@askilav
|
Güçlü olmak bazen de birisine tutunabilme cesaretini gösterebilmektir. İnsanın yalnız kaldığı tek yer ölümse, hayat çoklukla değerlendirilebilir. Hayat aynı zamanda bir sınav ve insan da derse geç kalan öğrencidir. Fakat öğrenilmesi gerekenleri zaman hiçbir şeye rağmen yitirmez... Defalarca yazar, gerekirse çizer. İdealist bir öğretmen gibi tüm yolları dener ancak insan öğrenmeyi en çok son gün sever. Sınıfa girdiğinde, Baran'ı cam kenarının en arkasındaki masada oturup kitapları dikkatle hazırlarken bulmuştu. Naz da çantasını onun yanına çıkarıp biraz masaya bakındı. Kalemler hazırdı, kitaplar... ve içinde kuruyemiş bulunan pembe bir saklama kabı bile vardı aralarında. Onu işaret edip "Bunları da mı getirdin?" diye sordu. Baran Naz'ın işaret ettiği kuruyemişlere bakıp yaramaz bir şekilde alt dudağını dişledikten sonra "Ders çalışırken iyi gider diye düşündüm," diye açıklamıştı. Bir yandan da sınıfı kontrol ediyordu. Hemen sonra tekrar Naz'a dönüp merakla sordu. "Sence gitmez mi? Sevmez misin yoksa?" "Severim severim, sorun yok." Naz üstünden çıkardığı montunu arkasındaki askılığa asıp önüne döndü. O sırada sohbet ederek sınıfa giren Yağmur ve Melek onu görünce "Naz!" diye koşarak yanına gelmişlerdi. Yağmur heyecanla onun kollarına atılıp sarıldı, başını da boynuna yasladı. Naz gördüğü bu ilgi karşısında hafifçe gülümserken uzun zamandır herhangi bir arkadaşı bulunmadığı için biraz afallamış sayılırdı. "Neredesin sen? Dün gelmedin ve telefonlara da bakmadın, sadece Baran'ın aramasını açmışsın ve ben bunu inanılmaz kıskandım!" Yağmur geri çekildiğinde Melek de Naz'a kollarını sarıp sırtını sıvazladı. "Evet niye bizi habersiz bıraktın?" Başını hafifçe iki yana salladı genç kız. Yalnızca iki gün içinde yaşadığı şeyler ona nefes bile aldırmamıştı. Çoğunlukla göğsünü saran ağrıyla hayatına devam ederken soluklarını düzene sokmak da kendisi için zor olmuştu. Oysa babasının gelmesini beklemekle geçip gittiğini sanıyordu zamanın. Bir hayalin bir kaçışa dönüşmesi de o kadar zor değildi işte. Zaman çok da bükülmeye gerek duymuyor, günlük akışın içinde güneş açması kadar olağan anlarda insanın ayağı kayıveriyordu. Ve artık güneşin doğması da pek olağan gelmiyordu gözüne. Onca gözyaşı döktüm, içim belki de katranla dolup taştı, bir an nefesim kesilecek sandım; yine de bitmedi zaman. Ertesi gün, güneş kızıllığını kuşanıp geldi. Ben tekrar yaşanabileceğini öğrendim. Aklı başka yerlere kayıp gitmeden tüm acısını ötelercesine gülüp "Nefes almaya bile vaktim olmadı," dedi mırın kırın. "Niye? Burnun çok mu acıdı?" Yine o yaralı burna kabahat yüklenecek an gelmişti. "Evet, inanılmaz acıdı... İki gün kıvrandım durdum." Gözlerini sıkıca kapatıp açtı çünkü gözlerinin önüne, dedesinin kendisini babasının ayak ucuna fırlattığı an düşmüştü birden. Onu karanlıkla örtüp yok ettikten sonra aceleyle Yağmur'a baktı. "O da biraz hasta hissettirdi, etkiledi beni sanırım... O yüzden okula gelemedim, telefona bile zor baktım." Melek Naz'ın kahverengi saçlarını hafifçe okşarken "Kıyamam sana," diye mırıldanmıştı. "Eğer evini falan bilseydim sana çorba yapar gelirdim." "Ben de kilo kilo mandalina