@askilav
|
Aklından geçen ölüm anısı beynine bir ur gibi vurduğunda yüzünü buruşturup bunu unutmaya çalıştı Naz çünkü hatırlamak yarayı bir daha, acımasızca kanatmakla aynı şeydi. Saçlarını geriye itip ufak odasına göz attı. Telefonunu almıştı, yastığın altından o soğuk fotoğrafı almıştı, birkaç eşyasını da toparlamıştı. Son kez çekmeceleri kontrol etmeye karar verdiğindeyse kapı ardında kendisini bekleyen babası ve kardeşini sıkmaktan korkuyordu. Her şeye rağmen dolabın çekmecesini açıp içine baktı. İşte orada geçmiş zamanlardan kalma bir kutu vardı. İçinde neler bulunduğunu çok iyi biliyordu. Eğer kapağı aralarsa birkaç bayat anıyla tekrar geçmişe dalmaktan endişe ettiği için buna hiç yeltenmedi bile. Yalnızca kutuyu elinde tuttuğu poşete tıkıp odasının kapısına yöneldi. Buradan temelli ayrıldığı için hoş olmayan heyecana kapılmıştı bedeni. Ellerinin ve ayaklarının uyuştuğu gibi ruhunda içten bir titreme hissediyordu. Kapıyı aralayıp duvara yaslanmış Tarık'a baktı, başını geriye atarken gözlerini de kapatmıştı. Hemen yanındaki Denizhan ise telefonla ilgileniyordu. Kapının gıcırtıyla açılmasından sonra ikisinin de gözleri Naz'a döndüğünde, genç kız elindeki poşeti ve içi neredeyse boş olan çantayı sıkıca kavrayıp "Geldim," diye mırıldandı. "Topladın mı her şeyi?" "Evet." Gözlerini evin içinde gezdirdi, aslında bunu yaparken onlardan kaçıyor gibiydi. En son bu kaçışa bir son verip Denizhan'a baktığında onda memnuniyetsiz bir ifade görmüştü. "Ne oldu?" diye mırıldandı neredeyse korkarak. "Abla senin her şeyin bu kadar mı?" Denizhan elini uzatıp poşeti aldı ve izinsizce içine baktı. Çantayı kontrol etme gereği zaten duymamıştı, çökük yüzeyinden içinde hiçbir şey olmadığı anlaşılıyordu. "Biraz daha vardı ama onları bulamadım, dün kaybolmuş olmalı." Dedesiyle yaşadığı hengamede ortadan kaybolan çantanın peşine düşecek değildi. Buna isteği de yoktu. Elindekilerle idare edebileceğine inanıyordu bir süreliğine. "Dedene soralım." Naz direkt kaşlarını çatıp aceleyle başını iki yana salladı. "Gerek yok bunun konusunu açmaya." Zaten kendisini eve bile zor alan dedesinin yüzüne daha fazla bakabileceğini sanmıyordu. Bu ondan nefret ettiği için değil, her baktığında ağlayası geldiği içindi. Eskiden onu, taşıdığı nefret ifadesine rağmen merhametli birisi olarak görürdü. Şimdi zamanın eskittiği yüzünde tanıdık bir şeyler bulamamak kalbini yaralıyordu. Daha dün doğmuş da insanları yeniden tanıyor gibi hissediyordu kendisini ve aklı başında birisi olarak bu yapayalnız dünyada yaşamak dehşet vericiydi. Tarık yaslandığı duvardan ayrılıp kızıyla oğlunun arasına karıştı. Dudaklarını ısırırken "Eğer dedensen korkuyorsan?" diye soracağı esnada Naz hiddetle karşı çıkmıştı. "Kimseden korkmuyorum ben!" Genç kız burnundan gürültülü bir nefes verip "Artık gidebilir miyiz?" diye sordu. Gerçekten öfkelenmişti. Zaten durmak istediği herhangi bir yer yokken bir de bu evde beklemeye devam etmekten canı sıkılmıştı. "Herkesin işi var, sizi de tutmak istemiyorum." "Bizi tuttuğun yok!" Tarık da buna karşı çıkmaya çalışıyordu. Naz'ın sürekli kendini fazlalık gibi öne