@arveniawagner
|
🎵 Toygar Işıklı - Anlatamam ( Slowed ) ~Bir erkekle geçebilecek en güzel gecelerden biriydi o gece. Sen ve ben... Bedenimizin gerçekten bütün olduğunu tekrar hissettiğim o gece... Artık kimseden korkmamıza gerek olmadığını fark ettiğim o an... Koyulaşmış ve en az babanınkiler kadar ağır ama şehvet ve sevgiyle bakan kahve gözlerinde tüm kadınlığımı tekrar sana sunduğum o an... Senden son bir şey isteme şansım olsa o gece baktığın gibi bana bakmanı, vücuduma dokunmanı, benimle bir bütün olmanı, dudaklarını tekrar hissetmeyi isterdim. Tüm gece beraber olmuştuk, sabah gidecektin. Sonra yine hastanede nöbete kalacaktın ve akşam ben uyuduktan sonra gelecektin. Tahmin ettiğim gibi oldu. Sabah gittin akşam gelmedin. Felaket bir mide bulantısı ve baş ağrısıyla baş başa kaldım. Odadan çıkmadım, insanlar artık alışmıştı beni rahat bırakıyorlardı. Kimse odama girmiyordu, giren olsa camdan aşağı bakarken senin gelmeni dört gözle beklerken göreceklerdi beni. Hamile olduğumu anlamıştım seni beklerken, test yapmaya gerek dahi duymamıştım. Gözlerimden damlalar tekrar ve tekrar süzülmüştü. Senin dönüş yolunu gözlerken seni terk eden bir sevgilin olmuştu... Canı her ne kadar acısa da senden gitmek zorunda hisseden bir sevdiğin olmuştu... Hiçbir şeyi almadan çıktım o gün evden, sadece senin bana verdiklerini koymuştum çantama. Telefonumu, kredi kartlarımı her şeyimi evde bırakmıştım. 400 sterlin nakitle evden çıktığımda neler yapabileceğimi oturtmaya uğraştım kafamda, uğraşırken kendimi daha kötü hissettim. Senden gidiyordum. İçimde sana karşı inanılmaz bir nefret ama bir o kadar da delirtecek kadar büyük bir sevgi besliyordum. Senin aşkın bana her zaman zararlıydı. Sen zehirli bir suydun ve ben o zehirli suyu kana kana içmeyi arzulayan kızdım. İlk yapmam gereken ülkeyi terk etmekti, bunu yaptım. Zor olsa da ülkeden çıkmayı, Polonya'ya taşınmayı başardım. Koskoca evimde sadece bir koltuk, camın kenarındaki sehpada yarım küflü ekmek ve domatesle doyurdum karnımı. Evde bir kazan dairesi vardı, kapıcılık görevini üstlenmek şartıyla kira ödemiyordum. Hem çalışıyor, hem ay başında uygun bir miktar para kazanıyor, hem de ücretsiz bir şekilde evde oturuyordum. Evin tek sorunu fazlasıyla rutubetli ve soğuktu. Burada hem bebeğimi hem kendimi hasta etmekten çok korktum... Bir sonraki maaşımda ilk yaptığım şey kendime bir battaniye almak oldu, bir de ilaç, böcek ilacı ve fare zehri alarak fare ve karafatmaları kendimden uzak tutuyordum. Bilirsin böceklerden çok korkarım. Alıştım ama, artık korkmuyorum. Evimizde bazen sabaha kadar otururdum oğlumla, elimde bir sopa fare gözetledim koltukta. Bir gece bir farenin kulağımı kemirme riskiyle karşılaştıktan sonra bu bende bir travma oluşturmuştu. Minik evimiz çok soğuktu ama yorgan bizi serin tutuyordu. Sahip olduğum tek şey bir koltuk, biraz yemek, biraz su, bir battaniye, senden kalma domuz oyuncağım, birlikte çektiğimiz bir resim ve yine karnımda taşıdığım minik bebeğimizdi. Bir gün hasta oldum, hem de çok hasta oldum. Titreyen ellerle kendime bir çorba