Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@artemoon

Konsey toplantısı bittiğinde kesin olan üç şey vardı.

Birincisi, kesinlikle Ateş Taşıyıcısı olduğum.

İkincisi, Birleşme Ritüeli’nin sorunsuz bir şekilde gerçekleşmiş olması.

Üçüncüsü ise normal hayatıma kesinlikle devam edemeyecek olmam.

İnsanlar hayattaki amaçları doğrultusunda yaşar ve benim amacım da üniversitemi bitirip psikolog olmak, travmatik olaylardan muzdarip kişilere yardım eli uzatmaktı. Ama kader benim için çok başka bir yol çizmişti. Varlığından bile haberdar olmadığım hatta imkânsız olduğunu düşündüğüm bir yol.

Konsey salonundan ayrıldıktan sonra Baş Başkan beni odasına çağırdı ve bundan sonra izlenecek yol hakkında konuşmak istediğini dile getirdi. Eminim ki bu toplantıda Alexander, Abel ve Adrian da bana eşlik edecekti. Adrian…

Adrian’ı düşündüğümde ağzımda istemsizce bir sırıtış oluştu ve bu kesinlikle pozitif bir sırıtma değildi. Orada tek başıma dikilirken Alexander’ın bana doğru yaklaştığını gördüm. Tanrım bu adam Tanrılara olan inancımı ciddi manada arttırıyordu. 1.90 boyu, yapılı vücudu ve omzuna düşen kuzguni siyah saçları ile istediği herkesi baştan çıkarabilirdi. Hemen kafamı sağa sola salladım. İlk defa yakışıklı erkek görmüyordum ve bunun beni etkilemesine izin veremezdim. En azından henüz…

“Baş Başkan ile konuşmaya gitmeden önce sana bir şey vermek istiyorum. Beni takip et.”

Alexander lafını bitirir bitirmez yürümeye başladı ve bana cevap verecek bir zaman tanımadı. Ben de ne vereceğini merak ettiğimden hemen peşine takıldım. Burada gözümü açtığım ilk gün oturduğumuz banka doğru ilerliyorduk. Sonunda bankın oraya geldiğimizde elini cebine attı ve bir cep telefonu çıkardı. Benim cep telefonum!

“Konsey öncesi kontrole çıktığımızda seni bulduğumuz araziye geri dönüp etrafı inceledim ve bu telefonu buldum. Arkadaşların konusunda ne kadar endişeli olduğunun farkındayım. Onları arayıp iyi olduğunu söylemek istersin diye düşündüm.”

Bu gerçekten tam da istediğim şeydi. Arkadaşlarım benim tek ailemdi ve onları hiçbir zaman bu kadar habersiz bırakmamıştım. Eminim ki çok endişelenmişlerdi. Kendimi tutamayıp Alexander’ın boynuna atladım.

“Teşekkür ederim.”

O da ellerini belime doladı. Bir süre sonra kendimi geri çektim. “Özür dilerim üzerine atlamak istememiştim.”

Derin gamzelerini ortaya çıkaracak bir gülüş yüzüne yerleşti. “Özür dilemene gerek yok. Sen telefon görüşmelerini yaparken ben seni şu tarafta bekliyor olacağım.” Eliyle uzaktaki bir bankı işaret etti. “İşin bitince yanıma gelirsin ve beraber Baş Başkan Drache’nin odasına gideriz.”

Onu başımla onayladıktan sonra tam gidiyordu ki sanki bir şey demeyi unutmuş gibi hemen geri döndü.

“Bu arada okuldan kaydın buraya alındı. Sistemde burası özel kişiler için seçici bir üniversite olarak bilinmekte. Bu yüzden endişelenme bu yılın sonunda buradan psikoloji bölümünü bitirmiş olarak mezun görüneceksin. Baş Başkan bu durumu senin için ayarladı. Devamını yukarda konuşacağız, elini çabuk tut.”

Suratında yarım bir gülümsemeyle beni orada ağzım açık bir halde bırakıp uzaktaki banka doğru ilerlemeye başladı. Konsey toplantısından sonra buradan ayrılamayacağımı anlamıştım. Arkadaşlarımı göremeyeceğimi ve okulumu bitiremeyeceğimi düşünmüştüm. Mezun olmama şunun şurasında bir dönem kalmıştı ve geçmiş 5 yılımı çöpe atmak hiç istemezdim. Dönem ortasında bu nakli ayarlamak için Baş Başkan çok uğraşmış olmalıydı. Yine de endişelerimin birinden kurtulmak güzeldi. Şimdi sırada diğerleri vardı.