alırdım, soyar soyar yerdik..." "Teşekkür ederim, şu an daha iyiyim zaten." Bir eliyle gerisini işaret etti, Baran orada bekliyor olmalıydı. "Hatta şimdi Baran'la ders çalışacağız." Arkasını döndüğünde onu uslu bir çocuk gibi kendisini beklerken bulmuştu. Yanına oturup kuruyemişlerden bir tane ağzına attı Naz. Kalemi eline aldığında mutluydu, ders çalışmayı aynı zamanda zihnini de dağıttığı için çok seviyordu. "Siz bir araya gelmeyin tamam mı?" deyip ellerini masaya yasladı Melek. "Çünkü bizi bitirmeye ant falan mı içtiniz ya? Biraz bırakın biz de sıralama yapalım!" Yağmur gözlerini kısarak oraya yaklaşırken bakışları pembe saklama kabındaydı. "Bir dakika..." dedi gizemli bir sesle. "Bir dakika, bir dakika... Bu benim saklama kabım mı?" Baran hızlıca kuruyemişleri önlerine çekerken "Hayır ne alakası var?" diye sert bir sesle mırıldandı. Kardeşine kızgın bir bakış atıp kaşlarıyla gitmesini işaret etse de bu işe yaramamıştı. "Baran sen benim kuruyemişlerimi mi çaldın?" deyip çığırdı Yağmur. Masanın üstünden uzanıp onları almaya çalışırken Melek korkuyla geriye kaçtı. "Çabuk geri ver onları!" "Yağmur! Naz'ın boğazına mı dizeceksin yediklerini? Altı üstü kuruyemiş lan! Git başımızdan!" "Sen çalarken sorun yok da ben isteyince mi sorun oluyor?" derken masanın üzerinde uzanmaya devam ediyordu Yağmur. Kollarını savurup Baran'dan saklama kabını almaya çalıştı. "Ders çalışırken yemem için koydu annem onları! Zihnin açılır dedi... Benim zihnim sizden daha zor açılıyor, o yüzden çabuk geri ver!" "Yağmur bırak!" Baran bıkkınlıkla başını geriye atıp Melek'e baktı. Masanın arkasında sıkıştığı için kardeşini üstünden itemiyordu, bu yüzden ondan yardım isteyecekti ancak Melek de başına bir şey gelmesin diye kenara sinmişti. İyice çaresiz kaldığı anda sınıfa giren arkadaşını gördü ve hemen ona seslendi. "Emir al şu kızı tepemden! Çabuk çabuk çabuk! Çek üstümden!" "Yine mi kardeş kavgasına tutuldunuz siz?" Emir, Yağmur'u belinden tutup geriye çekerken onun çırpınışlarından dolayı biraz zorlanmıştı. Üstelik hala "Cevizlerim, bademlerim!" diye bağırıyordu. "Hırsızsın Baran! Bıktım artık her aldığımı yemenden ya!" "Gözün mü var yediğimde?" "Asıl senin gözün var aptal! En son ağzıma götürdüğüm cipsi ısırmama saniye kala elimden çekip almıştın!" "Göz hakkım olduğu için aldım." Baran kardeşinin üstünden gitmesinin rahatlığıyla küçük saklama kabını masanın altından hızla Naz'a uzattı. "Al çabuk ye şunlardan, bitir hatta." Naz az önce önünde gerçekleşen tartışmayı hayretle izlemişti. Önüne uzatılan kabı tutmadan "Ama Yağmur'un onlar?" diye sorarcasına konuştu. "Boş ver, biz ikiziz... Onun olan her şey benim de sayılır." Kuruyemişleri onun avucuna zorla bıraktıktan sonra hala kendisine bağıran kardeşine döndü. "O gözünü oyacağım ki geriye hak falan kalmayacak Baran," diyordu kendisine. "Aynen Yağmur, müsait bir zamanda deneyelim bunu." Yağmur ona ters bir bakış atıp oradan uzaklaştığında Melek de sırasına dönmüştü. Biten hengameyle beraber Naz uğruna tartışmalar dönen saklama kabını masaya bıraktı ve kalemi eline aldı. Önüne açılmış sorularda göz gezdirirken "Tamam tüm karmaşa bittiyse başlayalım