hazırladım ve o çorbayı içtim. Ben yemek yapmayı da bilmezdim, veya sevmez... Grace'ten gördüğüm tarifi az çok hatırlayarak yapmıştım çorbayı. O kadar da kötü olmamıştı, içilebilecek durumdaydı. Binada bana yardımcı olabilecek tek bir kişi vardı o da üst komşum Daniel'di. Kendisi beni bu eve oturtan olmakla beraber beni sözlü taciz eden ilk kişiydi de. Beni buraya almasının sebebi beni istemesiydi. Normalde asla kabul etmezdim ama mecburen etmek zorunda kalmıştım. Bu evde oturmayı kabul etmesem sokakta bebeğimizle beraber ölecektim. Çatlak olan ve içeri soğuk hava giren camı bantla bir güzel yapıştırdım, eskisinden daha sağlam olmuştu ve o kadar fazla rüzgâr girmiyordu. Hafif hafif şişmeye başlamış karnımı ovup gülümsediğimi hatırlıyorum. Günden güne eriyordum, göz altlarım mosmor, zaten zayıf olan bedenim daha zayıf, saçlarım dağınık, dudaklarım kuru ve ellerim çatlak. Çöp alma saatinin kaç olduğunu dışarıda öğlenci çocukların eve dönmesiyle anlıyordum. Sırtında çantası olan çocukları görür görmez hemen çöpleri toplamak için merdivenlerden koşuyordum. Daniel'in evinin önünden geçeceğim bir gün üzerimdeki uzun örme yeleğe sarılmış, neredeyse hiç ses çıkarmadan poşeti almak için uzanmıştım. Poşetin ilk hışırtısıyla kapının açılması bir olmuştu. Sıçradım ve geri gittim. Yutkunup yüzüne baktım. Ona karşı muhtaçtım, hem de hamileydim ve hormonlar beni olması gerekenden daha duygusal ve çekinik yapmıştı, ortam şartlarım sürekli dişlerini gösteren Masal'ı yok etmişti. "Masal" dedi ve sırıttı sapsarı dişlerinin olduğu alkol ve balık kokan pis nefesiyle. Yüzümü ekşitmemek için nefesimi tuttum. Vücudu ter kokuyordu. Benden çok yaş büyüktü, sarkan koca göbeği kıldan gözükmüyordu. "Buyurun Mr. Richie?" dedim korkuyla. Tek elimi karnıma koymuştum. Bebeğimden güç almak isterken diğer elim ağrıyan belimdeydi. "Eve gelsene, iyi görünmüyorsun. Belin mi ağrıyor yoksa?" Tebessüm ettim ve başımı iki yana salladım. "Hayır, çok teşekkürler çöpleri atsam iyi olur." Demeye kalmadan yerdeki çöp poşetini merdivenlerden aşağı itmişti. Kocaman ve korku dolu gözlerimi ona diktiğimi hatırlıyorum. Elimi karnıma biraz daha bastırdım. Gecemizin en güzel simgesi olan o bebekten güç aldım. "Ne yapıyorsunuz!?" diye sordum korkuyla. Bileğinden tutup kendine çekti, çığlık atmama izin vermeden bir anda öpmüştü beni. Bu normal bir öpücük değildi. Dudağımı ve yüzümün çoğu yerini yalıyordu adeta. Acıyla inildedim ve çırpındım. Kesmediği uzun ve pis tırnaklarını kemiklerime gizlenmiş etime saplamıştı. Durmadı. Orada üzerimdekileri yırtarak soydu beni... Senin bile beğendiğin o kıyafetlerimi yırtarak çıkardı bedenimden... Devamını anlatamıyorum... Sana sevgilim demeye dahi utanıyorum şimdi... Ama o gece tahmin ettiğin şey yaşandı... Zorla ve hiç olmayacak bir hızla, bacaklarımdan aşağı süzülen kanlarla beraber yaydığı pis ter kokusundan ve vücudunun iğrenç salgılarından kustuğumu hatırlıyorum. Ayaktaydık ve ben yere kusarken bir saniye bile yavaşlamamış, saçımı tutup çekmişti. İçimdeki her şeyi üstüme çıkarmıştım. Hüngür hüngür