sürmesine nasıl tepki vereceğini bilemiyordu çünkü. "Bunlar olması gereken şeyler Naz, lütfen artık rahatsız oluyormuşuz gibi davranma..." "Hayatınıza aniden girdiğimin herkes farkında." Yutkunup sözlerinin devamını getirdi genç kız. Gerçekleri apaçık konuşan bir tek kendisiyken babasının her şey normal gibi davranmasına öfkelenmişti. "Eğer ben gelmeseydim bugün hep yaptığınız şeyleri yapmaya devam edecektiniz, buraya gelmek ve eşyalarımı toplamak sizin için beklenmedik bir durum ve vaktinizi çalıyorum, bu da elbette insana rahatsızlık verir." "Naz!" Kızının gözlerinin içine bakarken yapabildiği tek şeyi yaparak ismini seslendi. "Ne var!" Naz da hızla nefes alıp verirken bakışlarıyla savaş verdiği babasına bakmaya devam etti. Hemen yanlarında bekleyen Denizhan gözlerini ikisi arasında çevirirken aradaki gerilimi hissederek dudağını dişlemişti. "Baba, abla..." diye usulca mırıldandı. "Buna bir son versek?" "Bence de!" Kızının kendisine kafa tutmasından dolayı utanç içinde dişlerini sıktı. Ona kızmıyordu, kendisine kızıyordu ve Naz buna hiç engel olmuyordu, aksine sürekli utansın da yüzü yere eğilsin diye yol açıyordu. "Gidelim." Sinirden sıklıkla nefes alıp veriyordu, gözlerini de hızlı hızlı kırptı. Babası yanından geçmiş, dış kapıya ilerlemişti. Naz başını geriye çevirdi ve onun gidişine baktı. İkisi de burnundan soluyordu. Saçını parmaklarıyla geri ittirdikten sonra biraz tedirgince kendisine bakan kardeşine döndü bu sefer. Tarık Sayın hakkında sitem etmek istiyordu ama Denizhan daha uzun süredir onun çocuğu olduğu için bunu kendisine hak görmüyordu. Bu yüzden araladığı dudaklarını kapatıp tüm kelimelerini yuttu Naz. "Gidecekmişiz," dedi son derece kinayeyle. "Öyle söyledi ya." "Abla ama o da ne yapacağını bilmiyor." "Buna ben sebep olmadım." "Haklısın... Sana da bir şey diyemiyorum ki." Denizhan hüzünle başını öne eğdi. Naz onun her şeye rağmen babasını korumak istediğini anlamıştı. Siniri henüz geçmese bile "Bir şey demene gerek yok," dedi anlayışlı halde. "Onu korumak isteyebilirsin fakat bana karşı yapma." "Ona karşı düşman olan tek sensin," diye aceleyle mırıldandı Denizhan. Bunu Naz'a kızgın olduğu için söylememişti. Tek amacı, babasının tüm bu yaşananlara rağmen iyi birisi olduğunu hatırlatmaktı. Yine de genç kız, dudağının tek tarafını hafifçe kıvırıp buruk bir tebessüm sergiledi. "Çünkü o bu hayatta en büyük..." Dilini ısırıp sözünü düzeltti. "...en büyük değil, tek kötülüğünü bana yaptı." "İşte hepimizde de bunun şaşkınlığı var... Babamın böyle birisi olduğunu bilmiyorduk, o yüzden senin açından bakması o kadar zor ki! Elimden geldiğince babamın yanlışını kabullenmeye çalışıyorum ama bazen idrak edemiyorum abla." "Boş ver, sen benim yanımda olmaya çalışma." Gülümseyişini daha da arttırdı. "Ben herkesle ve her şeyle baş ederim ama o yalnız kalırsa benim gibi güçlü duramaz bence." Denizhan bir adım atıp Naz'ın tam olarak karşısına çekti. Kısa bir süre önce tanıştığı bu yüze çok çabuk aşina olmuştu, hatta ona bakınca babasını görüyordu. "Biliyor musun... Siz çok benziyorsunuz. Yani... Sana bakınca babama bakmış gibi