Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Giz

@askilav

Naz uzayıp giden düşünceleri arasındayken kapının tekrar açılması çok uzun sürmemişti. Yalnızca birkaç dakika sonrasında, başka yerlerde gezdirdiği bakışlarını korkutucu bir yavaşlıkla oraya çevirdi ve içeri giren babasına baktı. Kenarda kuran tekerlekli sandalyeyi çekip Naz'ın karşısına oturmuştu.

Tarık ellerini bacaklarının üstüne koyup hafiften öne doğru eğildi ve tıpkı kızının da az önce yaptığı gibi derin bir nefes verdi dışarı. Naz bu hareketle onun hayatında bir sıkıntı olduğunun hissiyatına varmıştı. O hisse sebep olan sıkıntı tam olarak kendisiydi.

"Bugün ne oldu Naz?" diye tedirgin bir sesle sordu Tarık ancak aldığı cevap yalnızca yoğun bir sessizlikti. "Merak ediyorum," dedi sözlerine devam ederek. "Ne oldu da deden sana bu şekilde davrandı?" Merak ediyorum, ne yaptın da deden seni benim başıma atıp gitti?

Devam eden bir sükûnet.

"Cevap vermeyecek misin?"

Yanaklarının içini ısırırken Naz bakışlarını sürekli başka yerlerde gezdiriyordu. Gözleri arada bir babasına değse de ne cevap vereceğini bilememişti. Bu sefer üst dudağını ısırdı tereddütle. Sonra babasının "Naz?" diye tekrar mırıldanmasını duymuştu.

Oturduğu yerde çaresizce kıpırdandı. Göğsünü sıkıştıran nefesleri omuzlarının titremesine sebep olmuştu. Kucağında birleştirdiği ellerini sıkıp "Efendim?" diye mırıldandı. Aslında kaçıyordu, tırnağını tenine geçirirken dahi düşüncelerinden kaçmak için çabalıyordu. Çok yorulmuştu, zaten hayatı zorlu geçmişken son birkaç gün bu zamana kadar toparlayabildiği kadarını mahvetmişti.

"Bugün..." dedikten sonra Tarık, tıpkı Naz gibi sessizliği bürünüp bekledi. Fakat kızının onu dinleyen bakışlarını gördükten sonra "Bugün ne oldu?" diye bir çırpıda sormuştu. Hayatı beklenmedik bir şekilde tekdüze ilerlerken, zihninin en dip köşelerine ittiği, unutmadığı fakat çok da hatırlamadığı kızını karşısında görmek onu olduğundan çok daha fazla şaşkınlığa uğratmıştı.

Karısını ve geriye kalan ailesini yatıştırmak için çaba gösterirken şu kısa sürede, sanki Naz'ın varlığına alışmış bir şekilde sessizlik içerisindeydi. Ancak hiçbir şey, dışarıda gösterdiği duygular kadar basit değildi. Tarık içinde büyük bir gel-git yaşıyor, hissettiği duygu fırtınasından sağ salim kurtulmaya çalışıyordu.

Oysaki bugün ansızın okulda çıkan Denizhan'ın kavgasından sonra her şeye rağmen akşam bir kutlama planlamışlardı. Oğlunun doğum günüydü ve nasip ki bu doğum günün de Naz da orada bulunuyordu, talihsiz bir olay eşliğinde...

Naz duyduğu soruyla derin bir nefes çekti içine. Sükûnetin bir parçasından bile faydalanamadığından konuşma ihtiyacı hissetmişti. "Okulda kavga oldu." diyerek başladı anlatacaklarına. "Zaten gördünüz... Benim gerçekten sizden haberim yoktu. Hiçbir şey bilemeyerek gittim eve. Sonra evde dedem sargılı burnumu görünce biraz sinirlendi, baş edemeyeceğim gibi şeyler söyledi. Kızdı bana biraz, ben de pek anlayamadım."