artık," dedi heyecanla. "Başlayalım bakalım..." Soruları beraber çözerken ilk dersin hocası da içeri girmiş, herkesin kendi halinde ders çalıştığını görünce hiçbir şey söylemeden masasına geçmişti. Uğultunun olduğu sınıfta cevaba ulaşmak için hırsla işlem yapan Naz'a baktı Baran. Soru bahanesiyle en azından biraz konuşabileceklerini düşünmüştü ama Naz gerçekten de çalışıyordu. Başını eline yaslayıp masaya doğru yayıldı ve gözlerini bir kitapta bir de Naz'da gezdirdi. Hem kendi kendine anlatıyor hem de kalemi hızlıca kâğıtta kaydırıyordu. Onun bu hırslı haline çaresizce gülümsedikten sonra masaya uzanıp Naz'ın anlattıklarını dinlemeye devam etti, zaten hepsi bildiği şeylerdi. Teneffüs ziline kadar bu şekilde devam ettikten sonra Naz ağrıyan sırtını rahatlatmak için geriye yaslandı ve Baran'a baktı. Az önce çözdüğü soruyu kontrol ediyordu. "Anlamadın mı?" diye sordu ona. "Anladım ama şurada niye uzattığını çözemedim." "Nereyi uzatmışım?" "Şu işlem gereksizdi sanki, formülden de gidebilirdin." Soruya biraz daha göz attı Naz. Sonra da mırın kırın "Formülü ezberleyemediğim için böyle yapıyorum," dedi. Ezberleyemediği formül kolay olduğu için çekingen bakışlarını yavaşça Baran'a çevirdi. Onun kendisine ufak bir tebessümle baktığını görünce şaşırmıştı. "Ne oldu? Neden gülüyorsun?" "Niye o kadar masum söyledin onu?" "Masum söylemedim." Kahverengi bakışlar üstündeydi, Baran hala keyifli bir gülüşle kendisine bakarken Naz saçını kulağının arkasına sıkıştırıp bakışlarını kaçırdı. Aralarında başlayan sessizlik, sınıftaki gürültüye rağmen yoğun şekilde hissedilebiliyordu. Sınıftaki gürültü ön tarafta birikmiş kalabalıktan dolayıydı. Aralarından birisi sınıfın önüne geçip kollarını iki yana açtıktan sonra sanki güzel bir haber verir gibi "Deneme olacakmışız!" diye bağırdı. Duyduğunun ardından Naz da hızla yerinden kalktı, yanına gelen Melek'le Yağmur'a gözleri irileşmiş halde bakıyordu. "Ne olacakmışız?" "Sürpriz deneme." "Şimdi mi? Habersiz mi? Ben hazırlıklı değilim ama daha..." Yüzü mutsuzlukla asıldı, önceden haber vereceklerini düşündüğünü için hazırlıksız yakalanmıştı. Melek onun açık bıraktığı kitaba dikkat çekip "Kızım tüm ders matematik kastın ya zaten," dedi, neredeyse bağırıyordu. "Biz ne yapalım? Ben en arkada Sekizinci Henry'nin lanetli eşleriyle ilgili asla hayatıma yaramayacak şeyler dinledim sadece!" "Belki tarihte sorarlar kanka," deyip onun omzunu sıvazlamıştı Yağmur. "Keşke..." Huzursuzluğuna rağmen onların söylediklerine istemsizce güldü Naz. Arkasındaki masaya yaslanacakken oradan çıkan Baran'a yol vermek için geriye çekildi, hemen önünden geçerken göz göze gelmişlerdi. Naz bakışlarını tekrar kaçırıp aceleyle arkadaşlarına baktı. Melek ön sırada duran çantasına yönelmişti. "Denemeden önce kantine inelim mi? Su almam lazım." "Evet gidelim, ben de çikolata alayım, enerjiye ihtiyacım var." Naz da onlara ayak uydurarak sessizce arkasındaki çantasını araladı ve cüzdanını çıkardı. Bursundan kalan miktarı kontrol etmek için fermuarı açtığında karşısına sahip olduğundan daha fazla para çıkmıştı. Herhangi bir şaşkınlık belirtisi göstermemeye çalışırken paralara dokunamadı, sadece