Yeni Üyelik
76.
Bölüm

Bölüm-72 Sancak Tepesi

@aristokrat

Aradan birkaç saat geçtikten sonra ikili soluğu Sancak Tepesi’nde almıştı. Deliler Tepesi’nin aksine burası çok daha sakindi çünkü burası teknik olarak bir uçurumdu.

(Göknur)-Buraya ikinci gelişimiz.

(Ayaz)-Evet. Seninle ikinci gelişim. Benim için onlarca kez gelinmiş bir Son Durak.

Sancak Tepesi söylentilere göre zamanında korsanların sıkça uğradığı bir noktaymış ve korsanlar burada mola verirlermiş fakat zaman zaman uçurumun duvarlarını döven dev dalgalar korsan gemilerini de dövdüğü için bazı gemiler buraya varamadan batarmış fakat yine de buraya gelmeyi başarabilen gemiler olurmuş.

Bir gün karaya ayak basan Sancak Korsanları buraya kendi sancaklarını bırakıp gitmişler ve bu bölgenin bütün kontrolünü ele geçirip uzun yıllar buraya gel git yapmışlar. Fakat daha sonra Sancak Korsanlarının başı dengesini kaybedip uçurumdan aşağı düşmüş kayalıklara saplanarak hayatını kaybetmiş. O günden beri burası Sancak Tepesi olarak bilinse de yalnızca bu hikâyeyi bilen ya da bir şekilde duymuş insanlar buranın Son Durak Tepesi olduğu bilirler.

(Göknur)-Etkileyici bir hikâye.

(Ayaz)-Şimdi ise buranın dalgaları çok sakin. Eski öfkesi yok gibi. Aynı benim gibi.

Ayaz dalgalara baktı ve dev korsan gemilerini döverek batıran o öfkeli dalgalardan eser kalmadığını, sadece kıyıları okşayan sakin bir el gibi olduklarını gördü. Kendisi de eskisi gibi hayat dolu değildi. Aynı o dalgalar gibi sakinleşmişti artık.

(Göknur)-Sen bu hikâyeyi nasıl öğrendin peki?

Göknur Ayaz’ın böyle bir hikâyeyi nasıl öğrendiğini merak etmişti. Ayaz böyle bir hikâyeyi kitaplardan öğrenmiş olsaydı kesinlikle gelip anlatmış olurdu. O yüzden bu hikâyenin bir kitaptan öğrenilmediği kesindi.

(Ayaz)-Gelirken gördüğümüz barakada yaşayan yaşlı bir adam vardı. Ben buraya sık sık gelmeye başlayınca biraz sohbet etmiştik ve bu hikâyeyi anlatmıştı. 2 sene önce öldü. Sanırım öldüğünde 109 yaşındaydı.

Gülümseyen Ayaz kendi kendine kıkırdadı.

(Ayaz)-Hahaha. Bu hikâyeyi anlattığı zaman kendimi uçurumdan atacağımı düşündüğü için sopayla yanıma gelmişti. Yanıma gelirken yere düşmüştü. Gidip yardım ettiğimde atlamayacaksam ona yardım edebileceğimi söylemişti.

(Göknur)-Atlamak gibi bir planın varsa ona yardım etmeni istemedi mi yani?

(Ayaz)-İstemedi. Bir kişinin daha ölmesini istemiyormuş. Oradan atlayanların ruhları özgür kalamaz diye söylenip dururdu. Bazen çığlık sesleri duyduğunu bile söylerdi. Delirmişti belki de. İyi bir adamdı ama.

(Göknur)-Peki, sen… o adam düştüğünde oradan atlamayı planlıyor muydun?

Göknur Ayaz’ın gerçek düşüncelerini öğrendiğinden beri ona karşı daha dikkatli yaklaşıyordu. Bu zamana kadar Ayaz’ın psikolojisinin bitik olduğunu ve kendinden nefret ettiğini düşünürsek o zamanlarda da bu düşüncelere sahip olduğu kesindi.

Ve aslında bu sorunun cevabının ne olacağını tahmin ettiği için o cevabı duymak istemiyordu ama Ayaz’ın kendisine ne söyleyeceğini merak ettiği için dinlemeye devam etti.

(Ayaz)-Evet. Evet planlıyordum. O adam o gün yere düşmeseydi bu konuşmayı yapmıyor olacaktık.

Kim bilir belki de o adam Ayaz’ın iyi birisi olduğunu hissedip bilerek kendini yere atmıştır. Belki de gerçekten yere düşmüştür. Ama her nasıl olduysa adamın başına gelen o şey Ayaz’ın kendini o uçurumdan atmasını engellemişti.

(Göknur)-O adama bir dua borçluyum sanırım.

(Ayaz)-O adamla tanışmanı isterdim. Çok iyi bir adamdı. Her gelmemde bana bir şeyler ikram ederdi. Saatlerce sohbet ederdik. Bayağıda birikimli biriydi. Yani, bilgi birikimi çoktu.

Ayaz o anda fark etti ki adamın gençken ne işle uğraştığını hiç sormamıştı. Merak bile etmemişti. Adamla konuşup söylediği şeyleri dinlemek ona yettiği için bu kadar geniş bir bilgi birikiminin nereden geldiğini hiç sormamıştı.

(Göknur)-Tanışsam güzel olabilirmiş. Eskilerin hikâyelerini dinlemeyi seviyorum.

(Ayaz)-Aklımda kalanları anlatırım bir ara. Hadi gidelim. Garip hissetmeye başladım.

Aslında Ayaz garip hissetmeye başlamamıştı. Uçurumun üstünde kendi silüeti kendine bakıyordu. Hala her yerinden kanlar akan bir görüntüsü vardı.

