@askilav
|
Yıllar önce... "Sakın çıkmıyorsun dışarı!" Naz üzerine gelen bağırıştan sonra çıplak adımlarını geriye atıp sırtını yatağına yasladı. Başını söz dinleyerek aşağı yukarı sallarken çok uzun boylu, dev gibi görünen babasına alçaktan bakıyordu. "Seymen lütfen bağırma..." diye sızlandı Çiçek. Kocasının arkasındaydı, kolunu tutuyordu ama adam onu da silkeledi ve "Kes sesini!" diyerek bir bağırış sergiledi. "Seninle konuşmadık daha!" "Konuşacak bir şey yok, abartıyorsun şu an..." "Buna sen karar vermeyeceksin Çiçek!" Genç kadın, minik kızının korku dolu haline bakıp ıslak gözlerini parmak uçlarıyla temizledi. Her şeye rağmen gülümseyerek onu rahatlatmaya çalışıyordu ama huzursuzluk hızla yayılıyordu odaya. Kocasının elinde titrek halde bekleyen fotoğraf baktı. Onu çekip almak istiyordu ama ters bir şey yaşanmasın diye susuyordu. "Gel o zaman," diye mırıldandı sonra. "Naz daha fazla korkmasın." Bunları kızına duyurmamaya çalışmıştı çünkü Naz ufak bedeniye beklediği yerde epey ürkmüş görünüyordu. Üstünde dizlerinde biten beyaz bir elbise vardı. Kol kısımları kurdeleliydi ve o kurdelelerden dolayı minik elleri pek de görünmüyordu. Sabah erken saatlerinde tatlı tatlı ısrar ederek Çiçek'e saçlarını ördürmüştü ve en az bir melek kadar masum görünüyordu o an. Ancak ela gözlerindeki titreyiş tüm bu masumluğu parçalayan yegâne şeydi. Babası bildiği adama bakarken soğuyor, çocukluğuna dair tüm safiyane duygularını kaybediyordu Naz. Bir ayağını kaldırıp ucuyla yeri ezdi, ellerini de arkasında birleştirdi. "Burada bekliyorum annecim," diye incecik sesiyle konuştuğunda Seymen yüzünü buruşturmuştu. "İyi edersin," dedi huysuzca. Yıllar boyu bir başkasının çocuğuna katlanmak zorunda kalmak hayatında yaşadığı en acı verici şeylerden birisiydi. Naz'a baktıkça bir zamanlar Tarık'ın Çiçek'e dokunduğu gerçeğiyle yüzleşiyor, aslında onun babası olmak isterken Naz'ı kendine düşman belliyordu. "Sen de çabuk odaya Çiçek!" Son bağırmasından sonra çocuk odasından ayrıldı ve koridorun sonuna ilerledi. Çiçek de aceleyle kızının boyuna eğilip onun örgülerini okşadı. İki yandan balık sırtıydı ve ucunu da beyaz tokalarla bağlamıştı. Naz'ın güzel görüntüsü karşısında acıdan dolayı gözyaşı dökerken dudaklarını iki yana kıvırdı hemen. "Beni bekle, tamam mı bebeğim? Az sonra geleceğim... Şu an onunla konuşmamız gerekenler var ama konuşmamız bitince buradayım." Naz çoğu zaman durumu kavrayamadığı için Seymen'e baba diye sesleniyordu ama Çiçek hiçbir zaman bu şekilde ifade etmiyordu hayatlarındaki yerini. Çoğunlukla o diyordu. Çünkü evli olmalarına rağmen onu bir yabancı olarak görüyordu. "Çok bağırdı ya anne, vurmaz değil mi?" "Vurmaz..." Çocuksu bir oyunla dudaklarını birbirine çarpıp garip sesler çıkarttı. Henüz altı yaşında olduğu için o an bazı şeyleri çok çabuk unutabiliyordu. "O zaman çabuk gel, kitap okuyalım. Tilki kuyruğunu geri aldı mı çok merak ediyorum anne. Hem kuyruğu geri nasıl takacaklar ki?" Akan burnunu çekti, Naz'ın fazla merak içeren sorularına gülmekten de geri kalmıyordu. "Yapıştırıcı sürerler belki," derken sergilediği oyunbaz