@askilav
|
Günler, ardı ardına koparılan takvim yaprakları kadar hızla geçiyordu. Dışarısı Aralık aynının yaşanmasından mütevellit soğuk ve karlıydı. Minik kız, oturduğu pencerenin hemen ardında yağan karı gülen gözlerle izlerken dışarı çıkmak ve bembeyaz karların arasında doyasıya oynamak için can atıyordu. Ellerini ve burnunu soğuk cama dayayıp heyecanla dışarıyı izlemeye devam etti ancak bir süre sonra öylece bakmaktan canı sıkılmış olacak ki of çekip buğulanan camla ilgilenmeye başladı. Minik parmağıyla okulda öğrendiği harfleri buğulu kısma yazarken solmuş gülümsemesiyle bakıyordu artık dışarıya. Onu çıkaracak kimse olmadıktan sonra beyaz karları yalnızca ince pencerenin ardından izlemekle yetiniyordu, o da canını bir hayli sıkıyordu. Oturduğu koltukta kendi kendine büyük bir hüzün yaşarken, odasında sigara içtiğini bildiği dedesinin adım seslerini duydu. Kendisine kızacağını bilse de oturduğu yerden kalkıp koşa koşa odanın kapısına vardı. Dedesi hemen kapı pervazında durup kendisine iki saniye göz attıktan sonra gidecek olmalıydı, minik Naz bile onun bu umursamazlığına alışmıştı. "Dedeee!" diye bağırdı kendisinden bir hayli uzun dedesine bakmak için boynunu kaldırırken. Dedesi cevap verme gereksinimi duymadan 'efendim' anlamında başını sallayınca Naz hiç beklemeden ince sesiyle "Dışarı çıkabilir miyiz?" diye sordu masumca. "Ben çıkıyorum zaten." "Ben de geleyim, karla oynarız." Yaşlı adam kaşlarını atıp henüz kendisi kurtaramadan elim bir şekilde ölen kızının evladına baktı, torununa. "Karla oynamaya gitmiyorum!" Naz saflıkla mırıldandı. "Tamam birlikte gideriz işteee..." Yaşlı adam, kafasını başka tarafa çevirip ofladı. Kendi kendine sessizce söylenirken söylediğini minik kızın keskin kulaklarının işiteceğini düşünmemişti. "Allah'ım, nasıl başa çıkacağım Yarabbim!" Tam da o günün ayazını bedeninde hissedercesine kollarını birbirine sardı Naz. Belki hayatına uğrar diye beklediği sıcak günlerin hayali gibi kendini sıvazladı; çünkü darda kaldığında, başı sıkıştığında, kendini yapayalnız hissettiğinde, hiçbir şeyle başa çıkamaz hale geldiğinde bile elini omzuna koyup geçecek çünkü ben yanındayım diyen biri olmayınca insan bu şekilde alışıyordu. Kendi kendini teselli etmek ilk seferkinden daha zor olmuyordu ama, kapanan her yara gibi o da en nihayetinde kabuk bağlıyordu. Sessizliğe gömülmüş odada nefes sesleri yayılırken Mine kaşlarını çatıp biraz geriye çekildi. "Sorun mu?" diye mırıldandı. Gözleri yine odanın en kuytu kısmında bekleyen kıza kaymıştı. Onda gördüğü hayal kırıklığı ifadesi, kendisinin de Tarık'a karşı hayal kırıklığına uğramasına sebep oluyordu. Sonra gözlerini yine, bu durumu açıklayabilmek için canla başla uğraşan kocasına döndürdü. "Nasıl yani?" "Senden önce bir evliliğim oldu..." derken sesi durgunlaşmıştı Tarık'ın. Odadaki herkes bu konuşmayı dinliyordu. "O evlilikten de bir kızım vardı, Naz." Başı öne eğildiğinde yalnızca yeri izlemeye başlamıştı. Utanıyordu. "Sana söyleyemedim, üzgünüm." "İki hayat mı sürüyordun yani şerefsiz? Bir