ağlıyor senin adını bağırıyordum. Sesim binada yankı yaptı, herkes duydu ama kimse gelip bakmadı. İnsanlığın bittiğini bu sayede anladım... Zar zor kurtuldum o adamın elinden elime geçen ilk şeyi sapladım ona, sivri bir meyve bıçağıydı. Bağırarak ağlarken en az 50 kere bıçakladım onu. Bir de o şekilde kusmuştum olduğum yere. Zorlanarak çıktım evden. Bacaklarım tutmuyordu, kan kaybederken bağırarak ağlıyordum. Saçlarım yolunmuştu. Aklımda sadece iki şey vardı, geri kalan hiçbir şey umurumda değildi. Birincisi bebeğimi kaybetmiş olabilirdim... İkincisi sana ihanet etmiş bedenimi pisletmiştim hatta bebeğimi bile... Bedenimde hâlâ onun mantardan sertleşmiş avuç içlerini hissediyorum. Kalçamda, göğüslerimde ve kadınlığımda... Tek elim karnımda zorlanarak binadan çıkmış ve bağırarak ağlarken aynı şekilde bağırarak yardım dileniyordum. Bacaklarımı birleştiremiyor, topallıyordum. Fazlasıyla pişik olmuştum. Üstüm çırılçıplaktı ve kandı... Sadece 45 dakika olduğunu tahmin ettiğim bu an bana kırk beş yıl gibi gelmişti... Kusmuk ve ter kokuyordum. Birazda bira -Belki daha fazla- en sonunda binadan biri yardım etti ve beni arabaya bindirip hastaneye getirdi. Polisi işte şimdi aramışlardı. Zaten psikolojimin daha da bozulmasıyla beraber hem nefs-i müdafaa yaptığım için tutuksuz yargı yemiştim, hem de bir adamı ilk defa öldürmüştüm... Kaya ve sen bana 'Sakın bir hastanın bu bölgelerini çok derinden kesme, fazla kan akar ve durmaz. Ölümcül yerler, durduramazsın kanı.' Derken ben o bölgeleri hedef alarak birini öldürmüştüm. Dediğiniz gibi yoğun bir şekilde kan fışkırmıştı damarlarından. Hastaneden çıktığımda bebeğimin sağlıklı olduğunu ve o kanamanın sadece kendimi sıktığım için oluştuğunu öğrenmiştim... Artık çok daha kötüydüm benim biricik sevgilim... Çok daha berbattım ulaşılamaz kıymetlim... Sürekli seni düşünüyordum, acaba ne yaptı ben gittikten sonra diyordum... Ya babamlar..? Unuttun mu beni biricik hazinem..? Yoksa senin için sadece bir yatak oyuncağı mıydım..? Her şey daha berbat bir hâl almıştı... Saat gecenin ikisi... Elimde oyuncak domuzum ve diğer elimde senin resminle beraber üzerimde senden aldığım geniş gömleğinle çıplak ayak sokakta yürüyordum... Hastaneden sonra doktor dinlen demişti ama dinlenecek bir evim yoktu... Benim tek evim sendin ve ben artık evin yolunu kaybetmiştim... Umutlarım yeşermiyordu artık. Senin gökyüzünde bana yer yoktu. Bana ilk gelen sendin ama senden ilk giden bendim. Bu yüzden kendimi asla affetmeyecektim ama senin beni yine affetmeni diledim... Hâlâ seni bırakmanın acısını yaşıyordum, yokluğunu ifade etmeye kelimeleri yetiremiyordum. Mısra mısra sana aşk mektupları yazsam ne faydaydı bu saatten sonra? Sevgilim sesini unutuyorum yavaş yavaş... Ama gözlerin hâlâ aklımda... Peki sen unuttun mu sesimi..? Bazı geceler uyurken sana söylediğim şarkıları hatırlıyor musun..? Yoksa o anılarımızı seni bıraktığım gün çöpe mi salladın..? Beni böyle de sever misin diye sormaya cesaretim yok, yokluğun kadar ağır bir cevap almaktan korkuyorum... Bir süre sokakta kalıp kapı kapı ekmek