tavır her şeye rağmen kızı için çabaladığının kanıtıydı. Ona hüznünü belli etmeyi sevmiyordu. "Bizim kâğıda sürdüğümüz gibi mi?" "Evet, öyle." "Ben kapağını açamıyorum ya anne, tilki açabilir mi yapıştırıcının kapağını?" "Ona da annesi yardım ediyordur herhalde." Naz ufak elleriyle yapıştırıcının kapağını açamadığı için bunu beraber yapıyorlardı. Aslında çoğu şeyi beraber yapıyorlardı. Minik kız gözlerini irice açtı. "Tilkinin de mi annesi var?" "Herkesin annesi vardır." "Ama senin yok." Bir çocuk acımasızlığıydı bu. Habersizdi her şeyden... Bu yüzden kolaylıkla aklına geleni ifade edebiliyordu. Çiçek yıllar önce kaybettiği annesini bu şekilde anımsayınca kaşları hüzünle çatıldı. Artık anneye sahip olmak değil, anne olmak zorundaydı. Bu yüzden koridorun sonundaki odadan "Çiçek!" diye bağıran Seymen'e kayıtsız kalamadı. "Gitmem lazım şimdi," dedi aceleyle. "Oyuncağınla oyna bebeğim... Birazdan geleceğim." "Tamam annecim." Halının üstüne eğilip yerde yatan ayıcığını aldı ve onu konuşturmaya başladı. Seymen gelip de pervasızca bağırmaya başlamadan önce kendi kendine uydurduğu bir oyundu bu. Kahverengi ayıyı savsak bir şekilde yürütüp tavşanla sohbet ettirirken kapı kapanmış ve annesi de gitmişti. Dakikalar boyunca oyununu sürdürdü. Bazen diğer odadan gelen bağırışları duyuyor, bu esnada irkiliyor ama yine de dikkati dağılarak oyununu oynamaya devam ediyordu. En sonunda bir haykırış gibi yükselen bağırmayla ayıyı halıya bıraktı ve kapıya doğru seğirtti. Kulpu zorlukla indirirken ufak sızlanmalar çıkarmıştı. Başardığında ise derince soluklanıp odadan ayrıldı. Uzun koridorda tedirgin adımlar atıyordu çünkü ilerledikçe duyduğu ses artmaya başlamıştı. Sabah isteği üzere annesinin ördüğü saçlarının dağılan ön kısımlarını gelişigüzel bir şekilde arkaya itip babasıyla annesinin kullandığı yatak odasının önünde durdu. Ufak bir aralık vardı kapıda. Oradan bakmaya çalıştı. Annesini biraz görebiliyordu, ince bedeni yaralı bir kuş gibi iki yana savrulup duruyordu. Sanki kendisinin gelip de dinlediğini anlamışlar gibi bağırma sesleri daha da artmıştı. "Bu ne Çiçek? Bu ne? Senin benim aklımla zorun mu var ya? İlla delireyim mi istiyorsun? Bu ne lan?" "Seymen dur Allah aşkına... Açıklamaya çalışıyorum!" "Hangi birini açıklayabilirsin ki? Tarık'a ulaşmaya çalıştığını mı yoksa onun fotoğrafını sakladığını mı?" Oflayarak geri çekildi Naz. "Off! Kavga etmeyin," diye mırıldanırken üzülmüştü. Bu bağırmalardan nefret ediyordu. Duyulmayacak sözlerinin hiçbir işe yaramayacağının farkındaydı ama yine de söylemekten geri tutamamıştı kendini. Annesi ve babasının bu bitmek tükenmek bilmeyen kavgalarından bıkmıştı artık, daha mutlu olmak istiyordu. Çok daha mutlu olmak... "Sakın beni itham etme! O benim çocuğumun babası, onu tanımaya hakkı var!" Bu sözlerden sonra hayretle kaşları çatıldı Naz'ın. Annesinin söylediklerini anlamamıştı. Çocuk ve baba derken kimden bahsettiğini çözmeye çalıştı ama pek fazla hatıra barındırmayan zihni buna yardımcı olmuyordu. "Yok! Tanımaya hakkı falan yok! Tarık hayatından çıktı ve bir daha dahil olmayacak, anladın mı