İçinde akıp giden ılık bir şeylerle sıcak bastığını hissetti. Kucağında kilitli duran ellerinden biriyle darmadağın saçlarını geriye doğru atıp biraz bekledi. "Sonra aniden eşyalarımı toplamaya başladı. Senden bahsetti çünkü şey... Ben seni tanımıyordum ve hatta öldüğüne inanıyordum." Titrek gözlerini babasının yabancı yüzünde gezdirdi. Tanışalı çok kısa zaman geçmişti ama sanki ona alıştığını düşünüyordu. "Ama dedem yaşadığını söyledi, her şey bununla kalır sandım ama o beni buraya getirdi." Hemen ardından telaşa kapılmış gibi ellerini önünde salladı Naz. "Gerçekten ona çok itiraz ettim, kabul etmedim gelmeyi... Ama beni zorladı."

Sözlerini bitirince kendininkilerden daha kocaman duran avuçlar ellerinin üstüne kapanmıştı. "Sana inanıyorum," şeklinde gelen teselli sözlerinden sonra, kendisine fütursuzca uzanan ellerin esaretinden çekti ellerini. Onun bu halleri çok kısa sürede Naz'ı deli etmişti. Babasını tanımıyordu, onun nasıl bir insan olduğunu bilmiyordu ama gördüğü birkaç saatte hatalarından ders almamış ve pişmanlığın zerresini dahi yaşamayan birisi olduğunu anlamıştı.

"Naz, ben her şey için özür dilerim. Yani... İnan böyle bir şey yaşamanı istemezdim."

Genç kız kuruyan dudaklarını yalayıp ıslattıktan sonra omuzlarını dikleştirdi. "Asıl ben özür dilerim, ailenize böyle pata küte dalmak istemezdim," derken gururlu görünmeye çalışıyordu.

Tarık, eğildiği yerden geriye doğru çekilerek fazlasıyla mahcup bir ifadeyle baktı kızının yüzüne. Korkunç derecede yaptığı açıklamalara Naz'ın verdiği tepkiler azdı bile, yine de durumu bir yerden toparlaması gerekiyordu. Kısa süreli bir alışkanlıkla "Kızım..." dedi tekrar.

Naz alaycı bir gülüş kondurdu dudaklarına. "Kızım mı?" Sorduğu cevapsız soruya layık bir şekilde susan adamın ifadelerini aklına kazımak istercesine onu izliyordu. Tedirgin görünüyordu babası, belki de bıkkındı. Daha birkaç saattir hayatında olan kızından çabucak bıkmış olabilirdi. O yüzden Naz'ı alelacele hayatında çıkarma derdindeydi ya...

"Cidden kızım diyebiliyor musun bana?" diye devam etti sözlerine. Aslında bahçede de bunu sert bir şekilde dile getirmişti. Onun anlamamakta diretmesine karşın kızıyordu.

"Sen benim kızı-..."

Naz hiddetle çıkıştı. "Hayır! Hayır, yanlış biliyorsun... Ben kimsenin kızı değilim, ben bir tek annemin kızıyım!"

Kendini o kadar gülünç bir durumda hissediyordu ki elinde olsa pervasızca kahkahalar savuracaktı. Yıllardır hayatında olmayan bir adam rahatça ona kızım diyebiliyor, aldığı itirazlardan sonra bile diretebiliyordu. Duyulmamış, görülmemiş...

Tarık ardı arkası kesilmeyecek bir tartışmayı önlemek istiyor ama yine de söze girişemiyordu. İçinde dolup taşan ağlama isteğini bastırabilecek güçte olduğu için şu anlık kendiyle gurur duyuyordu, ne kadar gurur duyulacak hareketler yapmasa bile. Sonra Naz'ın tekrar ettiği sözleri düşündü. Ben annemin kızıyım demişti. Sahi ya, Çiçek neredeydi? Bunu merak ediyordu ama Mine aşağıda için için ağlarken bunu sormaya da utanıyordu. Hırs içinde dudaklarını kemirirken eski karısını sormaktan vazgeçti. Eğildiği yerde çabucak toparlandı. Ellerini birbirine vurduğunda Naz'ın ilgisini çekmişti. "Ama şu an olanları böyle halledemeyiz, biliyorsun," dedikten sonra ayağa kalktı. "Aşağıdakilerle tanışmaya ne dersin?"

