Yeni Üyelik
168.
Bölüm

Bölüm-167 Gözlemciyi Kaçıran Görüntü

@aristokrat

-4 saat sonra-

(Betty)-Soktuğumun Saint'i nerede kaldı lan!? 1 saat önce buraya gelmiş olmalıydı!

Betty 3 saat boyunca Saint'i beklemişti ancak 3 saatten sonra yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştı. 4. saatin başlarına doğru siniri tepesine vurmaya başlamıştı.

Tırnaklarını kemire kemire parmaklarını kanatmaya başlamıştı ve duracak gibi de görünmüyordu. Onu sakinleştirmeye gelen askerlerden birisini tek hareketle fırlatmış ve duvara çakılmasını sağlamıştı. Duvara çakılan asker kanlar içinde yere düşmüştü.

Betty'de diğer askerlere bağırıp o askeri götürmelerini istemişti.

(Betty)-Lanet olası beceriksizler! Bir tane kadını getiremediler! Hizmetçiler! Jones'i getirin bana!

Jones, imparatorlukta bulunan en iyi gözlemciydi. Keskin gözleriyle 100 kilometre ötesini bile rahatlıkla görebilir, yüksek hızı sayesinde de fark edilmeden etrafta gezinebilirdi. Ve tamamen Betty'nin emri altındaydı.

Sadece onun isteklerini yapıyor ve yalnızca o istediğinde ortaya çıkıyordu. Adeta Betty'e tapıyordu. İmparatorluğun yeni kraliçesi olması için onu sonuna kadar destekleyecekti ve gerekirse bütün imparatorluğu kapsayan devasa bir katliam yapmaya hazırdı.

Daha doğrusu denemeye hazırdı. BloodWife İmparatorluğunda onu paramparça edebilecek bir sürü kişi vardı. Yine de gerektiği zaman prensesi için canını vermeye hazırdı. Betty'nin pembe saçları ve gözleri için herkesi ve her şeyi yakmaya hazırdı.

Bu kadar istekli birisi olsa da işin içinde elbette ki kendi çıkarları da vardı ancak onun çıkarları o kadar da önemli olmadığı için bahsetmeye gerek yok.

Hizmetçi gittikten 1 dakika kadar sonra bir şey odadan içeri daldı.

(Jones)-Beni istemişsiniz prensesim.

Gelen kişi Jones'ti. Jones 1.67 boyunda ve 51 kiloydu. Sırtında bir çift yarasa kanadını andıran kanadı vardı ve yaklaşık olarak 21.000 kilometre hızla uçabiliyordu. Ancak bugüne kadar çok az defa maksimum hızına çıkmıştı.

Onun dışında gözleri koyu yeşil ve saçları, gözlerine uyumsuz bir şekilde kırmızıydı. O kadar da yakışıklı sayılmazdı.

(Betty)-Jones. Araştırman gereken yeri biliyorsun. 10 dakikan var.

(Jones)-Anlaşıldı prensesim.

Betty, Jones gibi bir aptala karşı nefesini fazla tüketmek istemediği için kısa kesti ve Jones eğilerek anladığını belirtti. Ardından da bir anda yok oldu ve kapıları da kapatmayı unutmadı.

(Betty)-Bekle bakalım Saint. Sana benim dediğim zamandan önce buraya gelmemek neymiş göstereceğim!

Betty yeniden koltuğunu uzanmış ve bu seferde Saint'e yapacağı işkenceleri düşünmeye başlamıştı.

***

Ejder bayıldıktan 3 saat sonra kendisine gelmişti.

(Ejder)-H... a? Ah, şey... ben bayıldım mı?

Önce etrafına bakınmış ve çevresini tanımaya çalışmıştı. Nerede olduğunu anlayınca da ayakları dibinde oturan Efsane'ye dönerek bayılıp bayılmadığını sormuştu. Bunu sormuştu çünkü hatırladığı son şey ağacın tepesinde olduğu ve damarlarının şişmeye başladığıydı.

(Efsane)-Şey, bayıldın ama öncesinde beni kurtardın.

(Ejder)-Kurtarmak? Ben? Seni? Bu bedenle?

Efsane'nin söylediği şey Ejder'i meraklandırmıştı. Bu kadar kötü haldeki bir bedenle Efsane'yi nasıl kurtarmış olabilirdi ki? Hareket edemediği halde ona nasıl bir yardımı dokunmuş olabilirdi? Acaba gelenlerin sayısını söylediği için Efsane daha dikkatli davranmış ve bu sayede hayatı kurtulmuş olabilir miydi?

Hayır. Bu imkansızdı. Eğer Efsane'yi kurtardıktan sonra bayılmışsa rakiplerinin sayısını verdikten hemen sonra bayılmış olması gerekiyordu ancak böyle bir şey olmamıştı.

(Efsane)-Ha? Hatırlamıyor musun?

Ejder'in tepkisi karşısında Efsane'de şaşırmıştı. O kadar inanılmaz bir şeyi yaptıktan sonra hatırlamıyor olması oldukça garipti. Ne de olsa o an için gayet de kendinde gibi görünüyordu.

