@askilav
|
Alışverişten sonra eve döndüklerinde Naz'ın üstüne tekrar bir gerginlik basmıştı. Taşıdığı poşetleri utançla kavrıyor, sanki kendisini onlara yük oluyormuş gibi hissettiğinden tereddütlü adımlar atıyordu. Girişte durup Mine'nin de gelmesini beklerken merakla etrafına bakındı. Kapıyı açan hizmetli dışında kimse yoktu. Yan yana geldiklerinde Mine, Naz'ın omzuna hafifçe dokunup "Canım istersen odana çıkıp dinlenebilirsin, akşam yemeği için çağırırız," dedi. Bugün yorulmuşlardı ve Naz yaşananlardan dolayı çok daha fazla yorgun olmalıydı. "Dün kaldığım yere mi çıkayım?" derken eliyle yukarıyı işaret etti Naz. Odan deyince hissini garip çırpınışlar basmıştı. Eski evinden sonra artık burada bir odasının olmasına alışmak belli ki kendisini zorlayacaktı. "Evet, siz yokken biraz düzenlemiştim." Mine, Naz'ın bu şaşkın haline gülümsedikten sonra "Umarım beğenirsin," diye ekledi. Naz da hafifçe tebessüm edip "Teşekkür ederim," demişti. Geriye dönüp merdivenlere ilerlerken içini de biraz heyecan sardı. Odanın nasıl olduğunu merak ediyordu. Tüm basamakları çıkarken sadece önüne bakıyordu çünkü duvarlara asılmış aile tablolarını görmemesi lazımdı. Odasının önüne geldiğinde kapıyı açıp ilk önce başını uzattı içeriye, sonra poşetleri de çekiştirerek tamamen girdi. Dün kenarına oturup sabaha kadar öylece beklediği yatağın nevresimleri değişmişti. Beyaz rengin üzerinde siya karelerin olduğu sade bir örtü örtülmüştü. Dolabın yeri de değiştirilmişti ve onun yerine aydınlık vurması için bir masa koyulmuştu. Biraz ilerleyince sağ tarafa çekilen dolabın yanında bir de metal çerçeveli, oval bir boy aynası gördü. Ancak yansımada kendisi bulunduğu için ona bakmak hoşuna gitmemişti Naz'ın. Arkasını dönüp masasına ilerlerken yatağın kenarına yaslanmış poşeti alıp içinden test kitaplarını çıkardı ve masanın üstüne koydu. Masa için sevinmişti çünkü eski evindeyken yatağın üzerinde çalışmak zorunda kalıyordu. Kitapları orada bıraktıktan sonra evden yanında getirdiği bir parça kıyafetle üstünü değiştirdi ve direkt masaya oturdu. Yemeğe kadar biraz test çözebilirdi. Ağlayarak kaçırdığı vakitleri telafi etmesi lazımdı. Kitabı önüne açtı, biraz sayfaları karıştırdı. Bitmiş sayılacak bir kitaptı, boş olan yerler atladığı birkaç zor testti sadece. Kalem kutusundan çıkardığı kalemle soruların altını çizerken başını eline yaslayıp soruya odaklanmaya çalıştı Naz. İlk başta düşünceler beynini biraz kaşındırsa da en sonunda dikkatini okuduğuna vermeyi başarabilmişti. Vücudunda hissettiği ince sızı yüzünden birkaç defa sandalyesinde kıpırdandı, gözlerini irice açtı ve sonra sıkıca kapattı, geri açtı, art arda kırpıştırdı... Her şeye rağmen okuduğu soruyu sesli şekilde tekrar ederek ders çalıştığını kendine hatırlatmaktan geri kalmıyordu. "...büyütme oranları dört kat ve kırk kat olan iki mercekli bir mikroskopta kaç mm görünür? Ne bileyim ne kadar görünür? Of... Geçeceğim bu soruyu." Yerinde dikleşirken aklına gelen korkunç düşünceyle "Ama ya sınavda karşıma çıkarsa?" diye mırıldandı. Bir dehşet anını yaşıyor gibiydi. Bu ihtimalden dolayı soruya tekrar döndü. Yazıların altını çizerken sesli ve dikkatli şekilde bir daha okumuştu. "Büyüklüğü on iki buçuk çarpı on üzeri eksi üç olan bir nesne... Hmm..." Saçlarını dalgınca geriye itip ürettiği yollardan soruyu çözmeye çalışırken dikkati tamamen kitaptaydı. O sırada kapı tıklatılınca Naz oturduğu sandalyede ansızın irkildi ve geriye döndü. Kalbi zaten irkilmekten dolayı hızla atıyordu, sonra kapıyı kimin çaldığını bilemememin korkusuyla vücuduna seyrek bir kaygı yayılmıştı. Cılız sesiyle "Girebilirsiniz," dedi. Bunun duyulup duyulmadığından emin değildi. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp kaleminin ucunu düzeltirken bakışları kapıdaydı. Birkaç saniye sonra hafifçe açılan aralıktan Tarık görünmüştü sabah aralarında başlayan gerginliğe rağmen. Gülümsüyordu ama fazla güçlü bir tebessüm değildi bu. "Naz," diye mırıldandı. "Gelebilir miyim?" Bu soruya bir cevap vermek istemiyordu, konuşmakla aralarındaki duvarı yıkacağını düşündüğünden yalnızca omuzlarını kaldırıp indirdi Naz. Az önce kapı çalınca suretine oturan tereddütlü ifade yerini mutsuzluğa bırakmıştı. Aslında hiçbir duygusunu belli etmediğini düşünüyordu ama aşağı bükülen dudakları, farkında olmadan çatılan kaşları ve sürekli kaçan gözbebekleriyle, yaşadığı tüm hisleri kolaylıkla yansıtıyordu. Tarık yatağın ucuna oturup kızına göz atarken ellerini önünde bağladı, bu yalnızca titreyişini gizlemek içindi. "Ne yapıyorsun bakalım?" Bu sabah, o evde gördüğü ve duyduğu şeylere dayanamadığı için Naz'a biraz aksi davranmıştı ve günü bu şekilde bitirmek istemiyordu. Çabalamış gibi görünmeye ihtiyacı vardı. Naz mutsuzluğunu geriye çekti, onun karşısında düştüğünü belli etmemeliydi fakat sonra kimin karşısında diye geçirdi içinden. Kimin... Sen neden benimle düşmandan beter olmayı tercih ettin? Savaş anlaşamadığınla, birleşemediğinle, sevmediğinle yapılır. Halbuki seni sevmemek bile bana yük. Seni sevmemek büyük bir uğraş. Soluksuz çabalara tabi. Yoruyor... Yoruluyorum, ben de yapmıyorum. Seninle anlaşmak ve anlaşmamak, seninle birleşmek ve birleşmemek, seni sevmek ya da sevmemek... Bunların hiçbirisine sahip değilim. Bu yüzden bana açtığın savaş meydanından koşa koşa kaçıyorum. Farkında değilsin, kaçıyorum ve ayaklarım birbirine dolanıyor; farkında değilsin, düşüyorum. Farkında değilsin çünkü beni sevmeye çalışarak öldürmekle meşgulsün. Zaten bu konuda pek tecrüben yok, işte tam bu sebeple onu da başaramıyorsun. Zihninden geçen onlarca kelimeyi geriye itip "Ders çalışıyorum," diye mırıldandı. Bu sözlerin ardından yataktan kalkıp masaya yaklaştı Tarık. Yavaşça ilerliyordu ve odanın içini yoğun bir huzursuzluk sarmıştı. Naz'ın yanına geldiğinde açık duran kitaba bakındı. Parmaklarını kitabın köşelerine sürtüp teker teker sayfaları çevirdi. Sadece zamanı uzatmak için gösterdiği nafile bir çabaydı bu. Naz aralarında azalan mesafeden dolayı sandalyesini biraz geriye çekti. Bir yandan da onun kitabı karıştırmasını seyrediyordu. Tarık kızının kendisiyle arasına açtığı mesafeden dolayı bozulan suratına engel olamamıştı. Boğazını hafifçe temizledi ve konuştu. "Bitmiş bu." "Az kaldı," diye düzeltti Naz da. Daha çözemediği sorular vardı. "Hani diğer kitapların nerede?" Masaya bakındı ama dağınık bir kalem kutusu ve başka bir kitaptan başka hiçbir görünmüyordu. O kitabı da alıp karıştırdı ama onun da çoğunun çözülmüş halde bulmuştu. "Dolapta," derken bıkkınlıkla söylendi Naz. Hemen sonra Tarık'ın dolabı açıp kontrol edeceğini düşünmemişti. Ayağa kalkıp "Ne yapıyorsun?" diye çıkıştı. "Karıştırmasana!" "Burada kitap yok Naz." Tarık geriye döndü ve ciddi bir suretle konuştu. Onun yalan söylemesi hoşuna gitmemişti çünkü ihtiyaçlarına yetişemediğini görmek yine ve yeniden büyük bir pişmanlıkla yüzleşmesine sebep oluyordu. Naz sinirlerine engel olamadığından bağırdı. "Bir yerlerdedir işte! Önemi var mı şimdi?" Ellerini yüzüne kapatıp ovaladıktan sonra nefeslerini düzene sokmaya çalıştı. Sanki bu zamana değin hayatına el atmış gibi davranması hoş değildi, ders çalışırken zorlukla sükunete erdirdiği zihnini Tarık kolayca derin bir karmaşaya sürüklüyordu. Onu öfkelendirdiğini görünce koluna dokunma ihtiyacıyla