Güneşin çarşaf gibi örttüğü yüksek dağlara bakarken içindeki heyecanı bastırmak daha zor geliyordu.
Taşlı yolda beşik gibi sallanan minibüs, midesini ağzına getirse de bunu kafasına takmadı, zira hayaline dakikalar kalmıştı.
Eylül, emekli bir asker kızıydı. Hayal ettiği mesleği yapabilmek için bütün varını yoğunu ortaya koymuş, bir dergi de köşe yazarı olmayı başarmıştı. Tabii ki hedefleri ve hayalleri daha büyüktü. Babası da bu yolda her zaman en büyük destekçisi olmuştu. Eylül, babasının askerlik anıları ile büyümüş bir kızdı üstelik. Bu sebeptendir ki, hayallerinden biri de onları yazmaktı. Büyük uğraşlar neticesinde sonunda buradaydı, asker ocağında; Mehmetçikleri onların gözünden yazabilecek, içlerine girip hislerine tercüman olabilecekti.
Askeriyenin tel örgüleri görünmeye başladığında derin bir nefesi içine çekerek yaslandığı camdan başını kaldırdı.
"Merhabalar, ben Eylül Demir. Binbaşı Yusuf Şahin'in misafiriyim. Beni bekliyordu" dedi heyecanla kimliğini göstererek.
"Binbaşım bizi haberdar etti, buyurun" diyerek kapıyı açtığında çantasının kayışlarını heyecanla sıktı.
"Teşekkür ederim" diyerek kendini içeri atmış askeriye binasına doğru hızla yürümüştü. Yeşil alanda göz gezdirirken 10 metre ileride şınav pozisyonu almış bir grup askeri gördü. Onların da başında dikilmiş komutanları tok ve ürkütücü sesiyle sayarken askerlerin çoktan peri çıkmış gibiydi.
"Sen de kimsin? Kim soktu seni buraya?" diye bağırıp üstüne yürüyen adam ile ürküp geriledi.
"B-Ben.."
"Seni kim soktu buraya!" Diye bağıran adamla içini büyük bir korku kaplayan Eylül, kaskatı kesilmişti.
"Yüzbaşım!" Binbaşı Yusuf Şahin'in sesi ile bakışlarını Eylül den çekmişti. Eylül rahatlayıp Binbaşı'na minnet dolu bir bakış attı.
"Kendisi benim misafirim olur, biraz ara ver de konuşalım" dedi hâlâ şınav çeken erleri göz ucuyla gösterip arkasını dönmeden önce. Bu beni takip et demekti.
Yüzbaşı Ömer, elindeki makine ile yan yana poz veren erlerin fotoğrafını çeken kadından bakışlarını çekerek yanındaki kendinden rütbeli dostuna döndü. İkisi de ağaçlık içinde bulunan çardak da oturuyordu.
"Ne bu şimdi? Kim bu?" diye sordu Ömer komutan, sesinde saf bir kızgınlık hâkimdi.
"Ömer, yardımına ihtiyacım var." Arkadaşının yalvaran bakışlarına kaşlarını çatarak bakarken neler olduğuna anlam verememişti. Daha sonra arkadaşının anlattıklarına dalıp giderken ne yapacağını bilemeyerek o çardak da saatlerce bekledi.
***
Sigara içmek için kapı önüne çıktığın da görüş açısına giren kızla sıkıntılı bir nefes verip bedenini başka tarafa çevirdi. Gördükçe sınırı tepesine çıkıyordu sanki.
Ömer, neredeyse her yerde olan Eylül'den rahatsız olmasının bir sebebi de, uzun zamandır karşı cinsi, sadece çarşı izinlerin de gören askerlerine yapılan bu emrivakiydi.
***
Hayalini gerçekleştirmiş gerçekleştirmesine lâkin bir sürü erkeğin göz hapsinde olması, ister istemez onu rahatsız ediyordu. Sürekli flört karışık konuşma çabaları da ayrı bir sıkıntıydı.
"Önünüze dönün lan!" Ömer komutanın sesiyle irkilirken, her ne kadar fotojenik bir adam olsa da korkutucu olduğu su götürmez bir gerçekti. Onunla yalnız kalmaktan ya da bakışlarının hedefi olmaktan ölesiye korkuyordu, sanki Yüzbaşı değil de hayduttu.
Önündeki sandalye çekildiğinde irkilip bakışlarını büyük bedene çevirdi. Bu oydu! Kendisi gerilen bakışları ile Ömer Yüzbaşı'nı süzüyor olsa da, onun sert bakışları yemeğindeydi. Bir kere bile göz göze gelmeden onu yok saymış yemeğini yiyordu.
"Yemeğin benim yüzümde mi?" başını bile kaldırmadan sorduğu soruyla alaylı bir ses çıkardı. "hıh!"
"Afiyet olsun Yüzbaşım" dedi bastırarak. Sesinde alay da hakimdi. İşte o zaman o korkutucu bakışlar onu buldu.
"Burası asker ocağı! Ünlüler geçidi değil. Bence yeterince manzara resmi çektin. Git artık!" diyerek cevap vermesini beklemeden tepsisini alıp ayaklandı. Eylül cevap verecek durumda değildi, zira iliklerine kadar titremiş ve bu adamdan nefret etmişti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |