@askilav
|
Merhaba, eğer vermediyseniz önceki bölümlere oy verebilirseniz cidden çok güzel olur, bildiğiniz gibi #wattpad erişim engeline uğradığından beri yazarlar farklı platformlarda kendilerine yeni düzen kurmaya çalışıyor. Sadece kendim için söylemiyorum, diğer tüm yazarlar için bu süreçte sizin oy-yorum desteği göstermeniz çok önemli 💝 - Yüzüne çarpan güneş ışıklarından dolayı kirpiklerini yavaşça kırpıştırarak gözlerini araladı. Elini kaldırıp suratına koyarken bedenindeki ağrıdan dolayı sızlanmak durumunda kalmıştı. "Ah..." Dün gece yatakta öylece otururken uyuyakalmıştı ve bundan dolayı tüm vücudu ağrıyordu. Parmaklarını boynunda dolaştırıp başını iki yana eğdi. Aydınlanan hava, başlaması gereken bir gün olduğunu hatırlatıyordu Naz'a ama o daha ne yapacağına karar vermemişti bile. Mecburiyet gereği bu evde kalmasını isteyen babasına ayak uydurup Sayın ailesine katılamazdı ama geri dönüşünde de dedesinden olumlu bir yanıt alıp almayacağını bilmiyordu. Ayağa kalkıp sersem şekilde odanın içinde biraz dolandı, sonra da kapının önüne geçti. Dışarıdan hiçbir ses gelmiyordu. Yabancı bir yerde olduğu için korkuyordu, sanki bu odadan çıkmaya izni yokmuş gibi hissediyordu. Kulağını yaslayıp sessizliği biraz daha dinledi. O sırada kapı hafifçe tıklatılmıştı. Naz hızla geriye çekilip tekrar yatağa oturdu ve sırtını dikleştirdi. Ellerini kucağında birleştirirken yanlış bir şey yapıyormuş gibi yakalanmak istememişti. Hafifçe öksürdükten sonra "Gir," diye seslendi. Açılan kapının ardından pijamalı haliyle Denizhan görünmüştü. Düne rağmen yüzünde yarım bir tebessüm taşıyordu. Naz, onu tedirgin ettiğinin farkındaydı ama yine de bir gülümsemeyle karşılık veremedi. Bunu yapacak güç bulamamıştı üstünde. Kendisine "Günaydın," diye seslenen Denizhan'a karşın yalnızca kısık bir sesle mırıldandı. "Günaydın." Hemen sonra yanına oturmuştu o da. Sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi rahat davranmasını Naz garipserken parmaklarını birbirine doladı ve bekledi. Zaten kimse kendisini dinlemediği için artık söyleyecek bir şey bulamıyordu, bu yüzden Denizhan'ın konuşmasına ihtiyacı vardı. "İyi uyuyabildin mi?" Gözleri genç kızın üstündeki kıyafetlerde dolaştı, onları fark edince irkilmiş ve yayılarak oturduğu yerde toparlanmıştı. "Sana kıyafet getirecektim, of aptal kafam ya... Cidden geceki karmaşada unutuvermişim." "Sorun değil," dedi Naz usulca. Zaten yatağa uzanıp uyumadığı için kıyafetleri dert etmemişti. Asıl problem bugündeydi. Okula gitmesi gerekiyordu ama forması evde kalmıştı. Saati de bilmiyordu. Bu yüzden "Saat kaç?" diye gerçek bir merakla sordu. Denizhan kolundaki saatten kontrol edip "Ona geliyor," diye cevap verdi ona. Bundan sonra Naz'ın yüzünün endişeye bürünmesiyle o da telaşlanmıştı. "Bir şey mi oldu?" "Okula geç kalmışım!" "Geç kalmadın," derken onu sakinleştirmeye çalıştı Denizhan. "Babam sabah ikimiz için de izin aldı, gitmeyeceğiz yani." Naz yavaşça yerine çöktü. "Niye izin aldı ki?" Artık daha özenli kelimeler kullanması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden çekingen halde "Yorgunuz ya biraz," diye açıkladı Denizhan, Naz'ın sorusunu. "Ayrıca bugün işlerimiz var." "Ne işi?" "Bunu ben söylemesem daha iyi Naz... Aşağı gel, hem kahvaltı edelim hem de babamlar sana açıklasın." Dişlerini dudağına