@aristokrat
|
Wukong sopasını yere saplamış ve kuyruğunu sopasının ucuna dolamış halde meditasyon yapıyordu. Normal şartlar altında bu kadar rahat takılamaması gerekiyordu ancak binden fazla canavarı öldürdüğü için etrafta ona bulaşacak hiç canavar kalmamıştı. Bu yüzden de gücünü korumak adına meditasyon yapmaya başlamıştı. Kuyruğu sayesinde rahatça sopasına tutunabiliyordu ve sopasına tutunabiliyor oluşu da onun havada bağdaş kurmasına izin veriyordu. Bu yüzden çok rahattı. Eğer yerde, tamamen kanla kaplanmış toprağın üzerinde meditasyon yapıyor olsaydı kesinlikle ama kesinlikle odaklanamazdı. Aslında meditasyon yapmak yerine canavar avlamaya da gidebilirdi ancak buna gerek görmemişti. Sonuçta canavarlar herkesin üstesinden gelebileceği seviyedeydi. Kimse canavarlar karşısında aşırı zorlanmamalıydı. Belki Sayk ve Scarlet canavarlar karşısında zorlanabilirlerdi ancak onlarda bir şekilde üstesinde gelirlerdi. En azından Wukong bu şekilde düşünüyordu. Canavarların peşine düşmeye gerek görmediği için de burada kalıp meditasyon yapma kararı almıştı. Birkaç canavar ona saldırırsa onları öldürüp geçerdi ancak onun isteği başkaydı. Bir tanrıyla dövüşmek istiyordu. Ejder'le yaptığı -her ne kadar Ejder bariz bir şekilde onu ezmiş olsa da- savaş dışında binlerce yıldır güçlerini hiç kullanmamıştı. Yani şu anda karşısına bir tanrının çıkması onun için sonsuz bir nimet niteliği taşıyordu. Derken...Wukong güçlü birisinin adım seslerini duymaya ve varlığını hissetmeye başladı. (Wukong)-Hmm. Tanıdık bir aura. Wukong zaten bir tanrı olduğu için neredeyse bütün tanrıları tanıyordu. Yani gelen kişiyi de sadece aurasından tanımış olması tuhaf bir durum değildi. Asıl tanıyamasaydı tuhaf olurdu. (Wukong)-Beklediğimden erken geldin. Ben biraz daha beklerim diye düşünüyordum. Wukong hala gözlerini açmamıştı ancak konuştuğu kişi ağaçların arasında durmuş onu izliyordu. (??)-Bilirsin, savaş tanrısı olmak zor. Sürekli savaşmak istiyorum. (Wukong)-İlk başlarda bende öyleydim biliyor musun? Ama merak etme. Bir yerden sonra alışıyorsun. Wukong kendisini Yasak Krallığa kilitleyip savaşmayı bıraktıktan sonra yaklaşık olarak 100 yıl boyunca içindeki dövüşme arzusunu bastırabilmek adına meditasyon yapmıştı ve 100 yıllık sessizliğinin ardından içindeki savaşma arzusunu tam anlamıyla söndüremeyince kalkıp etrafı birbirine katmış ve kendisini rahatlatmıştı. Ondan sonra da paramparça ettiği her şeyi tekrar eski haline getirene kadar uyumadan çalışmıştı. Her şeyi tamamen düzelttikten sonra ise bir kez daha meditasyon yapmaya başlamıştı ve 200 yıl kadar sonra içindeki bütün savaşma arzusunu söndürmeyi başarmıştı. Şimdi ise savaşma arzusu 1000 yıl önceki haline kıyasla çok ama çok daha fazla ancak artık "nirvanaya" erişmiş olduğu için duyguları üzerinde mutlak bir hakimiyete sahip ve onlar altında ezilmeyecek kadar iradeli birisi. (??)-Beni kendinle bir tutma Wukong. Senin aksine ben bir Savaş Tanrısıyım ve benim içindeki savaşma arzusunu hiçbir şey kontrol altına alamaz. Bu sözleri söyledikten sonra tanrı, ağaçların arasından çıktı ve bedeni gözler önüne serildi. 2 metreden biraz daha uzundu oldukça kalıplıydı. Kafası aslan kafasıydı ve sırtında 8 adet örümcek bacağına benzer uzun çıkıntı vardı. Bir elinde mızrak diğer elinde ise kalkan tutuyordu ve gerçekten de bir Savaş Tanrısı olduğunu kanıtlayan ağır bir auraya sahipti. (Wukong)-Merak etme. Öldükten sonra ayaklar altına alınacaksın zaten. (??)