Telefonu elime aldım ve ekranda seksen dört cevapsız arama gördüm. Seksen dört cevapsız arama! İşte şimdi ayvayı yedim. Önce Dennis’i aradım çünkü bu seksen dört cevapsız aramanın elli tanesi ona aitti. O tuhaf gece beni evde bekliyordu ve eminim ki meraktan deliye dönmüştü. Telefonu ilk çalışta açtı.

“Ari! Dört gündür sana ulaşmaya çalışıyoruz! Bu lanet olası telefonu açmayacaksan neden yanında taşıyorsun!?”

Ateş Taşıyıcısı bendim ama eminim ki şu an Dennis’in karşısında olsam ejderha gibi ağzından ateş püskürtür beni cayır cayır yakardı.

“Özür dilerim Dennis, hesapta olmayan bir şeyler oldu ve ben habersiz ayrılmak zorunda kaldım.”

“Başın mı belada? Biliyorsun her koşulda sana yardım ederim. Şu an nerdesin? Yüz yüze konuşalım.”

İşte bunun şu an için mümkün olduğuna pek emin değilim. “Hala Kaliforniya’dayım merak etme, iyiyim. En kısa zamanda eve geleceğim, lütfen benim için endişelenme ve tekrar özür dilerim. Şimdi kapatmam lazım.”

“Peki, kapat ama bu konuşmanın burada bittiğini sanma. En kısa zamanda eve gelip neler olduğunu bana anlatacaksın.”

“En kısa zamanda,” deyip telefonu kapattım.

Bir gitti kaldı iki.

Kelly telefonu ikinci çalışında açtı.

“Ari! Aman Tanrım bizi meraktan öldürdün! Bugün de aramasaydın yemin ediyorum Jully’nin babasına gidiyorduk!”

Jully’nin babası emniyette cinayetlerden sorumlu yetkili bir isimdi. Ölmediğim için onun yetki alanına girmiyordum ama eminim ki beni bulmak için elinden geleni yapardı.

“Kelly, sakin ol ben iyiyim her şey yolunda hala Kaliforniya’dayım ama halletmem gereken… ailesel birkaç sorun var.” Ailesel mi? Ailemin olmayışına bakarsak daha iyi bir yalan bulabilirdim. Ama sonuçta içimde Hades’in ruhunu barındırıyordum, bu da bir nevi aile meselesi sayılmaz mıydı?

Kelly de şaşırmışa benziyordu. “Ailesel mi? Senin aileni küçük yaşta kaybettiğini sanıyordum…”

Bahanem en azında onu sakinleştirmişti. “Kelly, birkaç gün içinde eve geçeceğim sana haber veririm ve oraya gelirsin konuşuruz olur mu? Şu an kapatmam lazım.”

En iyi kısa kesmekti. Sonuçta yalan uzadıkça çatallanan bir olaydı.

“Peki, öyle olsun ama iki gün içinde seni göremezsem zorla bir yerde tutulduğunu düşünüp polise giderim haberin olsun.”

Ah Kelly bir bilsen.

“İki gün içinde görüşürüz,” deyip hemen telefonu kapadım.

Sıra Micheal’daydı. Beş yıldır onunla çalışıyordum ve haber vermeden hiç işe gitmemezlik yapmamıştım. Çok kızdığına emindim ve telefonu daha çalmadan açması da bu hissimi kuvvetlendiriyordu.

“Sonunda! Senin için çok endişelendim! Arkadaşların buraya geldi seni işten çıktığın o son günden beri görmediklerini eve hiç uğramadığını söylediler. O gece seni kolundan tutup zorla eve bırakmadığım için o kadar pişman oldum ki. Öldün sandım!”

Vaov. Bu tepkiyi hiç beklemiyordum işte.

“Bana kızmadın mı? Sana haber vermeden işe gelmeyi kestiğim için?”

“Saçmalama Arethy! Senin yokluğunda kafeyi hiç açmadım ki. Sokaklarda, hastanelerde, morglarda… Her yerde seni arıyordum.”

Micheal o gece için kendini gerçekten de suçlu hissetmiş olmalıydı.

“Micheal ben iyiyim, ailesel birkaç sorunla karşılaştım ve acilen onunla ilgilenmem gerekti. Birkaç gün içinde yanına uğrayabilirim ama bundan sonra kafede çalışabileceğimi sanmıyorum.”

Bunun üzerine Micheal derin bir nefes alıp dışarı verdi.

“Geldiğinde konuşuruz.”

“Peki,” deyip telefonu kapattım ve bir süre güneşin okyanus üzerinde oluşturduğu renkleri izledim.

Ne kadar süre geçtiğinden habersiz bir şekilde yerimden kalktım ve Alexander’a doğru ilerledim.

“Anlaşılan konuşmalar iyi geçmemiş.”

