Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Ailesinin Yabancısı

@askilav

Gözleri önünde yere yığılan bedene, kirpikleri titreyerek bakıyordu Tarık. Bir an ne yapacağını bilemeyerek elleri titredi çünkü birkaç adım atmış ama sonra ilerleyememişti. Yanında dikilen karısına baktı, sonra diğer tarafındaki Denizhan'a... Onlar çoktan bayılan Naz'ın yanına koşturmaya başlamıştı.

Genç kızın yanına ilk ulaşan Denizhan oldu. Yanına eğilip genç kızın baygın suratını avuçları arasına aldığında endişeliydi, yanaklarına hafifçe vurup "Naz," diye seslendi ona. "Naz... Uyan, Naz!"

Kendini iyi hissetmediği için gözleri kararan Mine de oğlunun yanına eğildi. Korkuyordu, canı çekilmiş gibi duran kızı tanımasa da bu halde olması kötüydü. Üstelik geride suçlanan Tarık kalmışken... "İçeri götürelim," dedi oğluna, son bir mantık kırıntısıyla. "...ya da hastaneye mi gitmeliyiz? Deniz, ne yapacağız?"

Bugün okulda daha canlı gördüğü kızın gözaltları şişti, burnundaki sargı dağınık duruyordu ve kenarlarında biraz kan lekesi vardı. Saçları tel tel ayrılmış ve kabarmıştı. Hoş bir gün geçirmediği her halinden belliydi. Bir elini tutup Naz'ın bileğini ovalarken geriye döndü.

Tarık birkaç adım uzaklarında duruyordu, yaklaşmıştı ama yardımı dokunacak kadar yanlarına değildi. Mine bu duruma öfkelenirken "Tarık, gelip kaldırsana kızı!" diye bağırdı. Sokaktan geçen birkaç kişi onların bu hallerini izliyordu. Kocasının da, kızı diye ifade edilen birisine karşın, tıpkı sokaktan geçen bir yabancı gibi davranması sinirini bozmaya başlamıştı. Ancak geriye dönüp Naz'ın kapalı gözlerine bakınca canı da apayrı yanmıştı.

Aldatıldığını, çok eskide kalmış ve epey sonradan ortaya çıkmış bir kız çocuğuyla öğrense de bunu nasıl hazmedeceğini bilmiyordu. Ağlamamak için kendisini sıkarken bu sefer hemen yan tarafındaki oğlu bağırdı. Bu yetmemiş olmalı ki ayağı kalktıktan sonra babasını kolundan tutup sarsmıştı Denizhan. "Bakıp duracak mısın hala? Kaldır hadi baba, içeri taşıyalım."

Tarık gözlerinin dolmasından dolayı etrafı zor görüyordu. Yavaşça yere eğilip Naz'ın bacaklarının altından kolunu geçirdi, sonra sırtından kavradı. Kucağına aldığında Naz, onu bıraktığı kadar küçük değildi.

Geldiği yolu yavaşça geri giderken önünü izlemedi bile. Düşme pahasına, üstelik Naz'ı da düşürme ihtimaline rağmen yalnızca kızının yüzüne bakıyordu. Siması, bakınca hemen anlaşılmayacak kadar değişmişti. Aslında bunun değişimle alakalı olmadığını Tarık da biliyordu, sadece bu şekilde ifade edebiliyordu.

Naz büyümüştü.

Bu düşündüğünden de farklıydı çünkü gözlerden uzak büyümüştü. Babasının korumasından, sevgisinden ve şefkatinden uzakta büyümüştü. Eğer tüm bunları ona sağlayıp yanında kalabilseydi Naz'ın simasının değişmediğini, adliye bahçesinde son kez gördüğü ufak kızının hala aynı olduğunu fark edebilirdi.

Yavaş yavaş eve girdiğinde merdivenlerden çıkmaya koyuldu ancak ikinci kata geldiğinde duraksamıştı. "N-Nereye..?" dedi ve devamını getiremedi.