hissediyorum." Duyduklarının ardından anlık bir şaşkınlıkla parmaklarını yüzüne götürdü ve tenine dokundu Naz. Benzediklerini hiç düşünmemişti. Bir şeyler sormak üzere hazırlanırken Denizhan az önce yarım bıraktığı sözlerine devam etti. "Ama duruşun ondan çok farklı, bu konuda kesinlikle benzer değilsiniz. Sen gerçekten de babamdan çok daha güçlüsün... Ve bu beni mutlu ediyor." Naz'ı o kadar mutlu etmemişti, tenine sürdüğü elini çekip usulca mırıldandı. "Ben güçlü olmaya mecbur kaldım, bu yüzden o kadar sevimli bir şey değil bu." "Öyle ama..." Çaresizlik içinde onun sözünü kesti çünkü bu benzerlik ve güç konuşmasına devam etmekte bir mantık bulamıyordu Naz. "Baban dışarıda bekliyor, artık gidelim. Hem dedem da daha fazla durmamızdan rahatsız olacaktır." Kaçar gibi davranıyordu, buna mecburdu. Konuştukça derin bir çukurun içine düşüyorlardı ve orada, dipte bekleyen bataklığa bir tek kendisi batıyordu. Güneşe hasret kalmıştı Naz, ruhu uzun bir süredir ısınmıyordu. Poşetini ve çantasını sıkıca kavrayıp tıpkı az önce babasının hızlıca çekip gittiği gibi o da dış kapıya yöneldi. Aslında dedesinin nerede olduğunu bilmiyordu, odasına çekilmiş olmalıydı ve onun uğurlamak için bile çıkmaması, neredeyse on senedir süren bu yol arkadaşlığının gerçek anlamda bittiğini gösteriyordu. Yaşlı adam sevgi konusunda hep eli sıkı bir adam olmuştu ama hiç bu kadar uzak da davranmamıştı. Bu yüzden Naz kırgınlığına engel olamıyordu. Dış kapıdan çıktığında mahallesine son bir bakış atıp arabaya bindi ve farkında olmadan babasıyla yalnız kaldığı arabada dikiz aynasına baktı. Tarık'la gözleri kesişmişti. Ela gözleri tek başına beklediği o zaman içinde ağladığını gösteriyordu çünkü epey kanlanmışlardı ve altları da şiş duruyordu. Bu benim bekleyişle geçirdiğim gecelerimin en ufak intikamı olamaz, diye geçirdi içinden Naz. Hiçbir gözyaşı kendi boğulduğu suları karşılayamazdı. Yaşamak ve hatta ölmek bile o kadar kolay olmayacaktı Tarık için. Denizhan da arabaya bindiğinde sessizce hareket edip eve geri döndüler. Naz sadece bir gün değil, gerçekten uzun bir süre o evde kalacağı için endişe ediyordu. Onu bekleyen alışma sürecinden ve sonrasında karşısına çıkacak zorluklardan ürkmüştü. Burada olduğu müddetçe, Sayın ailesi kendisinden rahatsız olacak ve sonra Naz, onları rahatsız ettiğini bilerek huzursuzluk yaşayacaktı. Temiz havayı içine çekip önden ilerleyen Tarık ve Denizhan'ı takip etti. Kapıya geldiklerinde zile basmadan Mine onları karşılamıştı. Solgun yüzünde sağlam tutmaya çalıştığı bir tebessüm vardı. Naz onun da ne kadar zorlandığını kolaylıkla anlayabiliyordu. "Hoş geldiniz," derken sesinde beliren pürüzler, çokça ağladığının göstergesiydi. Naz bakışlarını tereddütle onda dolaştırırken farkında olmadan tebessüm etti. Nedense bir başkasına değil Mine'ye gülümsemek istiyordu. Hemen sonra Mine'nin gözleri, Naz'ın elinde taşıdığı poşete ve boş çantaya düştü. "Eşyaların nerede?" diye sorarken durumu garipsemişti. "Burada." "Bunlar mı?" Şaşkın görünmek istemese de buna engel olamıyordu. Gülümsemesi yavaşça solarken "Eşyaların bunlar mı? Bunun için mi gittiniz o eve?" diye