Karşısında dikilen adama aşağıdan bakarken "Neden?" diye mırıldanarak sordu. Biraz da korkuyordu, özellikle de dedesi ve babaannesi olduğunu düşündüğü kişilerin kendisine attığı o sert bakışlardan ürkmüştü.

"Çünkü seni merak ediyorlar... Hadi gel inelim," diyerek hiçbir söz hakkı tanımadan, kolundan tuttuğu Naz'ı odadan çıkardı Tarık. Bir şeyler yapmazsa durum kurtarma çabası sonuçsuz kalacaktı. Öyle bir ikilemde kalmıştı ki, bu anları hayatının sonuna kadar yaşayacağından zerre emin değildi. Ne onun kızına gitmeye cesareti vardı ne de yolları bir dönemeçte kesişir sanıyordu. Yıllar geçtikçe artan pişmanlık da onu bu yoldan geri iten sebep olmuştu aslında. Her geçen gün diğer yanda kalan 'kızının babalığı' sorumluluğunu yitirmiş ve yeni hayatından kopamayacak bir Tarık olmuştu.

Hızla merdivenlerden indiklerinde de ne yapacağını bilmiyordu. Yaşananlardan sonra olanları kabullenemeyip kendisini aldattığını düşünen hamile bir karısı vardı, karısının ailesi ve kendi ailesi... Her şey bir curcuna gibiydi ve bu kaos ortamında, geçmişteki evliliğinden zerre hazzetmeyen babasının karşısına kızını çıkaracak olmak onu bir nebze de olsa korkutuyordu. Ne kadar kapıda birbirlerini görmüş olsalar bile fazlasıyla yaralı Naz'ın bir nefreti daha kaldırabilecek gücü olup olmadığından emin değildi. Kendine itiraf etmek de zorlansa bile... Kızını tanımıyordu, hem de hiç.

Aşağı indikleri vakit kendi aralarında hararetle bir şeyler konuşan karısı ve aileleriyle karşılaşmıştı Tarık. Elinden tutup bir zorunlulukla odaya getirdiği kızını karısıyla böyle karşı karşıya getirmek ne kadar doğruydu bilmiyordu ama yine de her şey bir açıklığa kavuşmalıydı. Mine'nin kendisini aldattığını düşünmesine daha fazla izin veremezdi. Söylediği yalanlar, sakladığı gerçekler bir gün apansız yüzüne vurulmuş ve ortalığa birer birer saçılmıştı. Toplaması da ona kalıyordu.

Naz kendilerine dönen bakışlarla epey gerilmişti, elleri yine titrerken içini tuhaf bir his sardı. Elini sıkıca kavrayan babasından zorlukla ayrılıp uzağa geçti ve bakışlarını yere dikti. O yaşlı kadın ve adamın karanlık bakışlarını görmeye tahammül edemiyordu, korkuyordu... Şiddetli bir rüzgâr gibi odada esen kısa bir sessizliğin ardından, ilk kez tanıştığı diğer dedesinin sert sesi ilişmişti kulağına. "Tarık, ne yaptığını sanıyorsun sen? Bitmedi mi şu mesele? Ne diye Mine'nin karşısına çıkartıyorsun... bu kızı?" derken öylesine nefret doluydu ki yaşlı adam; Naz, onunla ilk kez tanışsa bile bir şekilde onun nefretine eriştiği için kendisini fazlalık gibi hissetmişti.