Nasıl iyi geçebilirdi ki? “Yalan söylemekten nefret ediyorum.”

“Gerçeği söylesen sana inanırlar mıydı?”

“Asla,” dedim ve binaya doğru yürümeye başladım. Her yeri bilmesem de Baş Başkanın odasını biliyordum.

İçeri girdiğimizde Baş Başkan koltuğunda oturmuş önündeki evrakları inceliyordu. Masanın sağ tarafındaki tekli koltuklara Abel ve Adrian yerleşmişti.

“Sonunda gelebildiniz, geçin şöyle oturun halletmemiz gereken birkaç sorun var.” Baş Başkan Drache elindeki belgeleri masaya bıraktı ve gözleri beni buldu.

“Konseydekiler senin neden 18 yaşında uyanmadığın konusunda büyük bir merak içinde. Daha önce böyle bir şey meydana gelmediği için herkesin aklında büyük soru işaretleri oluştu.”

“Anlıyorum çünkü geldiğimden beri neden 18 yaşında uyanmadığımı defalarca sordunuz. Ama ben de en az sizin kadar karanlıktayım. Tesadüfen Savaşçılarınızla karşılaşmasam muhtemelen şu an dönem sınavlarıma hazırlanıyor olurdum.”

Baş Başkan Drache bu cevabımdan hoşnut olmayacaktı ki arkasına yaslanıp gözlerini bana dikti.

“Ailen nerede? Belki senin bilmediğin ama onların bildiği bir şeyler vardır.” Abel yine o neşeli ses tonuyla ortamdaki soruna bir çözüm bulmaya çalışıyordu.

Ama teklif ettiği çözüm bir seçenek değildi. “O konuda bol şans. Eğer içinizde ölülerle konuşabilen varsa belki birkaç cevap alabilir.”

Pekâlâ… Abel’ın yüzündeki gülüş bile solmuştu. Şu sıralar iç karartmakta üstüme yoktu demek ki.

Abel için durumu biraz toparlamaya çalıştım. “Ailemi hiç tanımadım. Ben küçük yaştayken ikisini de kaybetmişim ama nasıl kaybettiğimi ya da ne zaman olduğunu bilmiyorum. Hayatım yetiştirme yurtlarında geçti. On sekizime bastığımda yurttan ayrıldım ve arkadaşım Dennis ile eve çıkıp üniversite okumaya başladım.”

Adrian sanki kafasını kurcalayan bir şey varmış gibi yanağını kaşıyordu. Biraz sonra ağzındaki baklayı çıkarmaya karar verdi.

“Eğitimini ne yapacağız? Bizden tam olarak beş yıl geride ve yetişmesi imkânsız. Ola ki Titanlar serbest kalır ve bir savaş olursa ilk ölen o olur.”

Bu çocuğun ağzından hayırlı bir şey çıkmaz mıydı?

“Evet, sorunlarımızdan biri de buydu. İçindeki güçle ve alacağı eğitimle size yetişemese bile bir hayli yol kat edeceğine inanıyorum. Ama bunun için derhal Savaş ve Güç eğitimine başlamalı.”

Alexander sanki o anı bekliyormuş gibi lafa girdi. “Siz de onay verirseniz eğitimlerini ben üstlenmek isterim. Hem Savaş eğitimini hem de güç eğitimini ona verebilirim.”

Baş Başkan Drache bu teklife olumlu bakıyormuş gibi kafasını salladı. “Haklısın Alexander, en iyi savaşçılarımızdan biri olarak bu eğitimleri senin vermen Arethy’nin gelişimine yararlı olabilir.”

“Alexander ona sadece Savaş ve Ateş Gücü eğitiminde yardımcı olabilir. Hava ve Suya da hakim olabilmesi için ayrı ayrı bizimle de çalışmalı.”

İşte bu teklife çok şaşırmıştım.

Özellikle Adrian’dan gelmesi beni daha da çok şaşırtmıştı.

Baş Başkan odadan ayrılmadan önce elime bir program tutuşturdu. Bu programa göre alacağım normal – ne kadar normal diyebilirsek - derslerden sonra Alexander ile eğitimlerim olacaktı. Normalde boş olan hafta sonu kısmında ise Abel ve Adrian ile çalışacaktım.

Bundan sonraki hayatım böyle devam edecekse büyük şikâyetlerim vardı.

Derslerin adlarını incelediğimde istemsizce Psikoloji’de aldığım dersler ile karşılaştırdım. Gerçi burada daha çok mitoloji ile alakalı tarih, savaş stratejisi, matematik, Antik Yunanca gibi dersler vardı.

Bir dakika Antik Yunanca mı?