elini uzattı Tarık. Değdiği an ise Naz hastalıktan kaçar gibi yine kendisinden uzaklaşmıştı. "Özür dilerim, sakin ol," dedi usul tutmaya çalıştığı sesiyle. "Sadece merak etmiştim..." "Neyi?" diye tekrar çıkıştı Naz. Boğazı düğümlenmeye başlıyordu ve bundan bıkmıştı. "Neyi merak ettin? Birkaç kitabı mı?" "Hayır..." Bunu nasıl anlatacağını bilmiyordu, yalnızca normal bir baba gibi davranmaya çalışıyordu. Denizhan'ı da merak eder ve onunla ilgili şeyleri öğrenmeye çalışırdı. Sadece bu yöntemin Naz üzerinde geçerli olamayacağını unutmuştu. "Ben... Yalnızca yardımcı olurum diye-..." Babasının sözlerini aceleyle kesti Naz. Üstündeki kazak o kadar kalın olmamasına rağmen sıcaklamıştı. "Yardımcı olmanı istemedim senden." "İstemene de gerek yok, ben buradayım, yanındayım." Omuzlarını dikleştirirken yüzünde eğreti duran bir ciddiyetle bakıyordu kızına. Kendinden emin halinin Naz'ın gözünde komik göründüğünden haberi yoktu. "Ne zamandan beri?" Naz keyifsizce güldükten sonra kendi sorusunu kendi cevapladı. "Dünden beri... Ama eğer unuttuysan diye hatırlatıyorum, ben doğalı on yedi sene oldu." "Naz..." Yıllar kendisi için o kadar uzun değildi. Bu yüzden Naz'ın ifade ettiği sayıya karşın gerçek bir pişmanlıkla değil, dehşet anını uzaktan izleyen bir seyirci gibi tepki veriyordu Tarık. Kızımı göreceğim, onun yanına gideceğim diye kendisine telkin verdiği zamanları böyle çabucak geçirdiğine hala inanamıyordu. "Özür dilerim." "Dileme!" Naz gözlerini irice açıp bağırdı. Aslında bağırmaktan da öte haykırmak istiyordu çünkü babasının bunu anlamayışına deliriyordu. Onun özür dilenecek bir şey yapmasını hiç istememişti, en başından hatalara tenezzül etmemeliydi. "Özür dileyip durma! Bu bir şeyleri düzeltmiyor." Gitgide kısılan sesiyle "Ama elimden de başka hiçbir şey gelmiyor," diye dürüstçe konuştu Tarık. "Tamam, hiçbir şey yapma işte." Naz bariz gerçeklerden bahseder gibi kollarını iki yana açmıştı. "Kimse senden babalık yapmanı beklemiyor ki... Sen kendini niye sorumlu hissediyorsun? Git normalde ne yapıyorsan onları yapmaya devam et, bu evde ve bu odada olduğumu unut. Zor değil, sen buna alışkınsın zaten..." "Hatamı daha ne kadar yüzüme vuracaksın?" "Senin yüzüme çarptıkların kadar acı verici değil hiçbirisi, o yüzden canın yanıyormuş gibi konuşma bana." Göğsü hızla inip kalkıyordu, hırs içinde sarf ettiği sözlerden sonra zorlukla yutkunup bekledi. Tarık'ın sessizce bir cevap beklediği esnada Naz kısılan sesiyle "Yanıyor mu canın?" diye sormuştu çünkü merak içindeydi. Kendisini geride bırakmış olmanın onda ne duygular uyandırdığını öğrenme ihtiyacı sarmıştı zihnini birden. Büyüyen bir gözyaşı, yerine sığamadığı için aşağı düştü ve süzülerek yeni kesilmiş fakat biraz uzamaya başlayan sakalların arasına karıştı. Tarık elini kaldırıp usulca sildi tek damlayı. "Geriye can falan kalmadı..." "Yalan bu..." "Bir baba evladını unutmaz, ben seni hiç unutmadım." Bu zamana değin ona hiç uğrayamamasının sebebi yalnızca kendi korkaklığıydı. Bu Naz'ı kalbinden silmekle alakalı da değildi. Çıkarıp çokça izlediği bir fotoğrafla on altı yılın nasıl geçtiğini anlamamıştı ama gözlerini tekrar açtığında, Naz artık genç bir kızdı. "Sen benim yüreğimdeydin hep." "Dalga mı geçiyorsun şu an?" Duyduklarını idrak etme ihtiyacıyla kaşları çatıldı. Sonra da dik durmak zor geldiği için masaya tutundu. "Hayır," dedi Tarık. Naz'ın bu soruyu sormasını yanlış anlamıştı. Bir an söylediği şey onun hoşuna gittiğini sandığı için budala şekilde güldü. "Hayır, dalga geçmiyorum, çok ciddiyim." "Ama yürekte olmak yetmiyor... Ben gerçek manada yanımda olmanı da isterdim." Naz sözlerinin