Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. 16 Yılın Ardından

@askilav

Sevinmek ve üzülmek için aynı yolu yürüyeceğini düşünmezdi hiç. Bilmek daha önce bu kadar yük değildi çünkü. Gözlerini ağır ağır kırparken "N-Ne?" diye sordu, sesi kısık çıkarken bir de titremişti.

"Artık olman gereken yere gidiyorsun!"

"Hayır," dedi hızla. Dedesinin öfkeyle kalkıştığı bu an için kendisini güvende hissetmiyordu. İşin ucunda babasının nerede olduğunu bilmek varsa bile bu şekilde gerçekleşmemeliydi. "...evim burası ya benim."

Hilmi, Naz'ı kolundan tuttuğu gibi çıkış kapısına ilerletmeye başladı. "Senin evin bana vicdan azabından başka bir şey değil, sen bana azaptan başka şey değilsin," diye homurdanıyordu.

Naz duyduğu şeylere rağmen geriye çekilmeye çalıştı, gitmek istemiyordu. Alışkanlıklarından kopmak istemiyordu, birisi gelecekse bu kişi babası olmalıydı, bu kapıdan ilk o girmeliydi çünkü ancak bu sayede anlayabilirdi sevilip tercih edilmediğini. "Dede, yapma böyle lütfen!"

Dakikalarca dedesine yalvardı, kendine geriye çekti dedesinin tuttuğu kazağın kumaşı aralarında uzuyordu ama bir türlü inadından vazgeçmiyordu. Yanlarından geçen birkaç kişi yalnızca bu görüntüyü izlerken dahi Naz yalvarmaktan geri durmadı.

Her şeye rağmen dedesi onu merhametsizce külüstür arabanın içine bırakmıştı. İnmesine müsaade etmeden o da arabaya binip motoru çalıştırdığında kapılar çoktan kilitlenmişti bile. Naz bir daha yaşlı adamın kolunu tuttu ama bir toz gibi üstünden silkelendi. "Uslu dur Naz, benim işimi zorlaştırma..." dedi Hilmi boğuk bir sesle. Onun da buruşuk elleri titriyordu.

Naz için için ağlarken oturduğu koltukta geriye yaslandı. Kollarını üşüyormuş gibi kendine sarmıştı. Ne kadar şanslı olduğunu geçirdi içinden... Bu hayatta iki babası olmuştu sonuçta. Ama bir yandan da dünyanın en şansız çocuğuydu ki iki babası da sevmemişti onu.

Gerçek babası çıkıp gelmiyordu her neredeyse... Bir diğeri de bu hayattaki tek varlığı olan annesini öldürerek elinden çekip almıştı zaten. Geçmişi düşledi biraz, altı yaşında dedesinin evine gelmeden öncesini.

O zamana kadar kimliğinde yazan Tarık ismini değil de bir başkasını biliyordu babası olarak. Annesinin evlendiği ikinci adamı... Onun ne kadar donuk, kendisine karşı ne kadar soğuk olduğunu kolaylıkla hatırlayabiliyordu. Baba diye seslendiği her an kaşlarını çatar, sonra kendisinin duyamayacağı şekilde bir şeyler mırıldanırdı.

Küçük olmasına rağmen bunların hepsi hafızasına kazınmıştı çünkü canını çok yakmıştı. Ama en acısı da o ölüm anıydı. Benden yalnızca baba sevgisini alsan bu kadar düşman olmazdım sana, asıl anneme el sürmeyecektin diye geçirdi içinden.

Elini kaldırıp gözlerini sildi ama yerlerini hızlıca yenileri alıyordu. Bu zamana kadar belki ölmüştür diye avuttuğu babasının yaşıyor olması gerçeğiyle yüzleşemiyordu bir türlü. Üstelik yerini dedesi bile biliyorken... Başını yan tarafındaki cama çevirip yansımasına baktı, gözlerinin altı balon gibi şişmiş, açık saçları kabararak dağılmışlardı. Sargısının bunca hengamede sapasağlam kalması haksızlık olurdu zaten, o da başka tarafa kaymıştı.

Arabada delirtici sesler kol geziyordu. Dedesinin nefes alışverişinden bile belli olan öfkesi, Naz'ın titrek iç çekişleri, arabanın gürültülü sesi... Huzursuz bir gerginlik.

Sesler nihayete vardığı vakit dayanamayıp birbirine yapışmış kuru dudaklarını birbirinden ayırdı ve aynadan ara sıra kendisine göz atan dedesine baktı Naz. "Ne olacak şimdi?" diye sordu akıbeti belli olmayan bu yolculuğun hiç bitmemesi dileğiyle.

Feri kalmamış yüzü artık iyice solgunlaşmış torununun, takatsizce kurduğu cümleyle duraksar gibi oldu Hilmi. Ne söyleyeceğini bilmemek felaket bir durumdu, dudaklarını birkaç kere aralayıp kapattı, sonra da Naz'ı cevapsız bıraktı.

Araba az önceki hızını azaltmıştı, bu esnada Naz içinde bulundukları muhite bakıyordu meraklı gözlerle. Daha önce hiç gelmediği bir yerdi. Kendi eski mahallelerine göre burada her şey yeniydi. Evlerin canlı duvarları vardı, hemen önlerine park edilmiş arabalar da kendi bindiği külüstür arabaya göre çok daha pahalı görünüyordu.

"Nereye geldik?" diye mırıldandı, sesi ağlamaktan dolayı kısık ve boğuktu. "Burası neresi?"