bastırdıktan sonra "Kötü bir şey mi açıklayacaklar?" diye endişe içinde sordu. Ayağa kalkıp odadan çıkmaya koyulmuşlardı ve bu esnada halsizliğinden dolayı duvarlara tutunuyordu Naz. Bundan sonra ne yapacağını, ne yöne doğru gideceğini ve tek başına daha ne kadar ayakta kalabileceğini bilmese de elinden bir şeyler gelmeliydi, hayata karşı verdiği çetin savaşta bu sefer mağlubiyeti değil de galibiyeti tatmalıydı hiç olmadığı şekliyle. Bunun sonucunda ya yarım kalacaktı ya da... Yalancı bir büsbütün olacaktı. "Hayır elbette... Niye kötü bir şey açıklasınlar? Aksine, ben her şeyin çok güzel olacağına inanıyorum." Denizhan güven vermek istercesine gülümsedi. Naz'ı kolundan tutup merdivenlere çekiştirirken konuşmaya da devam ediyordu. "Sana da bu şekilde hissettirmek için elimden geleni yapacağım..." Naz bir süre sonra kulağına hiçbir sözün girmediğini fark etti. Herhangi bir şey duymuyor, yalnızca dalgın gözlerini evde gezdiriyordu. Yeterince büyük, şatafat ve sadelik arasında kalmış bir evdi. Kendisi rutubetli evini sürekli temiz tutmaya çalışırken yorulduğu için, babasının burada yaşıyor olması aslında biraz kalbini kırmıştı. Sonra bakışlarını sağ tarafa çevirdi. Merdivenin hemen yanındaki duvarda pek çok resim asılıydı; ailecek, Denizhan'ın bebekliği, gezilen ve görülen yerler, daha çok ailecek... Hepsini inerken inceleyebildiği kadar inceledi, çok mutlu gözüküyorlardı. Daha sonra annesiyle olan birkaç fotoğrafının ve kendi küçüklük fotoğraflarının o evde kaldığı geldi aklına, üzüldü. Boğazındaki yumruyla merdivenleri tamamladığında Denizhan "Bu taraftan," diyerek onu başka yöne çekiştirmişti. Bir kapıdan geçtiklerinde geniş bir mutfak karşıladı onları. Arka bahçeye bakan cam kapının yanındaki masa hazır görünüyordu. Evin çalışanı son bir tabak ekleyip sonra mutfaktan ayrılınca Naz tedirgin halde Mine ve Tarık'a baktı. Oturdukları sandalyede fazla bitkin duruyorlardı. Babası yalnızca yeri seyrederken aynı zamanda masaya yasladığı ellerini gergince hareket ettiriyordu. İçeri girince bakışları kendisine dönmüştü. Beyazlarına çökmüş kızıllık Naz'ın içinin soğumasına yardımcı olmuyordu ama... Aslında bir yandan ona sarılmak da istiyordu. Vakit geçtikçe hissini saran alışkanlık zehirliydi ve belki de öldürecekti. Bu yüzden tüm yorgunluğuna rağmen omuzlarını dik tutmaya çalıştı Naz. Sonra Mine'nin fazla kısık bir sesle "Günaydın," diye mırıldandığını duymuştu. Kendince bir savaş gösterdiği babasındaki bakışlarını alıp ona çevirdi. Şiş gözler, soluk bir yüz, buruk bir tebessüm... Sarı saçlarını tepesinde sıkı bir şekilde toplamış, kollarını önünde bağlamıştı ve bembeyaz ellerinin titrediği çok rahat bir şekilde görünüyordu. Naz onu bu hale çeviren şeyin kendi varlığı olduğunu biliyordu, kendisini fazlalık gibi hissederken utandı. Mine'nin günaydınına bir cevap dahi verememişti. "Günaydınlar, başlıyor muyuz kahvaltıya?" "Oturun bakalım." "Güzel, Naz sen şuraya geç istersen." Denizhan ona babasının yanındaki sandalyeyi gösterince Naz masanın bir ucuna oturup, çekingenliğine rağmen Mine'ye yakın olmayı göze almıştı. Ona kaçamak bir bakış attı ve sonra önündeki boş kahvaltı tabağını seyretmeye başladı. Tarık kızının kendinden kaçışıyla, dalgınlığını üstünden sıyırıp irkilmişti. Bitkince oturduğu yerde toparlandı, ağzını açıp bir şey