Ardından bir diğer yaşlı adam "Hangi yaptığı doğru ki bunu sorguluyoruz?" diye çıkışmıştı. Herkes Naz hakkında Tarık'a sitemde bulunuyordu ama söylenen sözler sanki Naz orada bulunmuyormuş gibi sarf ediliyordu.

Mine oturduğu koltuktan kalkıp "Susun!" diye bağırdı. "Yeter artık... Sizi mi dinleyeceğim yoksa onları mı? Bir müsaade edin de gerçekleri öğreneyim, zaten Tarık yeterince suskun bari konuşmak için geldiğinde engellemeyin!"

En nihayetinde o da bir patlama yaşamıştı. Göğsü sürekli inip kalkarken Tarık'a döndü Mine. Sözlerinin altında herkese dair büyük bir yakınma vardı. Kan çanağına dönen gözlerini kocasına çevirdi ve ona da bağırdı. "Konuş, onca zaman geçti bir şey söyle... Açıklamanı yap artık! Çünkü kahroluyorum anlıyor musun? Seni beni aldattığın gerçeğiyle duramıyorum!"

Tarık karısının acı dolu sözlerine karşın hızla ona yaklaştı. "Mine... Sana her şeyim üzerine yemin ederim seni aldatmadım," derken o da bu konudan dolayı perişan görünüyordu. Mine'yi kollarından tutup kendisine çekti. "Buradaki herkes şahit benim seni nasıl sevdiğime... Ben nasıl aldatabilirim? Elbette yapmadım böyle bir şey..."

Karısının sarı saçlarını geriye ittirip onun yanağına avucunu sardı. Yeşil gözlerin etrafı kıpkırmızıydı ve bu görüntü canını yakıyordu. Arkada onları izleyen Naz'ı bile unutmuştu. "Belki senden bir şeyler saklamış olabilirim, evet bu konuda yalan söylememem... Ama seni ne olursa olsun aldatmadım."

Genç kadının yüzünü çaresiz bir tebessüm kapladı. "Evet, seviyorsun..." Ardı kesilen cümleden sonra Mine'nin bakışları titrekçe Naz'a çevrildi. Sözlerine bu şekilde devam etmişti. "Peki ya o?" diye fısıldadı. Diğerlerinin aksine o Naz'ı gücendirmek istemiyordu. "O adam senin kızın olduğunu söyledi. Tarık, biz bu kızı daha bugün okulda gördük! Siz... Siz birbirinizi hiç tanımadınız bile. Yoksa bizden mi sakladınız?"

Tarık karısının bir şeyleri yanlış anlamasından korkarak ellerini önünde iki yana salladı hızla. "Hayır Mine! Yemin ediyorum senden bir kızım olması dışında bir şey saklamadım. Sadece... Seninle evlenirken aramızda bir sorun olmasını istememiştim."

Tüm aileden geride kaldığı yerde, gözlerini hüzünle yumdu Naz. Kirpiğinde asılı kalmış tek bir göz yaşı Naz'ın sıcak basan yanağından usulca aşağı süzüldüğünde, o en çok kendisine kızıyordu. İstemiyorum derken bile aslında içinde perde perde yayılan istiyorum sesine, nefretle kaçırdığı gözlerinin gurursuz halde yine o adamı aramasına, yastığının altında halen bir lütuf gibi o fotoğrafı saklayan hasretine kızıyordu. Kendisini ancak bir sorun olarak gören bu adama en ufak muhtaçlık duyduğundan dolayı utanıyordu.

Oysaki o, gözleri yoğun bir acı içinde baksa da büyük umutlarla gelmişti bu kapıya. Dillendirmediği pek çok duayı içinde defalarca tekrar etmiş, nereye gideceğinin bir adım sonrasını bile bilmese hep o kapıya çıkmak istemişti. Yolun sonu buydu işte. Yine istenmeyen bir evlat olmuştu Naz, işin esasında bir evlat bile olamamıştı. Bu hayatta sahipsiz bir varlıktı.

-

Tarık bir işkence gerçekten 😄

Loading...
0%