Hilmi tekrar herhangi bir cevap vermeye gerek duymadan arabayı güzel bir evin önünde durdurdu. Naz bunu kabullenebileceğini sanmıyordu, babasının böyle bir evde yaşadığına inanmak istemiyordu. Sıkışan göğsünü rahatlatmak için derin bir nefes aldı, bu karşılaşmayı kaldıramayacaktı.

Kendisi tenezzül etmeden hemen yan tarafındaki kapı açılmıştı. Naz çantasını sıkıca tutarken inmek istemiyordu ama dedesi onu kolundan çekerek dışarı çıkarmıştı. "Dede yapma, bak bu çok yanlış... Biliyorum, burnum kötü görünüyor ama yemin ederim bir daha sorun çıkarmayacağım!"

Artık keskin bir yol ayrımına giriyorlardı, Naz bunu kolaylıkla hissetmişti. Affın olmadığı noktalardı, bir adım daha attıkları vakit dedesiyle ayrılacaktı. Yıllardır göz ardı ettikleri yol arkadaşlıkları sona erecekti. O zaman... Nefretin altına sığınıp gizliden gizliye nasıl özlem duyacaktı ona karşı? Belki o da kendisine karşı?

Naz hangi yatağa yatıp annesini düşleyecekti? Fotoğrafı da yastığın altına kalmıştı zaten... Elini oraya daldırıp o fotoğrafı çekip çıkarmanın heyecanıyla bir değildi bu eve gelmek. Sandığından kötü hissediyordu çünkü çok fazla ihtimal vardı.

Babası ölmediği halde gelmemişti kendisini görmeye. Ölmediyse niye gelmedi diye geçirdi içinden. Artık kendisine karşı babasını savunabileceği bir bahanesi kalmamasından korkuyordu.

Bir kez daha kolundan tutularak sürüklendi. Büyük kapının karşısına geçtiklerinde Naz çaresizde "Yapma!" diye seslenmişti fakat dedesi onu yok sayarak kapıyı çalmaya başladı. Tüm hiddetine rağmen usulca tıklatıyordu kapıyı.

"Senin yeni hayatın bu," dedi, gözlerini torununa çevirmişti. Onda gördüğü yalnızlığa karşın yüreğine doğru ılık bir his yayıldı ansızın. Yutkunduktan hemen sonra Naz'a son sözlerini sarf etti. "...sakın geri dönmeyi düşünme, anladın mı beni?"

"Dede..."

Kapı yavaşça aralanmıştı. Naz korkak bakışlarını oraya çevirip kendilerini karşılayan kadına baktı, kıyafetlerinden dolayı evin hizmetlisi olduğu belliydi. Dedesi "Tarık Bey'e geldik," derken hızla içeri ilerlemişti peşinden kendisini de çekiştirerek.

"Haber vereyim-..."

Hilmi kadının konuşmasına izin vermedi. "Çekil şuradan be!"

Evin çalışanı birden kendini kenarda bulunca şaşkınlığa uğradı. Peşlerinden gitse dahi yaşlı adam çoktan Naz'ı salona getirmişti. Kapıdan içeri girerlerken orada kim oturuyorsa konuştukları çok rahat biçimde duyulabiliyordu.

"Bugün doğum günün diye çok bir şey demiyorum Deniz ama bir dahakine böyle bir olayla karşılaşırsam cidden kızarım."

Naz'ın kaşları çok daha büyük bir korkuyla çatıldı.

"Baba..." demişti Denizhan da.

"Açıklama yapma bana, kızın halini görmedin mi? Yanında kimi kimsesi yoktu, üzüldüm haline. Sen yaptığın şeye hala bahane mi arıyorsun yani?"

Yanında kimi kimsesi yoktu, üzüldüm haline.

Titrek eliyle dedesinin koluna dokundu. Bu sese tahammül etmek istemiyordu, geri dönüp hemen evine gitmeliydi. "Dede, hayır," dedi hızlıca.

Ama artık çoktan, bugün tanıştığı ailenin karşısına çıkmışlardı. Yaşlı adam torununu düşürmek istemeden ileriye ittirdi fakat çelimsiz bacaklar tutunamamış ve Naz yumuşak halının üstüne çökmüştü. On altı yıllık bir arayışı sonlandırmak isteyerek eğilen başını halıdan kaldırdığında gördüğü ilk şey pahalı bir çift ayakkabı oldu.

Gözlerini daha yukarıya dikti. Bugün karşısında oturup oğlu için kendisinden özür dileyen adam ne olduğunu anlamak istercesine bakıyordu kendisine. Sessiz salonda yalnızca Hilmi'nin sesi duyuldu tekrardan. "Tarık Sayın, bu unutkanlık fazla sürmedi mi sence?"

Tarık Sayın, babası.

Onlar bugün birbirlerini görmüşlerdi. Naz on altı yıldan sonra, kıvranarak aradığı babasıyla karşılaşmıştı. Ama bilmeden, selam vermeden... Bir kez sarılmadan, hiç sevmeden... Çünkü onlar yabancılardı. Karşı karşıya kalmış iki insandan farksızlardı.

Fakat Tarık Sayın her ne olursa olsun orada birinin babası olarak bulunuyorken, Naz kimsenin kızı olamamıştı.

Ve ne olursa olsun tanımamıştı onu. Tarık Sayın on altı sene önce bir köşede bıraktığı kızını hiç tanımamıştı.

Loading...
0%