@aristokrat
|
(Ayaz)-Aslında kedi değilde bu şekilde başının etini yemeyi çok daha fazla isterdim. Ayaz buruk bir gülümseme eşliğinde Göknur’un yanaklarını okşadı. Kendini zorladı ve eğilip alnını alnına yerleştirdi. (Göknur)-Sonsuza kadar başımın etini yemen için neler vermezdim. Ama şu anda ne verirsem vereyim bir anlamı yok. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. (Ayaz)-O yüzden üzülme. Her şeyini o kediye verebilirsin. İki kedi birbirinizle iyi geçinirsiniz. O kedi elinden geldiğince uğraşacak seninle. Ayaz elbette ki bir kedi yerine kendisi Göknur’la uğraşmayı ve onun etrafında pervane olmayı dilerdi ama bunu yapabileceği süre çok kısıtlıydı. Kalan birkaç ayını harika değerlendirmeliydi. Hele de son zamanlarda nasıl davrandığı göz önüne alındığında şu birkaç ay daha da değerli bir hale geliyordu. En azından sın anlarına kadar onunla birlikte olursa hayatına bir pişmanlık daha eklememiş olurdu. Pişmanlık ve üzüntülerle dolu olan hayatına bir yeni pişmanlık daha eklemeden ölmesi kendine göre en iyisiydi. Hiç değilse Göknur konusunda gözü açık gitmemiş olurum diye düşünüyordu. Sahip olduğu pişmanlıkları zaten geri alamazdı. Ne yaparsa yapsın o pişmanlıklar onun uçurumunun diğer tarafındaki karanlığa dönüşmüştü zaten. Kendi bahçesinde Göknur’la birlikte mutluydu. Göknur istemsizce kıkırdamıştı. (Ayaz)-Ne oldu? (Göknur)-Seni bir kedi olarak hayal ettim de… minik minik tepemde gezinirdin sanırım. (Ayaz)-Kafana yuva kurar hayatta inmezdim. (Göknur)-Tahmin edebiliyorum. Göknur minik pembe bir burnu olan mavi gözlü bembeyaz bir kedi hayal etmişti. Sürekli kafasında durup hiç inmeyen yapışık bir kedi. (Ayaz)-O kadar tatlı olmazdım be. Gözleri parladı kedi halimi düşünürken. Daha kaplan benzeri bir kedi olurdum ben. Vahşi olurdum bir kere. Ayaz’ın kendine yakıştırdığı kedi profili kaplandan halliceydi. Oldukça büyük, korumacı fakat koruduğu kıza karşı yavru bir kedi kadar hassas. Tabii ne yavru bir kedi kadar tatlıydı ne de bir kaplan kadar güçlü. Zayıf vücudu onun hayallerini bile etkiliyordu. Hayallerinde bile o kadar güçlü birisi değildi. İstediği her şeye sahip olabileceği hayallerinde bile abartılı şeyler düşünemiyordu. Psikolojisi buna izin vermiyordu. Göknur’un hayal gördüğü balonu dağıtan Ayaz kendinin daha büyük bir kedi olacağını söyleyerek Göknur’un aklına girmişti. Göknur ise yanaklarını sıkmış ve… (Göknur)-Oy sen büyük kedi mi olacaksın? Seni yerim ben. Minik kedim benim. (Ayaz)-Burnunu ısırırsam görürsün miniği. Yerim kızım seni. (Göknur)-Hıhı. Yersin evet. Ama ben önce seni yemezsem. Diyen Göknur Ayaz’ın yanağını ısırdı. Ayaz’ın yanağını ısıran Göknur bir an duraksadı. Ayaz’ın gözlerine baktı ve… (Göknur)-Seni seviyorum. (Ayaz)-Bende seni seviyorum bebeğim. Göknur nedensizce bunu söyleme ihtiyacı hissetmişti. Uzun zamandır Ayaz’la bu şekilde iletişime geçmemişti ve bunu daha yeni fark ediyordu. Şimdiye kadar içinde karmaşıklaşan duygular hiçbir sorun yokmuş gibi çözülmüştü ve Göknur bunu fark etmemişti bile. O sadece Ayaz için endişelenmişti ve bir anda kendini onu ısırırken bulmuştu. Aradaki geçen konuşmaları hatırlıyordu ama sanki hepsi bir saniye içinde olup bitmiş gibiydi. Ruhunda birikmeye başlayan ur onu bir anda terk etmiş ve yerini Ayaz’ın sevgisi ele geçirmişti. Göknur’un gözünden bir damla yaş aktı ve Ayaz o yaşı parmağıyla sildi. (Göknur)-Seni kaybetmek istemiyorum ben. Lütfen beni yalnız bırakma Ayaz. Sensiz ne yaparım gerçekten bilmiyorum. Bu anlık duygu değişimi onun da çok iyi bir psikolojide olmadığının göstergesiydi. Göknur’un ağlaması üzerine Ayaz onun gözyaşlarını silmiş ve yüzünü avuçları arasına almıştı. (Ayaz)-Şhhh. Yaşayacağım. Kendim için olmasa bile, yaşayacağım. Senin için yaşayacağım. Ayaz elbette ki yaşayamayacağının farkındaydı ama şu anda Göknur’un ağlamasını engellemek için ne demesi gerektiğini bilmiyordu ve çareyi ölmeyi reddetmekte bulmuştu. Hiç değilse onu biraz sakinleştireceğini ummuştu. (Göknur)-Lütfen yaşa Ayaz. Sensiz bir dünyada ne yaparım bilmiyorum. Sen olmazsan