tekrarlayarak sordu. "Evet..." Mine kızgın bakışlarını Tarık'a çevirdi. Kızı, kendilerinin bir günlük alışverişleri kadar bile olmayan eşyalarla yaşarken onun sorunsuzca gülüp eğlenmesi kendi zoruna gidiyordu. Tüm gün boyunca moralini yüksek tutmak için çabalamıştı ama sanırım buna müsaade yoktu. Tarık çok kısa zaman içinde, bir şekilde her şeyi alt üst edebiliyordu. "Harika." Kollarını göğsünde bağlayıp yorgun duran kocasını süzmeye başladı. Şiş gözaltları ve kızarmış beyazlarından onun da güç bir an geçirdiği belli oluyordu. Mine buna rağmen Tarık'a öfkeliydi çünkü bu duruma kendisini yine kendisi sokmuştu. "Harika... Beni bir kez daha gururlandırdın Tarık." "Mine, lütfen..." "Asıl sana lütfen! Lütfen bu kadar çabalama bizi hayal kırıklığına uğratmak için ya..." Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı. Kapı önünde birkaç saniyeliğine gözlerini kapatarak bekledi. Geri açtığında kendisine endişe içinde bakan kocası, oğlu ve Naz ile karşılaşmıştı. Vestiyerden ceketini aldı ve aceleyle giyindi. Üstündeki kıyafetler dışarı çıkmaya uygun olduğu için tekrar yukarı çıkmasına gerek yoktu. Sonra ayakkabılıktan ayakkabılarını indirdi. O sırada Denizhan "Anne ne yapıyorsun?" diye sormuştu. "Siz içeri geçin," dedi öfkeli bir sesle Mine. "Denizhan, sen Naz'ın eşyalarını al ve odasına koy lütfen." "Sen... Sen ne yapacaksın?" "Bizim Naz ile işimiz var." Naz titrek bir sesle "Ne işi?" dedi. Sürekli bir yere çekiştirilmekten çok sıkılmıştı. "Seni de böyle sürüklediğim için üzgünüm Naz." Ayakkabılarını giyip eğildiği yerden kalktı Mine. Ağrımaya başlayan başını ovalarken çantasını yukarıda unuttuğu için sinirlenmişti. "Ama bir alışverişe çıksak iyi olur, bunu sen okuldan izinliyken yapalım bence... Sonraya kalırsa sıkıntı çekebilirsin." "Ama benim alışverişe ihtiyacım yok," derken Mine onun sözleri arasında Denizhan'a döndü ve "Oğlum yukarıdan çantamı getirir misin?" diye mırıldandı. Tekrar Naz'a baktığında onun şaşırmış hali kalbini daha da kırmıştı. "Yanında hiçbir şey yok, bu getirdiklerinle de idare edemezsin." "Ben daha sonra kendim hallederim." Her şeyi kendisi halletmeye çalışıyordu. Gerçek anlamda her şeyi. Henüz on yedi yaşında olmasına rağmen çok fazla sorumluluk üstleniyordu. Tarık'ın yapmaktan korkacağı kadar hem de. Mine başını geriye çevirip kapı kenarında sessizce kendilerini bekleyen Tarık'ı kontrol etti. Hiçbir şey konuşmuyordu. "Eminim kendin halledebilirsin," derken imasını da kocasına yapıyordu. Naz'a geri döndüğündeyse çatık kaşlarını çabucak düzeltmişti. "Ama bunu şimdilik benim üstlenmeme izin versen daha iyi olur." Naz birkaç defa dudaklarını açıp kapattı. Ne cevap vereceğini bilememişti. Mine bunu sorarken bile itiraz kabul etmediğini belli ediyordu. Bir de böyle hazırlanmışken onu tüm yorgunluğunun üstüne bir daha yormak vardı. Bakışlarını kaçırıp evin yeşil bahçesinde gezdirdi genç kız, biraz çekinmişti. Diğer arzusu vardı ki yalnız kalınca onunla konuşmak istiyordu. "Sadece ikimiz mi gideceğiz?" dedi kısık tutmaya çalıştığı sesiyle. Mine sorarcasına kaşlarını havaya kaldırdı. "Sadece ikimiz mi olalım