-Bu kadar kendinden emin olman beni küçümsediğin anlamına mı geliyor? (Wukong)-Elbette hayır. Seni hiçbir şekilde küçümsemiyorum. Sadece seni öldüreceğim o kadar. Fazlası değil. Bu sözlerden sonra Wukong yavaşça gözlerini açtı ve kuyruğu gevşedi. Narin bir şekilde yere inen Wukong sopasını kavradı ve sapladığı yerden çıkardı. (??)-Her neyse, basit bir maymun asla bir savaş tanrısını yenemez. Bu sözleri söyleyen tanrı ayaklarını yere sağlam bastı ve koşmaya başladı. (Ares)-Gel bakalım Wukong! Ares'in üzerine koşmaya başladığını gören Wukong'da gülümsemeye başladı ve... (Wukong)-Sen nasıl istersen Ares! Diyerek tıpkı Ares gibi koşmaya başladı. Ares ilk saldırıyı yapmak adına mızrağını kaldırdı ve Wukong'da aynı şekilde cevap vererek sopasını kaldırdı. Birbirlerine doğru koşan ikili içlerinde en ufak bir acıma kırıntısı bile bulundurmadan tüm güçleriyle ilk saldırılarını yaptılar ve böylelikle iki tanrının savaşı başlamış oldu. *** Beelzebub'a kaçması için bağırdıktan sonra oradan uzaklaşmadığını ve diğer fırtınanın patlak verdiği yöne doğru baktığını gören Leviathan hızlıca bir plan düşünmeye başladı ve aklına gelen tek şey ölümü anlamına gelse bile önündeki iki şerefsizi katletmekti. Ve eğer ikisini öldürdükten sonra hayatta kalmış olursa direkt olarak Beelzebub'un yardımına koşacaktı. Derken... (Set)-Dikkatini başka yere vermek istediğinden emin misin? (Leviathan)-Kes tatavayı lan göt! (Fujin)-Ahhh, bu kadar heyecanlı olman canımı çok sıkıyor. Ayrıca, daha ne kadar buna devam edebileceksin? Fujin yine sıkkın ve sinir bozucu bir ses tonuyla konuşmuştu. Ardından da Leviathan'ın daha ne kadar bu şekilde devam edebileceğini söylemişti çünkü gördüğü şeyler onu, Leviathan'ın yakında öleceğini düşünmeye itiyordu. Gördüğü şey ise Leviathan'ın kanıyor olmasıydı. Leviathan gerçekten de kanıyordu. Hem de vücudundaki bütün deliklerden birden kan akıyordu. Ağzından, burnundan, hatta gözlerinden bile kanlar akıyordu. Ancak bu iğrenç manzaraya rağmen Leviathan'ın yüz ifadesi daha korkunç bir haldeydi. Tüm kanamalarına rağmen gülümsüyordu. Hem de kandan kıpkırmızı olmuş dişlerini sergilemekten hiç çekinmeden gülümsüyordu. Dudakları olabilecek en üst noktaya kadar kıvrılmışlardı ve gözleri de tamamen kanlanmıştı. Gerçek anlamda fazlasıyla korkutucu bir görüntüydü bu. (Leviathan)-Siz lanet köpekler geberip ayaklarımın altında ezilene kadar buna devam edeceğim! Ve merak etme! Siz aptallardan önce ölmek gibi bir niyetim yok. Hatta... O anda Leviathan'ın hortumu daha da büyümeye başladı ve saniyeler içinde şu anki halinin 3 katına çıkarak 60 metreye ulaştı. Hızı da 8000 kilometreden 17,000 kilometreye çıktı ve Set ile Fujin'e bariz bir üstünlük kurmaya başladı. Şu anda onlardan üstün bir durumda olsa da aklı hala Beelzebub'daydı. Doğal olarak onun ölmesini istemiyordu ve buna izin vermeyecekti. Çünkü içinde bulundukları durumda bir kişinin bile ölmesi çok büyük kayıplara yok açabilirdi. Bu yüzden de Beelzebub'un yaşaması çok önemliydi. (Fujin)-Şey, buna bir karşılık vermemiz gerekli. Sanırım. Fujin isteksiz bir ses tonuyla Set'e seslenmişti. Leviathan'ın bu hamlesinden geri kalmamaları lazımdı. Fujin bunu yapmak istemiyor ve bunu çok yorucu