@arveniawagner
|
🎵 Edwin Encinas - Simplemente Tú Mar Negro ~Düşündüm... Dümdüz hareketsiz yattığım yatakta her yerim sargılıyken düşündüm. Ölememiştim. Bebeğim de tutunmuştu hayata. Beni terk etmemişti. Tanrı bana son bir şans vermişti, bebeğini senden almıyorum ama, sen de ona sahip çıkacak, bu sefer bebeğin için yaşayacaksın demişti... Tavandan gözlerimi ayırıp odaya giren doktora baktım. "Merhaba, nasılsın?" Dedi bana. İsmimi bilmiyordu, hem kimliğim yoktu hem ağzımı oynatamıyor hem de kalem tutamıyordum. El parmaklarıma kadar kırılmıştım. Yüz üstü düştüğüm için bebeğim fazla zarar görmemişti. Yine hayata bağlanmış, benimle beraber yaşamıştı... Beni bırakmamıştı... Bu bir mucizeydi... Zorlanarak doktora baktığımı hatırlıyorum, yutkunmakta bile zorluk çekiyorum. Boğazımı delmiş, yemek boruma uzun ve ince bir hortum geçirmişlerdi. Beni buradan besliyorlardı galiba. Daha sonra karnımda da aynı şekilde bir delik olduğunu söylediler. Oradan da bebeğimizi besliyorlardı. Hiçbir tepki veremiyordum. Canım çok yanıyordu, üstüne bir de bebeğimiz sayesinde sancım oluyordu. Sadece sessiz gözyaşları dökebiliyordum... Doktorlar her ağladığımda gelip kontrol ediyorlardı çünkü anlıyorlardı bir terslik olduğunu. Harika bir bakım sayesinde birkaç aya hastaneden çıkmıştım. Karnım burnuma değiyordu, kocaman olmuştu. Taşımakta zorluk çekiyordum. Bebeğimizin cinsiyetini bilmiyordum hâlâ sevgilim. Benim için sağlıklı olsa yeterdi ama senin için bebek olmasa daha iyiydi olursa da erkek olmak zorundaydı. Bebeğimle beraber intihar ettiğim için önce beni bir doktora götürmüş, daha sonra hastaneye yatırmışlardı sevgilim... Tepki vermedim, tepki vermemiştim çünkü orada bana daha iyi bakacaklarını düşünmüştüm. En azından sıcak bir ekmek yiyecektim, güzel bir yatağım olacaktı değil mi? Bebeğimi doğurabileceğim sıcak bir odam... Her yer beyaz olacaktı... Bembeyaz ve çok güzel... Burada beni kimse sevmiyordu Kerem... Ben hiçbir yerde barınamıyordum... Kerem ben yapamıyordum... Ben olmamalıydım annemin karnında oluştuğum gün ölmeliydim... Bana korkunç bir canavarmışım gibi baktılar. Bir şey diyemedim çünkü haklıydılar. Güzellik denen kavram bana zıttı, mutlulukta, huzurda. Ben bu hayatta var olmamak için vardım. Sen bile dayanamadın bana Kerem... Hastaneye yatırıldığımız ilk bir hafta güzel geçmişti. Bebeğim ile beraber yemek yiyor, oturuyorduk. Beyaz yatağın karşısındaki beyaz duvarda küçük bir nokta izi vardı. O noktayı izlemeye bayılıyorduk. Seni ona anlattığımda o kadar heyecanlı bir şekilde kıpırdıyordu ki sevgilim... Bebeğimiz hiç hissetmediği babasını çok seviyordu. Bazen hemşiremiz odaya giriyor, bizimle ilgileniyordu. Hastane iyi değildi sevgilim, hiç iyi değildi. Bazı hastaları dövüyorlar, şizofrenlere dokunamıyorlardı. Beni hiç dövmemişlerdi çünkü döverler diye korktuğum için hep uslu duruyordum. Beni biliyorsun ulaşılamaz kıymetlim, boyum çok kısa ve vücudum çok çelimsizdi. Odaya giren insanlar fazla büyük ve yapılıydı. Beni korkutuyorlardı... Bazı geceler birbirine bağırıp çağıran mahkumların sesine korkuyla uyanırdım. Ardından uyuyamadan çığlık seslerini dinlerdim. Sabaha kadar döverlerdi. Bir gün emeğini yemeyen bir teyzenin saçlarını yolmuş, kusturana kadar zorla yedirmişlerdi. Yatağına çişini kaçıran bir amcayı o yatağa bağlamış, beş gün kaldırmamışlardı. Adam enfeksiyon kapmış ve ölmüştü birkaç hafta sonra. Büyük çişiyle beraber küçük çişini de yatağa yapmıştı. Bu onun sonu olmuştu. Bir gün öyle bir sancı girdi ki karnıma, yemeğin tam