@aristokrat
|
Ayaz’ın taburcu olmasının ardından yaklaşık 2 buçuk hafta geçmişti. (Ayaz)-5 ay 3 hafta. Ayaz telefonundan takvime baktı ve iç çekti. (Ayaz)-Doktorun bana biçtiği ömrün bitmesine kalan süre. Öleceğim gün için geri sayım yapıyorum saçmalığa bak. Ayaz son 1 haftadır son günlerini saymaya başlamıştı. Bunu neden yaptığını kendisi de bilmiyordu ama yapıyordu işte. Ve taburcu olduğundan bu yana eskiye dönmüş gibiydi. Yani, artık rol yapmıyordu ve canı sıkkınken canım sıkkın diye söyleniyordu ama hiç değilse kendini odaya kapatmıyordu. Yazmaya da sevdiklerine vakit ayırmaya da yetişiyordu. Kendini kasmıyordu. Ayaz’ın bu şekilde normale dönmesi üzerine tüm herkes sanki kimse ölmeyecekmiş gibi yaşadıkları zamanlara döndüler. Bu durum ise Ayaz’ın davranışlarının bütün aile üzerinde ne kadar derin bir etkisi olduğunu kanıtlamış oldu. Günler bir şekilde akıp giderken Ayaz ve Göknur yalnız kalacak bir boşluk yakalamayı başarmışlardı. (Ayaz)-Dediğim gibi, halüsinasyon gördüğümü bilen tek kişi sensin. Abime bile bahsetmedim bundan. Nedense onlara bahsetmemem gerekiyormuş gibi hissediyorum. Ayaz birkaç gün öncesinde laf arasında Göknur halüsinasyonlarından bahsetmişti. Hem de her detayıyla. İlk gördüğü andan kaza öncesine kadar. (Göknur)-Son zamanlarda görüyor musun peki? (Ayaz)-Hayır. Son 3 gündür görmedim en azından. O kazanın olduğu gün, o kazadan gerçekten sağ çıkmam bir mucize. (Göknur)-Hatırlatmasan olmaz mı? Kamera kayıtlarını izlerken aklım çıktı. O kazadan sağ çıktığın için çok memnunum. (Ayaz)-Aslında bende memnunum. Eğer o kazada ölseydim seninle küs gidecektim. Gözüm açık gitmek istemiyorum. (Göknur)-Ve sana bir veda bile edememiş olurdum. (Ayaz)-Veda etmen işleri dayanılmaz kılacak ama kaçarı yok. Yine de merak etme. Fiziken olmasa bile ruhen sonsuza kadar yanında olacağım. Seni hiç yalnız bırakmayacağım. Hem, bir kedi olarak geri geleceğim demiştim. Attığın her adımda yanında olmaya devam edeceğim. (Göknur)-Offf. Bu kadar dramatik olmak zorunda mısın? Göknur Ayaz’ı sararken bunları dile getirdi. Ayaz’ın ölecek olmasına rağmen kendini düşünüyor olması onu dramatikleştiriyordu. (Ayaz)-Biraz dram sorun çıkartmaz değil mi? Artık her şeye gülmeme gerek kalmadı çünkü. Ayaz Göknur’un kokusunu içine çekti. Konuyu dağıtmak için farklı bir şeyler yapmayı düşündü ve aklına gelen ilk şey… (Ayaz)-Baksana. Nasıl yazdığımı izlemek ister misin? Senin yanındayken hiç yazmadım sanırım. (Göknur)-Neden olmasın. Göknur Ayaz’ın yanında geçirebildiği kadar uzun zaman geçirmek istiyordu. Ve bunu değerlendirebileceği zamanları kaçırmak istemiyordu. İşi olsa işini bile iptal edip Ayaz’ın yanında kalırdı. *** “Bölüm-1 27 Nisan 20XX -En sonunda bütün zorlukların üstesinden gelmeyi başardım ancak elime geçen tek sevdiğim kadının cansız bedeniydi. O andan sonra yaşamak için pek bir sebebim kalmamıştı. Bugüne kadar benimle birlikte savaşıp hayatta kalmam için kendilerini feda eden bütün arkadaşlarımdan özür diliyorum. Ben sandığınız kadar güçlü değilim. Dedi ve gözlerindeki kırgınlığa rağmen güler yüzünü hiç bozmadan silahında kalan son mermiyi kendi kafasına ateşleyerek arkadaşlarının ve sevdiği kadının yanına doğru sonsuz bir yolculuğa çıktı. -Son. (Ufuk)-Ohhh be. Sonunda hikâyeyi bitirdim. Saatlerdir bilgisayarın başında oturduğu için bütün vücudu