@askilav
|
Seneler önce... Yapraklar savrulur bazen. Çoğu zaman insan... Hayat yolunda sadece sonbahar ile yetinmez insan evladı. Mevsimler ayırt etmez, aylar, günler... Savrulmak onun için alışılagelmişten de ötedir bir nevi. Sevdiğine de savrulur, sevdiğinden öteye de. İşte böyle bir anda hissetti kalbine gelenleri o da, diline varan kelimeleri sadece geriye doğru itti. Söyleyecek çok şeyi olmasına rağmen o an söyleyesi yoktu. Göz göze kalınan dakikalar sonrasında yanağına doğru süzülen bir gözyaşı ve titrek sesi eşliğinde "Tamam," diyebildi zorlukla. "Nasıl istersen öyle olsun..." Karşısında, artık onu tanıdığını hissetmediği adamın, gözyaşını silmek için uzattığı eline dokunmamak için yüzünü tersine çevirdi. Tek bir dokunuşa dayanabilecek ne gücü vardı ne de duyduklarından sonra karşısındaki adamın, bunu gerçekten yapmayı istediğine inanıyordu. Neden her şeyin bu şekilde gerçekleştiğini de bilmiyordu. Bazı şeyler, eksikler olsa bile, güzel gidiyor sayılırdı. Yaşayabilecekleri küçük bir evleri, en önemlisi de minik bir kızları vardı. Henüz bir yaşına basmamıştı o da. Ve mutlulardı. Mutlu sayılırlardı. Mutlu olduklarına inanmıştı. İnançlarımı boşa çıkarttın, dedi içinden. Beni kendine yabancı yaptın. "Çiçek, yapma böyle ama-" Geçen sessiz ve sakin dakikaların ardından kocasının sözlerini kesti Çiçek. “Ben bir şey yapmıyorum…” derken son derece yorgun çıkmıştı sesi. “Kabul ettim ya, boşanalım işte.” Tarık bu hisli sözlerden sonra ne diyeceğini bilemedi. Evliliklerinin ne denli değiştiğini ikisi de biliyordu ama Çiçek görmezden geliyor olmalıydı yoksa bu derece tavrın başka bir anlamı olamazdı. "Bana tavır alıyorsun." Çiçek bir süredir devam eden bu saçma sapan sözlerin daha ne kadar süreceğini düşündü. Kocası ciddi anlamda tavır aldığını düşünüyordu. Çocukça bir tavır, alınganlık, dargınlık... Bu kadar basit miydi her şey onun nazarında? Dün aynı masada birbirlerine gülümseyerek yemek yemişlerdi. O gülümsemeler, şimdi sarf edilen sözlerden sonra ancak bir yalan olabilirdi. Kandırılmış mıydı yoksa? Kısa bir süreliğine zihninden tanışmaları, evlilikleri, bir bebeğe sahip oluşlarını geçirdi. Hepsinin sahte olabileceği, onu bu boşanmadan ne daha az ne de daha çok yaralamıyordu. Hiç sevilmemiş olmak mı daha kötüydü yoksa bir süre sonra vazgeçilebilir hale dönüşmek mi? İkisinin de yürek burkan bir yanı vardı elbette. “Cidden böyle mi düşünüyorsun?” diye sordu düşünceleri, yaşadığı hayal kırıklığını bir kat daha arttırırken. “Tavır aldığıma mı inanıyorsun? Alınganlık mı ediyorum ben?” Bu esnada ayağa kalkmıştı, yere dağılmış bir oyuncağa takıldığındaysa ise ilk kez düşmemek için Tarık’a tutunmadı, kendi dengesini kendisi sağladı. Tarık da Çiçek’i sakinleştirmek için ayağa kalkmıştı. Karşısında öfkeyle hareket eden karısının ince bileğinden nazikçe tutacakken Çiçek hızla geriye çekti bedenini. “Çocuk muyum ben Tarık? Tavır aldığımı düşünüyorsun resmen! Ben ne yapmalıyım ki? Boşandığımız için sevinip boynuna mı atlamalıyım?” "Öyle demek istemedim…" Bu tartışmayı alevlendirmeden, sadece bitirmek maksadıyla, en merhametli haliyle konuşmuştu. Geriye itilen, tutulmak istemeyen eline kırgınca bakmıyordu. Sönüp giden bir arzunun artık suçluluk duyduğu kısmına gelmişti çünkü. "Ne demek istedin peki?” Usul bir gözyaşı aşağı doğru indi. Çiçek tenezzül