O an yanımda yürüyen Abel’a döndüm. “Antik Yunanca mı öğrenmek zorundayım? Bana bunun için ekstra bir beş yıl daha vermeleri lazım.”

“Öğrenmene gerek yok zaten biliyorsun.”

Bakışlarımı hemen Adrian’a çevirdim. “Bunu nasıl bilebilirsin ki?”

“Birleşme Ritüelinde kulağımıza fısıldanan ve bizim söylediğimiz sözcükler. Onlar Antik Yunancaydı. Ve sen anlamakta ve konuşmakta hiç sorun yaşıyor gibi gözükmüyordun.”

Evet, gerçekten de anlamakta ve konuşmakta hiç zorlanmamıştım ama ben o kelimelerin Antik Yunanca olduğunu anlamamıştım ki!

“İçinde antik bir ruh parçası taşıyorsun. Sana sandığından daha fazla avantaj sağlıyor,” deyip gözden kayboldu. En kısa zamanda bu çocuğun benimle olan derdini öğrenmeliydim.

Abel elimdeki programı aldı ve incelemeye koyuldu.

“Eğitim gerektirmeyen dersleri bizimle beraber alacaksın. Onlar seni zorlamaz. Adrian’ın da dediği gibi bazen içindeki Ruh senin için harekete geçecek. O zaman bilmediğin hiçbir şey olmadığını fark edeceksin.”

“Eh bu biraz tuhaf ama en baştan başlamaktan iyidir.” İkimizin de yüzüne kocaman gülümsemeler yerleşti.

Kaldığımız kata gelince Abel sabah görüşmek üzere benimle vedalaşıp odasına girdi. Ben de kendi odama girip programı masaya koydum ve direkt duşa girdim.

Duştan çıktığım gibi hemen dolaba yöneldim ve siyah bir pijama takımı aldım. Acaba bu dolapta siyah olmayan bir şey var mıydı?

O anda gözümün önünde beyaz bir ışık patlaması oldu.

Hayır hayır gözümün içinde değil.

Beynimin içinde.

Yanına geliyorum.

Bu da neydi şimdi? Sesin nereden gelmiş olabileceğini düşünüp etrafa bakındım ama kimse yoktu. Yavaşça odanın kapısını açtım ama kapının önünde de kimse yoktu.

O an kafama dank etti.

Birleşme Ritüeli.

Birbirimizle zihinsel olarak iletişime geçebileceğimiz söylenmişti ama ben bunu o kadar ciddiye almamıştım. Sonuçta Titanlar, Tanrılar da gerçek değildi bu neden olsundu ki değil mi? Bu insanların ağzından çıkan cümlelere biraz daha inançlı olsam iyi olurdu.

Sesin sahibimi Abel mı yoksa Adrian mı bilmiyordum ama Abel ile vedalaşıp ayrıldığımıza göre Adrian olmalıydı.

Adrian neden benimle konuşmak istesin ki? Çok tuhaf.

Hemen üzerimi çıkardım ve pijamaları giydim. Bir hışım saçlarımı taradım ve havluları kaldırdım. O anda kapı açıldı ve içeri Adrian girdi.

“Kapıyı çalman gerekmez miydi?”

“Geleceğimi haber verdim ya kapıyı çalmama ne gerek var?”

Bu çocukla gerçekten işim vardı.

“Neden benimle uğraşıyorsun? Geldiğimden beri yaptığın tek şey beni terslemek. Şu anda ise kabalık yapmakla meşgulsün.”

Adrian derin bir nefes aldı ve sesli bir şekilde bıraktı. O böyle yapınca alnına düşen sarı-gri tonlarındaki bukleler sallanmıştı. Adrian’ın kafasının üzerinde olmasalar tatlı olduklarını düşünürdüm.

“Bak seninle bir sorunum yok. İlk geldiğinde seni tersledim çünkü Ateş Taşıyıcısı olma ihtimalin çok düşüktü ve ben… Eğer Ateş Taşıyıcısı değilsen üzülmek istemedim.”

Sesinde samimi gelen bir şeyler vardı bu yüzden sözünü kesmeden konuşmasına devam etmesine izin verdim. Bana doğru birkaç adım yaklaştı ve ellerini omuzlarıma koydu. Beklenmeyen temas beni biraz şaşırtmıştı ama bozuntuya vermedim. Şeftali tonlarındaki dolgun dudakları tekrar açıldı.

“Kabalaşmaya gelince… Kaba davrandığım için özür dilerim. Sen…”

Sanki çok gizli bir şey söyleyecekmiş gibi yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Nefeslerimiz havada birbirine karışırken, “Sen beni tedirgin ediyorsun,” dedi ve beni odada ağzı açık bir şekilde bırakarak gitti.

Loading...
0%