bir şey olarak buluyordu ancak bunu yapmadığı sürece karşısındaki şeytan biraz daha hiddetlenecek ve işleri daha da sıkıcı bir hale getirecekti. (Set)-Sanırım değil. Buna bir karşılık vereceğiz! Set'inde onayıyla birlikte aynı anda hortumlarını güçlendirmeye başladılar ve saniyeler içinde Leviathan'la aynı seviyeye getirdiler. Ancak bu sefer Leviathan onları hiç umursamadı ve direkt olarak hortumunu büyütmeye başladı. (Leviathan)-Hahahaha!!! Ağzından, burnundan ve hatta gözlerinden akan kanlar artarken Leviathan deliler gibi gülüyor ve kahkahalar atıyordu. Sonunda içindeki psikopat tamamen uyanmıştı ve acı çekiyor olmasına rağmen inanılmaz bir zevk alıyordu. (Leviathan)-Madem beni öldürmeyi bu kadar çok istiyorsunuz...YAPABİLEN YAPSIN BAKALIM!!! Ve tam o anda, Leviathan'ın bedeni kızıl bir aurayla kaplanmaya başladı ve hortumu anlamsız bir şekilde sağa sola sallanarak saçma denilebilecek kadar büyük bir hızla büyümeye başladı. Hatta öyle ki sadece 3 saniye içinde 300 metreyi aştı ve 53,000 kilometre hızla dönmeye başladı. (Leviathan)-Gerçek bir hortumun ne olduğunu...HEPİNİZE GÖSTERECEĞİM! Leviathan'ın damarları patlamaya başlarken hortum 1 kilometre yüksekliğe kadar ulaşmıştı ve absürt bir şekilde büyümeye devam ediyordu. Sanki hiç durmayacakmışçasına büyüyor büyüyor büyüyor ve büyüyordu. (Leviathan)-Gerçek yıkımın ne olduğunu GÖRMEYE HAZIRLANIN LANET KÖPEKLER!!! İşte iplerin koptuğu nokta burasıydı. Çünkü bu noktadan Leviathan tamamen aklını kaçırmış ve Beelzebub'u bile unutmuştu. Hortumu ise imkansız denilen anlamsız kelimeyi yarıp geçmiş ve 120 kilometrelik bir boyuta ulaşarak atmosferin bile dışına çıkmıştı. Leviathan'ın oluşturduğu hortum uzaydan bile görünebiliyordu. (Leviathan)-GRRR---RAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAHHHHHHH!!!!!!!!!!! Leviathan'ın hortumu biraz daha büyümüş ve 500 kilometrelik bir boyuta ulaşmıştı. (Leviathan)-Evrenle birlikte cehennemin dibine gömülün sizi...LANET OLASICA KUTSAL YARATIKLAR!!!!!!! Hortum saçmalayarak 900 kilometreden daha büyük bir boyuta erişmişti ve dünya yüzeyinin bir kısmını kaplamıştı. (Leviathan)-Hortumumla birlikte hepiniz YOK OLUP SONSUZLUĞA KARIŞACAKSINIZ!!!!! Diyen Leviathan'ın hortumu bütün uzayı ters çevirmek istercesine genişlemeye başladı ve saniyeler içinde dünyanın üst kısmını kapatacak kadar geniş bir boyuta ulaştı ve inanılmaz bir patlamayla birlikte epik bir şekilde söndü ve kayboldu. Sonucunda ortaya çıkan yıkım ise... ...kelimelerle anlatılacak türden değildi. Dünyanın yüzeyinde yaklaşık olarak 13,700 kilometre uzunluğunda ve tahminen 2700 kilometre derinliğinde inanılmaz bir yarık oluşmuştu. Ayrıca kuzey yarım kürede neredeyse hiç ağaç kalmamıştı. Hepsi az önceki fırtınayla beraber geriye en ufak bir parça bile bırakmadan yok olup gitmişlerdi. Set ve Fujin ise hareketsiz bir şekilde öylece yatıyorlardı. İkisinin de bedenleri kanlar içindeydi. Bedenleri sonuna kadar hırpalanmıştı. Nefes alıp almadıkları bile anlaşılamıyordu. Leviathan ise zar zor nefes alırken yavaşça süzülerek yere iniyordu. Yere indiğinde ise kafası o kadar doluydu ki çevreye verdiği hasarı görmemişti bile. (Leviathan)-Beelzebub, yardım et-mem gerek... Ancak bunu yapabilecek kadar enerjisi kalmamıştı. Ve bu sözlerden sonra daha fazla dayanamayarak yüz üstü yere kapaklanmıştı.
|
0% |