Ağaç yapraklarının rüzgârda savrulmasını izlerken elindeki fotoğraf makinesine sarıldı. Zira onun gördüğü rüzgar ile ağaç yapraklarının tutku dolu tango dansıydı. Dudaklarını ısırarak sarı yaprağın dalından kopup süzülüşünü takip ederken heyecanlı bir olayın şahidi gibiydi. Aşk!
"Merhaba"
Bu güzel anı bozan yabancı bir sesle irkilirken bakışlarını sesin sahibine çevirdi. Asker tıraşı saçları uzamış mavi gözleri parlayan bir asker tebessüm ederek ona bakıyordu. Lâkin bakışları pek masum değildi. Ani bir refleks ile izin almadan yanına oturduğunda gerildiğini hissetti fakat belli etmemeye çalıştı.
"Merhaba"
"Ben Turan" diyerek heyecanla elini uzatan adama ellerini uzatırken tereddütlüydü. Zira isteksiz olsa da kaba bir tavır sergileyip babasını utandırmak istemiyordu. Emindi ki buraya gelebilmesi için çok fazla kapıyı aşındırmış olduğu ortadaydı.
"Eylül"
Ellerini kavrayan kalın parmaklardan hemen ellerini çekmek istese de karşı taraf daha sıkı tutup izin vermemişti.
"Ellerimi alabilir miyim?"
"Ah! Pardon." Ellerini bırakırken konuşmaya devam etti. "Her zaman bu kadar güzel bir kadının elini sıkmıyorum. Merak etme benden sana asla zarar gelmez. Sadece arkadaş olmak istiyorum."
"Üzgünüm Turan fakat anlaşmam içinde askerler ile çok fazla yakın olmamam özellikle belirtildi"
"O zaman dışarıda buluşuruz. Hafta sonları çarşı izinlerim var." Diye ısrarcı bir konuşmaya girdiğinde boğazını temizleyip ayaklandı.
"Sanırım bunu da reddetmek zorundayım. Hoş çakal"
Yürümeye başladığında kollarından tutulmuş irkilerek kollarını çekiştirmişti.
"Bence boşuna naz yapıyorsun.. İkimizde bu kadar erkeğin içine neden geldiğini biliyoruz güzellik" diyerek kulağına şehvet dolu bir fısıltıyla konuştuğunda midesi ağzına gelmişti.
"Asker!" Her seferinde tüylerini diken eden ses bir kurtarıcı gibi yetiştiğinde kulağına değen iğrenç nefes, kollarını sarılmış sert tutuş onu terk etmişti. Titreyen vücuduyla derin bir nefes alırken kapalı gözlerini açarak korkutucu bakışlar ile göz göze geldi. Lâkin bu defa o korkutucu bakışların hedefi kendi değildi. Ve ilk defa aslında ona hiç böyle bakmadığını farketti. Zira şimdi öldürmeye susamış bir katil gibi bakıyordu. Gözlerinin kenarındaki damarlar ortaya çıkmış, içi ise öfkeyle kan dolmuştu.
Yanındaki bedenin korkudan titrediğini iki karışlık mesafeden bile hissediyordu.
"Emredin komutanım!"
Göz bebekleri uzaklardaki bir noktada durmuş komutanına bakmamakta ısrar ederken anlındaki terler parlıyordu.
"Beni mühimmat deposunda bekle, geliyorum" Sesindeki 'sen artık bir ölüsün' dolu tını tüylerimi diken diken ederken askerin korku dolu bakışları komutanı buldu.
"Emredersiniz komutanım!" Hızlı adımlarla uzaklaşırken o bakışların muhatabı artık bendim.
"Sizinle şahsi hiçbir meselem yok! Sadece az önce yaşadığınız talihsiz durumu yaşamanıza engel olmaya çalışıyordum. Burası asker ocağı her türden insanın bir çatı altında toplanıp eğitiliyor. Ama vatanı nasıl koruması gerektiği konusunda eğitiliyor, iyi bir insan olması konusunda değil. Çünkü burası ne okul ne anne kucağı"
Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçarken ellerim ile dudaklarımı kapatıp dermanı kalmayan dizlerimin üzerine çöktüm.
****
Aradan geçen birkaç gün içinde ne o askeri görmüş ne de komutan ile göz göze gelebilmiştim. Sürekli eğitimdeydi. Şimdi birkaç asker ile ağaç dibine oturmuş sohbet ediyordum. İçinde çürük elmalar kadar yeşil elmalarda vardı tabii. Hoş sohbetli, bacım diyerek özlediği yarini, çocuklarını ya da anne babasını anlatanlar daha çoktu.
