@aristokrat
|
Aradan 3 hafta daha akıp gitmişti ve bu sürenin nasıl geçtiğini bile anlamamışlardı. Ayaz her zamanki gibi gününün büyük kısmını roman yazarak geçiriyor ve bir yandan da olabildiğince çevresindekilerle uğraşıyordu. Eskisi gibi çok gülmüyor olsa bile herkes için Ayaz’ın birazcık gülmesi bile yeterliydi çünkü Ayaz artık içten gülüyordu. Kendini gülmek için zorlamıyordu. Zorlama espriler yaparak kendini kasmıyordu. Az gülüyordu ama içten gülüyordu. En azından gülüyordu. Ayaz bu 3 haftalık süreç içerisinde abisiyle yapmayı planladığı konuşmayı da halletmişti ve şu noktada yapmayı planladığı şeyler bitmişti diyebiliriz. İşleri abisine bırakmış ve yatırım gibi şeyleri tamamen ona devretmişti. Öldükten sonra düzenli bağışlar yapmak konusunda da abisine bir şeyler söylemişti. Göknur’la beraber bağış yapmalarını istiyordu. Tabii Göknur bunların hepsini Ayaz öldükten sonra öğrenecekti. (Ayaz)-Tamam. Anladım. Anladım. Seni bu kadar uğraştırdığım için elbette ki pişman değilim. Dünyanın en iyi yazarı için uğraşıyorsun yapmaktan başka çaren yok. … (Ayaz)-Hahahaha. Siktir git. Yapabileceğin en iyi şey yükselişimi desteklemek. Ben yükseldikten sonrası sana kalmış. … (Ayaz)-Ha? Yapma. İkimizde aptal olmadığını biliyoruz Asahi. Çıkarlarımız tamamen karşılıklı. Sadece ben para anlamında senden öndeyim. Yapabileceğin en iyi şeyi yap. Yükselişimi izlemekten başka tabii. Diyen Ayaz telefonu kapattı ve masasının kenarına bıraktı. (Ayaz)-İtalya. Fransa. İspanya. Brezilya. İngiltere. Amerika ve Güney Kore. Asahi şerefsizi dediğini yaptı. Japonya ve Türkiye’yi de sayarsak tam 9 ülke. Tamı tamına 9 ülke lan! Ayaz’ın romanı artık 9 ülkede satıştaydı. Asahi gerçekten dediğini yapmıştı. Böyle geniş bir iletişim ağına sahip olması onu Japonya’daki en değerli insanlardan biri yapıyordu. Yumruklarını sıkan Ayaz hayallerine bir adım daha yaklaşmış olmanın verdiği mutlulukla olduğu yerde zıplayıp durdu ve en sonunda yorularak kendini yatağına bıraktı. (Ayaz)-Çok az kaldı. Elini havaya kaldırıp yumruk yaptı. (Ayaz)-Bütün dünyanın beni tanımasına çok az kaldı. Sadece birkaç adım daha. Gerçekten hayaline adım adım yaklaşıyordu. Tek kötü yanı hayaline kavuştuğunda hayatta olmama ihtimali vardı. Ama şu noktadan sonra gerçekten bunu umursamıyordu. Adını bütün dünya duyduğu taktirde ölü olup olmamasının hiçbir özel yanı yoktu. (Ayaz)-En nihayetinde adımı tüm dünya duymuş olacak. İnsanların zihninde ve kalbinde yaşamaya devam edeceğim. Bütün romanlarımı Asahi’ye iletmesi için abime haber versem iyi olur. Ne olursa olsun başarmak zorundayım. Ayaz her ne olursa olsun yazdığı her şeyin tüm dünyaya ulaşmasını istiyordu. Küçüklüğünden beri bütün dünyanın tanıdığı biri olma hayali vardı çünkü sevilmek istiyordu. Artık sevilmekle bir derdi yoktu çünkü Göknur kendisine yetiyordu ama yine de bütün dünyanın kendisini tanıma hayalinden vazgeçmemişti. Bencilce bir istekle öldükten sonra bile hatırlanmaya, yaşamaya devam etmek istiyordu. Bu dünyaya iz bırakmış insanlardan biri olmak istiyordu. Yazdığı romanlarla ne kadar iz bırakabilirdi bilmiyordu ama kesinlikle bu dünyada bir izi kalsın istiyordu. (??)-Ayaaaz! Düşünceleri aniden tanıdık bir sesle bölündü. Göknur merdivenleri hızla çıkarak Ayaz’ın odasına daldı. (Göknur)-Ne yapıyorsun aşkım? Göknur heyecanlı bir şekilde odaya daldıktan sonra direkt Ayaz’a sarıldı. Yerinde duramıyordu. Minik bir kız çocuğu gibi olduğu yerde sekip duruyordu. (Ayaz)-İşlerimi hallediyorum. Asahi’yle görüştüm az önce. (Göknur)-Güzel. Aç mısın? Ayaz’ın Asahi’yle konuşmasını biraz bile merak etmeden sorusunu sormuştu. Normalde olsa Asahi’yle yapılan görüşmenin detaylarını duymak isterdi ama nedense şu anda hedefi bu değildi. Heyecanı yüzünden Asahi kısmını duymamıştı bile. (Ayaz)-Sayılır. (Göknur)-Döner mi lahmacun mu? (Ayaz)-Lahmacun. 