onların nereden geldiğini düşünüyordu. Sonra kenara sıkıştırdığı vesikalık fotoğraflarını kontrol etti, normalde iki tane olması gerekirken artık bir tane vardı. Kalbinin etrafını rahatsız edici bir ihtimalin acısı sardığında buna yapan kişinin babası olabileceğini düşünmüştü Naz. Kaşlarını öfkeyle çattı. Bu bayat iyiliklerden dolayı artık ağlamaya dahi gücü kalmamıştı. Ondan böyle bir şey beklememişti çünkü... Altı yaşındaki Naz ya da yedi, sonra sekiz ve hatta on yedisine kadar tüm küçüklüğü, babasından yalnızca gelmesini istemişti. Cüzdanının fermuarını kapatıp çantasına atarken "Siz gidin, ben gelmeyeceğim," dedi kısık bir sesle. Aceleyle sırasına oturdu, test kitabını önüne çekti. "Bir şey mi oldu Naz?" Kalemini eline almış rastgele sayılar yazıyordu meşgul görünebilmek için. "Şuna çalışsam iyi olacak." "Zaten on dakika sonra denemeye gireceğiz, ne faydası olacak ki?" Tekrar boğazı düğümleniyordu. Saçlarını hızla geriye ittirip "İşte," dedi zorlukla. "Bakmak istiyorum biraz..." "Peki," diye mırıldandı Melek. Sonra da Yağmur'la geri çekilip uzaklaştılar. Onlar gittiği an kendisini en yalnız anında dahi utandıran babası yüzünden bir damla gözyaşı kitabın üstüne düştü. Orada kutu içine alınmış bir formül vardı, Baran yazmış olmalıydı hatta yanına kolayca ezberleyebilmesi için bir ipucu bile not edilmişti. Kaşları çatık halde sessiz gözyaşlarını dökerken mırıltıyla o ipucunu okudu. Art arda defalarca okusa da aklına bir şey girmiyordu. Sırtını sınıfa çevirip hızlıca yüzünü sildi. Hala dudaklarını kıpırdatarak formülü tekrar ediyordu ama bir şey anlamadıkça siniri bozulmaya başlamıştı. Alnına vurup "Öğren şunu!" diyerek kızdı kendine. "Öğren artık... Bundan başka çaren kaldı mı Naz? Para vermesi ya da fotoğrafını alması sevmek değil... Yine onu bi' kenarda köşede saklayacak, yalnızca bakmakla yetinecek... O yüzden seni hiç istemediğini de şu formülü de öğrenmen lazım!" Sayfanın üstü ıslanıp kalmıştı, hatta yazıların çoğu dağınık haldeydi. Kitabı örtüp onu önünden ittirdi ve gözyaşlarını dağıtarak yüzünü sert şekilde sildi Naz. Canı fena halde sıkılmıştı, tırnaklarını parmak boğumlarına bastırıp biraz acımasını sağladı. Her defasında babasına kızıyordu ama bu sürekli onu affetmemesi yönünde şeyler yaptığı içindi çünkü kızgınlığı sadece nefretten beslenmiyordu, toparlanmak için zaman bulamayan duyguları çoğu zaman yanlış yollara da sapıyordu. Mesela kızılca kıyamet koparabilecek yoğun kızgınlığı bazen sevgiyle de çarpışıyordu... Ondan besleniyordu. Babasını bazen seviyordu. Sergilediği hırçın tavır çoğu zaman onun kendisini sevilmemesi gereken bir adama çevirmesinden dolayıydı. Ben güçlü durabiliyorum ama o duramıyor... Ağzından çıkan her kelime yalnızca beni değil, hayatındaki başka insanları da kendisinden uzaklaştırıyor... Yalnızlığın ne olduğunu ben çok iyi biliyorum, o bilmiyor. Kızarık gözlerini defalarca kırpıp çantasını ve kalemleri topladıktan sonra eski yerine geçti. Herkes yavaş yavaş geliyordu. İki kişilik sırada cam kenarına kayarken Melek de elindeki suyu masaya koyup yanına oturmuştu. Naz hala kitabında ders çalışıyormuş gibi yapıp kızarık gözlerini