benim kızımın yanında bir de diğer kadının yanında mıydın? Utanmadan bunu mu anlatmaya çalışıyorsun?" Tarık istemsizce bağırdığında arkasında onu büyük bir acıyla dinleyen kızının habersiz gibi davranıyordu. "Kimseyle görüşmedim!" diye haykırdı. "Hayatımda sadece Mine vardı... Ben kimseyi görmedim, bugüne kadar-..." Yutkunup geriye döndü ve Naz'a baktı Tarık. "Naz'ı da görmemiştim." "Sen..." Mırıltısından sonra göğsüne yayılan sızıyla elini karnına atmıştı Mine. Parmakları kıyafetinin üstünden kendi teninde dolaşırken durumu algılamak epey zordu. "Kendi kızını mı görmedin? Hiç mi gitmedin yanına? Tanımıyor muydun?" Hacer oturduğu koltuktan kalkıp gelinin kollarından onu kavrayıp hafifçe okşadı. "Kızım... Üstüne gitme lütfen Tarık'ın da. Dediği gibi haberi yoktu, görüşmüyorlardı. O sadece burada, seninleydi." "Sorunun bu olduğunu anlamıyor musunuz siz?" Mine geriye çekilip şaşkın bakışlarla Tarık'ı ve ailesini süzdü, yıllar sonra bir yabancıyla tanışıyor gibiydi sanki. "Niye kızıyla görüşmüyordu? İnsan kızını tanımaz mı ya? Bugün karşı karşıya oturdu bu insanlar... Biz-..." Kelimeleri ifade etmekte zorlanıyordu artık. Her ne kadar Naz'ın canını yakacağını bilse de durumu açıklığa kavuşturabilmek için söylemek zorundaydı. "Biz bugün Denizhan bu kızla kavga etti diye okula gittik, onun halini gördük. Tarık'la birbirlerini tanımadılar bile! Allah aşkına, hangi baba kızını tanımaz? Hangi evlat babasını tanımaz? Aklınız alıyor mu sizin... Biz orada Denizhan için bulunuyorduk, oğlumuzu koruduk biz... Ya bu kız? Yanına bir kişi bile gelmedi!" "Mine..." "Kes sesini Tarık!" Elini kaldırıp kocasının konuşmasını engelledi. Onun, kendi kızını göz ardı edebiliyor olması canını yakmıştı. Aklına başka bir soru geldiğinde tekrar bağırdı. "Annesi nerede Naz'ın?" Dudaklarını dişlerken sessizliği dinledi Tarık. Kimsenin cevap vermediğini görünce "B-Bilmiyorum," demişti. Hemen ardından Mine, Naz'a döndü. Ona baktıkça ağlayası geliyordu. Karmaşık duygular içindeydi... "Annen nerede?" diye neredeyse fısıltıya yakın bir mırıltıyla sordu. Adım adım yaklaşırken Naz'ı ürkütmemeye çalışıyordu. Bu soru genç kız için büyük bir anlam barındırıyordu. Eğer gergin bir ortamın içinde olmasaydı, oturur ve hüzün içinde gülümserdi. Babası bile onca yılın ardından annesini sormamışken Mine'nin onu merak ediyor olması tüm bu kötü anların içinde, bir aydınlık belirtisi gibiydi. Yine de gerçekler o kadar güzel şeyler barındırmıyordu içinde... "Öldü," dedi usulca. Yaşların asılı kaldığı kirpiklerinde bir ağırlık vardı. "Ne zaman?" "On yılı geçti galiba." Bu cevabın ardından ağlıyor olmasına rağmen keyifsizce güldü Mine. Ellerini kaldırıp ensesine sardı. Kendi annesi de yanına gelip sakinleştirme çabasına girmişti. Onu üstünden itip Tarık'a döndü yavaşça. "Bu kız..." dedi. Her kelimesinin ardından bir süre bekliyordu. "Senin kızın... On senedir o dedesinin yanında mı yaşıyor yani?" "Mine-..." "Ve senin tüm bu olanlardan haberin yok? Öyle mi?" "B-Bilmiyordum..." "Aptal, şu cevabı verme! Bilmiyordum