uyuşmuştu ancak 2.5 yıldır yazdığı hikayesinin sonunu getirdiği için oldukça mutluydu. Kollarını kaldırıp gerildi ve esneyebildiği kadar esnedi. Esnedikten sonra hikayesinin son bölümünü paylaşmak için faresine uzandı ve eli, faresinin hemen yanında duran kupaya çarptı. Fazla sert çarpmadığı için bardak devrilmemişti. Fareyi bırakan Ufuk kupayı eline aldı ve içinde kalan ve kurumaya yüz tutmuş olan bir yudumluk kahveyi kafasına dikti. (Ufuk)-Kaç bardak kahve içtim lan ben bugün? Arhhh. Kesin mideme dokunacak. Diyerek boş kupaya mırıldanan Ufuk sandalyesinden kalktı ve kupayı mutfağa götürüp çabucak sudan geçirdikten sonra kuruması için kenara bıraktı. Mutfaktan odasına geri dönerken de odaya girmeden kapıda bekledi ve… (Ufuk)-Bilgisayarı yatak odasına koymakla doğru mu yaptım ben acaba ya? Oda gözüme küçük gelmeye başladı. Odayı iyice bir süzdükten sonra bu fikre varmıştı. Bilgisayarını, yatak odasına taşıyalı 3 gün olmuştu. Yatağı, odanın köşesini kaplıyorken komodini ile giysi dolabı da hatırı sayılır büyüklükte yer kaplıyordu. Buna karşın ise odanın pencerelerinin altı boşta kalıyordu. Kendisi de bu boşluğu doldurmak için bilgisayarını buraya koyma kararı almıştı. (Ufuk)-Aman neyse ya. Dursun. Kim uğraşacak şimdi onunla? Tek başına yaşıyordu ve ev düzenini tekrar tekrar değiştirecek kadar ilgisi yoktu. Zaten şu anda buna zamanı da yoktu. Değişiklik yapmaktan anında vazgeçtikten sonra bilgisayarın başına geçip hikayesinin son bölümünü de paylaştı ve sonra da saate baktı. Saati görmesiyle birlikte de elini alnına koydu. (Ufuk)-Hassiktir ya. Saat 4 olmuş. 4 saat sonra okul var. Sandalyesine yaslandı ve ellerini iki yanda serbest bıraktı. (Ufuk)-Lise beni çok yoruyorsun sen ya. Ah, hala üstümü değiştirmemişim. Bilgisayarı kapatırken siyah ekranda yansımasını gördü ve hala okul formasıyla durduğunu fark etti. Normalde hiçbir zaman bu kadar dalgın olmazdı ama bugün bunu fark etmemiş olmasının bir sebebi vardı. 2.5 yılını ayırdığı değerli hikayesinin son bölümü bugün bitirmişti ve bunun için çok heyecanlıydı. Bu heyecanı onu bayağı bir dalgınlaştırmıştı ve ne üstünü değiştirmediğini fark etmişti ne de saatin kaç olduğunu. (Ufuk)-Aman. Okulda uyurum. Yarın 4 ders İngilizce var nasıl olsa. İngilizce, Ufuk’un açık ara en iyi olduğu dersti. Küçüklüğünden beri yaz aylarında otellerde çalışmıştı. Küçük yaştaki birisi neden otele alındı diye soracak olursanız da otelin sahibi Ufuk’un babasıyla yakın arkadaştı ve Ufuk’u kendi çocuklarından birisiymiş gibi severdi. (Ufuk)-Offf. O kadar kahve içmeseydim keşke. Bir damla uykum yok. Oyun mu oynasam? Hmmm. Yok ya. Televizyon izlemek en iyisi. Tahminen 15 kupa dolusu kahve içtiği için “uyku” denilen durum şu anda ona en uzak olan durumdu. Oyun oynamak yerine televizyon izlemeyi seçtikten sonra ise hızla üstünü değiştirdi ve bol giysilerle birlikte televizyonun karşısına kuruldu. *** Bütün geceyi uyumadan geçirdiği için oldukça yorgun hissediyordu ama yine de okula gitmek zorundaydı. Aslında zorunda değildi ancak devamsızlık hakkını hiç kullanmadan dönemleri bitirip okulun son haftası evde yatmayı planladığı için okula gidecekti. Okul kıyafetlerini giydikten sonra geriye sadece kravatı kalmıştı. Onu da güzelce ayarladıktan sonra ceketini ve çantasını alarak okulun yolunu tuttu. Yarım saat boyunca yürüdükten sonra okula vardı ve okul bekçisine selam vererek okula girdi. Hızla bahçeyi geçti ve okula girdi. Koridorda birkaç arkadaşını selamladıktan sonra ikinci kata çıkan merdivenlere yöneldi ve ikinci kata çıkarak sağa döndü. Sınıfına girdi. Sınıfı 2-A idi. 4 yıllık bir okul olduğu için sınıfların sıralamaları 1, 2, 3 ve 4 şeklindeydi. 