benimde olmamın bir anlamı yok. Göknur Ayaz’ı kendi varlığını tamamlayan kişi olarak görüyordu. Onun ruhunun ikizi Ayaz’dı. Ayaz olmadan onun varlığının da bir anlamı yoktu. İkisi birlikte olmak zorundaydılar. İkisi de bu şekilde düşünüyorlardı ve birbirleri olmadan ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Ama şu anda kötü durumda olan tek kişi Göknur’du. Ayaz bir süre sonra hayatta olmayacağından onun için bu konuları düşünmek artık hiçbir şey ifade etmiyordu. Kendisi de bunu istemiyordu elbette ama öldükten sonra olan geride kalanlara olacaktı. Ayaz sonsuz huzura kavuşacak ve bu tür şeyleri dert etmesine gerek kalmayacaktı. İşte o andan sonra Göknur gerçekten yalnız kalacak ve karanlığı tadacaktı. (Ayaz)-Sakin ol. Hiçbir yere gitmiyorum. Seni yalnız bırakmayacağım. Ayaz böyle diyor olsa da ikisi de bunun sadece şimdi için caydırıcı sözler olduğunu biliyorlardı. Ama ikisi de biliyordu ki şu anda duymak ve söylemek istedikleri şeyler bunlardı. O yüzden hiçbir sorun yoktu. (Ayaz)-Ne olursa olsun yanından ayrılmayacağım. Her zaman yanında olmaya devam edeceğim. Ayaz Göknur’un gözyaşlarını silerken ağlamamak için kendini sıkıyordu. Gerçekten Göknur’dan bile isteye uzak durduğu için kendinden nefret ediyordu. Hem kendine hem de ona bunu nasıl yapmıştı? Nasıl onsuz durmayı başarmıştı? Neden onsuz kalmaya bu kadar kafayı takmıştı? Hepsinin bir cevabı vardı ama o zaman tamamen mantıklı gelen cevaplar şimdi çok aptalca geliyordu. (Ayaz)-Sadece sakin ol. Ayaz Göknur’u sararken Göknur’un ağlaması durulmaya başlamıştı. Ayaz’ın kalbinin zayıf vuruşları onu sakinleştiriyordu. Kalbiyle birlikte Ayaz’ın kendisi de zayıftı. Öyle ki şu anda Göknur Ayaz’dan daha kalıplıydı. Ayaz Göknur’un yanında küçük bir çocuk gibi kalıyordu. Ama hissettirdiği sevgi kesinlikle küçük bir çocuğu aşıyordu. Beyaz saçları ve soluk mavi gözleriyle çökmüş bir yüzü vardı. Göz altları mosmordu. Ayrıca kaza yüzünden her yerinde yaralar vardı. Yorucu bir savaştan çıkmış gibiydi. Gerçi hayatla savaşıyordu ve girebileceği en yorucu savaş buydu ama… Ayaz şu anda küçük bir bebeği sarıyor gibi hissediyordu. Göknur’un burnu kızarmıştı ve Ayaz’a sığınmıştı. Ayaz elinin altındaki bu küçük bebeği kırmamak için narin davranıyordu. Ölmüş ruhunu uyandıran bu küçük bebeği çok seviyordu. (Ayaz)-Küçük bir bebek gibisin. Benim bebeğim. Ayaz Göknur’u tavlamak için girdiği tüm vaziyetlerin karşılığını kesinlikle alıyordu. O kadar çabası boşuna değildi. Kendine bile vermediği ilgiyi ona vermişti ve Göknur bu ilgiyi kesinlikle hak ediyordu. (Göknur)-Bebek ha? (Ayaz)-Evet. Dünyalar tatlısı, tatlı mı tatlı, minicik bir kedi yavrususun sen. (Göknur)-Birazda ilgiye muhtacım. (Ayaz)-İstediğin ilgi olsun. Dedi Ayaz Göknur’un başını okşarken. Ayaz’ın sıcaklığı Göknur’u çevrelerken bir yandan da ilgi ve şefkatle doluyordu kalbi. Ayaz’ın ona olan bütün sevgisi bu basit hareketle bile anlaşılabiliyordu. Gecenin köründe parlayan bir güneş gibi hissettiriyordu. Geceyi açıklığa kavuşturacak kadar net ve basit, içleri ısıtacak kadar da görkemli. Ayaz aslında bu güneşin bir yansımasıydı o kadar. Buradaki gerçek güneş Göknur’du. Gökyüzünde parlayan yegâne yıldız. Ayaz ise insanların karamsar düşünceleriyle gökyüzünü karanlığa boyayan ama kendisi soluk bir şekilde parlamaya devam eden bir ay. Elinden gelen tek şey soluk bir şekilde parlamak. Kendi hür iradesiyle parlamayı denemiş ama başaramamış bir kişi o. Kendisinden çok daha güzel parlayan güneşten ilham alan bir kişi o. Göknur’un ve diğerlerinin mutlu olması için geceyi zorla gündüze çeviren birisi o. Ayaz en başından beri kimse endişelenmesin diye parlıyormuş rolü yapan sahte bir güneşti o kadar. Ama gerçek güneşin yanında rol yapmasına gerek yoktu. Çünkü güneşin sıcaklığı ve parlaklığı onu karanlıktan kurtarmaya yetiyordu. Onun soğuk kalbini eritip küllerinden yeniden doğmasını sağlıyordu. Sahip olduğu bütün karanlık düşünceleri bir kenara atmasına yardımcı oluyordu.
“Hayatımdaki tek güzel şey sensin. Seni hak edecek ne yaptım ki ben?”
|
0% |