Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@ashaiiwi

İnsan genelde ölmekten korkar ama korkmayan bir millet varsa? Herkes koşuyordu. Vatanlarını bu canavarlardan korumak için ellerinden gelenleri yapıyorlardı. Ölüceklerini bilmelerine rağmen bu kadar korkusuzca savaşmaları taktir gerektiren bir davranıştı. Askerler kamuflaj olamıyorlardı çünkü üniformaları savaşa uygun değildi. Siyahtı ve üstünde ağırlık yapan taştan süslemeler ile krallığa uygun bir görünümdü ama savaşa değil!

Binbaşı Kran düşünüyordu. Kutsal topraklarını nasıl geri alabilirler di? Eskiden sadece bu çöllerde Ateş Krallığı vardı. Gerçi Ateş Krallığı yıkılmıştı ama...

Her neyse...

Kran ve onun yardımcıları savaş planı hazırlarken içeriye bordo rengi saçları olan bir adam girdi. Yirmili yaşlarında olan bu adamın üstünde onu en yetkili kişi yapan lanet olası bir rozet vardı. Bordo saçlı adam geldiğinde sadece Kran'ı dinledi , dinledi ve dinledi. Lakin onun fikirlerini beğenemedi...

Bordo saclı adam kalktı ve haritanın bulunduğu masaya vurdu.

" Bu aptalca fikirleri nerden bulursunuz? Bu kadar mühim bir vakitte benim zamanım kıtken benim zamanımı yemeğe utanmaz mısınız? Sadece saldıracağız

Bu bizim için daha hayırlı olur. Bu arada Kran... Beni hayal kırıklığına uğrattın." Diyip arkasındaki saçlarından daha açık olan bordo rengi pelerinini uçuş tutarak çadırdan çıktı.

Bordo saçlı adam prens olmasına rağmen şu an halkının kan revan içinde olması hoşuna gidiyordu. Sebebini kendi bile bilemiyordu. Ancak bunu babası'nın onu küçükken sıkı bir eğitimden geçirerek duygularını almasına bağlıyordu. İnsanların acı çekmesi hoşuna gidiyordu ki bunların içinde ailesinde vardı lakin birisi hariç...

Ortanca kardeşleri.

Gerçi tam ortanca da denilemezdi. Ailenin en büyük çocuğu bordo saçlı adamdı, ondan sonra ise tek yumurta ikizleri doğmuştu. İlk doğan kardeş Nijuku ondan sonra doğan ise Monoji idi . Bordo saçlı Monoji'yi o kadar sevmezdi ki onunda abisini sevdiği pek sayılmazdı ancak Nijuku onun minicik ,her an zarar görebilecek ,kırılgan bir tanrıçasıydı. Ona bir şey olmasındansa kendisinin ölmesini tercih ederdi. Kimilerine göre bu sağlıklı bir abi kardeş ilişkisi değildi. Bu artık saplantılığa ve deliliğe giriyordu ancak iki kardeş'te bunları takmıyor'du çünkü aile olarak sadece birbirlerine sahip olduklarının farkındalar'dı.

"Boroku!" diye bir ses bordo saçlı adamın kulaklarında duyuldu. Arkasını döndüğünde minik kız kardeşinin o güzelim kan kırmızısı saçlarının dağılmış ve koyu yeşil gözlerini kapatmış bir şekilde buldu. Kız son gücü ile abisinin ismini söylemiş ve bayılmış'tı. Boroku koşarak kardeşinin yanına gidip yere oturdu ve onun kafasını bacağına koyup saçını okşadı.

"Sen vazifeni en iyi şekilde yaptın Nijuku. Sıra abin'de (⁠✿⁠^⁠‿⁠^⁠)"

Kızı kaldırdı ve çadır hastaneye getirdi.

Ah şu lanet zekaylar onu delirtiyor du. Delirmesin'in bir diğer sebebi ise kardeşine zarar vermeleriydi.