ondan sakladı. Sorulara cevap vermek istemiyordu. Zaten çok geçmeden dersin hocası gelmiş, birkaç kişinin yerini değiştirdikten sonra kitapçıkları dağıtmaya başlamıştı. Melek arkasındaydı, Baran yan taraflara kaydırılmıştı ve Yağmur da duvar kenarının en önünde oturuyordu. "Başlayabilirsiniz." Önündeki deneme kitapçığını açıp ilk soruyu okudu. Sürekli kendisine telkinler veriyordu. En iyisini yapacağına dair inancını körüklemedikçe en iyisini hiçbir zaman yapamazdı. Bu yüzden düzenli nefesler alıp gözlerini iyice açtı Naz. Cevaplayıp geçtiği birkaç sorunun ardından kelimeler gözlerinin önünde bulanıklaştı, başka şeyler düşünmeye başladı. Geçmiş ve geçmişten doğan ihtimaller aklına geldikçe iyi ve iyiye baskın kalan kötü şeylerin düşlerini kurmaya başlıyordu. Yüzünü avucuna yaslayıp dudaklarını sessizce kıpırdatarak uzun paragraf sorusunu okudu. Şıklara geçtiği zaman zihninde hiçbir fikir oluşmuyordu çünkü okuduklarını bir türlü anlamıyordu. Yüzünü sıkıntıyla buruşturup gözlerini ovaladı. Cüzdanındaki para, eksilmiş fotoğraf, dönülecek ev ve karşılaşacağı o yüzle beraber hissedeceği yeni duygular düşündüğü tek şeydi. Hayalleri ve gayeleri daha geri plana itilmişti. Hem de kendisi için en önemli zamanların birinde. Ve 'ya sınavda da aynı şey başıma gelirse' düşüncesiyle olduğu yerde içten içe kıvranmaya başladı Naz. Normalde daha ileride olması gerekirken sorularda çok geride kalmıştı. Başını gizlice sınıfta gezdirip masalara eğilmiş ve harıl harıl soruları çözen arkadaşlarına bakındı biraz. Onların dikkatinin ufacık bir parçası bile kendisinde bulunmadığı için morali bozulmuştu. Islanan gözlerini tekrar masasına çevirecekken birden kendisine bakan Baran'ı gördü. Onun yüzündeki ifade de bozuktu, elindeki kalemi dalgınca hareket ettiriyor ama soruya dikkat veriyor gibi değildi. Herkesin en odaklanmış anında Naz ve Baran yalnızca birbirlerine bakıyorlardı. Okunması gereken soruların hayaletini bastırıp gülümsemek istediyse de bunu yapamamıştı. Titrek elini kaldırıp dolu gözlerini kaşır gibi ovaladı, sonra da sessizce önüne döndü Naz. Yetişebilmek için soruları daha hızlı çözmeye başlarken geride bıraktığı yanlışların farkında değildi. Tıpkı hayata yetişebilmek için kendisini yanlış yöne sürüklediğinin farkında olmadığı gibi. İki buçuk saate yakın sürenin ardından sınav bittiğinde herkes dağılmış halde yerine geçti. Sınıf başkanı da hiç beklemeden idareye gidip beraberinde getirdiği cevap anahtarını onlara dağıtmıştı. Berbat geçen dakikalar yüzünden pek bir umudu yoktu Naz'ın. Yanına oturup kitapçıkları açmış Melek'le Yağmur'a baktı. Hatta Baran da "Bana da okuyun cevapları," diyerek masanın önüne geçmişti. Hemen yanında da boş halde bekleyen Emir vardı. Naz yorgunca nefeslenip soruları kontrol etmeye başladı. Çıkan doğru sayısı daha denemenin yarısına gelmeden yanlış sayısının altında kalınca morali bozulmuştu. Hemen önündeki Baran'a da kayıyordu bakışları. Melek'in art arda "Doğru, doğru, bu da doğru..." diye heyecanla mırıldanışının aksine ikisinin gitgide artan yanlışlarından dolayı gözleri dolmuştu. Denemenin sonuna geldiklerinde bakışlarını Baran'a kaldırıp "Ne yaptın sen?" diye hayretle sordu. "Asıl sen ne yaptın?" demişti Baran da. Bu merak, doğru ya da yanlış sayısıyla ilgili değildi. "Benim çok yanlışım çıktı..." İnce mırıltısının ardından dayanamayıp ağlamaya başladı Naz. Aslında üzüldüğü şey böylesine berbat durumda olması değildi, sürekli kafasını kurcalayan babasına sinirliydi. Elinin içiyle yüzünü temizledikten sonra "Ne yapacağım? Berbat geldi sonuç," diye acı içinde konuştu. "Hiçbir şey yapamam ben bununla." "Saçmalama Naz, o kadar kötü değildir eminim ki." Yağmur uzanıp önündeki kitapçığı almak istediğinde Naz buna izin vermemişti. "Gerçekten bunun için mi ağlıyorsun?" deyip sonrasında güldü Emir. Hala Baran'ın omzuna yaslı duruyordu, kıvırıp pantolonun arka cebine soktuğu denemesini Naz'ın önüne fırlattı rahatça. "Ben kontrol etmedim bile... Çünkü çözmedim. Eğer için rahatlayacaksa diye diyorum." Naz çatık kaşlarının altından bakıyordu ona. Sakladığı gerçeklerin kendisine yük gelmesinden dolayı bir şey diyememişti. Dudaklarının iç kısmını hırsla ısırırken sıradan kalkıp gitmeye koyuldu ancak gitmeden Yağmur kolunu tutmuştu. "Naz nereye gidiyorsun?" "Biraz yalnız kalmak istiyorum..." "Yapma bi' deneme sonucu için bu kadar üzülemezsin." Kolunu kurtardıktan sonra hiçbir cevap vermeden sınıftan çıktı. Merdivenleri hızla iniyor, bir yandan da elinin tersiyle gözyaşlarını siliyordu. Yalnızca bir sınav değildi bu, yapayalnız kaldığı hayatında yönelebileceği tek yoldu. Tutunacak hiçbir şeyi olmadığı için kendisini çalışmaya bu kadar adamıştı ve büyük bağlılıkların sonucu elbette büyük hayal kırıklıklarıydı. Soğuk rüzgâr uzun kollu kıyafetinin altından tenini ürpertse de bunu umursamayıp okulun arkasına koşturdu. Zil çalıp da tüm öğrenciler kendisinin tersi yönünde ilerlerken Naz ağlamak için tercih ettiği duvar dibine gidiyordu nöbetçi öğretmene yakalanmamaya çalışarak. Bahçenin kuytu kısmına geldiğinde sırtını okul duvarına verip yere çömeldi. "Hayatımdaki tek şansı kaybedemem..." diye kendine teselliler verirken omuzları sarsılarak ağlamaya devam ediyordu. Dizlerini kendine çekti ve yüzünü kollarına gömdü. Gözyaşlarını içe dökerken bu kadar kolay dağıldığı için bir yandan da kendisine kızıyordu. "Onun yüzünden düşemem." Başını kaldırıp çenesini kollarına yasladı. Ayak ucundan geçen bir karınca sürüsüne zarar vermemek için bacaklarını yavaşça geri çekmişti. Gözyaşları sessizce akmaya devam ettiği anda, yanında duran ufak dal parçasını alıp karıncaların önündeki ufak taşları temizlemeye başladı. O sırada duyduğu adım sesleriyle kimin geldiğini görmek isteyerek geri döndü. Uzun boyuyla üstüne gölge düşürüp bir alışkanlığı yerine getirir gibi karşısına oturan kişi Baran'dı. Naz onun sürekli bir destek amacıyla peşinde olmasından dolayı utanmaya başlamıştı artık. Kısık sesiyle "Gelmek zorunda değildin Baran," dedi. "Evet, zorunda değildim ama geldim işte." Açık kahverengi saçları kapalı havadan dolayı biraz daha koyu görünüyordu. Uzadıklarından dolayı bukleleri artmış ve birbirlerine karışmıştı. Bir eliyle onları karıştırıp geriye ittirdi Baran, sonra yere yaslandı. "Seni dinlemeye geldim." "Bir şey anlatmayacağım." Tuttuğu dal parçasını