deme bana!" Yaşlı kadın kızının çıldıran halini tutmaya çalıştı aceleyle. "Mineciğim, hamilesin sen... Yapma kuzum." "Senin benim kocam olduğuna inanamıyorum şu an..." Islak yüzünü sıvazlayıp ağlarken dudaklarını dişledi. Senelerdir yanında olan kocasının, kendi kızını kaba bir adamın insafına bırakıp burada mutluca yaşamasını kaldıramıyordu. Eğer Naz'ın, bugün okuldaki yalnız ve bitkin halini görmese belki her şeye bu kadar kolay inanmazdı ama aynı zamanda kocasının da suçlu olduğunu bilir gibi çekingen davranması tüm bunları destekliyor gibiydi. "O ilgi ve sevgi dolu adamın, ufak bir kızın yalnızlığına sebep olması..." "Mine, yapma güzelim, özür dilerim!" Tarık'ın babası, diğer yanında oturan küçük oğluna işaret verdi. "Götür şu kızı şuradan," diye mırıldandığında, genç çocuk da söz dinleyerek yerinden kalkmıştı. Tuğra yıllardır görmediği yeğenine tereddütle yaklaşırken onun her şeye rağmen sessizce orada dikilebiliyor olmasını şaşkınlıkla karşılıyordu çünkü Naz gerçekten yıkılacak gibi görünüyordu. Geriye dönüp babasına yalvarır gibi bir bakış attı. Abisinin hatasını temizler gibi davranmak istemiyordu ancak yaşlı adamdan sert bir uyarı aldığında el mecbur geri döndü. "Gel," dedi Naz'a. "Seni götüreyim." "N-nereye?" diye korku içinde mırıldandı Naz. Bir adım geri kaçmıştı hemen. Karşısındaki kişiyi tanımıyordu ancak onun Tarık Sayın'a benzediğini fark etmişti. Tuğra sesini, evin içindeki gürültüye rağmen yumuşak tutmaya çalışıyordu. "Evine." "Dedemin yanına mı?" "Evet, onun yanında kalıyorsun değil mi?" "Hıhımm..." Eğer gitse, eve kabul edilip edilmeyeceğini bilmiyordu ama yine de evine dönmek istiyordu. Büyük ihtimalle kapıda kalacaktı ama başka çaresi yoktu. Bu evin içinde, bu aileyle yaşamak fecaat olurdu. Kollarını çaresizce kendisine sararken dış kapıya gitmek üzere geri döndü. Tuğra da elini onun sırtına yaslayıp yanında olduğunu belli etmişti. O sırada Mine kocasıyla ve ailesiyle tartışmayı bırakıp kendilerinden uzaklaşan Naz ve Tuğra'ya baktı. Aceleyle yanlarına yaklaşmıştı. "Nereye gidiyorsunuz siz? Tuğra, nereye götürüyorsun onu?" "Yenge, şey..." Yaşlı adam gelininin önüne geçip onu sakin tutmaya çalıştı hemen. "Mine kızım, Naz'ın evine dönmesi daha iyi bence... Bak, doğacak bir çocuğunuz varken Tarık'la aranız daha fazla bozulmasın." Mine'nin babası da kayınpederini ittirip "Kızıma dokunmayın!" diye bağırdı. "Oğlunuz düşünecekti bunları asıl!" "Hepimiz düşüneceğiz efendim, bir aile kolay mı kuruluyor sonuçta?" "Kolay kurulmuyor ama belli ki çok kolay yıkılabiliyormuş..." Hırs içinde burnunu çektikten sonra Mine bu sefer Denizhan'a dönüp "Oğlum, Naz'ı yukarı çıkar müsait bir odaya yerleştir," dedi. Sesi o kadar sertti ki herkes onun bu halini şaşkınlıkla seyrediyordu. "Ben Naz'ın o adamın yanına dönmesine izin vermiyorum, onun Naz'a nasıl zarar verme potansiyeline sahip olduğunu gördüm çünkü... Belki de döndüğünde eve almayacak kızı, ne bileceğim? O yüzden burada kalacak, güvende olduğunu göreceğim." "Yapma Mine kızım, aynı evin içinde-..." "Kovayım mı yani?" Hayret içinde kollarını iki yana açtı, gencecik bir kızı sanki tehlikeli bir varlık gibi sürekli uzakta tutmak istemelerine ne tepki vereceğini bilemiyordu artık. "Kendi de gitmek istiyordu sanki," diyen de Mine'nin ablasıydı. "...değil mi?" "Yeter!" Olduğu yerde hırsla kıpırdanıp herkesi susturdu, salonda yoğun bir sessizlik başladığında Mine bağırmaktan dolayı hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. "Yeter... Gencecik bir kızı, kendisini istemeyen bir adamın evine göndermek ne demek ya? Vicdanınız el veriyor mu buna?" "O dedesi sırf biraz para koparmak için yollamıştır eminim ki, az kurnaz değil o!" Naz, Hilmi dedesine karşın suçlamada bulunan diğer dedesine kaşlarını çattı. "Dedem öyle birisi değil! Ayrıca bizim sizin paranıza ihtiyacımız yok..." Mine artık salonun bu kadar karmaşasını kaldıracak güçte değildi. Hiçbir şeyi düzeltemeyen kocasına karşı hayal kırıklığı büyürken "Denizhan yukarı çıkın artık..." diye yorgunca mırıldandı. "Çabuk çıkın, hemen!" Denizhan, Naz'ı kolundan kavradı ve onu çekiştirmeye başladı. Zaten gitmesini istemiyordu. "Naz lütfen gitmek için ısrar etme," dedi merdivenlerden çıkarken. Sürekli arkasına dönüp onu kontrol ediyordu. "Annem çok haklı, deden sana zarar verebilir." "Bu zamana kadar hiç vermedi ki," diye yine kendince savunmaya çalıştı Naz. İnsanların bu şekilde konuşmasına dayanamıyordu. Dedesini ölesiye sevdiği için değil, hayatındaki tek insan tarafından da hiç sevilmediğini yüzüne apaçık vurdukları için... "Bu zamana kadar seni evden de kovmamıştı." Çaresizce yutkunup, "Niye bu kadar açık sözlüsün?" diye sordu Denizhan'a. Onun aşağıda babamın kızı diye bağırışını da unutmamıştı. "Söylediklerinin beni zor duruma soktuğunun farkında değil misin sen?" Odanın önüne geldiklerinde genç çocuk utanarak nefesini tuttu. "Ben... Özür dilerim." Naz yavaşça kolunu kendine çekti. Kapının önünde dururken aşağıda devam eden gürültüyü rahatça duyabiliyorlardı ama çok kişi konuştuğu için hiçbir şey anlaşılmıyordu. Denizhan dalgınca odanın kapısını açtı. "Sadece yardımcı olmaya çalışıyordum," derken söylediklerini gözden geçirdi hızla. "Bu şekilde mi?" "Çok yanlış davrandım değil mi?" Sözlerinin ardından odanın içine ilerlemişti, her şeye rağmen Naz'ı da içeri sokup kapıyı sıkıca örttü. "Tamam, gerçekten çok yanlış davrandım galiba... Tekrar özür dilerim." Beraber yatağa oturmuşlardı. Denizhan, Naz'ın ellerini tuttu, onun hırpalanmış suratını gördükçe yaptığından utanıyor ve korkuyordu ama yine de onunla arasının kötü olmasını istemiyordu. "Naz..." diye mırıldandı. "Özrümü kabul edecek misin?" "Niye özür diliyorsun benden?" Sabah kendisine bilerek top fırlatan ve canının yanmasına sebep olan oydu. "Oysaki nefret ettiğini sanıyordum..." "Nefret etmiyorum!" "Bugün yaptıkların-..." Denizhan Naz'ın devam etmesine izin vermeden hışımla karşı çıktı. "İsteyerek olan bir şey değildi, yemin ederim..." Basit bir tanışma işini eline yüzüne bulaştırdığının farkındaydı ve itiraz etmekten başka bir şey gelmiyordu