" Siktimin canavarları." dedi Boroku. Büyük adımlarla hende girdi. Hendek oldukça küçük ve bunaltıcıy'dı. Ateş bükebilen askerler ön saflarda iken bükme yetenekleri olmayanları

arkalara koyuyorlardı. Zekaylar güçlü ve hızlılar'dı evet ama bir ateş değillerdi. Onlar toprak ve suya üstün gelebilirdi sadece. Boroku üstündeki ağır pelerini attı ve ölen bir askerin silahının başına geçti. Merak ediyordu...

Bu namuzsuz itlerden hangisi kardeşini uğraştırmıştı?

Karşı tarafın silahları yoktu.

Olmama sebebi ise teknolojinin onların dinine ters olmasıydı.

Zaten şu sıralar onların dinine her şey tersti.

Kral ülkeyi din ile kandırıyordu. Kendisini yeni ilah bellemişti. Çocuklarıda ondan sonraki yeni ilahtı...

Yani pis bir yönetim. Boroku bunu düşündükçe daha fazla midesi bulandı. Gerçekten acınacak haldelerdi ki acıyordu. Sonuç olarak ateş bükücüleri değil su ve toprak bükücülerin kanını içip etini yiyorlardı lakin şu yüz yılda toprak bükücüler görülmemişti.

Zekayların amacı güney yarısının hepsini alarak suların topraklarını ele geçirmek.

Ateş bükebilen Rusityalıların ise sadece vatanını korumaktı. Gerçi her iki taraftaki askerler de kendince haklıydı. Krallıkları ne derse onu yapacaklar dı. Onlar sadece bir piyon du. Şahı korumak için orda bulunan küçük ve önemsiz piyonlar.

Lakin

Boroku piyon değildi. O şahın ailesinin bir üyesiydi.

"Prensim ateş bükenler onların hendeindekilerin hepsini yakmışlar ileri gidebiliriz!" dedi acemi bir er Borokuya.

Tabii bu durum hemen olmamıştı. Tam tamına üç saat sürmüştü bu mücadele. Askerlerin görev değiştirme saati gelmişti. Boroku hemen eve gitmek istese bile kardeşine bakması gerekliydi. Boroku sendeleyerek kardeşinin uzandığı yatağa oturdu ve saçını okşayarak onu uyandırdı. Nijuku normalde savaşlarda yorgunluktan bayılan zayıf birisi değildi fakat bugün bir ilk yaşanmıştı. İki kardeş beraber atlatına binerek boğaz

Limanına doğru sürmeye başladılar. Sonrasında atlarını bağlayarak gemiye bindiler. Gittikleri yer kuzeydoğu yarısıydı. Orda daha iyi teknoloji, ulaşım ve sosyallik vardı. Güney yarısında olmayan şeyler...

Gemi kuzeydoğu yarısına varalı daha iki üç saat olmuştu lakin Nijuku ve Boroku hayla limanda onlara almaya gelicek kraliyet arabasını bekliyorlardı. Güneşin altında iki buçuk saat oturduklarıdan dolayı terlemişlerdi. Gerçi üniformaları ipek kumaşlardandı ama..

Boroku Nijuku'nun da terlemeye başladığını fark edince yakınlardan kıyafetler aldı. (Kendisine de tabii ki)

Tamam belki kraliyete uygun kıyafetler değillerdi ve ayrıca Nijiku'nun elbisesi diz kapağının üstündeydi.

Boroku ise sadece bir kısa kollu gömlek almıştı ayakkabıları ve pantolonu hayla aynıydı. Yeni kıyafetlerini alıp beklemeleri gereken yere gittiklerinde at arabasının geldiğini gördüler ve hızlı adımlarla at arabasına doğru gittiler. Tamam belki savaşlara gidip savaşın seyrini değiştirecek kararlar veriyorlardı fakat ikisinde bir çocuktan başka bir şey değillerdi. Nijuku on dokuz yaşında ve Boroku ise yirmi üç yaşındaydı. Aralarında dört yaş olmasına rağmen çok iyi anlaşıyorlardı. İlişkileri abi kardeş ilişkisinden daha falzaydı onlar en yakın arkadaştı, dert yoldaşı ve suç ortağıydılar. At arabadına gülüşerek binen kardeşlere karşılarında oturan kahya küçük bir tebessümle baktı ve atın ilerlemesi için emir verdi. Krallığa doğru yaklaştıklarında kahya Nijuku ya bakarak "Prensesim sarayda müstakbel eşiniz prens Dusstin krallıkta ailesiyle birlikte sizi bekler. Bu kıyafetlerle onların karşısına çıkmanız pek musayit değildir."

