden dışarı çıktığını kendisi de bilmiyordu ama yine de çıkmıştı işte. Aptal gibi birde üstüne çokta kalın olmayan bir ceket almıştı ve kollarını da dirseklerine kadar çekmişti.

Kar ya da yağmur yoktu. Sadece hava soğuktu. Rüzgâr soğuktu. Gökyüzünde tek bir yıldız bile yoktu. Kapkaranlıktı. Tıpkı kalbi gibi.

Soğuk havanın narin ağırlığı yavaşça tenine nüfuz ediyordu ve attığı ağır adımlarla bu nüfuzun uzun süreli olmasını diliyor gibi görünüyordu. Zayıf birer kol gibi vücudunu saran soğuk hava da onu bırakmak istemiyordu. Sanki onu kendisine katıp bilinmeyen yerlere götürmek istiyordu.

Onun buna bir itirazı olmazdı tabii ki ama gittiği yerde ne kadar mutlu olacağını bilemezdi.

Muhtemelen hiç.

Sadece atmak için atıyor olan kalbi tamamen boştu. İçinde en ufak bir duygu kırıntısı bile yoktu ve o da bu duyguları gerekli şeyler olarak görmüyordu.

O sırada rüzgâr, onun yüzünü görmek istercesine sert esti ve kafasında duran kapüşonunu yerinden çıkardı. Ve o da olduğu yerde durdu. Loş bir ışık saçan basit bir sokak lambasının altında hem de.

Ve yüz hatları ortaya döküldü.

Orta derece yakışıklılığa sahip birisiydi. Ölü gibi bakan soluk mavi gözleri vardı ve saçları da tıpkı gözleri gibi maviydi. Sadece gözlerinin aksine biraz daha parlaktı. Bakışları o kadar soğuktu ki, onu ilk defa gördüğünüzde korkabilirdiniz bile.

Ne düşündüğünü kesinlikle anlayamazdınız.

Yüzü ortaya çıktıktan sonra rüzgâr yavaşladı. Çocukta kapüşonunu tekrar kafasına geçirdi ve ağır adımlarını atmaya geri döndü. Artık yürümek istemiyor gibiydi. Çünkü artık adımları öncekinden daha ağırdı.

Yorgun ayakları artık yorgun bedenini taşıyamayacak hale gelmişti. Kendisi de en sonunda bu yorgunluğa boyun eğdi ve yürümeyi bırakarak 2 sokak lambasının arasında kalan hafif karanlık tarafa oturarak dizlerini kendine çekti ve kafasını dizlerine gömdü.

Derince bir nefes aldı ve yüzünü biraz daha dizlerine bastırdı.

Ne yapmak istediğini, neden burada olduğunu ve neden böyle hissettiğini bilmiyordu. Aslında ne hissettiğini bile bilmiyordu.

Sahiden? Neden dışarı çıkmıştı ki? Böyle soğuk bir havada kim neden dışarı çıkmak istesindi? Neden böyle anlamsız bir şey yapmak isterdi ki bir insan? Olması gereken evinde oturup pencereden dışarıyı seyretmekti.

Ama o nedensiz bir şekilde dışarı çıkmıştı.

-Nerede yanlış yaptım ki? Sadece mutlu olmak istemiştim.

Boğuk bir ses tonuyla birlikte bu sözleri mırıldandı."

(Göknur)-Ayaz bu... çok iyi.

Göknur böyle bir tepki vermekte haklıydı. İçerikten bağımsız düşünüldüğü zaman kelimelerin kullanım biçimi ve hatasızlığı kesinlikle 9 yaşındaki birine aitmiş gibi durmuyordu. Ayaz yazmak için doğmuş bir dehaydı.

İçeriğe gelecek olursak da Ayaz'ın birçok şeye içerlediği gayet net anlaşılıyordu. Ama her şeye rağmen Ayaz, yazdığı bu metne rağmen Göknur'a bakarak gülümsüyordu.

(Ayaz)-Gördün mü? Söylemiştim.

Ayaz'ın kendine olan güveni tamdı. Özellikle de abisinden onay aldıktan sonra kolay kolay güveni sarsılmazdı.

(Ayaz)-Ama şimdilik devamı yok. Sadece bu kadar yazabildim. Aklıma daha fazlası gelmedi.

(Göknur)-Ayaz bu kadarını yazamayacak yazarlar var. Nasıl bir şey yaptığının farkındasın değil mi?

(Ayaz)-Elbette farkındayım. Sadece içimi döküyorum.