Denizhan hemen kendi odasının kapısını açtı babasına, sonra yatağını işaret etti. "Buraya yatır."

Tarık kucağındaki kızını usulca yatağa bıraktı. Bu esnada kıyafetine tutunan saçlar, sanki ruhu sarılmış da babasını bırakmak istemiyormuş gibiydi. Bu görüntüye karşın boğazı düğümlenmişti Tarık'ın. Aynı zamanda şaşkınlığını da üstünden atamıyordu çünkü bugün okulda onunla, Denizhan'ın kavga meselesinden dolayı tanışmıştı... Ama aslında onu tanıyamamıştı.

Eski kayınpederinin de bir gün Naz'ı kolundan tutup buraya getireceğini hiç düşünmezdi. Hayatının ortasına bir bomba gibi düştüğüne inandığı kişi, aslında masum kızıydı. Bu yüzden onu suçlayamıyordu fakat ne yapacağını da bilmiyordu.

Tarık geri çekildiğinde, bir ağlama sesi doldurdu kulaklarını. Mine kapıya yaslanmış, içeriye girmeden yalnızca onları seyrederek sessizce gözyaşı döküyordu. Yatağın kenarında bekleyen oğlununsa kaşları çatıktı, onu da kızdırmıştı. Ellerini beline koyarken "B-Ben..." dedi Tarık, bir süredir konuşamıyordu ve o an birkaç söz edebilecek güç bulmuştu kendinde. "Özür dilerim."

"Gerçekten mi?" diye mırıldandı Denizhan. Naz'ı uyandırmamak için yatağın kenarından çekilip babasına yaklaşırken başını sorarcasına iki yana sallamıştı. "Kimden peki? Kimden özür dilersin baba? Hangi birimizden?"

"Biliyorum, ortada bir yanlış var ama-..."

"Bence sözcüklerini daha dikkatli seç," deyip yine babasının sözünü kesti. Bu esnada annesi de odaya girip lafa karışmıştı. "Denizhan babana müsaade et."

"Niye edeyim ki? Zaten uzun bir zamanı olmadı mı önünde?" Gözlerini annesine çevirdiğinde onda da derbeder bir hal görmek, saklanan bir sırdan dolayı tek bir kişinin değil, aksine herkesin perişan olduğunu gösteriyordu. "On altı yıl anne... Dile kolay on altı yıl."

Mine'nin aşağı süzülen gözyaşları bitmeden yenileri akarken "Sen ne biliyorsun ki?" diye sızlandı. Kızgın olmasına rağmen Tarık'tan bir açıklama bekliyordu. Burnunu çektikten sonra kocasına bir bakış attı ama onun da başı yere eğikti. "Bırak da gerekeni o söylesin."

"Onca yıl niye konuşmadı o zaman?" İstemsizce bağırmaya başlamıştı artık. "Bugün Naz babamın karşısına oturdu, onu gördü ve niye konuşmadı?"

Yüzüne vurulan gerçeklerle, Mine de bir cevap beklediğinin farkına varmıştı. Gelecek açıklamayı sonraya ertelese dahi yüreği için için yanıyordu. Yeşil gözleri titrek şekilde kocasının yüzünde dolaşmaya başladı, değişik bir ifade vardı onda da. Kimseye bakmıyordu, belki de bakamıyordu. Utanç ya da korku... Hiç olmadığı kadar andan uzaktı.

Tarık başını yavaşça yatakta uzanan Naz'a çevirdi. Dudakları düz bir çizgi halinde duran kızının kaşları sanki bir kâbus görüyormuş gibi çatılmaya başlamıştı. Bir süre sonra dudakları, acı bir tat tatmışçasına buruştu, kirpikleri hafiften kıpırdadı. Uyanacak gibiydi. "Uyanıyor," diye mırıldandı, tekrar bir telaş sarmıştı hissini.

Naz yatakta biraz sağa dönüp gözlerini açtı ve merakla kendisine bakan Denizhan, Tarık ve Mine'yle karşılaştı.