"Kardeşimin ve benim giyeceklerimizi hazırladınız dimi?" "Evet prensim hazırladık. Babanız saraya gider gitmez hazırlanıp büyük salona gitmenizi ister." dedi ve hemen ardından at arabası durdu. Nijuku ve Boroku direk odalarına çıktılar ve üslerini değiştirip büyük salona indiler. İndikleri gibide Su krallığının kraliyet ailesini ve kendi ailesine gördüler. Nijuku gelin adayı olduğu için kendisinden beklenen el öpme hareketini yapmak adına kaynanasının, kayınpederinin, görümcesinin elini öptü ve sıra müstakbel kocasına geldi. Adam yirmi dört yaşındaydı ve Nijuku'ya gerçekten seviyordu. Dusstin kördü ama bir su bükücüydü. Su bükme yeteneğini insanların içindeki kan akışlarını hissederek kullanıyordu. Yani yarı körde denebilirdi. Nijuku'nun ona geldiğini hissedince ayağa kalktı ve Nijuku'nun elini nazik bir şekilde öptü. Nijuku sonrasında kör olsa bile etek selamı verip müstakbel kocasının yanına oturdu.

Sonramı?

Sadece savaş hakkında konuştular.

Gerçi küçük bir ara Nijuku ile Dusstin'in duğünüde konuşuldu.

Konu kapanır kapanmaz kendisini dışarı atmıştı Nijuku.

Bu lanet şey ne zaman son bulucaktı?

Nijuku'ya sorulmamıştı bile.

Peki ya Dusstin?

Ona sorulmuşmuydu?

Muhtemelen hayır.

Nijuku hızlı adımlarla sarayın zemin katına inip ordaki güzel gül ve lale bahçesine açılan balkona attı kendisini.

Mermer taşa yaslandı ve bu güzel görüntüyü gördü.

Gerçi Tanrı'nın yarattığı her çiçek eşsizdi.

Nijuku bu düşüncelerden sıyrılıp sadece sesi duyulan denizi dinlemeye başladı.

Gözlerini kapattı ve o an'a odaklandı.

Buradan gitmek istemiyordu. Kendi vatanından gitmek istemiyordu. O bir prust değil prenses kalmak istiyordu.

Kraliçelik ona göre değildi. Babası ona hep silah tutmayı öğretmişken şimdi nasıl bir leydi olmasını beklerdi?

O öyle yetişmişti ve de öyle kalıcaktı.

Tamam belki bunlar için üzgündü.

Sonuç olarak özünden vaz geçiyordu ancak geleceğin su kralına karşı içinde bir sevgi besliyordu.

Belki acımaydı belkide aşk?

"BÖ-"

"Ateş seni si- ABİ KOMİK DEĞİLDİ!"

"PUHAHAHAHHAHAHAHAHAH"

Boroku gülmekten yerleri silmeye başlamışken Nijuku ise ona 'Napıyo bu salak?' dermişçesine bakıyordu.

Boroku ayağa kalktığında üstünü başını silkeledi ve sonrasında ellerini sildi. Boroku kerdeşinin içten içe mutlu olmadığını hissediyordu.

"Hey Nijuku! Harika bir fikrim var." "En son bunu dediğinde az kalsın ölüyorduk!" "Fazla sıkıcısın. Ayrıca öyle bir şey değil." "Hadi bakalım."

~°~Yarım saat sonra~°~

"Abim... SEN CİDDİMİSİN. BURASI NERESİİİİİ?"

"Bar?" "Sağol ya gerçekten bilmiyordum! Abiciğim biz ikimiz kraliyet ailesinden olan bireyler olarak ahlaksız insanların bulunduğu yerlere gitmememiz gerekli."

"Of ne biş yaptın gel hadi!"