söylemek isterken yalnızca havaya karışan bir nefesle tepki gösterebildi. Ne yapacağını bilemediğinden elini ensesine attı, gergince ovaladı. Gece kendisine uğramayan uykudan dolayı başı ağrıyordu, hayatı bu kadar eline ayağına dolaştırdığı için hissettiği utanç ve pişmanlıkla boğuşmak sancılı saatler geçirtmişti. "Tabi oraya da oturabilirsin..." diye mırıldandıktan sonra Denizhan babasına kızgın bir bakış atıp sandalyesine yerleşti. Kimse elini uzatıp bir şeyler yemiyordu. Bu süregelen sessizlikte duyulan gürültülü bir yutkunmadan sonra Tarık "Bugün," dedi usulca. "Şöyle yapaca-..." "Herkese afiyet olsun." Mine kocasının sözünü kesmenin ardından ona imalı bir bakış atıp çatalı eline aldı ve peynire sapladı. Tarık'ın düşüncesizce davranmasına katlanamıyordu. "İlk önce kahvaltımızı edelim." "Doğru." Tarık gözlerini Naz'da dolaştırdı. Onun boynu bükük duruşu içinde bir şeylerin kırılmasına sebep oluyordu. Bu zamana değin kaçtığı şeyin ufak, zararsız bir bebek olduğunu inanmıştı ama kızı aslında onu tek hamlede yerle bir edecek kadar güçlüydü. Ve bununla yüzleşmek kafasını duvarlara sürtme isteğini körüklüyordu. Gerçi bu da geçiremezdi zihnine düşen lekeyi... Elini alnına yaslayıp yüzünü gizledi ve hüzünle kaşlarını çattı. Berbat birisi olduğunu biliyordu ama bunu iliklerine kadar, hiç bu kadar hissetmemişti. Çatalının ucuna taktığı zeytini dudaklarından içeri iterken bunu yapmakta bile zorluk çekti. Gece hiç gözyaşı dökmemiş gibi yaşların tekrar saldırıya geçmesini de haksızlık olarak görüyordu. Alnına koyduğu elini aşağı indirip gözlerini ovaladı, sonra da ağlamaklı halde kahvaltısını yapmaya devam etti. Bir an önce konuşup her şeyi düzeltmeye ihtiyacı vardı. Naz'ın bu zamana kadar, onu arayıp sormamasına rağmen Çiçek'le güzel bir hayatı sürdürdüğüne inanmıştı. Bu aslında, Mine'yle olan evliliğine gölge düşürmemek için eski karısı ve kızını göz ardı edişine uydurduğu bir kılıftı... Ve kendini bir yalana inandırdığını görmekle yüzleşiyordu her saniye. O sırada Mine'nin gözleri Naz'ın elini hiç sürmediği yiyeceklerdeydi. Kendisi isteksiz de olsa bir şeyler atıştırırken onun böyle çekingen durması, hamileliğinden dolayı artan annelik içgüdüsünü tetikliyordu. Naz'ın tabağına bir şeyler ekleyip onun bakışlarını kendisine çevirmesini seyretti Mine, sonra hafifçe tebessüm etti. "Yesene biraz." "Çok aç değilim," diye mırıldandı genç kız. Aslında açtı ama bunu yaparsa sanki göze batacakmış gibi hissediyordu. "Dünden beri bir şey yediğini görmedim, bence açsındır... Hadi atıştır bunlardan." "Şey-..." "Kahvaltı etmekten hoşlanmıyor musun yoksa?" Gerçekten merak ediyor gibi soruyordu. Naz oturuşunu düzeltip "Normal düzeyde," diye cevap verdi, sesi epey kısık çıkıyordu. "Gerektiği kadar yiyorum." "Biliyor musun ben eskiden hiç hoşlanmazdım kahvaltı etmekten... Hatta sabah bile normal yemek yiyesim gelirdi." Gençliğini hatırlayınca yüzündeki tebessüm artmıştı. Dirseğini masaya yaslayıp çenesini de avucuna koydu ve anlatmaya devam etti. "Sonradan alıştım düzgün bir şekilde kahvaltı etmeye." Üstündeki gerginlik peyderpey çekilirken merakla kaşlarını kaldırdı Naz. "Aslında çok zayıf görünüyorsunuz ama..." "E tabi, hayat koşturmacası." Sözlerinin ardından tabağı işaret etti ve tekrar "Hadi ye," dedi. Sadece birkaç gündelik konuşmayla onu