hemen ardından suçluluk hissiyle dudaklarını ısırdı. Bunu söylemeyecekti normalde çünkü Tarık Sayın'ın herhangi bir itirafı hak ettiğine inanmıyordu. İncelen sesiyle "Gelemedim," diye sızlandı Tarık. Naz'a yaklaşmak ve ona bir kez sarılmak istiyordu ama alacağı karşılıktan, her zaman olduğu gibi yine korkuyordu. "Tamam, bunu kabul ediyorum." Naz siyah kazağının kollarını sündürüp ifadesini kesin bir cevaba dönüştürdü. "Ve şimdi de gelmeni istemiyorum. Gelme... Bana karşı bir adım atma, babammış gibi davranma." Tarık buna itiraz edeceği esnada Naz eliyle hafifçe masaya vurdu. Yüzünü sıkıntıyla buruştururken dişlerini de sıkıyordu. "Benim için tek bir şey yapma," dediğinde, içinde saklanan o çocuk ruh bunu deli gibi istediğini ifade etmişti. Ve ruhunu kıskıvrak yakalayan tüm sancılar bedeninde de canlanıyordu. Bu yüzden babasının arkasından seslenmesini umursamadan odadan ayrıldı. Hüzünlü bir öfkeyle aşağı inerken merdivenin kenarında durup ağlamamak için elleriyle kendisine yel yapmaya başlamıştı. Geniş odanın içine bakınıp başını geriye attı Tarık. Naz onu yalnız bırakınca odadaki kalabalık da artmıştı. Gömleğinin üstten birkaç düğmesini açıp baygınlıkla yatağa oturdu. Az önce bir damlayla sınırlı kalan yaşlar tekrar hızla akmaya başlamıştı. Artık omuzları sarsılarak ağlıyordu. Masanın üzerinde duran iki kitap, yatağın kenarına yaslanmış boş çanta ve geriye kalan yabancı koku dahi gözlerinin önünü kaplayıp onu buhrana sürüklüyordu. Kahverengi saçlarını karıştırıp akan burnunu çekti. "Ne yapacağım şimdi?" derken gerçekten ne yapacağını düşünmüyordu. An doldurmaya yarayan, basit bir soruyu dillendirmişti sadece. Yüzünü sıvazlayıp ıslak gözleriyle tekrar odaya bakındı. O sırada bakışları tekrar yatağın kenarına yaslanmış çantaya değmişti. İçinde herhangi bir şey olmadığı görünse de onu alıp fermuarı açtı ve içine baktı. Amacı, Naz'ın nelere sahip olduğunu görmekti. Çantanın içinde de bir cüzdan bulunuyordu. Kendince masum bir kontrol teşebbüsüyle cüzdanı da açtı. İçinde var olan elli liralık bir nakit ve yanına iliştirilmiş iki vesikalık kendisi için çok değildi. Bu yüzden sıkıntıyla iç çekti. Ceplerini birkaç saniyeliğine yoklarken cüzdandaki paradan daha fazlasını bulmuştu bile. Onları elli liranın yanına koyup vesikalıklardan birisini de aldı. Naz'ın bunu fark etmemesini umuyordu çünkü o fotoğrafı Naz'ın bebeklik anısının yanında saklayacaktı. - Sessiz geçen akşam yemeğinde kaşığını sürekli yemeğin içinde gezdirdi Naz. Keyifle bir şeyler anlatan Denizhan'ı dinliyordu, bir yandan gözleri boş sandalyedeydi. Tarık masaya gelmemişti. "Ve ayrıca yarınki maçta gol atmazsam şerefsizim anne." "Deniz!" diyerek bu saçma söze karşı çıktı Mine. Gözlerini irice açmış, oğlunun tıpkı kendisininkine benzeyen yeşil gözlerine bakıyordu. "Ne biçim söz o?" Denizhan yemeğini hızlı hızlı çiğnerken heyecanla yerinde kıpırdandı. "Atar mıyım atmaz mıyım anne?" Mine onun bu kıpırtılı hali için başını iki yana sallarken iç çekerek tebessüm etti. "At ama sakin at lütfen." "Sakin gol mu atılır ya? Topa düşmana vurur gibi vurmak futbolculuğun şanındandır." Serseri şekilde göz kırpıp Denizhan da güldü. Hem annesine hem ablasına bakınırken Naz'ın da durgun olmayışı keyfini arttırmıştı. "Düşmana vurur gibi vur çünkü yaralayacak daha çok burun var Denizhan," dedi Naz kısık bir sesle. Artık gözyaşı dökmek istemediği için geçen günü daha gülünç şekilde yerleştirmeye çalışıyordu anılarına. Denizhan ablasının yaralı burnuna bakıp alt dudağını dişledi. Bu konuda üzgündü, topu atarken planlarına aksama olmuştu ve hata etmişti. Bu yüzden şirin tutmaya çalıştığı tavrıyla "Merak etme, sen burnun yaralıyken de çok güzelsin," diye mırıldandı. "Zaten ben seni her halinle seviyorum ablacım." Odasında babası yüzünden düşen moraline rağmen dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi Naz. Denizhan yaramaz ve sevimli davranışlarıyla insanı eğlendirmeyi başarıyordu. Burnundaki acıyı göz ardı edip "Teşekkür ederim," dedi. "İstersen bir daha top at, daha da güzel olayım." "Yok ya..." derken sandalyede biraz çöküp azıcık bekledi. Hemen sonra "Ama yarın okulda beni desteklemeye gelsen harika olurdu," diye isteğini dile getirmişti. "Valla isabetli atacağım bu sefer!" "Nasıl desteklemeye geleyim?" "Maç yapacağız yine. Sen de gel, ismimi bağır, tezahürat yap! Off... Mükemmel olur abla, lütfen yap!" Aklına gelenlerle gerçekten coşkuya kapılmıştı. Henüz lise bir olduğu için son sınıfların ona destek çıkma düşüncesi çok hoşuna gitmişti. "Hatta arkadaşlarını da getir, onlar da beni desteklesinler! Abla... Hayal etmek bile götümü tutuşturdu!" "Deniz!" diye ikaz etti oğlunu Mine. "Lütfen, sofradayız." "Tamam anne ya bi dur..." Denizhan annesine sabırsızlıkla baktıktan sonra tekrar Naz'a döndü. "Ne diyorsun abla? Destekler misiniz beni?" "İyi de herkes bizim aramızı soğuk biliyor Denizhan, kavga etmiştik ya en son." Aralarında çıkan tartışmadan sonra böyle bir davranış garip karşılanırdı ve kardeş olduklarını söylemek da lüzumsuz konuşmalara sebep olurdu. Naz istenmeyen çocuk olduğunu açıklamak konusunda hiçbir ihtimale yol açmak istemiyordu. "Bundan kime ne! Öpüşüp barıştık deriz." Fazlasıyla basit bir şeyden bahsediyor gibiydi Denizhan. Oysa Naz çeşitli kaygılara kapılırken hiç de onun kadar rahat değildi. "Bir günde mi?" "Kardeşler arasında olur öyle şeyler..." derken yine serseri haliyle göz kırptı ablasına. Naz, onun kendisini çabucak kabullenmesine karşın dumura uğrarken bir yandan da aralarında kıskançlık olmadığı için seviniyordu. Yine de bu gerçeği söylemek fazla korkunç gelmişti gözüne. Yağmur'un, Melek'in ya da Baran'ın sorgusuna maruz kalmak istemiyordu. "Öyle demeyelim bence," diye çekingen bir sesle konuştu. "Ablam olduğunu saklayayım mı yani?" Denizhan başını hızla iki yana salladı. "Çok affedersin ama artık siksen saklamam." "Deniz!" diye narin sesini yüksek tutmaya çalışarak tekrar bağırmıştı Mine. Hayret içinde oğluna bakıyordu. "Sana inanamıyorum gerçekten! Nereden çıkıyor bu argolar? Kimden öğreniyorsun sen bunları? Beş dakika içinde sıraya dizdin hepsini!" "Fanusta büyümüyorum ya anne." Gözlerini devirip yemeğinden yemeye devam etti. "Ayrıca kimden öğreniyorsun ne? Aklım fikrim var şükürler olsun, kendi argomu kendim tercih edebilirim." "Hemen şimdi Naz'dan özür diliyorsun." "Ne için?" "Yemek masasında hoş olmayan sözler ettiğin için elbette." İtiraz kabul etmez şekilde bakıyordu, epey ciddiydi Mine. Naz, onlar arasında gerçekleşen bu hale dudaklarını gizleyerek gülüyordu. Hatta Denizhan abartılı mimiklerle "Özür dilerim ablacım, bir daha asla argo kullanmayacağım çünkü annem çok kızıyor," deyince gülüşünü saklamadan tepkisini belli etmişti. "Affettim," dedi mırın kırın, gülünce konuşmak zor olmuştu. O sırada mutfağa giriş yapan babasıyla gülüşü yavaşça soldu, gözlerini kaçırdı ve yemeğe döndü. "Afiyet olsun," demişti Tarık. Tek cevap da Denizhan'dan geldi. "Sağ ol baba." Kendisi gibi diğerlerinin de ifadelerinde değişme olunca Naz bundan kendisini sorumlu hissetmişti. Varlığımla bir aileyi dağıttım, dedi içinden. Üstelik Mine'nin karnında doğmak için zamanını bekleyen bir bebek varken bu durum canını sıkıyordu. Tabağında kalan son parçayı da kaşığına doldurup hızla yedikten sonra tereddütlü