edip de onu silmedi. Dudakları hırsla kıpırdanıp söylenecek bir söz ararken içini melun bir titreyiş sarmıştı. Bekledikçe, Tarık’ın gideceği için üzgün gibi durmayan gözlerine baktıkça, bu ayrılığa dair aniden kabaran öfkesi de sönüyor, yerini çaresiz bir boşluk alıyordu. “B-Ben… Söylemek istediklerini anlayamıyorum.” Bir şeyler söylesin, açıklama yapsın diye bekledi. Sessiz geçen dakikalar uzuyordu ama ufak odada ‘tik-tak’ sesinden başka bir şey duyulmuyordu. En başında olduğu gibi kabullenmekten başka yapabileceği hiçbir şeyi olmadığında başını aşağı yukarı salladı Çiçek. “Tamam,” dedi kısık bir sesle. “Hayat, bizi değil seni bu noktaya getirdiyse daha fazla ne diyebilirim ki?” “Çiçek…” Genç kadın söyleyebileceği son sözü ettikten sonra odalarına doğru hızla ilerledi. İçeri girdiğinde yaşanılan ilk soğukluk buram buram çarpmıştı yüzüne. Gözlerini art arda, hızla açıp kapattı, yutkundu, nefeslendi. Hiçbir şey bu sonsuz titremeyi geçiremedi. Odada bir başına kalan Tarık, karısının arkasından gitmek istese bile bir süre sonra sesi gelmeye başlayan minik kızları ile olduğu yerde kaldı. Zaten dar olan odanın içinde iki yana volta tarken sıkıntıyla saçlarına daldırmıştı ellerini. Çiçek ile iki farklı dünyaların insanları olarak bir araya gelmişlerdi üç sene önce. Farkında olmadan çok söz vermişti ona, çok fazla vaat… Fakat iki taraftan da gelen aile baskıları onu yıldırmaya başlamıştı. Ait olduğu hayatı yaşayamıyordu, istediği gibi hareket edemiyordu. Bu köhne mahallede olmak; yanında sevdiği karısı ve minik kızıyla bile çekilir değildi artık. Belki de… Belki de Çiçek’i eskisi gibi sevmiyordu. Her şeyin, kendisine engel olmaya çalışan ailesine karşı gösterdiği bir inat olması o kadar da imkânsız görünmüyordu gözüne. Başka şeyler yaşama arzusu yahut da heves… Ortada, gerçek sevgiye dair bir şey kaldığına inanmak zor geliyordu artık. Çiçek’e göre ise her şey olması gerektiği gibiydi; o bu mahallede yaşamaya alışkındı, sosyal bir hayatı olmamasına, herhangi bir şey yapmamama. Yaşamak böyle basit miydi yani? Doğru düzgün dışarı çıkmamak, farklı yerler görmemek, tüm gün evde yemek yapıp kendisinin işten gelmesini beklemek… Bunlar Tarık’ın isteyeceği türden şeyler değildi ve bir şeyleri değiştirmeye ne gücü vardı artık ne de isteği. - Aradan geçen zaman; daha önce kurmuş olduğu düzeni hiç bozmadan, ilmek ilmek işleyerek tecelli ediyordu. Hayata bir nevi hükmediyordu; sahip olduğu insandan, mekândan, her türlü var olandan tam itaat bekliyordu. Başka bir şansı olmadığında insanın, boynu bükük ve kalbi bir hayli kırık, su gibi akın giden saatleri kovalıyordun sadece, öylesine… Sakince geçen boşanmalarının bitmesinin ardından artık Çiçek Sayın değildi. Özüne dönmüştü, en yalın haline. Tarık’ın kendisindeki eksikliği tamamladığını düşündüğü an yaşadığı mutluluk çekip alınmıştı hislerinden, böylelikle geriye bir tek amacı kalmıştı. Sadece anne olan Çiçek’ti o. Anne. Mahkeme salonundan hışımla çıktı, hiç kimseyi beklemeden ve ardına bakmadan bahçeye koşageldi. Komşuları Münevver teyze kucağında bebekle bekliyordu. Suratında yoğun bir merak vardı. İçerideki durumun sonucunu bekliyor olmalıydı fakat ortada beklenebilecek bir karar ya da durum yoktu ki… Bariz belliydi her şey zaten. Boşanmışlardı. Hayatları artık birbirinden uzak, farklı yollara