İlk an nerede olduğunu şaşırdı; gözleri sebepsiz bir huzur ve huzursuzluk arasında bir hisle kapalıyken yine kendi evinde, annesinin eski yatağında uyanacağını sanmıştı ancak evinde değildi. Karşısında yıllardır kendisine yol arkadaşlığı eden dedesi yerine başkaları vardı.

Bugün okulda gördüğü ailenin evinde uyanmak, Naz'ın apansız utanmasına sebep oldu, üstelik kendisine uzun uzun bakıyorlardı. O an gerçekler kafasına birer birer düşmeye başladı, dedesi onu burada bir başına bırakıp gitmişti... Artık hiçbir şekilde kabullenmek istemediği babasının evindeydi.

Avucunu ağrıyan başına yaslayıp yataktan doğruldu, bu sabah okulda kendisine nefretle bakan Denizhan gözlerinde beliren bir ilgi ve merhametle yanına yaklaşıyordu. "Ne oluyor böyle?" diye mırıldandı tarazlı sesiyle. Daha sonra sesini düzeltmek isteyerek öksürdü.

Kimse kendisine cevap vermemişti. Bir an sorduğu sorudan hicap duydu, onların kendisini bir fazlalık gibi görmesinden endişe edip bir de yataklarında yatması hataydı. Ayaklarını yere sarkıtıp kalktı, sessiz odanın içinde yapabileceği tek şey odanın camından dışarı bakmaktı o an için. Sonra güneşliği çekilmemiş pencereden havanın karardığını gördü, akşam olmuştu.

Akşam olmuştu ve Naz evinde değildi. Şaşkınlıkla, zihninden geçirdiği düşünceyi bir de dillendirdi. "Akşam olmuş..."

Gitmek için bahanesi de bu olmuştu, önünde dikilen üç kişilik ailenin arasından sıyrılıp odadan çıkmak istedi, ilerlerken gözleri kararmıştı ama yine de kapıdan çıkıp merdivenlere yöneldi. Basamakları bir bir inerken arkasından "Durur musun?" diye seslendiklerini de duyabiliyordu.

"Hemen gitmeliyim," dedi kendi kendine, sonra daha yüksek sesle konuştu. "Dedem beni bekliyordur, gitmem lazım!"

Naz dış kapıya giderken aynı zamanda evin hizmetlisi de zil çaldığı için oraya ilerliyordu. Bunu yaparken geriye dönüp Naz'ı seyretmeyi de eksik etmemişti.

"Dur Naz, gidemezsin!" diye bağırdı Denizhan. En sonunda Naz'a yaklaşıp onu kolundan tutmuş ve durdurmuştu. Daha bugün, kasıtlı atılmış bir top ile yaralayıcı şekilde tanışmamışlar gibi bakıyordu genç kızın yüzüne. Aynı boydalardı, Denizhan ondan yaşça küçük olduğunu biliyordu ama Naz hiç de ablası gibi değildi. Aksine bu yorgun haliyle, sarıp sarmalaması gereken küçük kız kardeş gibi görünüyordu.

"Dedem bu saate kadar gelmememe çok kızar! Gitmem gerek hemen." Aslında bu kendini inandırdığı gerçekti ve diğerlerinin de inanıp tıpkı bir senaryoyu oynar gibi davranmasını istiyordu.

İşittiği sözlerle Denizhan'ın gözleri şaşkınca açıldı. Ne diyeceğini bilememişti çünkü o yaşlı adamın, Naz'ı buraya nasıl hırpalayarak bıraktığına ilk elden şahit olmuştu ve genç kızın bu şekilde konuşması üzücüydü.

Onlara rağmen evin hizmetlisi görevini yapıp kapıyı açtı ve gelen misafirlere kısık bir "Hoş geldiniz," dedi. Naz hemen geriye dönüp kimin geldiğine baktı. Büyük bir ailelerdi belli ki, kalabalık görünen insanlar "Geldik!" diyerek içeri girerlerken Naz'ı görünce susmuşlardı.