"Bir keresinde annem ameliyata girecekti. Bütün gün endişeden zombi gibi dolaşmıştım. Üzerine eğitimde Ömer komutanın hışmına da uğrayınca.."
"Sizin için çok zor biliyorum." Diyerek araya girdiğimde hepsinin bakışları bana dönmüştü.
"Eğer daha iyi bir komutana denk gelseydiniz.." dediğimde bu defa az önceki konuşan adının Semih olduğunu öğrendiğim asker araya girdi.
"Kötü mü? Sana kötü olduğunu kim söyledi?"
"Az önce sen söyledin"
"Ben öyle bir şey demedim. Hışmına uğradım dedim ki olması gereken bu. Zira akşamında, o kötü dediğin adam annemin ameliyatı için beni gizlice askeriyeden çıkarıp kendi eliyle hastaneye götürüp sabaha kadar geri getirdi." Duyduklarım karşısında şaşkınlığımı gizleyemezken sanki büyük bir sırrı açığa çıkarmış gibi boğazını temizleyip yaklaştı.
"Lütfen bu aramızda kalsın. Yani arkadaşlarım biliyor ama üstlerimiz bilmiyor. Zira biz askerliğimiz bitene kadar askeriyenin malıyız. Öyle kafamıza göre buradan çıkamayız."
"A-Ah, tabii rahat ol"
"Neden söyledin ki? Ömer komutanın başını belaya sokabilirsin" diyen başka bir asker ile heyecanla atıldım.
"Benden laf çıkmaz merak etmeyin" dedim gülümseyerek. Gerçi pek tatmin olmuş gibi bakmıyorlardı.
"Yine de, sizce de işkenceden zevk alıyor gibi durmuyor mu?" Diyerek güldüğümde bakışlarında soğuk bir tavır vardı.
"Burası asker ocağı ana kucağı değil. Şefkatin ya da sevginin bize hiçbir faydası yok. "
"Ama yine de.."
"Sadece ölmemizi istemiyor" konuşma boyunca bir köşede sessizce oturan esmer orta boylarda olan adam ilk kez konuşmuştu. Lâkin yine de başını bizim olduğumuz tarafa çevirmemiş elindeki şapkanın tozunu silkeliyordu.
"Dağlar okulun arka sokaklarındaki mahalle kavgalarına benzemez. Gücün bir goril kadar, çevikliğin bir leopar kadar yeterli olmalı. Aksi takdirde beynini patlatmaya hazır olan bir namlu her an ensemizde bizi bekliyor olacak. Yaralanan silah kardeşimizi bile o kanın gövdeyi götürdüğü an da sırtımıza yükleyip götürebilecek kadar soğuk kanlı ve çevik olmakta önemli. Eğer işkence yerine şefkat gösteren bir komutanın olursa çoktan öldün demektir. Yani fotoğrafçı hanım askerlik sizin bildiğiniz bir şey değil" diyerek ayaklanan adam elleri cebinde uzaklaşırken sabah ki eğitim sabahı geldi aklıma.
Daha bu sabah şınav çekerken sırtına ayağını bastıran Ömer komutan değilmiş gibi onu savunması beni şaşırtmıştı. Tabii ki askerliğin ne demek olduğunu biliyordum lâkin Ömer komutanın askerlerine bir böcekmiş gibi davranmasına tahammül edemiyordum.
Günün devamında biraz manzara fotoğrafı çekmek için bahçeye çıkmıştım.
Çok...
Çok çekici gelen bu görüntüye daha fazla karşı koyamadan kameramı ona çevirdim. En güzel ışığı yakalayıp denklaşöre basmak üzereyken "Sakın!" Babamın sesiyle irkildim.
"Baba!"
"Ömer komutanın seni kabul etmesinde tek bir kuralı var: Onu kameradan uzak tutacaksın."
"Ama neden?"
"Nedeni, niçini bizi ilgilendirmez. Sen buraya Ömer komutanı resimlemek için gelmedin. Ne için geldiysen, onu yap ve bir an önce git Eylül"
Omuzlarımı yenilmişlikle düşürürken bakışlarımı izlendiğinden habersiz şınav çeken adama çevirip konuştum.
"Anlamıyorum. Ondan hem çok korkuyorlar hem de saygı duyuyorlar. Neden baba?"
Ellerini arkasında bağlayıp yanıma gelirken onunda bakışları Ömer komutandaydı.
"Çünkü sevgi, bazen şefkatten ibaret değildir. Saçlarını okşayıp güzel sözler söylemek yerine birileri için akıntı da çırpınıp durmakta sevgidir. "
Siz ne düşünüyorsunuz?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |