Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Girift Yolculuk

@askilav

Çiçek eve vardığı vakit, bunu daha önceden yapmadığına pişman olarak tüm eşyalarını topladı. Zaten pek fazla bir şeyi yoktu. Münevver teyze de başka odada Naz ile ilgileniyordu, günün kasvetine tezat onların şen seslerini rahatlıkla işitebiliyordu yalnızca toparlandığı yerden.

Gidişlerinin minik kızı Naz için tepetaklak yuvarlanılacak bir yokuş olmamasını dileyerek bebeğinin eşyalarını çantaya doldurmaya devam etti. Tarık'la mutlu olduklarını sandığı zaman, artık büsbütün bir aile olmanın heyecanıyla aldıkları, ufak kıyafetlerdi bunlar. Ve onlar dışında da pek fazla şey götürmeyi düşünmüyordu evden. Tarık gideceklerini bildiği için kalan eşyalarla da o ilgilenecekti. Çiçek ise bir zamanlar severek kullandığı bunca eşyaya ne olacağını artık hiç umursamıyordu.

Aslında Tarık bu evlerinde kalmaları için ısrar etmiş, babasının yanına gitmesini hiç istememişti. Ancak Çiçek, o gittikten sonra bu evde bir yalnızlığın öldürücü soğukluğuyla ne yapacağını hiç bilmiyordu. Bir yandan da komşular vardı. Sevdiği ve sevmedikleri... Onların laflarını kaldırabilecek gücü de yoktu en nihayetinde. Sürekli soracaklar ve konuşacaklardı: 'Nasıl oldu, neden boşandınız, Naz ne yapacak, sen ne yapacaksın, evlenirsin tekrar, dul olmak da zor...' Ne söylerse söylesin onları susturamayacağının farkındaydı.

Bu yüzden gidiyordu. Babası sığınacak bir liman değildi ne kendisi için ne de kızı için. Ama bir umut, orayı Naz'la kendisine ufak da olsa bir yuvaya çevirebileceğine inandırmıştı Çiçek'i. Her ne kadar düşüncelerinin gerçekleşmesi uzak şeyler olduğunu bilerek... Çünkü babası zor bir adamdı. Herkesi az buz severdi, belki bir iğne ucu kadar. Bu istenmeyen evlilikle beraber kızına karşı beslediği o iğne ucu sevgi de topyekûn bitmiş olmalıydı.

Geçen saatler sonrasında ağlayarak topladığı eşyaların da birazını taşıyabildiği kadar alıp hole geçti. "Münevver teyze!" diye seslenişinin ardından kısık bir "Annemiz bize mi seslenmiş ha benim minik kuzum?" mırıltısı işitmişti içeriden. Sonra kapı açıldı, yaşlı kadın her zamanki güleç yüzüyle göründü. "Buyur yavrum?"

Çiçek yorgunlukla ellerini beline dayadı. "Teyzem ben topladım bunları, şimdi yığacağım buraya. Sen Naz'ı giydirip bir taksi çağırıversen?" diye mahcup şekilde sordu. Onun hem kendisi hem de kızı üzerindeki emeğini yadsıyamazdı. Annesizlikle boğuştuğu sonu bulunmaz vakitlerde az çok bir anne olmuş, derdinden yolun sonunu göremediği anlarda da bir yoldaş olup elinden tutmuştu. Şimdi de Naz'a karşı saf bir sevgi gösteriyor, Çiçek'in fark etmeden kızını hapsettiği yalnızlıktan onu kurtarıyordu.

"Tabi yavrum, merak etme, ben hallerim. Sen getir eşyalarını."

"Peki."

"Ah, hiç içime sinmiyor böyle yersiz yurtsuz gibi gitmen ama..."

Çiçek burukça gülümsedi. "Bir nevi öyle sayılırız zaten..."

"Delinin zoruna bak! Ben kimim kız burada?" Münevver teyzenin hem Naz'ı kucağında sallayıp hem de kendini azarlamasını yine aynı buruk bakışlarla izledi.

"Hadi hadi işime bakayım ben!"

Her an hüzne boğulacak dakikalardan ivedilikle sıyrılıp eşyalarını hole taşımaya girişti. Zaten çok eşyası olmadığından pek uzun süresini almadı bu. Her şey bittiğinde hemen yan tarafında bulunan mutfağın sokağa bakan penceresinden taksinin yaklaştığını görebiliyordu. "Münevver teyze taksi geldi, ben şunları bir de dışarı çıkarayım!"

"Tamam kızım, geliyorum ben de hemen!"

Cevabını aldıktan sonra kapıyı açıp hole getirdiği eşyaları bir de taksiye taşımaya girişti Çiçek. Ellerine aldıklarını bir bir dışarıya çıkarıyor, taksici de bagaja yerleştiriyordu. Tüm her şey bittikten sonra birinci kattaki evlerine son kez gitti Çiçek. İçeriyi, eşyaları, ocağı ve aklı kalacak her şeyi sanki uzun bir tatile çıkacakmış gibi kontrol ettikten sonra kapıda kendisini bekleyen Münevver teyzesiyle kızının yanına vardı. Elindeki anahtar ve ucuna takılmış parlak anahtarlık birbirlerine stresle çarparak şıngır mıngır sesler çıkarıyordu ürpertici sessizliğin bulunduğu apartmanda. Vedalaşmanın ağırlığıyla sanki her şey akan zamana inat durmuş, hüznün sükuneti kopan boncuklar silsilesi gibi ortaya dağılıvermişti.

Münevver teyze gözünden akan yaşı, burnunu gürültülü şekilde çekerken hışımla sildi. "Akılsız Tarık, gül gibi kızıyla karısını bırakıp cadı anasına kaçtı ya, ona da hakkım helal değil hem de buraya yazıyorum!"

Hiddetle söylenen sözleri kabul etmek istemedi Çiçek. "Öyle söyleme teyzem, onun da sebepleri vardı işte..." dedi. Kendi de söylediklerine inanmayarak, işin esasında kabullenemeyerek dedi her ne diyecekse. Ardından anne sıcaklığında gördüğü kadının, kendi kızını sıkıca sarıp okşamasını, yüzüne tatlı öpücükler kondurmasını izledi.

"Benim süt kokulum da tattı ya ayrılığı, asıl ona yanıyorum ben. Sanki kolay ana ayrı baba ayrı yaşamak... Ah Naz'ım ah, nazlı çiçeğim benim!"

Münevver teyzenin ağlaya ağlaya Naz'ı sarmalayışını Çiçek de yaşlı gözlerle izliyordu. Daha sonra ellerini gözlerine götürerek akan yaşları sildi. "Biz artık gidelim Münevver teyze," deyip Naz'ı kucağına almıştı. Sessiz apartmandan çıktıklarında taksici de onları bekliyordu sabırsızca. Çiçek onu daha fazla kızdırmamak için hızlıca yaşlı kadına sarıldı. "Hakkını helal et lütfen..."

Artık ağlamıyor ya da iç çekmiyordu fakat Münevver teyze o kadar metanetli olmayacak ki ağlaması biraz daha şiddetlenerek evladı gibi gördüğü genç kadına sıkıca sarıldı.

"Helal olsun kuzum, tüm haklarım helal olsun size!"

Çiçek gözleri yavaştan kapanmaya başlamış kızını iyice sarıp bin bir hüzün içinde, kapısını açtığı taksiye bindi.

İlk evi, ilk yuvası; aşkı, mutluluğu, heyecanı tattığı ilk yerin kapısı yüzüne kapanmıştı artık. Belki maddi olarak değil ama manen o kapı bir daha açılmayacaktı kendisine karşı, içine aldıklarıyla beraber yüzlerce kilit vurulmuştu çünkü oraya. İlk kez değil ama en acı şekilde burada vazgeçilmişti ondan. Vazgeçilebilir biriydi o. Alternatifti belki de. İyisini bulana kadar bir seçenekti çünkü.

Çiçek en iyisi değildi, iyisi de değildi. Arada bir yerde, bu yolun nereye gittiğini biliyorum ama yine de bir bakayım diye uğranan kısa bir kestirmeydi sadece.

Yolda sanki savrula savrula giden, her an kendisini binlerce adım geriye atacak arabanın içinde hiç iyi hissetmemişti Çiçek. Kızı da uyumuştu, masum yüzü annesinin hüznünden bihaber huzurlu bir uykuyla aydınlanmıştı.

Bir süre zorluk çekecek olsalar bile böylesi daha iyiydi. Bukleli, kısa kahverengi saçları usulca okşayıp Naz için dua etti. Hiç kimseden, ne Tarık ve ailesinden ne de kendi babasından dolayı yüzü asılmasın diye dualar etti.

-

Babasının, Tarık'la boşandıklarından haberi yoktu çünkü uzun bir süredir görüşmüyorlardı. Yaşlı adam bu evliliği istemediği, hiç kimseyi sevmediği gibi Tarık'ı da sevmediği için Çiçek'e yüz çevirmişti. Buna rağmen belki kabul eder, hiç görmediği torununun hatırına bazı şeyleri irdelemez de üstünü kapatır diye gelmişti.

Fakat yanıldığını çok sonra değil, babasıyla karşılaştığı ilk an anladı.

Kapıyı çaldığı vakit onu son gördüğünden daha da ihtiyarlaşmış babası, hiçbir şeyden memnun olmayan bir ifadeyle açtı kapıyı. İlk önce anlamlandırmak isteyerek gözlerini Çiçek'te ve kucağındaki Naz'da gezdirdi. Sonra kaşlarını çatmıştı. Bezgin bir sesle "Ne işin var burada?" diye sordu, Çiçek onun kabalığına aldırmadı çünkü hep aynı tanıdığı babasıydı.

Genç kadın farkında olmadan mahzun bir surete büründü ve "İçeri girebilir miyim?" diye mırıldandı.

Yaşlı adam ilk önce etrafı kontrol etti başka insanlardan çekinir gibi. Sonra da çatık kaşlarını hiç bozmadan kızını içeri çağırdı, bunun için sadece başını hareket ettirmişti. Çiçek eşyalarını yorgunlukla bahçede bırakıp daha sonra alma düşüncesiyle eşikten ilk adımını attı. Naz ufak mırıltılarla gözünü açarken ne yapacağını, nereye geçeceğini ya da oturacağını bilemeyerek evin içine göz attı.

"Ne oldu? Niye yalnız geldin şimdi? O korkak kocan karşıma çıkamıyor mu?"

Geriye dönüp odaya yürüyen babasının peşinden ilerledi yavaşça. "Biz," dedikten sonra bir süre beklemesi gerekmişti. "Boşandık baba."

"İyi halt ettiniz," dedi hiç beklemeden. Yaşlı adamın verdiği bu durgun tepki Çiçek'i bir an her şeyin olurunu bulacağına dair heveslendirmişti. Henüz uyku sersemliğini üzerinden atamayan Naz'ı koltuğa bıraktı. Hemen sonra babasının yanına yaklaşacaktı ki onun öfkeli suratıyla karşılaştı. "Sen beni millete maskara mı etmek istiyorsun!" diye dişlerinin arasından bağırdı Hilmi.

"Baba-..."

"Kes!" Ellerini havaya kaldırıp başına yasladı. "Ne sözümü dinledin ne kendi bildiğini becerebildin! Çiçek sen beni deli etmek mi istiyorsun ha?"

"O-Olmadı..."

"Olmaz tabi, sana dedim ya ben o korkaktan olmaz diye!"

Gitmeseydi, bu evde de mutlu değildi. En azından Tarık'la geçen üç yıl ona hayatında yaşamadığı sakinliği ve mutluluğu bahşetmişti. Burada kalmak da bir şeyi değiştirmeyecekti. "Ama," diyerek kendini açıklamak istediği esnada konuşmasına izin vermedi babası.

"Sen gittikten sonra yüzümü nasıl saklayacağımı şaşırdım lan ben milletten! Dillere düşürdün sen beni Çiçek... Şimdi de kapıya koyulmuş diye konuşturacaksın insanları, bir de bunun lafını mı çekeceğim?"

"Sadece arkamda duramaz mısın?"

Hilmi tek kaşını kaldırıp keyifsizce güldü. Sonra kırçıllaşmaya başlamış sakallarının arasında gizlenen dudaklarını dişlemişti bir mahvolma anını izler gibi. "Neden yapayım bunu?" dedi sakin bir sesle. "El elam arkamdan daha çok konuşsun, daha çok gülsün diye mi? Ha?"

Bir ağlama isteği baş göstermişti şimdi. Çenesini kasıp dişlerini sıkıca birbirine bastırdı. Üstündeki kabanı bile daha çıkarmamıştı. Naz'a rahat bir yatak bile hazırlayamamıştı. Onu herhangi bir karmaşadan uzak tutacak kadar dahi çabalamamıştı. "Baba..." dedi yılların muhtaçlığıyla. "Bak Naz da var yanımda, kızım... Senin torunun. Yapma, lütfen."

"Bırakmış bir de çocuğunu garip gibi."

"Bırakmadı!" diye çıkıştı Çiçek. "O daha çok küçük, benimle olmak zorunda! Tarık da yeri geldiğinde görecek."

Hilmi bakışlarını ufak bebekte kilitledi. Çiçek'e dönmüyordu. Bakışları donuklaşırken "Yazık," dedi kısık bir sesle. "Bu el kadar bebek için bana mı güvendin sen?"

Güvenmişti, insan ayakta durabildiği müddette de bir destek arıyordu sonuçta; sığınacak bir yer, sebepsiz bir hoşgörü, sıcak bir sevgi... Bunlar arzu değil, ihtiyaçlardı çünkü dünyaya yalnız başına ayak basmamıştı. "Kendim çalışacağım." Akan gözyaşını kurulayıp burnunu çekti. "Naz'a bakabilirim, ben sadece..." Yalnız kalmak istemiyorum.

Kızına son bir bakış atıp başını iki yana salladı. İçindeki kızgınlık azalmıyordu bir türlü. Uzun zamandır yapayalnız yaşadığı evin içindeki iki kişilik kalabalığa göz atıp zihninin içindeki bir sürü sesle dış kapıya ilerledi.

Dışarıdaki ışığın, huzursuz evleri aydınlatmadığı bir andı. Babasının kapıyı çarpıp gittiği an kızının kollarını havaya kaldırıp kendisine gelmek istediğini gördüğünde içi titreyerek ona yaklaştı. Naz'ın her şeyden bu kadar habersiz oluşuna karşın gülümsemekten başka çaresi yoktu Çiçek'in. Onun ufak bedenini kucağı arasına alıp kıvrılan kıyafetini düzeltti ilk önce. "Bizi istemiyorlar mı bebeğim?" diye mırıldandı, bu esnada ağlama isteği de geldiği için çenesi titriyordu. "Niye hayat bu kadar zor, senin haberin var mı? Hmm... Biliyor musun bir şeyler?"

Naz kendine göre birkaç kelimeyi seslendirip güldü. Onun minik elini avuçları arasına sıkıştırıp öpmüştü Çiçek. Sadece birkaç dakika olmuştu bu eve geleli ama o dakikalar sanki saatler sürmüş gibiydi ... Ve önünde tamamlaması gereken yine çok zaman vardı. Bir kıskaç arasında sıkışmış gibi daralan göğsünü rahatlatmak için Naz'ı kendisine yasladı, sonra da gözyaşlarını akıttı.

Birkaç saat evin içinde oyalandı, bahçedeki eşyaları eve taşıdı. Sonra da babasının geri gelmesini beklemeye başladı. Onu en azından biraz sakinleşmiş olarak görmeye dair bir isteği vardı. İlk an her zaman sancılı olurdu, bu evi bırakıp gittiğinde de her şey çok zor olmamış mıydı? Ayrılıklara ve bir yavaşlayıp bir hızlanan vakte elbet alışacaklardı.

Mutfakta, babasının gözüne batmayacak kadar bir şeyler atıştırıp kızını da doyurdu. Evde bilindik bir sessizlik ve huzursuzluk vardı. Yüreğinin çevresinde dolaşan sancı, rahmetli annesinin yaşadığı ve bu evde üç kişi bulundukları zaman da aynıydı.

Kara bulutların altında dolanırlardı hep, sonsuz bir yağmurla ıslanırlardı. Üşürlerdi ve bu, mecburiyetten çevresinde durup ısındıkları sobanın sönük olup olmamasıyla ilgili değildi.

Uzaktan bakanın yan yana göreceği aile, yakına gelince insana yanıldığını fark ettirecek bir mesafeye sahipti. Bu yüzden Çiçek, kaçıp gitmenin onu babasından koparamayacağını biliyordu ve aldığı tepkiye rağmen yine gidemeyeceğinin de farkındaydı.

Saatler sonra kapı açılıp da babası eve döndüğünde Naz'a gösterdiği, mürekkebi dışına akmış tükenmez kalemi yere bırakıp kızının dikkatini oraya yöneltti. Oturduğu yerden sadece yaşlı adamın ne yapacağını seyrediyordu.

Hilmi ceketini çıkarıp gergin suretini Çiçek'e hiç çevirmedi. Sakinleşmiş gibi dursa da genç kadın bir şeylerin ters gittiğini kolaylıkla anladı. Halıdan kalkıp tedirgin adımlarla babasının yanına ilerledi. Bir şey söylemek istiyor ama hepsi abes duracağı için dudaklarını manasızca açıp kapamaktan başka hiçbir şey yapamıyordu.