2-A demek onun 10. sınıf öğrencisi olduğunun göstergesiydi. Hemen kendi sırası olan en arka sıraya geçti ve çantasını sandalyesinin arkasına takarak ceketini astı ve sırasına oturup başını masaya koydu. Kafası patlamak üzereydi. Midesi de hafiften bulanıyordu. Dün o kadar çok kahve içmişti ki kaç kez tuvalete gittiğini hatırlamıyordu bile. Tam gözleri hafiften kapanmaya başlarken omzunda bir el hissetti ve kulağında tanıdık bir ses yankılandı.” *** (Ayaz)-Kısaca bu şekilde. Detay vermekten çekinme. Gereksiz detaylara girmediğin sürece detay vermek senin yararına olacaktır. Ayrıca her şeyi hızlıca anlatma. Yazarken en önemli şeylerden birisi sürdürebilirliktir. İnsanlar yazdıklarının devamında ne olacağı merak etmeli. Açık kapılar, açıklanmamış gizemler, çok abartıp insanları sıkmadığın sürece yeni gizemler yaratmak hikâye akışını kaliteli hale getirir. (Göknur)-İyi güzel de, bu işler hiçte olsa yetenek gerektirmiyor mu? (Ayaz)-Bana sorarsan hayır. Yazarlık yapmak için yeteneğe gerek yok. Yetenek dediğin şey hayal gücünü kelimelere doğru şekilde aktarabilmek ise elbette ise biraz yetenek istiyor ama yeteneğinin olması sadece yazdığın romanların kalitesini artırır. Piyasada kalitesiz binlerce roman var. Çok yetenekli yazarlarda var tabii ki. Hiç yazma çalışması yapmamış bir sürü yazar tanıyorum, ama onlar yerine ben tanınıyorum. Sıkı çalışma her zaman yeteneği yener. (Göknur)-Ya çok yetenekli birisi çok çalışırsa? (Ayaz)-O zaman onu kimse durduramaz. Ama henüz öyle birisine rastlamadım. Çok yetenekli insanlar kibirlerinde boğulmayı tercih ediyorlar genelde. Ama her neyse, konumuz benim nasıl düşündüğüm değil. Gördüğün gibi, işim kısaca bu. (Göknur)-Kolay gibi görünüyor ve kolaymış gibi söyleniyorsun ama zor olduğu o kadar belli ki. Tersini söylesen de herkes yazar olamaz bence. Ben yazarlık yapamazdım mesela. Hayal gücümdekileri cümlelere dökemem ben. (Ayaz)-Yazmaya ilk başladığımda çok küçüktüm Gök. Benim için dünyanın en zor şeyiydi yazmak. Ama hızla kendimi geliştirdim. (Göknur)-Bence sen yeteneği olmasına rağmen çalışan birisin. Küçüklüğümde kalsa da yazdıklarını hayal meyal hatırlıyorum. Kesinlikle yazarlık için doğmuşsun. (Ayaz)-Madem Göknur Hanım böyle düşünüyor. Ben artık yeteneği olmasına rağmen çalışan bir yazarım. Ama yetenekli olduğumu reddedemem sanırım. Ben yetenekli olmasaydım kim okuyacaktı böyle romanları? Ayaz ve Göknur birbirlerine bakıp biraz durdular ve bir anda kahkahalara boğuldular. (Aynı anda)-Hahahahahahahahaha!!!!!!! (Göknur)-Harikasın gerçekten. Sıfır mütevazilik ve yüzde yüz egoistlik. (Ayaz)-Memnun oldum Göknur Hanım. Bendeniz Yürüyen Ego. (Göknur)-Memnun oldum Yürüyen Ego Bey. Bende Gökyüzünün Nur Yüzlü Güneşi. (Ayaz)-Benim gökyüzümün ama. (Göknur)-Senin gökyüzünün tabii minik kedim benim. Göknur Ayaz’ın çökmüş yanaklarını elleri arasına aldı ve kedi sever gibi sıktı. Sonra da dudaklarına aşk ve şehvet dolu bir öpücük kondurdu ve ona olan derin hislerini tazeledi.
|
0% |