Tuhaf bir sessizlik sardı her yanı. Kimse konuşmuyordu. Yalnızca ne olduğunu çözmek isteyerek birbirlerine bakıyorlardı. En sonunda, önde duran yaşlı adam kabanını çıkarıp hizmetliye uzattı ve "Bir şey mi kaçırdık acaba?" diye sordu.

Tarık merdivenlerde dikiliyordu, son birkaç basamağı inip babasına yaklaştı korkakça. "Baba, siz içeri geçin."

"Oğlum, bu kız da kim?" Bu sefer konuşan da Tarık'ın annesi Hacer'di. "Gerçekten bir sorun yok değil mi?"

Naz kolunu Denizhan'dan çekti ve gitmek için kapıya yöneldi ancak kapının önü de doluydu. Tanımadığı insanlara bakmaktan kaçınırken "Geçebilir miyim?" diye sordu. "İzin verir misiniz? Çıkmam lazım..."

O sırada geçmek için izin istediği kadınlardan birisi "Yahu Mine, şu kıza ayakkabı terlik bir şey veremediniz mi? Yalın ayak gidiyor," diye seslenmişti ortalığa.

Dedesi onu evden alelacele çıkardığı için bir ayakkabı da giyememişti, bu yüzden ayakları çıplaktı ve Naz bunun farkında değildi. Hala kapıdan geçmesine müsaade edilmediği için "Ayakkabı mı istedim sizden?" diye avazı çıktığı kadar bağırdı, bunu yapınca boğazı acımıştı. "Sadece çıkmak istedim değil mi? Niye önümden çekilmiyorsunuz?"

Diğer bir yaşlı kadın elini Naz'ın sırtına koyup hafifçe sıvazladı, bunu yapan kişi Mine'nin annesiydi. "Tamam canım sakin ol, kötü bir şey demedi ki," dedi usulca. "Bu halde dışarı çıkman pek doğru değil, hem seni gideceğin yere bırakırlar zaten, dert etme..."

Gelen misafirler onun haline acımayla karışık bir şaşkınlıkla bakarken Denizhan arkada dikilen babasına döndü ve öfkeyle bağırdı. "Baba bir şey yapar mısın? Sessizce dikilecek misin böyle?" Sonra bir daha gitmek için çabalayan Naz'a baktı.

Bugün onunla tanışırken yanlış bir yol seçmişti, Naz'ın canını yakmıştı ama şimdi bu hatasını düzeltmek istiyordu. Bunun için de üstüne çok büyük sorumluluk düşen babasının bir şeyler yapması lazımdı. "Naz evet hemen gitme lütfen, daha konuşmadık bile," diye mırıldandı. Çaresiz hissediyordu, aynı zamanda utanmış...

Üstündeki onlarca göz, sanki kara bir bulut gibi gölgede bırakmıştı Naz'ı. Duvara tutunup bakışlarını hala girişte duran insanlarda gezdirdi. Bir trajediyi izlemek için olsa gerek içeri girmiyorlar, oldukları yerde dikiliyorlardı. Bu bunaltıcı bakışlar altında "Konuşulacak bir şey yok," dedi aceleyle. Dışarı çıkıp acilen derin bir nefes almalıydı. "Kısa bir süreliğine rahatsızlık verdim size, kusura bakmayın. Şimdi gitmem gerek."

Burada kaldıkça kırgınlığı artıyordu. Bu hırpalanmış görüntüsünün sebebi kendisi bile değildi; dedesi, onu görmeye bile gelmeyen babası ve hatta hiç tanımadığı kardeşi Denizhan'dı ve onlar yüzünden herkes kendisine acıyarak bakıyordu. Belki buraya kadar her şeyi kabul edebilirdi çünkü evde giydiği eski bir eşofman ve yıpranmış bir tişörtten dolayı bu şekilde görünmesi normal sayılırdı. Ancak ne gitmesine izin veren ne de kendisini acıklı bir film gibi seyreden insanlara engel olmayan babasına da istemeden kırılıyordu. Sanki onun kendisini terk etmesi gibi büyük bir sorun yokmuşçasına, şimdi gerçekleşenlere de kırılıyordu.