ortasında, patates püresi ve yanında biraz ekmek vermişlerdi. O sancıyla öyle bir çığlık atmıştım ki hastanenin camları patlardı benden bir tane daha olup bağırsa. Doktorun odasına gittiğimizde hiç yaşamayacağım kadar kötü bir şey yaşamıştım. Doktor hem kontrolümü yapıyor, hem de beni elliyordu... Hiçbir şey diyememiş, susmak zorunda kalmıştım çünkü burada hastaların dediklerinin bir önemi olmazdı çünkü onlar deliydi... Aslında sevgilim, içeri beni değil seni ve diğer kendini bilen mensuparı almaları gerekmez miydi.? Beni delirtende, gömende sizdiniz çünkü. Şu zamana kadar yaptığım bir doğruda beni tebrik ettiğinizi hatırlamıyorum, hepiniz yanlışlarımı bekler, beni zorbalardınız. Her ne kadar affettim desem de sizi asla affetmeyeceğim... Benim neşemi çaldınız, sizi nasıl affedeyim..? Herkes kontrolün verdiği acıdan ağladığımı düşündü ama ben doktorun bana dokunmasından ağlıyordum. Hüngür hüngür... Kesinlikle eminim ki bu normal bir dokunma değildi... İlk defa baş kaldırdığım günü hatırlıyorum sevgilim. Genç bir kadın vardı kocası tarafından dövülüp deliren. Bazen yere oturur köpek gibi havlardı. Sebebi de kocasının sürekli ettiği hakaretlerde; 'Sen köpeğin önde gidenisin biraz havla tam olsun!' Demesiymiş. Kadın bunu aklına kazımış, iki dizinin üstüne oturup ellerini yere koyduktan sonra sürekli havlardı. O gün personeller deli gibi dövdü kadını. Engel olmaya çalıştım. Bebeği var demeden bir tokatta bana attılar. Yere düştüm. Dedim ki kendi kendime: 'Sen daha kendini koruyamıyorsun Masal, bir kadını koruyacaksın öyle mi?' O günden sonra düşmanları gibi davrandılar bana. Bazı günler yemek saati diye odamın kapısını açmadılar. Hemşireler eskisi gibi sıkça gelip bebeğimizi kontrol etmedi. Benim bir suçum yoktu ki sevgilim..? Sadece masum bir kadın için ses çıkarmak istemiştim. Sizin gibi onlar da kestiler sesimi. Dediklerim battı, soğuk davrandılar, sonra zorbaladılar. Günden güne yine zayıflamaya başlamıştım. Kemiklerim sayılıyordu, buna emindim. Yatakta yatmış tavanı izliyordum. Bileklerimin ikisi de kelepçeliydi. Sinir krizine girip beni çıkarmaları için odayı fazlasıyla dağıttığım gün yatağa kelepçelemişlerdi. Saçlarım kütleler hâlindeydi, ne zamandır banyo yapmıyordum. Açlıktan ağzım kokuyordu. Vücudum pisleniyor, pis kokuyordu. Tavanı izleyip seni düşünüyordum ki karnıma hiç olmadığı kadar sert bir sancı girdi. İnledim. Bileklerimi zorladım ama kurtaramadım. Sancılar azalır diye bekledim ama tam tersi, azalmak yerine arttı. Bacaklarımdan süzülen o sıcaklığı hissettim. Çiş yapmamıştım, suyum gelmişti... Bebeğimiz geliyordu... Çığlık attım, bağırdım. "Yardım edin!" Çırpındım. Bileklerimi deli gibi çekiştiriyordum ve fazlasıyla stres olmuştum. Stres sancılarımı arttırdı. Bağırarak ağlıyor yine de sesimi çıkaramıyordum. Bebeğimize bir şey olacak diye çok korkuyordum. "Yardım edin doğuruyorum!" Hiçbir doktor gelmedi, hiçbir hemşire gelmedi. Sesimi duymamış olabilirler diye geçirdim içimden. Terden sırılsıklam olmuştum. Korku had safhaya ulaşmıştı. "Doktor! Yardım edin nolur!" Diye bağırdım. Sesim çıkmadıkça daha çok ağladım. Odanın en üstünde küçük bir cam vardı. İçinden geçebilirdim ne kadar küçük olursa olsun ama hem boyum yetmiyor hem de demirler yüzünden rahat edemiyordum. Hapishane gibiydi burası... Suç işlemediğin hâlde hapishaneye düşmek ne demekti şimdi anlamıştım... Bağırmaktan sesim kısılacaktı. Bileklerim yanıyor, kanıyor ve sızlıyordu. Elimi karnıma bastırmak istedim. En azından kendi doğumumu yönetebilmek istedim ama