3 tane. (Göknur)-Tamamdırrr. Göknur kapıyı kapatıp geldiği hızla kayboldu ve Ayaz bu durum karşısında kıkırdamadan edemedi. Bayadır onu bu şekilde heyecanlı görmüyordu. Tatlı bir kız çocuğu gibi davrandığı zaman Ayaz’ın gözünde daha da güzel bir hale geliyordu. (Ayaz)-Bu neydi şimdi? Ayaz o anda çok kritik bir şeyi hatırladı. (Ayaz)-Hassiktir! Doğru ya. 2 gün sonra Göknur’un doğum günü. Ayaz Göknur’un doğum gününü unuttuğu için kendine lanet okudu. (Ayaz)-İnternetten sipariş vermek için çok geç. Arghhh. Gök’ün doğum gününü unutacak kadar dolu bir kafam olamaz ya. Bekle. Tamamdır hallettim hediyeyi. *** Doğum günü vakti geldiğinde Göknur’un bütün arkadaşları ve Cenk oradaydı. İki aile zaten partiyi düzenlemişlerdi. Ayaz ise parti başladıktan 15 dakika kadar sonra eve gelmişti. Oldukça sakin görünüyordu. Sanki Göknur’un doğum günü değilmiş gibi. Pastalar kesilmiş, deliler gibi dans edilmiş ve eğlencenin dibine vurulmuştu. Ayaz bu eğlencelere katılmış olsa da aşırı aktif bir rol almamıştı. Bu herkesin dikkatini çekmiş bir konu olsa da son zamanlarda yaşadığı şeyler yüzünden hiç kimse Ayaz’a takılmamıştı. Onun üstüne gitmemişler ve eğlenmesi için zorlamamışlardı. Aksine onu eğlenebildiği kadarıyla eğlenmesi için desteklemişlerdi. Göknur ve Cenk’le kısa süreli sohbetlerle birlikte birkaç saati devirmeyi başarmıştı. Saatler süren eğlencenin sonrasında ise en sonunda hediye aşaması gelmişti. Herkes yanında getirdiği hediyeleri teker teker verip açılışını izlerken Ayaz arka planda durmuş ve hiç ses çıkartmadan herkesin hediyelerini vermesini beklemişti. Cenk’ten güzel bir kolye. Elisa’dan kış için bir şal. Anne babasından değerli hediyeler. Ayaz’ın anne babasından da bir o kadar değerli hediyeler. Atakan ve Melisa’dan birer yüzük. Ve diğer arkadaşlarının getirdiği güzel hediyeler. Tüm bu hediyelerin açılması ve sarılma sürecinden sonra geriye kalan tek kişi Ayaz’dı. Tüm gözler Ayaz’ın üzerindeyken Ayaz oldukça sakin bir duruşa sahipti. Sakin ama parıldayan gözlerini Göknur’un gözleriyle buluşturdu ve… (Ayaz)-Ben hediye almadım. Diyerek herkesin suratlarının düşmesini sağladı. Tamam çok eğlenmemiş olabilirdi ama evlilik teklifi bile ettiği kıza bir hediye almalıydı. Bunun bir bahanesi olamazdı. Yaşadığı şeylere rağmen evleneceği kıza bir hediye almalıydı en azından diye düşünüyordu herkes. Bu sözlerle birlikte herkesin suratı bir anda düşmüştü fakat suratı düşmeyen sadece iki kişi vardı. Birincisi Göknur’du. Göknur Ayaz’ın yanında olmasıyla yeterince mutluydu ve ondan hediye gelmese bile umurunda olmazdı. Ki Ayaz hediye almadığını söylediğinde biraz bile üzülmemişti. Ayaz’la yeniden bu şekilde konuşabiliyor olmak bile onun için en değerli hediyeden daha değerliydi. Suratı düşmeyen ikinci kişi ise Cenk’ti. Cenk Ayaz’ın bir hediye almamış olmasına imkân bile biçmediği için küçük bir durum analizi yaptı ve Ayaz’ın bir şeyler düşündüğünden emin olarak yanına gidip elini omzuna koyduktan sonra kulağına eğilip… (Cenk)-Hediyen nerede lan şerefsiz? Bugünü boş geçmeyeceğini adım gibi iyi biliyorum. Cenk’in fısıldamasından sonra Ayaz sinsice gülümsedi ve Cenk’in elini omzundan indirip ağır adımlarla evin kapısına doğru hareketlendi. Kapının önüne geldiğinde ise durdu. (Ayaz)-Yani, eve sığacak kadar küçük bir hediye almadım. Dedi ve arkasına dönerek Göknur’a doğru bir şey fırlattı. Göknur Ayaz’ın attığı şeyi havada yakaladı ve tuttuğu şeye baktı. Tuttuğu şey bir anahtardı. Cenk havada uçan anahtarı görür görmez gülümsedi. (Cenk)-Yine yaptın şovunu. Göt herif seni. (Göknur)-Ayaz? Bu anahtar? Ayaz’ın gözleri o anda yeniden Göknur’un gözleriyle buluştu. (Ayaz)-Doğum günün kutlu olsun aşkım. Diyen Ayaz evin kapısını açtı ve Göknur kapının önünde son model bir Mercedes gördü.
|
0% |