istersin?" "Evet." Duyduğu şeyin ardından Tarık açık durunca acıyan gözlerini Naz'da gezdirdi. Kendisine bakmıyordu bile... Çünkü istemiyordu. Soluk alışları hızlanınca buna dayanamayacağını anlayıp hızlıca içeri girdi, merdivenle yöneldi. Yüzü ağlamakla kasılmıştı ve Naz'ın kendisini sürekli böyle kolayca ağlatabiliyor olmasına lanet ediyordu. Boştaki elini saçlarına sarıp tutamları hırsla çekiştirdi. Basamakları çıkarken gözlerinden akan yaşa, aşağı giden Denizhan da şahit olmuştu. "Baba ne oldu?" "Hiçbir şey..." Tarık ilerlemeye devam etti. Hiçbir şey, geçerli bir sebebi olmamasına rağmen kızını geride bırakıp yeni bir hayat kurmaya çalışmasının bir başka tezahürüydü. Denizhan yanından bir rüzgâr gibi hızla geçip giden babasına üzgünce bakıp çantayla beraber aşağı indi. Mine ve Naz kapı önünde sessizce bekliyorlardı. Çantayı annesine uzatırken "Ben de geleyim mi?" diye sordu çünkü o da yanlarında bulunmak istiyordu. Kocasının gidişini huysuzca izlemişti Mine. Buna alınıyor olmasına da anlam veremiyordu. Sanki alışılmamış bir haksızlık yaşıyor gibi davranması saçmalıktı. Hemen sonra yanlarına gelen oğluna bakıp "Niye kız kıza kalamıyoruz biz?" diye mırıldandı. Naz yalnız olmak istediği için durumu en normal şekliyle ifade etmeye çalışıyordu. "Benim size ne gibi bir zararım olabilir?" derken Denizhan epey sızlanmıştı, sonra hevesle Naz'a baktı belki o kabul eder diye ama onda da çekingen bir ifade görünce fikir belirtmeyeceğini anlamıştı. "Zararın olmaz oğlum ama sen sıranı savdın, lütfen azıcık müsaade et." "Of... Peki, gidin." Huysuzca suratını asıp kapı pervazına yaslandı. "Hadi yukarı çık ve derslerine çalış biraz, bunu sürekli tekrar ettirip durma bana." Mahsus bir kızgınlıkla bakıyordu oğluna. "Bugün izinliyim ama!" "Deniz!" "Tamam ya!" Denizhan kapıyı örtüp gittiğinde Mine en sonunda Naz'a dönmüştü. Hafifçe tebessüm edip onu tekrar arabaya ilerletti. "Gel bakalım." Yola çıktıklarında bu sefer öne oturmuştu ve yan yana oldukları için kendisini göz önünde hissediyordu Naz. Tarık'a karşı öfkeli olduğu kadar Mine'ye karşı da mahcuptu. Tırnağıyla parmağının kenarını soymaya başladı. Gergin dakikalar ilerledikçe parmağının da kanama ihtimali artıyordu fakat bir zaman sonra sessizliği bölmeye cesaret bulamadığı esnada Mine'den bir şeyler işitti. "Seni zorluyormuşum gibi görünüyor sanırım yaptıklarım..." Mine başını yan tarafa çevirip kaçamak bakışlarla genç kızı kontrol etti. "Bunun için çok özür dilerim ama inan ben de nasıl davranacağımı bilmiyorum." "Şey... Ben... Ben sadece bana karşı sorumlu hissetmenizi istemiyorum." Naz fısıltıya yakın konuşmasından sonra hafifçe boğazını temizledi. "Bu konuda hiç anlaşamayacak gibiyiz sanırım." Mine'nin biraz tereddüdü vardı. İçinde doğan sıcaklığın nereden geldiğini bir türlü anlayamıyordu. Bazen bu sıcaklık onu hüngür hüngür ağlatacak gibi olsa da çoğunlukla şefkat ve sevgiye dönüşüyordu, onu da Naz'a yansıtıyordu. Elini korkakça da olsa uzattı ve Naz'ın elini tuttu. "Birisi sana karşı sorumlu olmak zorunda çünkü sen daha çok küçüksün... O kişinin kim olmasını isterdin bilmiyorum." Yitip giden