yere fırlatıp başını arkasındaki duvara koydu Naz. Akan gözyaşları durmuştu ve artık bir düşmana bakar gibi bakıyordu Baran'a. Ona da kızgındı. Sınav anında kesişen bakışlarında gördüğü şeyden dolayı onun da zamanı iyi geçirmediğini anlamıştı. "Aynen onu biliyorum..." derken başını sıkıntıyla yana yatırdı Baran. Naz'ın her şeyi içine atması ve hiçbir problemini paylaşmamasına kızgındı. "Burnun da acıyordur hatta şimdi, kesin ondan ağlıyorsundur." "Öyle." "Naz benimle dalga geçme, neyin var senin?" "Gördün işte sınıfta, sonucum kötü geldi ona üzüldüm!" diye sesini yükseltti en sonunda. Rüzgâr estikçe saçları da sağa doğru savrulmaya başlamıştı. Yüzüne gelenleri çekip Baran'a baktı. Artık onda da sinirli bir ifade vardı. "Başlayacağım denemeye ya! Birkaç tane yanlış için hüngür hüngür ağlayacak mısın cidden? Ne önemi var Naz? Cidden kendini harap ettiğine değmeyecek!" "Birkaç tane yanlış değil onlar," derken yaslandığı yerden doğrulup dizlerinin üstüne geldi Naz. Hiçbir soruyu bilmediği için yanlış yapmış değildi, onu böylesine dibe iten şey derin düşüncelerdi. "Benim için ne ifade ettiklerini bilmiyorsun!" "Bilsem ne bilmesem ne! Sen kendini nasıl zehirlediğini görüyor musun hiç?" "Neyle zehirlemişim kendimi?" "İhtimali bile olmayan korkularla!" Baran oturduğu yere sığamadığı için öfkeyle ayaklandı. Karşısında aynı şekilde duran Naz'ı da usulca kolundan tutup ayağa kaldırdı. "Bütün sınav boyunca titredin durdun, yapamamaktan korkuyordun ama seni buna iten zaten korkundu. Hemen önüne bizzat kendin koydun o engeli, hem de tutup kenara çekmedin Naz... Ne istiyorsun? Düştüğün yerden hiç kalkmadan kazanmak mı istiyorsun?" Eksik bir parçanın boşluğuna oturur gibi oturan düşüncelerle dudaklarını araladı. "Sen sınavda niye beni izledin?" "Konumuz bu bile değil!" diye meramını anlatmak isteyerek sızlandı Baran. Anlattığı şeylerin Naz'a ulaşmadığını görünce canı sıkılmıştı çünkü yine bambaşka şeylere odaklanıyordu. Naz kolundaki eli ittirip tekrar kızgınlıkla sordu. "Cevap ver! Sınavda niye bana baktın? Senin önünde ilgilenmen gereken başka şeyler vardı? Benim derdime mi düştün Baran? Sırası mıydı? Sana ne titreyip durduysam! Sen kendi sınavınla ilgilenecektin... Benim yüzümden o kadar yanlışın çıktı!" "Çıkarsa çıksın!" Aralarında bahsi geçen şey umurunda değildi. Yüksek haykırışından sonra hissettiği gerçek merhametle "Ben onların hepsini düzeltirim," diye mırıldandı Baran. "...sen o dağınık aklını toparlayabilecek misin peki?" "Bunu halletmek de benim işim işte! Sen karışma, ilk önce kendine bak..." "Naz anlamıyorsun, sana yardımcı olmak istiyorum." "Bunun için bir sebebin bile yok!" Artık sert rüzgârdan dolayı üşümüyordu çünkü kızgınlıkla bağırmak vücudunda yanık bir hisse sebep olmuştu. Teninde çarpışan soğuk ve sıcakla tüyleri ürperdiğinde kollarını iki yana açıp bir daha bağırdı Naz. "Ve sebepsiz yere kendini mahvedemezsin!" "Sebepsiz olduğunu düşünecek salak mısın kızım sen? Dümdüz hoşlanıyorum lan senden!" Baran hızla nefes alıp verdiği esnada esintiden dolayı savrulan tişörtünün yakasını çekiştirip söylediği şeyin arkasında durmak isteyerek omuzlarını dikleştirdi. Naz