9 yaşındaki birisi için bu kesinlikle mantıklı bir şey değildi. Ayaz doğru düzgün okula bile gitmemiş bir çocuktu. Sınıftakilerin zorbalıkları yüzünden babası onu okuldan almıştı ve okuma yazmayı kendisi öğretmişti. Ayaz okumayı söker sökmez ona zaman geçirmesi için kitaplar alınmıştı ve okumasını çok hızlı bir şekilde geliştirmişti.

Ama yazma işi tamamen onun yeteneğiydi. Kitap okumaktan kelimeleri kullanmayı öğrenmişti belki ama yine de 9 yaşında olan diğer çocuklardan çok daha üst bir haldeydi. Yazdığı birkaç basit şeyden sonra bir yazma stili bile geliştirmeyi başarmıştı.

Daha ne kadar yazmaya devam eder bilmiyordu ama çevresinden gelen tepkilere bakılınca kesinlikle bu işte iyiydi.

(Göknur)-Ayaz bu fazla iyi. Benim okuduklarımla aynı seviyede resmen. Ki profesyonel yazarları okuyorum biliyorsun. Onlardan bir farkın yok diyebilirim.

(Ayaz)-Onların benden bir farkı yok diyelim. Onlardan hangisi 9 yaşında böyle bir iş ortaya koyabilirmiş düşünelim bakalım. Cevap hiçbiri.

Ayaz daha bu yaşlarında romantizm romanlarını sıkıcı bulaya başlamıştı bile ve Göknur'un okuduğu şeyleri sevmiyordu. Aşk bu kadar kolay bir şey olsaydı ben Göknur'u şimdiye etkilerdim diye düşünüyordu. Ki haksız da sayılmazdı.

(Göknur)-Orası da doğru ya. Ama yine de çok başarılısın. Ne yalan söyleyeyim bu beklediğim bir şey değildi.

Ayaz'ın göğsü kabarmıştı. Birazda gaza gelmişti tabii. Göknurlar gittikten sonra oturup birkaç şey daha yazmak istiyordu artık.

(??)-Ayaz! Aşağı gelin abim. Annem yemek hazırladı!

(Ayaz)-Tamam abi! Hadi inelim gel.

Ayaz ve Göknur yemek için aşağı indiler ve mutfağa geçtiler.

***

Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ayaz kendince birkaç şey daha yazmıştı ama Göknur'a gösterdiği kadar detaylı değillerdi. Ondan daha kötülerdi. Ayaz üstlerine düşseydi kesinlikle onlarda iyi olurdu ama düşmemişti işte.

Hiçbir yerde yayınlanmadıkları için ne yazdığına çokta dikkat etmiyordu zaten. Yani kötü olup olmamaları önemli değildi. En azından o zamanlar Ayaz'ın onları yayınlamak gibi bir düşüncesi yoktu. Şimdilik sadece içini dökmek için yazıyordu.

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra insanların kendisini tanımasını isteyeceğini ve kendisi için uzun ve zorlu bir yola gireceğini hiç düşünmüyordu. Sadece içini dökmek ve rahatlamak için girdiği bu yolun hayatını değiştireceğinden hiç mi hiç haberi yoktu.

(Ayaz)-Anne? Yiyecek bir şey var mı? Karnım acıktı.

Ayaz kahvaltı yapmamıştı ve saat öğlene yaklaşıyordu o yüzden de acıkmaya başlamıştı.

(Baran)-Ufaklık. Neredesin?

(Ayaz)-Efendim baba.

(Baran)-Aşağı gel.

(Ayaz)-Geleyim baba.

Ayaz babasının çağırmasıyla hızla odasından aşağı indi ve babasını kapıda gördü. Ayaz babasının görür görmez gülümsemeye başladı.

(Ayaz)-Baba!

(Baran)-Efendim ufaklık.

Ayaz gülümsemeye başlamıştı çünkü babasının elinden bir laptop vardı.

(Ayaz)-Baba!

Ayaz hızla babasına doğru koşmaya başladı ve üzerine zıplayıp ona sarıldı. Baran Ayaz'ı yakaladı ve içeri geçip koltuğun üzerine fırlattı.

(Baran)-Al bakalım. Bu arkadaş bundan sonra senin.

(Ayaz)-Teşekkür ederiiiiimmm!!!

Ayaz koltuktan zıplayıp babasının boynuna sarıldı ve yanaklarından öptü. Baran ise Ayaz'ı tutup kaldırdı ve omuzlarına aldı.

(Baran)-Bundan sonra istediğin gibi yazabilirsin. Kağıtlarla uğraşmana gerek yok artık.

 

Loading...
0%