Çiçek'ten bahsetmek boğazını düğümlemişti. Birkaç defa yutkunup dik durmaya çalıştı. "Şu an o kişiyi seçemeyecek durumda olman senin suçun değil, aslında hiçbirimizin suçu değil." Tarık dışında. "Fakat buna karşı bir çözüm üretmek zorundaysak Naz... Ben inan senin yanında olabilirim. Bunu da zorunluluk hissetmem kendime." Sıcak bir gözyaşı yanağından süzülürken Mine'nin teninin altında ısınan elini hiç kıpırdatmadan bekledi. Babası bile bunu yapmazken henüz tanıştığı Mine'nin böyle bir sorumluluk alabiliyor olması değişik geliyordu. Aile olmayı hiç öğrenmemişti, hayatında mecburen verilmesi gereken bir sevgi bile olmamışken bu duygunun gönüllü olarak beslenebiliyor olduğuna ilk kez şahit oluyordu sonuçta. "Ama niye?" diye titrek bir sesle mırıldandı. "Çünkü kalbim böyle istiyor..." Naz'ın ağladığını anlamıştı. Alt dudağını içe doğru yuvarladı, birkaç saniye bekledi. Konuşmakta zorlanmaya başlamıştı yine. "Kalbime nasıl karşı çıkabilirim?" Genç kız eğdiği bakışlarını kaldırdı, ıslak gözlerinin ardından Mine'nin kısa, sarı saçlarını seyretti. Yeşil gözlere sahipti; ince dudaklara, minik bir burna, düzgün dişlere... Güzel bir kadındı. Ama bu güzellik bambaşka bir kaynaktan besleniyor olmalıydı. Çok içten gelen, o sıcak kalpten... Sonra ansızın annesini hatırladı. Bu hoş olduğu kadar biraz da yaralayıcıydı. İlk kez açıkça konuşmak istiyordu Naz. Bunun için en iyi kişi babası değildi. Aslında bir yabancı olan Mine'ydi. "Ben korkuyorum," dedikten sonra omzunu kaldırıp ıslak gözünü temizledi. "Hem de çok korkuyorum çünkü dedemin beni bırakacağını hiç düşünmemiştim. O gerçekten böyle birisi değildi. Eğer bana katlanamıyor olsaydı bunu seneler önce, ben küçük bir çocukken yapardı. O zaman ondan bir şeyler bekliyordum, mesela bana yemek hazırlamak zorundaydı ya da çocukça duygularımla ilgilenmesi lazımdı. Bunların hepsini yaptı... Şimdi, ona bakan benim. Evi temizliyorum, yemekleri hazırlıyorum. Ondan sevgi ya da ilgi de beklemiyorum... Daha katlanılır birisi oldum yani. Bıkması ve beni bırakması için bir sebebi yoktu." Naz'ın hala bırakmadığı elini sıkıca kavrayıp ona varlığını hissettirdi Mine. Hissettiklerini böyle şeffaf bir şekilde aktardığı için mutlu olmuştu çünkü biraz daha kendini tutsaydı Naz'ın geri döndürülemez hasarlar almasından korkuyordu. "Lütfen kendini buna inandırma Naz..." diye mırıldandı. Aslında söyleyeceği şey gerçek hayatla örtüşmüyordu fakat genç kızın bunu bilmesi gerekiyordu. "Sevginin bir karşılığı yoktur, yani bu duyguyu hissedebilmek için somut bir şey sunman gerekmez. Deden, ne yaparsan yap ya da tüm bu saydıklarının hiçbirisini yapma, seni bırakmamalıydı." Hatta Tarık da bırakmamalıydı ancak bunu ifade etmek korkutmuştu Mine'yi. Henüz kapanmamış bir yarayı deşme düşüncesi tüylerini ürperttiğinden dolayı Tarık'tan hiç bahsetmedi bile. Onun yerine Naz'ı rahatlatacak bir şeyler söylemeye çalıştı. "Bunu seni üzmek için söylemiyorum... Sadece kendini suçlamamalısın çünkü bu durum tamamen dedenle alakalı bir şey, seninle değil." "Ama bu sizi de etkiliyor! Yani birden evinize bir yabancının yerleşmesinden hiç rahatsız