beni? Zaten istese kendisi gelip sorardı kızını..." Seymen kollarını iki yana açıp gerçekleri onun yüzüne vururcasına haykırdı. "Ama bak, yok işte! Gelmiyor... O sizi merak etmiyor! Bir tek ben düşünüyorum sizi, ben seviyorum ama sen bu sevginin karşılığını vermiyorsun bir türlü! Neyini eksik ettim senin ha? Başkasına göz ucuyla baktım mı? Senden başkasına değdi mi benim gözüm?" "Her şeyden bundan ibaret sanıyorsun, işte sorun da bu! Sana yıllar önce zorla güzellik olmayacağını söylemiştim ben... Bu evliliği istememiştim. Babamla bir olup nikahı kıydınız, şimdi neden sevmiyorsun diyorsun..." Göğsü hızla inip kalkarken son sözlerini neredeyse fısıldayarak söylemişti Çiçek. Art arda yutkunup devamını, Seymen'in anlamayacağını bile bile daha yüksek sesle dile getirdi. "Çünkü seni sevmiyorum! Bir sebebi yok... Seni sevmek zorunda değildim ve sevmedim!" Acı bir tokat sesi ulaştı kapının ardına. Sonra canhıraş bir çığlıkla yere düşen annesini gördü. O an bir fotoğraf da yerde kayıp Naz'ın ayak ucuna gelmişti. Minik kız yere eğilip o fotoğrafı aldı ve merakla baktı. Fotoğraftaki kadının annesi olduğunu hemen anlamıştı, yanındaki adamı ise tanımıyordu. Zaten yüzü de görünmüyordu. Bir de kucaklarında bir bebek tutuyorlardı, o kendisiydi. Annesinin gösterdiği birkaç bebeklik fotoğrafından dolayı hemen tanımıştı kendisini. Fotoğrafı elinde tutmaya devam ederken başını kaldırdı ve kapı aralığından tekrar baktı. Annesi düştükten sonra dizlerinin üstünde kalmıştı ve başı öne eğik halde öylece bekliyordu. Az sonra adım adım yaklaşan babasını gördü. Çok geçmeden o da yere eğildi, Çiçek'in kucağına kapandı. "Neden sevmedin Çiçek? Neden... Neden..." Kısık bir sesle, zorlukla konuşuyordu. Arada bir duyulan hıçkırıktan da ağladığı belli oluyordu. "Neden böyle söyledin şimdi? Her şeyi niye zora soktun?" Seymen başını karısının dizlerinden kaldırıp tuttuğu elleri daha sıkı sardı. Burnunu gürültüyle çekti, elinin tersiyle ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarını işe yaramayacağını bildiği halde sildi. Çiçek'in de kendinden pek bir farkı yoktu. Gözleri iyice kısılmış, ağlamaktan dolayı kendinden geçmiş gibiydi. Bir elini uzatıp onun yüzüne dokundu. Az önce duyduğu sözleri hazmedemiyordu. Hissettiği büyük duygulara ve aradan geçen onca yıla rağmen hala Çiçek tarafından sevilmeyişini kabul edemiyordu. Ve anlamıştı ki artık onun güzel suretine, eskiden daha parlak bakan ama artık ferini kaybetmiş bir yıldız gibi görünen gözlerine, kadife tenine aldanmamalıydı. Onun yolunda çok sürünmüş, onun uğruna çok şey kaybetmiş ve en sonunda Çiçek'i kazandığını sanmıştı. Fakat yanılıyordu... Hiçbir koşulda Çiçek'in kalbini elde edemiyordu. "Bitecek bu acı..." diye tehlikeyle mırıldandı çok sonra. "Bitecek." Ağlayan Çiçek'in gözleri ansız bir şaşkınlıkla açıldı. Bir fısıltı gibi "Ne?" dedi. Seymen karısının yüzünde duran elini hareket ettirerek onun yanağını son kez okşadı. "Bitecek diyorum Çiçek, hepsi bitecek." Çömeldiği yerden ağır hareketlerle kalkıp üstünü miskince silkeledi ve tekrar burnunu çekti. Ardından elini beline atıp kemerine