Boroku Nijuku'yu çekiştirerek barın içerisine soktu.

"Gel hadi bir viski içelim." "Abi ben artık resmi olarak bir purustum..." "Sıçacam purustluna gel buraya!" diyip barmen masasına zorla oturttu ve viski istedi. Hiç bir şey umrunda değildi. Krallığın başına o geçecekti lakin bu husus onu pek rahatsız etmekteydi.

Gecenin sonunu sorarsanız...

Kör kütük sarhoş oldular ve krallığın duvarlarına tırmanmak zorunda kaldılar.

Boroku kafasını yatağa koyduğunda içinde kusma isteği vardı.

Kafasını sol tarafına çevirdi ve komodinin üstünden Nijuku ile olan fotoğraflarını inceledi. O günü hayal mayel hatırlıyordu.

Nijuku elinde küçük bir böcekle abisine gelmiş:

"Abi bu böcekçik uçmuyo." diyip ağlamaya başlamıştı.

Sekiz yaşına kadar her şey muhteşemdi ama dokuzuncu yaşlarında bu mükemmeliyet bozulmaya başlamıştı.

Su krallığı...

Daha dokuz yaşında on üç yaşındaki oğluna kız beğenmişti ama bunu bize hiç çaktırmadılar.

Ne kadar mide bulandırıcı.

Boroku sinirle fotoğrafı yerine koydu ve düşündü.

5 yıl önceki olayı...

 

5 yıl önce:

Krallığın duvarlarında sarmaşıkların kapattığı yerlere genelde resim çiziyordu Nijuku. Babası görese ona çok kızardı çünkü.

Sonrasında Boroku ona yardıma gelmişti.

Beraber kocaman bir yaşam ağacı çizmişlerdi.

Onlar detayları eklerken biri yanlarına geldi.

Bir Zekay.

Adam yirmi dörtlü yaşlarında gözüküyordu.

Saçları koyu bir kahverengi ve hafiften dalgalıydı.

Közleri koyu kan kırmızısı ve sivri dişleriyle oldukça dikkat çekiciydi. Adam kocaman gülümsemesi ile çocukların yanına geldi. On yedi yaşındaki genç ister istemez yüzüne kardeşini korumak için ciddi bir surat ifadesi takındı.

Adam yanlarına geldiğinde o da onların yanına oturdu.

Boroku'ya bakmadan Nijuku'ya döndü ve en samimi gülümsemesiyle "Size yardım edebilir miyim sevgili prensesim?" dedi. Nijuku kıkırdadı ve "Sizin gibi büyük bir soylunun bizim gibi çocuklarla resim çizmesi çok komik!" dedi ve duvara biraz daha yaklaşıp detayları eklemeye başladı.

"On dört yaşındaki bir insan yavrusu için fazla ileri sözler." "Hey! Sizde nasıl ilerler bilmem ama bizim buralarda bu yaşta çalışmaya başlayanlar vardır." "Benden korkmuyormusunuz siz? Babanız savaşlarada göndermiş oysaki sizi. Sizi yiyebilirim." "Emin ol seni pislik, kardeşime dokunursan seni bu sefer ben yerim."

"İlk defa ağzını açtın velet! Aferin buda bir ım- ilerleme sanırım."

"Monoko!"

Genç adam çocuklarla eğlenmeyi bırakıp sesin geldiği yöne baktı. Tabii çocuklarda merak edip arkalarını dönmüşlerdi.

Monoko'ya seslenen bu adam Monoko'nun aynısıydı,

sadece saçları farklıydı.

Monoko'nun ki kıvırcık, onun ki ise düzdü.

Monoko ayağa kalktı ve Nijuku ile Boroku'nun kafasını okşayıp "Sizinle oyun arkadaşı olmak çok iyiydi çocuklar, yakın zamanda tekrar buluşma dileklerimle." diyip başındaki kürk şapkayı çıkardı.

"Monoko!" "Geliyorum körmüsün Krantas!"

 

Günümüz:

Boroku yatakta diğer tarafa döndü. Uyuyamıyordu.