değil misiniz?" "Rahatsız olduğum şeyler var elbette." Zaten yakın olan alışveriş merkezine geldiklerinde otoparka giriş yaptı. Bir yerlere bakınıyordu ve bir yandan da kendisini doğru şekilde ifade etmeye çalışıyordu. "Mesela Tarık'ın ardından bambaşka bir adam çıkmasından çok rahatsızım... Onun, kendi öz kızını kolaylıkla yüzüstü bırakan birisi olması beni dehşete düşürüyor ama işte, beni üzen şey bu. Sen ise sanki senden rahatsız oluyormuşum gibi düşünüyorsun. O zaman iş çok farklı yerlere uzanıyor." Şaşkınlıktan dudakları aralanırken Naz kendine engel olamayıp "Siz fazla iyi birisiniz, çok fazla iyi birisiniz," dedi dalgınca. Birisinden koşulsuz kabul görmemişti şu zamana kadar, bu yüzden Mine gözüne insanüstü görünüyordu. "Neden benden rahatsız olmuyorsunuz ki? Buna hakkınız var." Mine buna güldü. Naz'ın hayran olmuş gibi çıkan sesi uzun ve zor geçen bir günün ardından ilk kez hüznü kendilerinden uzaklaştırmış gibi hissettirmişti. Arabayı boş bir yere park edebildiğinde el frenini çekip yan tarafına döndü. Oturduğu koltukta masum bir çocuk gibi küçülen ve gözleri kendisine parlayarak bakan genç kızın tuttuğu elini bırakıp çenesine dokundu hafifçe. Sonra orayı aheste biçimde okşadı. "Küçük bir kız çocuğunu cezalandırıp sonra hayatına rahatça devam edenler olabilir... Ama ben o kişilerden değilim, hayatı böyle öğrenmedim Naz." "Bir fark var, ben küçük bir kız çocuğu değilim." "Öyle sanıyorsun ama sen sandığından da küçüksün." Elini onun teninden çekip kucağında birleştirdi. İçinden geçirdiği cümleleri Naz'a aktaramadıkça tırnağını avucuna bastırıyordu. Sevgisiz geçen yıllar yaşanmamış sayılmalı ve sen yaşanmamış çokça yılı hayatından kolaylıkla çıkarırsın çünkü başı okşanmamış bir yaşamsın. O halde çok küçüksün Naz, ufaksın... Naz acı içinde dudaklarını iki yana kıvırdı, gülümsüyordu ama tutamadığı gözyaşları da aşağı akıyordu. Bir elini kaldırıp ıslaklığı sildi ve sonra yerini yeni damlalar aldı. Ardı arkasınca düşen gözyaşları hiç tükenmiyordu. "Ve sonsuza dek öyle kalacağım çünkü bu yaranın bir merhemi yok, değil mi?" Burnunu çekti ve canını yakan sözleri dile getirdi. "O..." derken Naz'ın kimi kastettiğini Mine de kolaylıkla anlamıştı. "...isterse beni bundan sonra hiç kimseyi sevmediği kadar sevsin, yine de onca yılı dolduramayacak çünkü çok geç... Beni sonsuza kadar ufak kalacak bir kız çocuğunun ruhuna hapsetti, sanırım bununla yaşamayı öğrenmem gerek." "Kendini suçlamadan Naz, bunu lütfen kendini suçlamadan yap." "Ama beni suçlu olduğuma inandırıyor o." Başını yana yatırıp gözlerini kapattı ve birkaç saniye sonra açtı. "Hatta herkes için inanıyorum buna... Acaba ne yaptım da bunca şeyi kaybettim diyorum. Kaybettiklerim öyle kalem silgi değil ki... Yürekte beslenen sevgi bu, nasıl düşürdüm elimden avucumdan?" Otopark biraz karanlıktı, sadece loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Bu yüzden koltuğun başlığına yaslanan Naz'ın yüzünü görmek Mine için zor olmaya başlamıştı. Biraz öne eğilip genç kızın suratına dikkatle baktı. Örselenmiş dolgun dudakları ağlamaktan dolayı sürekli kıpırdanıyordu, yaşlar