doğru şekil alıyordu. Düşüncelerini bir anlığına geri iterek bebeğini kucağına aldı Çiçek. Aslında onu buraya neden getirdiğini de bilmiyordu. Sabah Münevver teyzeden, bahçede bebeğiyle beklemesini rica ederken istediği tek şey, mahkeme salonuna girmeden önce kızına bakarak biraz olsun güç toplayabilmek ve kendini iyi hissetmekti. Fakat işin gerçeğinde, minik bebeğine bakınca sadece ağlayası geliyordu. Manen yaralı dizlerinin üstüne acımasızca çökmek, oyuncağını kıran arkadaşına darılmış o üzgün çocuktan çok daha fazla kırgın bir şekilde Tarık’ın karşısına geçip ağlamak istiyordu. Hem de bana tavır alıyorsun suçlayışını duyma ihtimaline rağmen… Neticesinde bunu yapabilecek gücü kalmamıştı, elden ayaktan çekilmiş hissediyordu kendisini. Onu geren aslında biraz da kendisine nasıl davranacağını bilmediği babasının evine geri dönecek olmasıydı çünkü gidecek başka yeri yoktu. Tarık bunu da biliyordu. Babasıyla olan ilişkisini, yaşadığı zorlukları… Ve tüm bunlara rağmen vermişti bütün sözleri. Seni babanın bu zulmünden sonsuza dek çekip alacağım, her şeyim üzerine yemin ederim, sevgimiz buna yeter demişti. Yetmemişti. Kendisinin içinde hissettiği sevgi ve Tarık'ın bomboş kalbinde sıyıracak artığı bile kalmamış o sevgi hiçbir şeye yetmemişti. Sadece Tarık’ın birden ortaya çıkan isteğiyle, hiçbir şeyi sorgulamadan boşanmışlardı. Çiçek bu ezilmişlik hissiyatıyla Neden bile diyememişti ona. Cevaplarını duymaktan çok korkuyordu çünkü. Ailemi istiyorum, annemi ve babamı! Artık seni sevmiyorum. Seninle bir aile olmaktan sıkıldım. Sana verdiğim kalbi geri alıyorum, senden daha çok hak edenleri buldum. O kadar çok ihtimal vardı ki kafasında kurduğu varsayımlar onu deliye döndürecekti. Kimsenin kararlarını sorgulayamamak, varla yok arası bir kadın olmak onu çok üzüyordu. Küçüklükten gelen bir huydu aslında. Annesi de öyleydi. Varla yok arası bir kadındı. Sadece çamaşır, bulaşık yıkar; bazen çamaşırları asar ve toplar, babasına yemek hazırlar, onun bin bir türlü homurtularını dinler, azar işitir, tek kelime edecek oldu mu çok konuşma, dilin uzamasın lafını işitir ve yerine otururdu. Bir de kızını severdi tabi. Çiçek'ini. Mis kokulu, taze çiçeğini. Çiçek, seneler önce vefan eden annesi için tam olarak bu tabirdeydi. Dünyadan sakındığı bir gül goncasıydı adeta. Çiçek de kendi kızına öyle bakıyordu, aynı gözle. Henüz bir seneye yakındır anneliği tecrübe etmesine rağmen annesinin anneliğini yaşıyordu o da. Aklına rahmetli annesi gelince daha sıkı sardı kızını. Arkadan ulaşan adım sesleri ve “Çiçek!” diye seslenen Tarık’ı duyabiliyordu. Kızının bereyle gizlenmiş seyrek saçlarına, güç toplayabilmek için ufak bir öpücük kondurduktan sonra yavaşça arkasına döndü. Burnunu çekmesinin ardından bir süredir sulu olmanın onda bıraktığı tahribatla, gözlerini de hızla kurulamıştı. "Efendim?" diye mırıldandı mahzun çıkan bir sesle. Öfkesi bazen diniyor, bazen bir volkan gibi patlama noktasına geliyordu. Bu boşanma sürecinde dengesini epey şaşırmıştı. "Aceleyle çıktın içeriden, endişelendim..." "Endişelenecek bir şey yok, duramadım çok fazla işte." Tarık sıkıntı dolu bir nefes verdi. İşinin çok zor olduğunun farkındaydı. Çiçek birlikteyken ardı ardına çözülen bir düğüm gibiydi fakat ayrılık vakte vurunca her şey değişmişti. Genç kadın için ayrılıklar çok zordu. Bir