Eğer hayatları bir yolda kesişmiyorsa, onun yoluna ulaşmak için çabalamayacaktı Naz. Bu yüzden gitmek için tekrar niyetlendi. O sırada varlığını göstermek için geç kalan babası yavaşça yanına yaklaşmıştı, kapıda bekleyen ailesine eliyle içeri geçmelerini işaret ederken "Naz," diye mırıldandı. Uzun zaman sonra ilk kez çıkıyordu bu isim dudaklarından. "Konuşalım, lütfen..."

İçindeki karmaşık duyguların yansımasıyla kaşları hem ağlama hissiyle hem de öfkeyle çatıldı Naz'ın. "Bunu daha ne kadar söyleyeceğim?" diye çıkışırken ellerini de kimse ona dokunmasın diye önünde kaldırmıştı. Zaten dayanabileceğinden fazlasını yaşamıştı bir gün içinde, bir de üstüne bu şekilde gelmeleri haksızlıktı. "Konuşulacak bir şey yok, bir aksilik oldu, şimdi gidiyorum!"

Naz ismini duyunca gerçekleri kavrayan Hacer aceleyle kocasının kolunu tuttu. Bir şeyler yapmasını ister gibi bakıyordu ona çünkü Mine'nin ailesi bu durumu bilmiyordu. Karısından aldığı direktifle harekete geçen yaşlı adam oğluna uyarıcı bir bakış attı. "Tarık, oğlum hani Denizhan'ın doğum gününü kutlamak için geldik ya buraya... Bak bir sürü insan da sizi bekliyor. Kızı bırak gitsin, biz de günümüze bakalım." Sonra kaşlarını imayla havaya kaldırdı. "Hmm, ne dersin?"

"Baba siz karışmayın, rica ediyorum." Uzun zaman sonra dirayetini toplamışken insanların önüne set çekmesini istemiyordu Tarık. Gömleğinin kolunu sıyırıp hala girişte bekleyen insanlara karşı bastıramadığı bir sinirle bağırdı. "İçeri geçer misiniz artık!"

"Bize niye bağırıyorsun Tarık?" derken Mine'nin ablası ortaya karıştı. Hala bu yabancı kızın neden burada olduğunu ve onunla konuşmak için çabaladıklarını anlamamıştı. Yeğeni Denizhan'ın omuzlarını arkadan tutup onu kendine çekti. "Denizhan'ımızın kutlanacak bir doğum günü varken sen garip garip oyalanıyorsun orada. Hayır şu misafirinizin kim olduğunu söylesen anlayacağım da..." Gözlerini devirdikten sonra belki kendi aralarında gülerler diye Denizhan'a doğru kısık bir sesle mırıldandı. "Sanki yardım gecesi düzenlemişiz gibi."

Bundan sonra Denizhan teyzesinin omuzlarında duran ellerini ittirdi. Sabah okulda kötü bir an yaşamalarına rağmen teyzesinin bu söylediği hoşuna gitmemişti. "Teyze düzgün konuş!"

"Ay ne abarttınız cidden... Hayır bu kadar önemli olan ne var söyleyin de bilelim o zaman? Kim bu kız?"

Mine ailesinin bu durumu şu an öğrenmesini istemediği için tedirgindi, susturmak için oğluna yaklaşmak istedi. Tarık'ın annesi ve babası da Naz'ın kim olduğunun öğrenilmesini istemiyordu, bu yüzden yaşlı adam da "Deniz..." diyerek torununun kolunu tutmuştu.

"Naz o!" Bu tanıtıştan sonra Denizhan gözlerini, karşısında dikilen herkeste gezdirip kendinden emin şekilde ama yaptığının ne kadar yanlış olduğunu fark etmeden konuştu. "Babamın kızı!"

-

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur, hesabımı takip ederek ya da diğer kitaplarıma göz atarak bana destek olursanız inanın çok mutlu olurum... Hoşça kalın. 🤍

Loading...
0%