ve su istemişliğim oldu. Kimse hâmile bir kadını işe almak istemiyordu. Banklarda uyuyor, sabahlıyordum. O hâlimi görseniz inan beni tanımazdınız. Sadece ikizim değil, beni doğuran annem bile tanımazdı. Sokakta yatan kişilerin sözlü tacizlerine maruz kaldım. Bir gün reddettiğim için karnıma sert bir tekme yemiştim ama oğlumuz yine ve yine hayata tutunmayı başardı sevgilim. O eve tekrar dönmek istemiyordum. Her ne kadar dönmek istemesem de dönmek zorunda hissediyordum. Dönemezdim ve dönmeyecektim. Bir gece yine başka bir sokakta bir köpek saldırısına uğramış deli gibi kaçmıştım. Üzerimde hâlâ senin gömleğin vardı, kokmamış ama çok pislenmişti üstüne bir de ısırılmıştım ve canım çok yanıyordu. Kadın sığınma evleri üzerimde eşya ve para olduğu için beni kabul etmiyordu. Zorla bir hastaneye gittiğimi hatırlıyorum. Kuduz olacağım diye çok korkmuştum, köpeğin gözleri kıpkırmızı ve yerinden pörtlemiş bir şekildeydi, dili sürekli dışarıdaydı ve ağzından salyalar akıyordu. Artık bedenimi kaldıracak gücüm yoktu, bebeğimi doğuramadan onunla beraber öleceğimi hissediyordum. O gün hastaneye yatırıldım. Sıcak bir çorba, taze bir ekmek yemeyeli uzun zaman olmuştu. Elimden gelse o çorbadan tekrar içmek için kendimi defalarca kez o köpeğe kaptırabilirdim. Sonuç olarak, yine çıktım hastaneden. İyi değildim ama hastaneye de yatmak istemiyordum. Beni boğuyordu hastaneler. Önceden hiç boğmazdı. Bazen Neil ile saatlerimi geçirebilirdim orada ama şu an hastanede vakit geçirdiğimde burnuma dolan her koku midemi bulandırıyordu. Cebimde param yoktu. Varsa da aylık paramdan kalan birkaç zloty ile kendime yiyecek bir şeyler almıştım. Sıcak bir yuva bulmak için uğraşıyor, bazen yeme yemiyor para biriktiriyordum. Bulunduğum yerdeki insanlar yardımsever veya misafirperver değillerdi. Bir gece bankta uyuduğumu hatırlıyorum. Sonra yumuşak bir beden hissettim. Tüy gibi olan vücudumu yavaşça doğrultarak oturduğunu, saçlarımı okşamaya başladığını hissettim. Gözlerimi açmadım, gözlerimi açamazdım çünkü bu hissettiğim şey ve aldığım koku, açlık ve yorgunluğun üzerimde bıraktığı bir halüsinasyon'du. Orada, o yumuşak kucakta yatarken hüngür hüngür ağladığımı sana söyleyebilirim. Kıpırdayamadım çünkü kıpırdarsam bu koku da gidecekti saçlarımı okşayan el ve konuşmayan beden'de. Karnımı hafif hafif okşarken gözlerimi yavaşça açtım. Çişim gelmişti ve ben bir yerlere gitmek zorundaydım. Tahmin ettiğim gibi olmuştu, ben gözlerimi açmıştım, o koku, beden, vücut ve el yok olmuştu. Köpek ısırığının olduğu yerdeki sargıyı düzelterek kalktıktan sonra belli olmayan bir ağaç dibine çişimi yapmıştım. Elimdeki peçeteyle temizlenip kalktıktan sonra üstümü düzeltmiş, peçeteyi de çöpe atmıştım. "Senin gibi zayıf bir kızın bu saatte sokakta olması normal mi?" sıçrayıp arkamdaki o sese döndüm. Elimi karnıma koydum ve sanki bir şeylerden korur gibi sarmaladım. Geri geri gittim. Tahmin ettiğim gibi bir sokak serserisinden başkası değildi bu. Yutkundum. "Beni mi izledin? Ayrıca bunun seni ilgilendirdiğini pek düşünmüyorum." Gülmüştü, elindeki alkol