(Ejder)-Hayı... şey, tam olarak değil. Hatırladığım son şey damarlarımın kabarmaya başlaması.

(Efsane)-Damarların? Ah, doğru. Ellerin karanlıkla kaplanmıştı birde.

(Ejder)-Ellerim mi? Sanki parmaklarımın kararması gibi bir şey hatırlıyorum... ama net değil. Zihnim çok bulanık.

Ejder o anları hatırlamakta zorlanıyordu. Sanki o an zihni kendisinden alınıp başka birisinin zihni koyulmuş gibiydi. Birkaç görüntü vardı ancak hepsi bulanıktı.

(Efsane)-Sanırım bu kadarı normal. Bir anda hareket etmen gerçekten tuhaf olurdu. Tabii anılarının bir anda geri gelmesi de. Ama yaşadığın bir şeyi hatırlamıyor olman... bilmiyorum. Gayet normal görünüyordun.

Efsane o anda Ejder'in arkasında olduğu için gözlerini görmemişti. Gerçi görseydi bile vereceği tepki bu tepkisiyle aynı olurdu muhtemelen. Sadece Ejder'in gözleri pembe tonlarında olduğu için onun BloodWife ailesinden olup olmadığı konusunda şüpheye düşerdi o kadar.

(Ejder)-Hahahaha. Bu kadar aciz bir duruma düşmek için gerçekten ne yaşadım acaba?

(Efsane)-Bilmiyorum ama kolay şeyler olmadığı kesin. Hem anılarını unutmanı hem de bütün bedeninin kullanılamaz hale gelmesini sağlayan şey her neyse mantık dışı bir şey olduğu kesin.

Efsane'nin yapabileceği en iyi çıkarım buydu. Dediği şeyler mantıklıydı. Bir insanın tüm bedenini işlevsizleştirmek ve aklını kaybetmesini sağlamak gerçekten akıl işi değildi. Hele de Ejder'in az önceki gücünü gördükten sonra bunu ona yapabilecek kişinin ne kadar güçlü olduğunu tahmin bile edemiyordu.

Bu dünyada "o"ndan bile güçlüleri vardı demek ki.

"Dünya düşündüğümüzden çok daha büyük bir yer galiba."

(Ejder)-Yine de, hareket edememek dışında bir sorunum yok. Gayet sağlıklıyım.

Ejder sağlıklı olduğunun farkındaydı. Şu andaki tek sıkıntısı hareket edememekti. Hareket etmeyi de başarırsa işler neredeyse tamamen rayına oturmuş olacaktı.

(Ejder)-Neyse, şu anlık bunları kafaya takmaya gerek yok. İlla ki ayağa kalkacağım gün gelecektir.

(Efsane)-Değil mi? Sen şimdilik dinlenmene bak. Bende gidip yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Bir yere kaçma tamam mı?

(Ejder)-Hahaha. Yapabilirmişim gibi.

Efsane, Ejder'in yanından kalkarken küçük bir espri yapmayı da unutmamıştı. Ejder ise kikirdemişti.

(Ejder)-Ha?

(Efsane)-Ne oldu?

(Ejder)-Ah, ha, şey, bir şey olmadı. Birisinin geldiğini hissettim ama, sanırım bir hayvandı.

(Efsane)-Sonuçta ormandayız. Çevremizde çokça hayvan var. Sadece uzun süredir bu çevreye uğramıyorlar o kadar.

(Ejder)-Anladım.

"Hissettiğim şeyin bir hayvan olmadığını biliyorum. Gelen şey insandı. Ama, neden geri kaçtı ki?"

***

Jones, Betty'nin emriyle birlikte saniyeler içinde imparatorluğun dışına çıkmış ve hızla gökyüzüne yükselmişti. 1 kilometre kadar yükseğe çıktıktan sonra da kanatlarını kapatmış ve dalışa geçmişti.

(Jones)-Saint gibi bir sadık birisi neden emredilen sürede geri dönmedi acaba?

Jones ve Saint uzun süredir tanışıyorlardı ve birbirleri hakkında az çok bir bilgi birikimine sahiplerdi. Saint'te tıpkı Jones gibi çok sadık ve verilen emirleri mükemmel bir şekilde yerine getiren birisiydi. İtaatsizlik gibi bir durum söz konusu bile değildi.

(Jones)-Ölmüş olabilir mi lan acaba? Yok ya. O güç seviyesiyle ölmesine imkan yok. Hele de o kadının onu öldürebilmesinin hiç imkanı yok.

BloodWife İmparatorluğundaki herkesin Eliza'yı kaçıran kişinin kim olduğundan haberi vardı. Ancak şimdiye kadar kimse -Betty dışında- Efsane'ye saldırmayı göze alamamıştı çünkü Eliza'ya bir zarar vermesinden korkuyorlardı.

Betty'nin öyle bir korkusu olmadığı için aşırı rahat davranıyordu. Kendisi öldürmese bile Eliza'nın ölümü işine gelirdi. Hatta Efsane'nin öldürmesi planlarını kolaylaştırır ve iki aileyi savaşa sürüklemek daha kolay olurdu.