sıkıştırdığı silahı atik bir hareketle çıkardı. Çiçek, kocasının eline aldığı ağır metalle ellerini ağzına kapattı, aynı zamanda şaşkın bir nida atmaktan geri duramamıştı. "Seymen, ne yapıyorsun sen!" "Bitecek diyorum Çiçek!" O da ayağa kalkmak isterken kendisine sallanan silahla eğildiği yerde kalakalmıştı. "Saçmalama lütfen..." dedi aceleyle. "Ben o fotoğrafı sadece Naz görsün diye sakladım. Yemin ederim tek bir kez çıkarıp bakmadım Seymen... Ne olursun yapma, koy o silahı yerine." Ellerini soğuk parkeye dayarken kurtulmak için bir çare arıyordu. Bu anı hiç beklememişti ki... Kocası tarafından saplantılı bir aşk görse de ölümün kıyısına hiç bu denli yaklaşmamıştı. Bu takıntı en sonunda onu ölüme götürüyordu işte. Oysaki Çiçek kızının kendisinden uzak kalmasını istemiyordu. Naz'ın sevgisizlik üzerine inşa ettiği hayatta sahip olduğu tek şey anne şefkatiyken onu bundan mahrum bırakamazdı. Çünkü biliyordu ki bu hayattan tam da şu an acımasızca göçüp gittiğinde kızı bir şekilde yaşardı ama ona sahip çıkacak kimsesi olmazdı. "Sadece fotoğraf bile değil," diye solukları arasında konuştu Seymen. "Sen beni gerçekten sevmiyorsun." "Tamam ama olabilir! Ne var ki bunda? Beni de sevmediler! Ben hiçbirisini öldürmedim..." Yaşama veda etmemek için sarf ettiği bahaneye gülmek istediyse de bunu yapamadı. Korkuyordu ve titriyordu. "Olmuyor Çiçek, olmuyor... Yapamıyorum!" Kükrercesine bağırdıktan sonra kafasını yana doğru çevirip acıyla öksürdü adam. "Her şey bitsin istiyorum." "Seymen... Seymen yalvarırım yapma! Bak kızım var benim... Bensiz ne yapar o?" Ne olursa olsun gözü kararmıştı bir kere. Kolunu doğrultup korkuyla ağlayan ve hala "Olmaz, yapma!" diyerek kendini vazgeçirmeye çalışan karısına doğrulttu silahını. "Bitti." Ve bir el silah sesi. Evde gürültüyle yankılanan sesin ardından saklandığı kapı ardında ince bir çığlık attı ve yerinde zıpladı Naz. Annesinin yere yığılan görüntüsü ona kötü şeyler anımsatırken ellerini ağzına örtmüş ve geri geri adım atmaya başlamıştı. Korkuyla ters yönde uzaklaştı. Bu esnada, az önce duyulan silah sesi bir kez daha tekrarlamıştı. İki el ateş eden o silah... Gözyaşları ardı arkasınca akıyorken koridorun ortasında sert bir şekilde yere düştü. Bu düşüşüyle açıkta duran dizi feci halde acımıştı. Düştüğü yerde doğrulup oturdu ve dizini tuttu. Biraz soyulmuştu. Minik parmağını oraya bastırdı ve havaya kalkan beyaz kabuğa dokundu. "Anne!" diye ağlarken onun 'az sonra geleceğim' demesine rağmen bir daha gelmeyeceğini biliyordu Naz. Ölümün ne olduğunu zaten öğrenmişti, bu yüzden kanlar içinde yere yığılan annesine de bu manayı yükleyebiliyordu. Koridorun ortasında oturmaya devam ettiği esnada iki yanından evin çalışanları geçti. Koşarak silah sesinin geldiği odaya gidiyorlardı. Naz bir daha "Anne!" diye sızlanmaya devam etti. Bir daha onu göremeyeceğini çok çabuk unutarak onu istedi yanında. Çünkü kendisini tutup bir tek o kaldırabilir, acıyan her zerresini sadece bir öpücükle o geçirebilirdi. Bunu yalnızca annesi yapabilirdi. Ama o da 'birazdan geleceğim' demesine rağmen asla gelemeyecekti. |
0% |