elinden. İlk başta Naz'a karşı ne hissedeceğini bilememişti ve bu da hareketlerine bir karmaşa olarak yansımıştı. "Sadece seninle tanışmak istemiştim, her şeyi batırdım ama. Hiç hoş olmadı değil mi?" Sadece bir anlığına aşağıda olup biten her şeyi unutarak burukça gülümsedi Naz. Hayatında sadece bir gündür sürüp giden hiçbir şeyden tek bir mana çıkaramazken en azından Denizhan'ın aklında olan bitenleri çözmek karmakarışık hale gelen zihnini biraz rahatlatabilirdi. "Sen beni tanıyordun değil mi?" Suçlu bir çocuk gibi bakışlarını düşürdü Denizhan. Bunları açıklamak biraz zor olacaktı elbette. "Yalan değil, tanıyordum." "Nasıl peki?" Saçlarını gelişigüzel kaşıyıp bu soruyu cevaplamaya koyuldu. "İlk babam para cezası verip harçlığımı kestiğinde buldum seni... Babamların odasında biraz para-..." Sözlerine devam edemeden keyifsizce güldü ve başını iki yana salladı. "Hırsız gibi görünüyorum evet ama işte... Para arıyordum, sonra orada bir kutu buldum. Merak edip içine baktım tabi. Bir fotoğraf vardı, fotoğrafta babamın gençliği ve bir bebek... Çok baktım o fotoğrafa ama bebek kesinlikle ben değildim. Zaten kız olduğu da belli oluyordu. Sonra arkasını çevirdim ve orada bir not gördüm. Ne yazıyordu biliyor musun?" Naz ne diye sorarcasına başını iki yana salladı. Yoğun bir merak sarmıştı üstünü. "Canım kızım, Naz Sayın yazıyordu. Bir de doğum tarihi vardı." Şaşkınlık emarelerinin dolaştığı bakışlarını yavaşça yere çevirdi. Aşağıdan kesilen gürültüye eş odada da bir sessizlik oluşmuş ve Naz, içindeki benlikle bir başına kalmıştı. Dirseklerini dizlerine yaslayıp başını avuçlarının arasına koydu. "İlk başta inanamadım ama sonradan çok merak ettim, belki de öldün diye düşündüm, internetten sana dair bir şeyler aradım ama bulamadım. Sonra... Okulun ilk günü güvenlikten geçerken senin adını duydum. Sınıf listelerini aradım, taradım, herkese seni sordum ve en sonunda kim olduğunu buldum. Ama dedim kendime, belki isim benzerliğidir... O zaman o kadar sinirliydim ki seni bahçede gördüğümde elimde olmadan da topu sana fırlattım. Amacım hiçbir zaman senin canını acıtmak olmadı, belki oradan tanışır, bir şeyler bulurum diye başlatmıştım her şeyi. Daha sonra sen revirdeyken müdürle konuştuk. O da soyadı benzerliğimizi fark etmiş, kayıtlarda da babalarımızın ismi aynı gözüktüğü için o bile anlamış. Oradan çıkardım her şeyi ama daha benim bir şey yapmama gerek bile kalmadan deden... Özür dilerim." Hatıralarından miras kalan soğuğu tekrar hissediyorken, kollarını tekrar sıvazladı Naz. Pencere ve kapı kapalıyken koskoca odanın içinde sanki bir buz kütlesince ıslanmış gibi hissediyordu. O ıslak haliyle ayaza bırakılmıştı sanki, üşüyordu. Devası bulunmaz bir soğuğa tutulmuştu. Hayatında bir şeyler dönüp gidiyordu; annesi kahrolası bir aşka kurban gidiyor, babası başka bir hayatı yaşamak istiyor, dedesi hayatından Naz'ı çıkartmak istiyor, hiç bilmediği kardeşi ise bir yerlerde onu arayıp bulmak için uğraşıyordu. Ve her şeye rağmen Naz o günlerde penceresinin dibindeydi. Kapının önüne