şişesini son kere dikip tamamını tek seferde yuttuğunda olduğum yerde susuzluktan kurumaya başlamış ağzımdaki son tükürükle ben de yutkundum. Bacaklarımda asla koşacak bir gücü bulamıyordum. O kadar berbat bir yerdeydim ki sadece bir polis karakolu vardı ve o da bana oldukça uzaktı. Sokaklarda dolaşan bir tane bile polis yoktu. "İzledim, her ne kadar zayıf olsan da bedenin çok güzel ama bir fark var." Hamilesin, karnın büyümüş demesini beklerken bir anda; "her ne kadar zayıf olursan ol güzelsindir." Bu dediğinin üstüne midem felaket şekilde bulanmıştı. Çaresizlikten gözlerim doldu. Bana tamamen yaklaşmış bileğimi tutmuştu, baş parmağıyla okşuyordu. Bunu tekrar yaşamak istemiyordum. Artık bedenimde başka bir erkeğe ait bir kalıntı istemiyordum. Kadın olmak bu demekti, istemediğin her şeyi yapmak zorunda olmak, yaptığın zaman da suçun tamamen sana kalmasıydı. Beni güzel bulduğundan değil kendi erkekliğini tatmin etmek istemesindendi güzelsin lafları. Bileğimi hızla çekiştirip tüm gücümle göğsünden ittim. Sendeledi, sarhoştu çünkü. Fırsat bu fırsattı. Elimi karnıma koyup ağlayarak koşmaya başladım. En sonunda bir dağın başında buldum kendimi. Aklım hâlâ konuşuyordu sevgilim. Sesler çoğalmıştı. Gözlerimi kapatıp bir süre saçlarımı çekiştirdim. 'Yine ihanet ettin, madem seviyordun neden gittin?' Gittim çünkü onunla olmak onsuz olmaktan daha zor gelmişti gözüme... 'Atla aşağı öldün... Sen zaten ölmüştün... Öldün... Aldattın... Vücudunda en az üç erkek DNA'sı bulunuyor...' Başımı iki yana sallayıp ellerimi kulaklarıma bastırdım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Karnımı okşadım. 'Zaten o da istemeyecekti bebeğini, yüzündeki o üzüntüyü gizlemeye çalıştığını biliyorsun. Ama gizleyemediğini de görüyorsun. O hayal kırıklığını görmemek için gitti. Atla. Öl ve bebeğinle daha güzel bir dünyada yaşa.' Aklımdaki sesler hiçbir zaman susmayacaktı. 'Hiçbir zaman öncelik olmadın, sadece onun önceliği oldun ama o seni değil, hayallerini önceliği yapıp seni görmedi. Senin hayallerin oydu ama onun hayalleri sen değildin. Onun hayallerinin en sonuncusuydun.' Hak verdim... Sustum... Bu en kötüsüydü... 'Her zaman seni manipüle etmeye çalıştı, kendi hayalleri için çırpındı ama sen hayallerini bile onun için oluşturdun. Onun için tıp okudun, onun için sen senliğinden vazgeçtin.' Yine hak verdim... Sustum... Bilincim bu sese itaat etti... 'Doğduğunda bile baban ilk oğlum dedi, sen ilk kelimeni bile baba derken babanın kucağında kardeşin vardı. Çoğunlukla annen ağladı senin için ama sen hep baba dedin. Anneni hiç görmedin...' Haklıydı... Sustum... Ağladım... 'Kendini o kadar bağladın ki ona, gözyaşı döktüğünde insanlar Kerem için ağlıyorsun sandı. Biriyle tartıştığında sen konuşma git Kerem'e ağla dediler. Eline kırbacı alan ilk sana vurdu...' Hüngür hüngür ağlarken uca yaklaştım... 'Atla ve öl kızım, bu dünya senin için çok acımasız. Bebeğin için de öyle olmasın...' Kendimi geriye bıraktım ve yere çakıldım... Hissettiğim tek şey tüm kemiklerimin büyük acısı ve karnıma giren keskin sancıydı... |
0% |