rahatlatabildiğine mutlu olmuştu. "Bu patates kızartmasına bayılacaksın bence." Naz tabağına konan patates kızartmalarından birkaç tane alıp yedi. O sırada Tarık'ın sesi duyuldu mutfakta. "Mine haklı, yemelisin Naz. Birazdan çıkacağız, halsiz düşmemen gerek." Çiğnediği lokmalar keyifsiz bir hal alırken "Nereye çıkacağız?" diye sordu. "Tarık, az sonra konuşurduk bunları." "Ben sadece-..." Naz'ın koluna dokunup "Sen yemeye devam et lütfen," dedi ve Tarık'ı tekrar bakışlarıyla susturdu. Artık huzursuz seyreden dakikaların ardından Naz doyduğunu hissedip çatalı bıraktı ve gözlerini onlarda gezdirdi. Tırnağını avucuna bastırırken "Dinliyorum," demişti. "Bundan sonra burada yaşayacaksın." "Tarık!" Mine gözlerini irice açarak bağırdıktan sonra geri çekilip öfkeli bir nefes aldı. "Ne? Bu konuda anlaştığımızı sanıyordum?" "Bu şekilde ifade etmek zorunda değilsin!" Zaten toplu olan saçlarını geriye ittirip gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı ve sonra geri açtı Mine. Kocasının bir şeyleri düzeltmeye çalıştığının farkındaydı ama en berbat yolu seçmesi bir düşüncesizlik örneğiydi. "Bunu açıklamanın çeşitli yolları var sonuçta..." Tekrar bir suçluluk hissi sarmıştı Tarık'ın bedenini. Elini boynuna attı ve kendine duyduğu sinirle sıktı. Gözleri kızına değdiğinde, onun bakışlarında kırgınlık ve yoğun bir nefret görmekten dolayı ürkmüştü. "Peki," dedi usulca. "Haklısın... Sen devam et." Başını iki yana sallayıp masanın ucunda kendilerini bekleyen genç kıza döndü Mine. "Nazcım... Biz senin burada kalmanı istiyoruz. Tabi senin fikrin de önemli." Açık olmalıydı Naz, en azından fikri soruluyordu. "Ben istemiyorum." Kendisi yüzünden onca karmaşanın yaşandığı bir evde, kendisini önemseyen bir babayla yaşayamazdı. Tarık Sayın'ı görmek kaybettiği yılları geri verecek gibi hissettirse de aslında burada durduğu her dakikada zarar görüyordu. Bu yüzden gitmek en iyisiydi. "Peki buradan gittiğin zaman ortada senin için mantıklı bir seçenek var mı?" "Nasıl?" "Nerede kalmayı planlıyorsun yani?" Birkaç saniye sonra sözlerinin ardına "Deden hariç," diye ekledi Mine. O adamı tekin görmüyordu ve Naz'ın oraya gitmesini istemiyordu. "Dedenin evi hariç sana uygun kalacak bir yerin var mı?" "Bulabilirim..." "Bunun kolay olmayacağını biliyorsun değil mi? Sen henüz on yedi yaşındasın ve reşit olmadığın için senin öylece gitmene izin veremem." "Ama burada kalamam," diye sızlandı. Mine'nin ne kadar yardımsever olduğunu görebiliyordu... Buna mecburiyeti olmasa bile kalbine büyük bir sıcaklık yayıyordu ama Naz ona rağmen korkuyordu. Dolan gözlerini kırpıştırıp yaşları gizledikten sonra kısık bir sesle konuştu. "Bu evde bir yerim yok, sizi rahatsız etmek istemiyorum." Genç kızın titrek elini kavradı ve onun tenini yavaşça okşadı. Mine'nin de gözleri dolmuştu. Naz'ın kendini bu kadar yalnız hissetmesine dayanamazken "Hayır," diye mırıldandı. Ağlamamak için dudaklarını ısırmaya başlamıştı. "Kimse senden rahatsız olmayacak." "Ama-..." "Lütfen Naz. Ben başka türlü düşünemiyorum." Eğer gitmesine müsaade ederse Naz'ın daha fazla dağılmasından korkuyordu. Zaten buraya gelmeden önce yaşadığı hayatı düşündükçe üzülüyordu, bundan sonrasına da olumsuz bir katkıda bulunmak istemiyordu. Bu gerçek her ne kadar canını yaksa da o yabancı değildi, Tarık'ın kızıydı. Saklanmış, göz