Yataktan kalktıktan sonra sarhoşluk etkisiyle bazenleri yere düşüyordu.

En son düşe kalka sarayın büyük mutfağına geçebildi.

Saat gecenin üçü olmasına rağmen hizmetliler hâlâ ayaktaydı.

Sabah olduğunda kesinlikle bu hususu babasına söyleyeceklerdi ancak onun umrunda değildi...

Neden olsunduki?

Onu sevmeyen biri için neden kalıptan kalıba girsin?

Boroku sarhoşluk etkisi ile triplere girerken Nijuku çoktan kendine gelmiş harita üzerinden Zekay ülkelerine bakıyordu. Aslında üzülmüyor değildi... Yıllar önce müttefik olan iki devletin savaşması hem tarihsel hemde ahlaki durumdan çok yanlıştı ve ayrıca ortak düşmanları varken birbirine saldırmaları taktiksel bir hataydı. Ne demişler düşmanımın düşmanı dostumdur.

Lakin...

Kral öyle düşünmüyordu.

Onun gözünde yıllar önce olan savaşta su krallığı kazanmıştı ve başka kazanan olmayacaktı.

Zekaylar lanetli bir ırktı ve her zamanda öyle kalacaktı.

Tam tamına 2 gün sonra her beş yılda bir yapılan toplantı yapılacaktı.

Bu toplantıda her ülkenin kraliçe ve kralı gelirdi.

Buna o hiç kimsenin sevmediği zekaylar dâhil.

Nijuku kafasını iki elinin arasına alıp düşünmeye başladı, ne yapabilirdi? Bu lanet olası element kavgasını nasıl bitirebilirdi?

"Günaydın prenses! Bugün büyük toplantı gü-... Prenses iyimisiniz?" Korku ile zıplayan Nijuku kadına baktı ve kafasını evet anlamında salladı.

"İyi öyleyse prensesim. Sizi giydirip süsleyecek kişi benim. Şimdi size böyle pembesimi yoksa mavimsi?"

"Açıkçası seçme şansım varsa kırmızı yada sarı olsun. Tabii babam size bir talimant vermediyse." "O ne söz prensesim tabii ki istedinizi giyebilirsiniz!"

Kadın sevimliydi.

Tombul yankları, kocaman kabarık sarı saçlarından yapılma topuzunun yanlarına kurutulmuş ateş çiçeğinden yapılma minik tokaları vardı. Samimi birisi olduğu için Nijuku belli etmesede mutlu olmuştu.

En sonunda bir elbise buldular ama kırmızı yerine siyah tonları daha fazlaydı. Nijuku sıkıldığı için daha fazla arama uğraşına girmemek için bunu seçmişti. Saçına sıra geldiğinde Nijuku yukarıdan bir at kuyruğu yaptırmak istemişti çünkü saçının topuz yapılmasından hoşlanmıyordu.

Nijuku hazır olduğunda abisinin odasına hızlı adımlarla gitti ve kapıyı tıklarken ritim tutturdu.

"Sevgili prensim lütfen geliniz! Yoksa can sıkıntısından dolayı ölecek bu genç bayan."

"O genç bayan abisini tanıyorsa bilir ki abisi onun ölümüne izin vermez."

Boroku kapının arkasından gülerek söylemişti bu sözleri. "Ah ağız tadıyla bile ölemiyecek mi bu kadın? Ölmesine bile karışılan bu yerde olması yanlıştır! Kantlanıp gitmeli bence bu dünyadan bu evrenden."

"Gitmesin o kadın olmayan küçük kız çocuğu. Kendisini büyük sanıp iş yapmaya kalkışmasın çünkü bu bir oyun değildir lakin-"

Boroku kapıyı açarak kardeşinin gözlerinin tam içine baktı.

"Abisi onun zarar görmemesi için onun tüm işlerini yapacaktır ve ayrıca zaten o hep abisinin gözünde bir çocuk olarak kalacaktır."

İkiside gülerek sarayın arkasındaki çiçek bahçesine doğru yürümeye başladılar.

 

 

 

 

Bölüm Sonu...

 

 

 

 

 

Loading...
0%