-Ölmeye niyetin yok gibi.

Ayaz hiçbir şey söylemeden öylece ona bakıp durdu.

-Sende haklısın. Sevdiğin yanında, ailen yanında. Kimse ölmek istemez değil mi? Siz insanların sorunu bu işte. Ölecek olmanızı bilmenize rağmen ölmeyecek gibi yaşıyorsunuz.

(Ayaz)-İnsan olmak bu demek çünkü aptal. İnsan olmak her şeyin tadını çıkarmak ve her şeyi deneyimlemektir. Ölüm deneyimini tadana kadar dünyada var olan her şeyi deneyimlemek insan olmaktır.

(Ayaz)-Yalnızca ölmeyecek gibi yaşayanlar bu dünyada iz bırakabilirler. Normal insanlardan farkları budur.

-Yine de, herkes o kadar şanslı olamıyor. Sen de şansının son zerrelerini harcıyorsun. Yakında seni elimden kurtarabilecek bir şansın daha olmayacak. Tekrar söylüyorum. Bu son görüşmemiz olmayacak Ayaz Gündoğdu. Attığın her adımda seni izliyor olacağım. Adımlarını dikkatli at.

Silüet ışığa karışarak kaybolurken Ayaz aniden gerçekliğe çekildi.

(Göknur)-Ayaz!

(Ayaz)-Ah, ha. Ne oldu?

Ayaz derince bir nefes alışverişi yaptı ve Göknur’a döndü.

(Göknur)-Niye uçuruma bakakaldın?

(Ayaz)-Silüet. Arada kendini göstermeye devam ediyor.

Ayaz akıl sağlığını iyice kaybettiği silüetten anlıyordu. Onunla konuştukça sanki zihni daha fazla hasar alıyor gibi hissediyordu. Ki bunu Göknur’da fark ediyordu. Durup dururken bir yerlere kitlenmeler, zar zor kendine gelmeler ve bazen anlamsız konuşmalar.

Ama Ayaz her zaman sesli konuşmuyordu. Bazen bütün konuşmalar sadece kafasında kalıyordu. Az önce olduğu gibi. Fakat bazen gayet anlaşılabilir bir şekilde sesli konuşuyordu. Şimdiye kadar yaptığı tüm sesli konuşmalarda etrafında kimse olmadığı için henüz kimse bunu bilmiyordu tabii.

Göknur yeterince şey bildiğinden emindi çünkü Ayaz kendisine her şeyi anlattığını söylemişti. Yani kendi silüetinden de haberdardı. Bilmediği tek şey Ayaz’ın sesli konuşmalarıydı.

(Göknur)-Kazadan sonra rahatladın sanmıştım.

(Ayaz)-Hayır. Beni rahat bırakmıyor. Sanırım ölmeyi çok takıntı ettiğim için onu ben yarattım. O benim hayal dünyamın bir tasviri olabilir.

(Göknur)-Mantıklı ama… neden senin hayal dünyan seni öldürmeye çalışsın ki?

(Ayaz)-Göknur ben 3 defa intihara kalkıştım. İlki daha çocukken maruz kaldığım zorbalık yüzünden kendimi yoldan geçen arabanın altına atmaya çalışmamdı. Abim kurtardı. İkincisinde o adam yere düşerek beni çeldi. Üçüncüsünde ise sen beni o pencereden içeri çektin. Ben bile kendimi öldürmeye çalışırken hayal gücüm neden buna uğraşmasın ki. O şey benim düşüncelerimin bir tasviri işte. Ve beni yalnız bırakmıyor. Ölene kadar rahat yok bana. Bunu ben başlattım. Ve katlanacak kişi de benim.

Göknur az önce duyduğu şeylerle birlikte şok olmuştu. Ayaz’ın çocukken intihara kalkıştığından hiç haberi yoktu. Aslında Atakan dışında kimsenin bundan haberi yoktu. Hatta Ayaz ilk kez o gün abisinden dayak yemişti. Hem de çok sağlam bir dayak. Sonrasında ise tekrar öyle bir işe kalkışacak cesareti olmamıştı zaten. O adamın düştüğü güne kadar yani.

(Göknur)-Çocukken mi?

Göknur’un yüzünün düştüğünü gören Ayaz Göknur’un yüzünü avuçları arasında aldı.

(Ayaz)-Hepsi geçmişte kaldı merak etme. Üzülmene gerek yok. Hem, çocukken abimden bir güzel dayak yemiştim o girişimim yüzünden. Bir üzerimde tepinmediği kalmıştı.

Ayaz buruk bir gülümsemeyle dayak yediği o anları düşündü.

(Göknur)-Ama…

Göknur Ayaz’ın bu kadar kötü durumda olmasına katlanamıyordu. Kendi canını alacak kadar üzülmüş olmayı empatiyle bile olsa anlamlandıramıyordu. İntihara kalkışacak kadar cesaretli insanların çektiği acıyı hayal edemiyordu.

(Ayaz)-Şhhh. Geçti dedim. Benim için üzülmene gerek yok. Hadi eve dönelim.

Ayaz Göknur’un elinden tuttu ve Sancak Tepesi’ni terk ettiler. Yoldan bir taksi çevirip eve doğru yola çıktılar. Ayaz ise oradan ayrılana kadar göz bile kırpmadan Sancak Tepesi’ni izlemeye devam etti.

Kendisini izleyen kanlar içindeki korkunç silüetinden bir an bile olsun gözlerini ayırmadı. Silüet ise Ayaz gözden kaybolmadan hemen önce elini göğsüne sapladı ve kalbini dışarı çıkarıp denizin derin sularına bıraktı ve kanla kaplı dişlerini kocaman bir gülümsemeyle sergiledi.

 

Loading...
0%