bağlıydım, kurtulamıyordum. Kanamam olması gerekenden daha şiddetliydi. Doğum başlamıştı ve ben biraz daha ıkınmazsam bebeğimiz havasız kalacak, ardından ölecekti. Yumruklarımı sıktım ve tırnaklarımı avucuma sapladım. Dizlerimi ayırabildiğim kadar ayırmıştım. Başımı geriye atıp bağırarak ıkındım. Sesimi duyan cam patlardı ama odanın önünden geçtiğine emin olduğum doktorlardan biri gelip bakmamıştı. Tekrar ve tekrar ıkındım, bileklerimi zorladım. Adını haykırdım, belki duyarsın diye düşündüm. Acıdan saçlarımı yoldum. Canım çıkıyor, kemiklerim canlı canlı kırılıyordu sanki. Her ıkındığımda içimden yarım litre kan çıkıyor gibiydi. Belimde felaket bir ağrı vardı, kaburga kemiklerim batıyor, canımı yakıyordu. Birkaç saat önce beyaz olan yatak çarşafları şimdi kıpkırmızıydı. Derin nefes aldım... "Başaracaksın Masal, hadi... Hadi... Hadi..." Kendimi motive ederek daha çok ıkınıyordum. Kaç saat geçi emin değildim. Camdan yansıyan akşam üstü olduğuna emin olduğum gökyüzü şimdi kapkaranlık, katran siyahıydı. Yıldızlar yoktu, bu gece gökyüzünü terk etmişlerdi, belki benden korkup kaçtılar diye düşündüm... Doğurdum... En sonunda bebeğimi doğurabilmiştim ama ben ben değildim. Başım sürekli geriye düşüyor, bedenim tutmuyor, gözlerim görmüyordu. Öleceğime emindim, bebeğimizi doğururken ölecektim. Zorlanarak yutkundum ve ağzıma gelen kan tadını bastırmaya çalıştım. Bir anda sustum. Susmak zorundaydım, etraf çok sessizdi. Etrafta bir bebek ağlaması olmalıydı ama çok sessizdi. Nefesimi titrekçe verdim. Başımı iki yana salladım. "Hayır... Hayır! Hayır! Hayır! Hayır!" Deli gibi bağırmaya başladım. Bebeğim ağlamıyordu. Başımı kaldırıp baktım. Gözleri kapalıydı kıpırdamıyordu. "Yardım edin bebeğim ağlamıyor!" Diye bağırdım. Gece kontrolü için çekimlere başlamış kameralara baktım. Bir şey alıp fırlatmak istedim. Odanın iki yanında da kameralar vardı sevgilim. Doktorlar izlemişti ama hiçbiri kılını kıpırdatmamıştı. Onlara göre ölmek için bekleyen bir ucubeydim. Bir gün bir doktor benim hakkımda diğerine: 'Bu kızla yatmayı kabul eden ya çok çirkindir, ya da yoklukta kamış moruğun tekidir.' Demişti. Seni düşündüm o an. Bembeyaz dişlerinle süslediğin gülümsemeni, İçimi kor ateş gibi ısıtan bakışlarını düşündüm... Sesini unutmuştum... Yüzünü unutmaya başlamıştım ama gözlerin hep aklımdaydı... "Benim sevgilim çok yakışıklıydı ama değil mi?" Dedim kendi kendime. Beynim onay verdi. Kocaman gülümsedim. "Gözleri, saçları, kirpiklerine kadar aşığım onun. Saçının tek bir kılı kadar gökyüzüne yıldız fırlatmak istiyorum. Bİr o kadar da öpmek istiyorum. Ona ait olan her şeyi çok istiyorum, onu çok seviyorum. O da beni seviyordu değil mi?" Diye sordum tekrar. Beynim onayladı, kalbim de aynı şekilde. Gülümsedim. Seviyordu dedim kendi kendime. O beni çok seviyordu ama bana zararlıydı. Kerem Yılmaz şu hayatta gördüğüm en zararlı ama güzel şeydi. Gülü sevip dikenini de sevmekti. Isırgan otunun ne kadar can yakacağını bile bile ona dokunmaktı. Develerin kaktüs yeyip o dikenlerin acısını hissetmesi, ama hissettikleri acıdan zevk almalarıydı. Kerem'i sevmek öyle kolay değildi. Onu çok sevmiştim ama tüm ömrümü ona adayamamıştım... En sonunda odanın kapısı açıldı. Dik duramıyordum. Bir hemşire gelip bebeğimizi aldı. "Nefes alıyor mu..?" Diyebildim sadece. Cevap vermedi ve direkt çıktı odadan. Başım yatağa düştü. Gözlerimde yaşlar birikmişti. Berbat bir hâldeydim. Gördüğüm tek şey, yatağımdan birkaç adım uzaktaki bir bebek beşiği ve içindeki kahverengi ayıcık oyuncağıydı... |
0% |