En sonunda üstünü çıkarıp eski tişörtünün yakalarını çekiştirerek odaya gelen babasıyla karşı karşıya kaldığında bakışları çarpışmıştı. Çiçek'te yorgun ve meraklı bir ifade vardı, Hilmi'de ise saf bir öfke... "Otur," dedi kızına kendisini koltuğa bırakırken.

Çiçek olacakların belirsizliğiyle, gıcırdayan kanepeye oturdu. Parmaklarını sıkıca birbirine sarıp tenini sıkarken arada bir Naz'a göz atıyordu. Kalemi incelemeyi bırakmıştı minik bebek, artık vitrinin aşağı rafındaki telefon defterlerini karıştırıyordu.

"Bir şey mi oldu?"

"Oldu," diye mırıldandı Hilmi, sonra gür saçlarını karıştırıp sıkıntılı bir nefes verdi. Birkaç kişi Çiçek'in, terk edip gittiği mahalleye geri döndüğünü görmüştü ve ileri geri laflar etmişlerdi. Onun öfkesiyle gerçekleşen kısa bir görüşme, şimdi Çiçek'e açıklanması gereken bir duruma dönüşmüştü. "...oldu, sana söylemem gereken bir şey var."

Çiçek korkuyla nefesini tuttu. Evden kovulacak olsa bu kadar endişe etmezdi, zaten babası evden kovacak olsa böyle oturup da ardını önünü getirerek uzun cümleler kurmazdı. İstenmeyişin kelimelere ihtiyacı yoktu çünkü, mesela Tarık bunu artık ışığı sönen gözleriyle çok güzel anlatabiliyordu.

Kesik kesik soluklar göğsünü teklettiğinde "Dinliyorum," dedi zorlukla.

"Birisi var, uzun zamandır seni bekliyordu." Dudaklarını yalayıp gözlerini kızından kaçırdı. "...ama olmayacağının o da farkındaydı, benden izinsizce evlendin ya hani."

Sadece sevdim ve bu evin huzursuzluğunu terk ettim, ben yalnızca sahip olamadığım şeyi istedim diyemedi Çiçek. Babasının sanki kendisini ve annesini bu evde, kalabalık bir yalnızlığa terk etmemiş gibi herkesi suçlaması zoruna gidiyordu.

Oturduğu yerde dikleşip itiraz etmeye koyuldu ama Hilmi sadece tek bir bakışıyla kızını susturmuştu. "Sakın Çiçek," dedi. "Sakın bak, beni daha fazla sinirlendirme, milletin lafını çektim geldim yine... Sakın!"

"Sen bana ne dediğinin farkında mısın baba?"

"Çok da farkındayım!" Koltuktan ayaklanıp kendisine korku dolu bakışlar atan ufak Naz'ı umursamadan bağırmaya başladı. "O adamla evleneceksin, bu sefer sözümü dinleyeceksin! En azından senin o ödlek kocandan daha iyi bakar sana be!"

"Sevmediğim bir adamla, sadece bana baksın diye evlenmek istemiyorum ben..." Yorgunlukla kalkıp babasının karşısına dikildi o da. İkisi de kısaydı ve neredeyse aynı boydalardı ama Çiçek hep babasının dev gibi durduğunu hissederdi. "Çalışırım dedim ya."

"Sen niye her şeyi bu kadar basit sanıyorsun lan!" Hilmi'nin haykırışından sonra Naz incecik sesiyle ağlamaya başlamıştı. Yaşlı adam torununa yabancı bir bakış atıp tekrar kızına döndü. Sesi azalmıştı artık. "Her seferinde sözümün üstüne söz söyleyemezsin öyle... Bu sefer beni çiğneyip geçemeyeceksin."

Çiğnendiği yere çoktan gömülen Çiçek, ardı arkasına akan gözyaşlarını hüzünle sildi. Canı yanıyordu. Aralarında özlemek diye bir şey yoktu. Aralarında uzakta olanı beklemek gibi bir şey yoktu. Bu yaşlı adam sevmek nedir, belki de hiç bilmiyordu. Babasına karşı değil, sadece hayata karşı duyduğu hayal kırıklığıyla sustu.

Sessizliğin içinde Hilmi'nin kesin sesinde can bulan kelimeleri duyulan son şey oldu: "Daha fazla bir şey duymayacağım senden Çiçek, o adamla evleneceksin."

Loading...
0%