biri gelir de kızımı almaya geldim der diye bekliyordu. Mezardan kalkan annesi ya da kendini öldü, yoksa gelirdi diye avuttuğu babası... Sadece birisini bekliyordu. "Keşke hayatım sadece özrünle düzelebilseydi..." Gözyaşları tekrar aşağı akarken burnundaki sargıdan dolayı zorlukla nefes çekip parmaklarıyla ıslaklığı temizledi. Omuzları sarılırken sessizce ağlıyordu. Aşağıda babasının kendisini bir sorun olarak nitelendirmesini unutamamıştı, o acıyı içinden atamıyordu bir türlü. Her ne kadar onu sevmediğini, ondan nefret ettiğini düşünse de sözlerinin üstünde büyük bir tesiri vardı. "Tüm bunları yaşamanı istemezdim," diye mırıldandı Denizhan. Onu ağlarken görmek gözlerinin dolmasına sebep olmuştu. Hayatında her zaman kahraman olarak gördüğü babasının, aslında bir başkasının mahvolmasına sebep oluşuna şahit olmak zordu. "Ama burada kal demekten başka bir şey gelmiyor aklıma şimdilik." Ağlamaları arasında "Nasıl olacak o?" dedi kısık bir sesle. Hiçbir yere ait olamadığı için kendisini yalnızca sokakta bir banka bırakıp saatlerce orada uzanmak istiyordu. "Sadece kalacaksın işte, bir şekil düşünmedim." Sözlerinin ardından rahatça omuz silkmişti Denizhan. Naz onun bu umursamazlığını dehşet içinde izliyordu. Islak gözlerini kurulayıp konuşmaya başladı. "Senin baban... Senin baban on altı sene önce beni terk etti. Sen bunun ne demek olduğunu biliyor musun acaba? Senelerdir sana göz kulak olan tek insan durup dururken, seni terk eden babanın kapısına attı mı hiç? Denizhan... Sen bir yuvanın olmamasının ne demek olduğunu biliyor musun?" Zorlukla yutkunduktan sonra başını iki yana salladı. "Şekil düşünmemiş... Düşünemezsin tabi çünkü bunun olabilecek bir tarafı yok." "Tamam Naz, sinirlen diye söylemedim. Sadece, farkındaysan başka çaren yok." "Ben çarem olmadığının da farkındayım! Şöyle açık açık konuşma artık benimle! Ben bunu bilmiyor olabilir miyim sence?" İçinde katlanıp çoğalan umarsızlıkla omuzları çöktü Naz'ın. Verecek tek bir cevabı yoktu. En başta Tarık Sayın'a karşı savunduğu fakat sonrasında gerçeklerin idrakine vardığı, kendisini bu eve bırakıp giden dedesinin yanı olmazdı. Farklı koşullarda fakat yine bir benzerlikle, kendisini seneler öncesinde yapayalnız bırakmış babasının yanında da kalmak istemiyordu. Denizhan onun saniye saniye çöken haliyle hatasının farkına varıp elini Naz'ın omzuna koydu. "Üstüne gitmek istememiştim, özür dilerim..." Kendisini dinlemiyor gibiydi. Fazla konuşarak hata ediyordu, bugün herkes üstüne gitmişken onu bir de kendisi yoruyordu. "Ben şey, çıksam iyi olacak... Sen de biraz dinlen. Sabah tekrar konuşuruz." "Sabah hiçbir şey düzelmeyecek," derken başını pencereye çevirdi. Karanlık hava içini daha da kötü yapıyordu. Elini göğsüne atıp ağrıyan kalbini sıvazladı. Bir kapı sesiyle Denizhan'ın onu yalnız bıraktığını anlamıştı, hemen yan tarafındaki başlığa yaslanıp ağlamaya devam etti. Nasıl uyuyacağını, sabah nasıl uyanacağını bilmiyordu. Yaşaması için gereken pek çok şeyi unutmuştu çünkü buna tam olarak yaşamak denmiyordu. |
0% |