arada kalmayı beceremeyen aileler ve ilişkiler içinde yetiştiğinden mütevellit sonsuza dek uzayacak bir sevgi, saygı ve sadakate ihtiyacı vardı. Ancak Tarık bunu becerememişti, Çiçek'in saf arzusunu parçalar yığına çevirmişti. Ve ne yazık ki bir bütün olamayacak kadar tuzla buz olmuştu her şey... "Çiçek..." diye mırıldandığında, söyleyeceklerinin bir nebze de olsa eski karısının içini rahatlatmasını beklemiyordu. Önemli olan en azından bir şeyler yaptım diyerek kendi içinin rahatlamasıydı. "Değişen tek şey; biz artık birlikte yaşamayacağız o kadar. Hala kızımızın anne ve babasıyız. Yeri geldiğinde sürekli görüşeceğiz ve kızımız için bu bir arada kalma durumlarına mecburuz zaten. Sıkma canını lütfen. Biliyorum… Seni kırdım, üzdüm, paramparça ettim ama... Elimden gelen buydu. Çok çabaladım ve olmadı. Ama bu olmayış seni hatıralarımdan silemez. Sen her zaman benim en masum anılarımda kalacaksın. Bunu unutma sakın, olur mu?" Çiçek'in aklı tek yere gitti. Zaten kızları için görüşecekleri gün gibi ortadaydı fakat onun bunu mecburuz diye adlandırması kendisini üzüyordu. Bir zamanlar, takvim yaprakları henüz ayrılıklarına varmadığı vakitlerde, Tarık aşklarını mecburiyet sayardı. Biz birbirimize mecburuz derdi. Şimdi ise bir arada bulunmaları gereken bir mecburiyet durumu vardı. Her şey o kadar tepetaklak olmuştu ki, gündüze yakışan aydınlık vakti geriye çekilip yerini kara bir geceye bırakmıştı. Tarık, Çiçek'in yüzündeki allak bullak ifadeyi fark etti hemen ama ona daha fazla bakma gücünü kendinde bulamadı. Annesinin kucağında masumca bekleyen kızını aldı kollarına. Öptü, sıyrılan beresinden kaçmış haylaz tutamları okşadı, bebek kokusunu içine çekti kızının. Onu hep görecekti. Fakat bir süre Çiçek'in yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu bilerek, kızıyla arasında başlayacak hasreti gidermeye çalıştı. Velayet konusunda, boşanmayı isteyen ve ailelerini dağıtan kişi olarak Çiçek'e herhangi bir sorun çıkarmamıştı. Ayrılıklarından önce bir de ona bu konuda külfet yüklemek istememişti. Aralarında çıkan tek pürüz nafaka konusuydu, Çiçek Tarık’tan gelecek bu yardımı kesinlikle istemiyordu. Kızımız senin yanındayken onun ihtiyaçlarını sen karşılarsın, benim yanımdayken de ben karşılarım demişti çünkü yolları bu kadar ayrılmışken ve hayatları tekrar bir araya gelme ihtimalini taşımıyorken, Tarık’a dair, bir tanecik kızı dışında başka bir şey görmek onu fazlasıyla üzerdi. Minik bebek babasının sönmeden önce çoğalan yoğun ilgisiyle gülüyordu. Tarık da onun ufacık suratına bakarak son bir öpücük kondurdu. Daha sonra bebeği, başka yerleri izlemeye çalışarak kendilerinden kaçan Çiçek'e bıraktı. Biraz ileride kendisini affeden ve ailelerine tekrardan kabul eden babası ve annesi bekliyordu. Dışarı çıkma gereksinimi bile duymamışlardı ki arabanın içinde duruyorlardı. Tarık eski karısına ve güzeller güzeli kızına son bir bakış atarak ailesinin içinde bulunduğu arabaya doğru ilerledi. Münevver teyze de kendisinin gitmesini fırsat sayarak hemen Çiçek’e yaklaşmıştı. Neticesinde herkes tarafını bulmuştu. Biten bitmiş, ayrılıktan payına düşenleri alacaklılar kapmıştı. Bir de yarım kalanlar vardı elbette. Kaderin kendine çizdiği yönde kime, nereye savrulacağını bilmeden annesinin montuyla oynayıp kendince mutlu olan bebek. Minik Naz vardı. |
0% |