gözlerle Mine'ye baktı. Kalkmak istiyordu. Ondan usul bir tebessüm ve onaylarcasına kapanıp açılan gözler görünce hemen ayaklandı. "Gidiyor musun?" diye sordu Denizhan. "Evet, biraz ders çalışsam iyi olacak." Tabağını alıp tezgâha bırakırken babasının yanından geçmişti ve onun bakışlarının üstünde olduğunu biliyordu. "İyi çalışmalar ablacım." Zorlukla gülümseyip mutfaktan ayrıldı ve tekrar odasına geçti. Geceye kadar kitaptaki soruları çözmeye çalışmış ve hiçbir düşünmemek için kendini bu şekilde yorduktan sonra da uyumuştu. Yeni yatağında ilk gününe uyanırken gözlerini ovalayıp beyaz komodinin üzerindeki telefonunu aldı ve saati kontrol etti Naz. Alarmının çalmasına iki dakika vardı, onu kapattıktan sonra ayaklandı ve odanın içindeki lavaboda işlerini halletti. Hemen ardından geri döndüğünde çantadan okul kıyafetlerini çıkartmıştı. Buraya gelmeden önce yıkadığı için buruşuklardı. Onları yatağa koydu, elleriyle iyice açarak düzeltmeye çalışıyordu. O sırada kapısı tıklatıldı. Naz "Girebilirsiniz," diye seslenince Mine görünmüştü aralıktan. "Günaydın canım, ben de seni uyandırmaya gelmiştim." "Günaydın... Erken uyanmışım farkında olmadan." "Güzel sevindim, herhangi bir ihtiyacın var mı?" Gözleriyle yataktaki kıyafetlere bakarken bir yandan da oraya yaklaştı Mine. "Yok." Naz kıyafetlerini hallettiğini düşünüp geri çekildiğinde Mine onları yataktan almıştı. "İstersen bunu ütüleyelim, ellerinle hallolacak gibi değil." "Zahmet olmasın size." Duyduğu şeyle kaşları çatıldı Mine'nin. "Siz derken? Bence bana öyle seslenmene gerek yok." Naz dudaklarını birkaç defa aralayıp ne diye sesleneceğini düşündü, bu durum biraz kafasını karıştırmıştı. "Ne diyeceğim ki?" "Abla diyebilirsin, o kadar yaşlı değilim." Kendi lafına hafifçe güldükten sonra "Kıyafetleri alıyorum, Nihal'e ütületeceğim," deyip odadan ayrıldı Mine. Onun birden kendi sözünü geçirip gitmesiyle Naz yorgun bir nefes bıraktı ve "Mine abla," diye mırıldandı. Yapayalnız olduğu yerde kendi kendine konuşması tuhaf olsa da bunu söylemeye alışmak için biraz pratik yapmaya ihtiyacı vardı. Kalem kutusunu ve kitabını çantasına koyarken "Garip mi oluyor ki?" dedi. "Mine abla... Yoo iyi gibi." Omuzlarını silktikten sonra kıyafetleri gelene kadar beklemek üzere yatağına oturdu. Aradan çok geçmeden evin hizmetlisi odasına uğrayıp okul formasını bırakmıştı. Naz onları da aceleyle giyip aşağı indi. Herkes sofradaydı. Sessizce yerine oturup birkaç bir şey atıştırdı. Neyse ki kahvaltı faslı fazla uzun sürmemişti. Denizhan telefonuna bakıp "Servis gelmiş," diye ayağa kalkınca Naz da bir süre ona bakındı. Gözleri kapalı halde yürüyen çocuk onun kolunu tutunca şaşırmıştı. Denizhan'ın peşinden sürüklenirken "Deniz.." diye seslendi ona ama mahmurluktan dolayı kardeşi bunu duymamıştı. Evin dış kapısından çıkarlarken Naz tereddütlüydü. Şimdi servise beraber binmek göze batmak gibiydi. Özellikle orada Denizhan'ın arkadaşları da varsa neden aynı yerde olduklarını sorgulayacaklardı. "Denizhan ben kendim gideceğim," diye daha yüksek bir şekilde seslendi mecburen. Denizhan hala uykudan ayılamamıştı. "Nereye?" derken kirpiklerini aralamaya çalışıyordu. "Okula." "Tamam." Daha fazla konuşmadan önüne döndü ve Naz'ı evin önüne yaklaşan servise çekiştirmeye devam etti. Genç kız, henüz uykudan arınmamış çocukla anlaşmanın işe yaramadığını görünce bıkkın bir nefes bırakmıştı dışarı. Kapısı açılan servise bindiklerinde titrek bakışlarla etrafına bakındı. Kendi sınıfından çok da yakın olmadığı bir kişi vardı serviste, onun dışında kimseyi tanımıyordu. Ancak kavga anında sürekli Denizhan'ı yatıştırmaya çalışan arkadaşı "Deniz buradayım!" diye en arkadan seslenince Naz aceleyle kolunu çekiştirdi. Denizhan arkasına dönüp ablasına seslendi. "Gel orası boş, oturalım." "Sen geç, ben şuraya oturacağım." Hemen yan taraftaki ikili koltuklardan birisi boştu ancak cam kenarında oturan çocuk "Arkadaşım gelecek," dediğinde Naz sinirle gözlerini devirdi. "Gel ablacım, gel." Mecburen en arkaya geçtiklerinde Naz çantasını önüne alıp oturdu. Gergin olduğu için siniri de artmıştı. Denizhan ve onun arkadaşına dönüp de bakmazken bir mırıltı ilişti kulağına. "Aga o niye seninle geldi?" Kısık sesle konuşuyordu ama Naz bunu rahatlıkla duymuştu. Camdan dışarıda gezdirdiği bakışlarını onlara çevirdi. Buna karşın Denizhan uykulu gözlerini ovalayıp "Ablam o benim," demişti. "Hadi lan oradan..." İkisine de uzun uzun baktıktan sonra "Ne demek ablan?" diye bir daha sordu çocuk. "Niye şimdiye kadar ablan değildi de şimdi birden ablan oldu?" Denizhan normal bir meseleden bahseder gibi rahatça cevaplıyordu soruları: "Küstük birbirimize, yeni barıştık." "Önceden servisle gelmiyordu ama." "Bana küs olduğu için gelmiyordu." Denizhan başını iki yana salladıktan sonra oyuncu bir bakış attı ablasına. "Çok kindardır çok..." Naz tüm bu sözlere alınmamıştı çünkü Deniz'in durumu kurtarmak için bahane uydurduğunun farkındaydı. Hem konu kapansın hem de kindarlığı gerçekçi görünsün diye huysuz bir ifade takınıp "Yeterli Denizhan," dedi sert bir sesle. "Oğlum cidden tuhafsınız lan." "Tamam kes artık Arda, bak ablamı kızdırıyorsun." Bu konuyla ilgili konuşma bitince Naz kıvırıp parmakları arasında sıktığı çantanın kulpunu serbest bıraktı. Kuruyan dudaklarını ıslatırken içinde sıkıntıyla dolup taşmış nefesi de dışarı bırakmıştı. Düşüne düşüne kendine hayatı zehrettiği anı böyle atlatacağını düşünmemişti. Kısa bir süre sonra okula geldiklerinde turnikelerden geçip ilerlemeye başladılar. Naz esen rüzgârdan dolayı savrulan saçlarını tutup dalgınca bahçeye bakındı. O sırada ellerini pantolonunu ceplerine sokmuş yavaşça kendisine doğru gelen Baran'ı görmüştü. Naz da ona doğru yürümeye başlarken yanında Denizhan'ın olduğunu unutmuştu bile. Ancak kardeşinin "Bu zibidi niye sürekli senin dibinde?" dediğini duyunca hatırladı yan yana bulunduklarını. "Kim zibidi?" "Bu zibidi." Denizhan çenesiyle karşıdaki Baran'ı işaret etti huysuzca. "Arkadaşım çünkü Deniz, niye sinirlendin birden?" "Geçen gün de artist gibi soyunmuştu zaten... Sevmedim hiç." Baran'la iyice yaklaştıklarında Denizhan'dan biraz uzaklaşıp "Günaydın," diye mırıldandı ona. "Günaydın, nasılsın?" Baran'ın bakışları Naz'ın burnunda geziniyordu. Sargıyı çıkmıştı ve geriye sadece ufak bir morluk kalmıştı. "İyiyim, sen nasılsın?" "Fena değil..." Tekrar okula gitmek için geri döndüklerinde arkaya kaymıştı Baran'ın gözleri. Kendisine düşman gibi bakan Denizhan'dan dolayı onun da kaşları çatıldı. "Sana başka bir sıkıntı çıkarmadı bu değil mi?" diye Naz'a sorarken hala Deniz'le birbirlerine soğuk bakışlar atıyorlardı. Naz kardeş durumunu Denizhan gibi kolayca açıklayamayacağını bildiğinden "Yok yok," dedi aceleyle. "Bir şey olmadı... Hadi gel sınıfa geçelim çabuk." Baran önüne döndüğünde çabucak uzaklaşan Naz'la şaşırmıştı. Genç kız epey hızla ilerliyordu. Ellerini ceplerinden çıkarıp yetişmek için koştururken istemsizce güldü ve yanına varınca "Ne acelen var acaba?" diye sordu ona. "Ne acelem olabilir? Ders çalışacağım." "Biraz dur istersen Naz, beş dakika önce uyandın zaten." Okulun içindeki merdivenleri tırmanırken Naz çantasını tutup ona huysuz bir bakış attı. "Geç kalmışım işte." "Allah sonumuzu hayretsin," dedi Baran yaramaz bir çocuğa bakar gibi bakıp başını iki yana salladığında. "...çünkü sen hiçbirimize acımayacak gibisin." "Eminim ki sen daha fazlasını yapıyorsundur." Merakla kaşlarını kaldırırken "Kaç soru çözdün ben yokken?" diye sordu. "Sana kitabımı kalemimi kaybettiğimi söylemiştim ya..." Naz gülüşüne engel olmak için dudaklarını birbirine bastırırken Baran'ın kendinden çok emin sarf ettiği sözlere karşın bir iç çekti. "Okul birincisi olmak için yarışacağımızı sanıyordum." "Sanırım onu çoktan başkasına kaptırdık bile Nazlı kız." Bir elini tokalaşmak için uzatır gibi yaptı Naz'a doğru. "Artık dipte beraber takılacağız." "Ne diyorsun?" Naz dehşet içinde olduğu yerde kalakaldı. "Kime kaptırdık?" "Sayısallardan bir kız kendi çözdüğü denemede yüzün üstünde net yapmış diye duydum." Kıskançlık içinde gözleri kısıldı. "Kolay bir şey çözmüştür," diye mırıldanırken aslında kendini buna inandırmaya çalışıyordu Naz. "Kıskandın mı sen?" derken başını öne eğip yine Naz'ın kaçırdığı yüzünü görmeye çalışmıştı Baran. Hırsla kemirdiği dolgun dudakları, sürekli başka yerlere bakan ela gözleri ve belirgin yanaklarıyla fazla sevimli duruyordu. Bu Baran'da yavaşça artan bir tebessüme sebep olmuştu. Öğrenciler yanlarından geçip giderlerken onlar koridorun ortasında durmuşlardı ve Baran kimseyi umursamadan dikkatle Naz'ın yüzünü seyretmeye devam ediyordu. "Kıskanmadım..." Naz başını hızla iki yana sallayıp eliyle yüzünü kapattı ve sonra geri indirdi. Tekrar Baran'a baktığında onda ilgi dolu bir ifade görmüştü. Bundan tereddüt duyup ellerini montunun ceplerine soktuğunda ne cevap vereceğini düşünüyordu. "Hem daha okulda deneme yapılmadı ki, bu hiçbir şeyi kanıtlamaz." "Ben dipte ikimiz olacağız diye çoktan seviniyordum, senin aklın hala denemelerde." "Dipte olduğumuz için sevinmeyeceğiz!" Gözlerini irice açıp uyarırcasına baktı Naz. "Saçma saçma konuşma lütfen, hemen sınıfa geç ve çabuk kitabını kalemini bul, denklemleri halletmemiz lazım." "Şimdi mi?" "Tabi ki şimdi! Sana geç kaldık dedim ya..." "Aslında geç kaldım demiştin, şimdi planına beni de dahil etmen hoşuma gitti." Baran bukleleri uzamış açık kahverengi saçlarını gülerek geri itti. "O zaman trigonometri de çalışalım mı?" diye sorarken yalnızca elde ettiği fırsatı uzatmak istiyordu. "Sen en iyisi bütün matematik fasiküllerini çıkar Baran, bugün uzun olacak gibi." "Uzun olsun tabi." Başını aheste şekilde salladıktan sonra geri geri gitmeye başladı Baran. "Şimdi hemen cam kenarını bizim için düzenleyeceğim, bekle..." Arkasını dönüp sınıfa girdiğinde Naz hala olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu. Hatta Baran'ın cam kenarına ilerlerken "Kalk lan oradan!" diye bağırdığını da duymuştu. Buna o an bir tepki veremedi çünkü zihninde çok şey dönüyordu. Okul birinciliği yalnızca bir itibar meselesi değildi, eğer sınavda istediği yükseklikte puan alamazsa güzel bir okula ve bölüme girmek için büyük bir avantaj kazanmış olacaktı. Bu yüzden birinciliği çok istiyordu. Babasıyla yaşadığı evden kurtulup çok daha iyi bir hayata kavuşabilmesi için en yüksek puanı kazanmalı ve o okul birinciliğini elde etmeliydi. İçi yoğun bir hırsla dolarken derince nefeslendi Naz. Kollarına sardığı ellerini montunun ceplerine sokup gözlerini birkaç defa sert şekilde kırptı. Terk edilmek sadece yalnız başına büyümek değildi, sevgiden mahrum olmak ya da ağlamak... Aynı zamanda hayatını yoluna koymasını da gerektiriyordu. - Merhaba, kitabın buraya kadarki kısmı için fikir belirtirseniz çok güzel olur. Bundan sonrası Naz için biraz daha hareketli geçecek o yüzden bu bölümü de yarına kalmadan yüklemek istedim. Lütfen oylarınızı eksik etmeyin. 💝 |
0% |