kirpiklerini birbirine yapıştırmıştı ve gözlerinin elası artık çok daha belirgindi. "Sana söz vermiyorum," diye fısıltıya yakın bir kısıklıkta konuştu. "...ama ileride çok daha güzel bir yemin edilecek senin için, seni ömür boyu sevmek için. O zaman geldiğinde öyle dayanaksız ve yıkılmaya mecbur tutkunluklar için fazla değerli olduğunu anlayacaksın." Geçen on altı yılı düşündü. Tarık'la tanıştıkları ilk anı... Büyülü bir aşkın kıskacında kıvranmıştı. Şimdi anlıyordu. Tarık'ı sevmek değil, Tarık tarafından sevilmek bir hataydı. Çünkü o yarı yolda bırakıyor, tamiri mümkün olmayan hayal kırıklıklarıyla sınıyordu insanı. En büyük yanlış belki kendisine yapılmamıştı. Geride solup kalan bir Çiçek ve sözü hiç dinlenmemiş bir Naz varken kendisi hasarsız bile sayılabilirdi... Ancak başkaları için de atan kalbini düşününce, Tarık çok büyük bir muammaydı. "Ben değerli miyim?" Mırıltısının hemen ardından aralarındaki boşlukta tuttuğu bakışlarını, kendisi için dolan yeşil gözlere çevirdi Naz. Takıldığı yerin burası olması o an tuhaf değildi ama sonra vakit biraz geçince bir kabahatli gibi dudağının kenarını ısırdı. Sorduğu soru için utanmıştı. "Özür dilerim..." Mine Naz'ın masum hallerine gülümsedikten sonra yumru oturan boğazından dolayı güçlü bir şekilde yutkundu. Sürekli kendisini sorgulatan bir hayatı yaşamak, bu hayatı başka ellere bırakmak gibi bir şeydi herhalde. "Ama ben sana bunu anlatmam, yaşatırım." Sessizce, sadece nefes seslerinin yayıldığı arabada birbirlerine bakmaya devam ettiler. Naz'ın yüzünü de çok yavaş bir tebessüm sarmıştı. Başını utangaç halde yana doğru eğip gözlerini kaçırdı. Mine son kez onun yanağını okşayıp üstüne ağırlık yapan emniyet kemerini çıkarmak için geri çekilmişti. Bu duygusallığın biteceği yoktu. "Şimdi anlaştığımıza göre kız kıza alışverişimize başlayalım mı? Sanki çok ağladık gibi..." "Ben abarttım hatta." "Hadi gel o zaman biraz kafa dağıtalım." Önüne çok çabuk serilen bu samimiyete ayak uydurmakta zorlanıyordu Naz ancak bir yandan da her şey düzelsin diye bunca çaba veren Mine'yi yüzüstü bırakmak istemiyordu. Zorlukla da olsa gülümseyip arabadan indi. Kapıyı ardından kapatırken gözleri yan aynaya değmişti. Eğilip kendini kontrol etti çünkü epey gözyaşı dökmüştü ve dağılmış olabilirdi. Aksinden kendine bakarken kan çanağına dönmüş gözlerini, çatlamış dudaklarını ve kızarmış yanaklarını görüyordu. Birkaç dokunuşla saçlarını düzeltirken aynada gördüğü yansıma yavaşça değişti, yerini Denizhan'ın sana bakınca babama bakmış gibi hissediyorum sözlerinden dolayı başkası aldı. Artık kendine baktığında dahi Tarık Sayın'ı görmek hayatın karmaşa çıkarmak için gösterdiği ince uğraşlardan birisi olmalıydı. Naz hızla geriye çekildi. Buruşmuş bir suratla aynadan uzaklaşırken yaşamına yeni bir kural daha eklenmiş oldu: Bir daha aynaya bakmak yok çünkü belli ki hayat beni rahat bırakmayacak. - Mine'yi bu şekilde yazmayı çok seviyorum. Sizin düşüncelerinizi de merak ediyorum tabi... Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Oy ve yorumlarınızla desteklerseniz çok sevinirim. Hoşça kalın ve kendinize iyi bakın. 🖤 |
0% |