ardı edilmiş ve ürkek... Biraz gözetilmesi lazımdı. "Gitme abla." Denizhan da diğer yandan onun elini tutup başını masumca boynuna eğdi ve ona yalvarır bir bakış attı. Naz'ı gerçekten sevmiş ve kısa sürede ona değer vermişti. Kıskançlık yaşamıyordu çünkü bunu hiç öğrenmemişti. Yalnızca Naz'ın burada kalmasını istiyordu. "Sen başkası değilsin, Naz Sayın'sın. Bu evde elbette bir yerin var." Naz sahip olduğu soyadının ilk kez bir temele dayandığını görmüştü. Bakışlarını kaldırıp karşısında oturan babasına baktı. Ona bu soyadı veren Tarık Sayın'dı. Ve çok uzaktı. Oysa iki elinde hissettiği dokunuşlara karşı böyle hissetmeliydi ama buz kesen yüreğinin onlar sayesinde biraz sıcağı tattığının farkındaydı. Çok çabuk kabul etmiş gibi görünmek de istemiyordu aslında. Babasının derin gözlerine bakmaya devam ederken "Ben..." diye mırıldandı. Dünden bu yana hissettiği belirsizlik ve boşluk biraz olsun sona ermişti. Mine onun kabullenmeye çok yakın olduğunun farkındaydı. "Bunun senin için zor olduğunun farkındayım ama gün geçtikçe kolaylaştırabiliriz." Kolaylaşması için bir kırgınlığın ortadan kalkması gerek... Benden ona hissedilen... Ve bunun için var olmamalıyız çünkü kırgınlığımız en baştan kadere yazılmış. Bakmaktan yorulan gözlerini Mine'ye çevirdi ve hafifçe yutkundu. Kendisine sunulan çareye tutunurken çaresizliği dibine kadar hissediyordu. "Sadece bir süre kalsam," dedi aklından yaptığı planla. Son sınıftı, okulunun bitmesine az kalmıştı ve üniversiteyi kazanana kadar burada kalıp hayatını düzene koymak için bir şeyler düşünebilirdi. Dedesiyle çatışarak, kalacak bir yer ararken yalpalanarak bu en önemli zamanlarını harap etmek istemiyordu. Üniversiteyi kazanması lazımdı ve bunun için burada kalması gerekecekse tüm gardını kuşanıp hayata devam edebilirdi. "İstediğin kadar kal," dedi Tarık, geç kaldığı konuşmaya katılıp. Naz'a bakarken burukça tebessüm ediyordu. Onun bu güçlü duruşuna karşın, aslında onu böyle güçlü durmak zorunda bıraktığı için üzülüyordu. Naz buna mecbur kalmıştı. Boğazına oturan yumru için art arda yutkundu ama beceremedi. Masadan kalkıp uzaklaşmak istiyordu aslında... Sonra aklına, Naz için çok gittiği gelince oturmaya devam ediyordu. "Beni tek istediğim gitmek." Kaşları hafifçe çatılmıştı bile. Naz ona çok kızgındı. Boynuna sarılıp babasını delicesine sarsabilirdi. Neden beni senden kaçan birisine çevirdin? Oysaki yokluğunda seni seviyor ve varlığını arıyordum... Şimdi seninle dahi avunamıyorum. "Zaman bize her şeyi gösterecek, o yüzden şimdi bundan bahsetmeyelim." Mine hızla masadan kalkıp kıyafetini düzeltti ve "Hadi," diye seslendi. "Gidip o evden Naz'ın eşyalarını alın ve gelin, daha işimiz uzun." Gitgide hayatına yeni olan şeyler ekleniyordu. Yeni bir okul, yeni bir ev, yeni insanlar... Hepsine alışmak, onları yaşamaktan daha zordu. Mesela bir kardeşle nasıl anlaşacağını düşünüyordu için için... Ya da Mine'yle aynı evde olmak nasıl bir şeydi? Birbirlerini gerçekten sevecekler miydi? Ama Naz'ı en çok heyecanlandıran şey Tarık'ı arkasında bırakıp gitmek olacaktı. Belki babası buna üzülmeyecek ya da kırılmayacaktı. Gittiğime sevinecek kadar uzak olabilir bana diye düşündü içten içe. Ama yine de denemeye değecekti. Çünkü bunu bana sen öğrettin. Nasıl gidilir, işte ben senden bunu öğrendim. - |
0% |