Jones, Efsane'nin Saint'i öldüremeyeceğini biliyordu o yüzden de bu ihtimali göz önünde bulundurmuyordu ancak aklına başka bir seçenekte gelmiyordu.

(Jones)-İyi de o zaman ne olmuş olabilir ki? Bir şekilde onu bayıltmış ya da uyutmuş olabilir mi? Hayır. O kadının gücü bu değildi. Doğa Ejderhası mı neydi. Prenses öyle bir şey söylemişti. Ejderhasını kullanıp onu etkisiz hale getirdi desek, Saint'in gücü dalları ya da başka şeyleri parçalayacak kadar fazla. Yani etkisiz hale gelmiş olam...

Jones, Efsane'nin olduğu yere yaklaşmışken aniden titremeye başladı ve görüş açısı aniden karanlıkla kaplanmaya başladı.

Jones hemen durdu ve süzülmeye başladı.

(Jones)-Ne oluyor lan!?

Görüş açısı hızla kapandı ve bambaşka bir evrene geçiş yapmış gibi oldu. Tarifsiz bir kana susamışlık bedenini sarmaya ve ezmeye başladı. Sanki bir insan, güçlü kollarıyla onu sarıyormuş gibi hissediyordu.

Bacakları hızla hislerini kaybederken birdenbire nefes alamamaya başladı.

(Jones)-Ne... fes... ala... mı... yorum...

Boğazına yapışan ve karanlık auradan oluşan ellerin üstünden yeni eller çıktı ve o ellerin parmakları ağzından içeri girerek yavaşça vücuduna dolmaya başladı. Gözlerinden kanlar akmaya başladı.

Kolları bir anda kopartıldı ve Jones acıyla inlemek istedi ancak sesini bile çıkaramadı. Karanlık aura giderek daha da ağır ve korkunç bir hale gelirken bedeni gittikçe daha fazla parçaya ayrılıyordu. İşin daha da korkutucu olan tarafı ise, Jones kuş bakışı bir şekilde kendi parçalanışı görüyordu.

Kanayan gözleri kendisini yukarıdan görüyor ve başına gelen her şeyi net bir şekilde görüyordu.

Boğazından içeriye dalan eller boğazını parçalayıp dışarıya çıkarken vücudu bir anda ikiye ayrıldı. Jones başına gelen bunca şeye rağmen hala yaşıyordu.

Kalbi atıyordu. Kanı akıyordu. Beyni daha önce hiç olmadığı kadar aktif bir şekilde çalışıyordu.

O anda kanla kaplanmış gözleri bir şey gördü.

Bir siluet.

Tamamen karanlıktan oluşan bu siluet kıpkırmızı iki göze sahipti ve yavaş yavaş ona doğru yürüyordu. Başından beri etrafını çevreleyen ve ona zarar veren tüm bu karanlık o siluetten yayılıyordu. Attığı her adımda karanlık katlanarak artıyor ve kana susamışlık ruhunu parçalıyordu.

Siluet, Jones'in tam karşısına geldiğinde durdu ve yüzüne yaklaştı. Jones'in korku dolu nefesini hissedebiliyordu.

(Siluet)-Hahahaha. Bu kadar zayıf olmana rağmen "Mutlak Olan"ın bölgesine girdiğine inanamıyorum. Efendin gerçekten de aptalın teki olmalı. Neyse...

Siluet bir anda kayboldu ve o anda Jones, tamamen isteği dışında bir hareket yaparak gözlerini yukarı kaldırdı. Ve gördüğü şeyin ardından...

(Jones)-H... a... a... a... AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!!!!!!!!!!

... çığlığı bastı.

Gördüğü şey ise az önce dip dibe geldikleri kızıl gözlerdi. O kızıl gözler şu anda devasa bir boyuta ulaşmış ve gökyüzünü doldurmuştu.

Jones'in bütün vücudu kendisini korkuya teslim etmişti.

(Siluet)-Kaç!

Siluetin sesiyle birlikte Jones arkasını dönüp koşmaya başladı. O kadar korkmuştu ki az önce yaşadığı her şeyin sahte olduğunu, görüş açısının her zaman ki gibi normal olduğunu ve bedeninin yara almadığını bile fark etmemişti.

Yalnızca koşmuştu. Ağzından salyalar ve burnundan sümükler aka aka koşuyordu. Uçmayı bile unutmuştu. Dudakları büzülmüş ve gözleri kısılmıştı. Önünü zar zor görüyordu. Zaten o kadar da yakışıklı olmayan yüzü iyice çirkinleşmişti.

Koşarken ayağı takılmış ve yüz üstü yere kapaklanmıştı ancak hemen ayağa kalkarak koşmaya devam etmişti.

(Jones)-Gelme! Gelme! Gelme! Gelme dedim sana gelme!!! Git başımdan! Defol!

Düşe kalka, durmadan, yavaşlamadan, kafayı yemiş bir şekilde imparatorluğa doğru koşuyordu.

 

Loading...
0%