duyduğu itiraftan sonra dikleşen omuzlarını indirip bir elini usulca kendi koluna koydu. Yüzündeki şaşkın ifade ilk önce donuk bir hal almış sonra da yerini huzursuzluğa bırakmıştı. Dudaklarını defalarca aralayıp kendisinden bir şeyler bekliyor gibi bakan Baran'a, beklediğinin tam tersi sözleri söylemek istedi ama onu da başaramamıştı. Bir adım geriye çekildi ve yansıtamadığı korkusuyla yalnızca ayakkabılarını izlemeye başladı. Kulakları uğulduyordu. Az önce bağırılan bir kelime, bir kalabalıktan geliyor gibi yankı içindeydi. Gözlerini kırpıp kaygısını bastırdıktan sonra tekrar Baran'a baktı Naz. Onda da suskun bir kırıklık vardı. "Bunu duymamış sayacağım," derken kısık sesini ona duyurmaya çalıştı. "Apaçık söyledim ama... Sen de gayet iyi duydun." "Ben böyle bir şeyle kafamı meşgul etmek istemiyorum." Başını söylediklerinden emin şekilde aşağı yukarı salladı. Hem kendisi için hem de Baran için, hayatlarının önemli bir döneminde böyle uğraştırıcı şeylere sürüklenmek tehlikeliydi. "Düşünmem gereken daha önemli şeyler var," dedi kendini açıklama ihtiyacı hissederek, bu yüzden aceleyle konuşuyordu. "Ve bunların arasında kesinlikle aşk gibi ayak bağı şeylere yer yok." "Senin ayak bağı gibi gördüğün şey benim duygularım," diye mesafeli bir şekilde konuştu Baran. Bu tepkiyi beklememişti. "Herkesin hissettiği aşktan bahsetmiyorum Naz... Çünkü karşında ben varım, ben hissediyorum bunları." "Ben de diyorum ki, herkes ya da hiç kimse... Ya da sen. Benim için bir farkı yok." Gürültülü bir nefes verip keyifsizce güldü Baran. Bir süredir tanıdığını hissettiği Naz'a baktığında gördüğü hızlı değişim, hayretini farklılaştırmıştı ve bunu nasıl yansıtacağını da bilmiyordu. "Niye beni kırmak için uğraş gösteriyorsun?" Fısıltıya yakın konuşmasının ardından keyifsiz gülüşü solup yerini hüzünlü bir ifade almıştı. "Sen böyle birisi değilsin bile..." "Değilim zaten," derken kollarını önünde bağladı Naz. Bir ayağını ileri geri hareket ettirerek yavaşça yere sürtüyordu. "Sevip de hayal kırıklığına uğramayan var mı sanıyorsun? Senin yaşadığın da bu. Yoksa ben hala aynı kişiyim." Dilini diş etine doğru değdirip cıkladı Baran, itiraz ediyordu. "Bunun hissettiğim şeyle bir alakası yok," dedikten sonra gözlerini Naz'ın suratında dolaştırdı. "Çünkü hayal kırıklığım sana baktıkça artıyor, seni sevdikçe değil." Kelimeler yine birer yük gibi omuzlarına düştüğünde dudaklarını içe doğru kıvırıp onları hızla kemirmeye başladı. Nefesleri hızlanmış, hatta soluk aldıkça yorulur hale gelmişti Naz. Parmak uçlarına doğru sündürdüğü kazağının kollarını kavrayıp sıktı ve güç bulmaya çalıştı kendinde ancak karşılıklı olarak sürdürdükleri bu sonuçsuz tartışmadan hasarsız çıkmayı başaramadı. İçindeki zehri dışarı taşırıp rahatlamak isterken ettiği pervasız sözlerin Baran'da böyle yankı bulacağını düşünmemişti. Onun hayal kırıklığı olmak gibi bir arzusu yoktu, yalnızca kendisinden uzak dursun istemişti... Bunu gerçekleştirmiş olsa da aralarında yükselen soğuk gerilimden dolayı seyrek bir pişmanlık hissediyordu. Tırnaklarını geçirdiği kazağı bıraktığı an ağzını açıp bir özür dilemek üzere hareket etti Naz fakat Baran'ın "Hoşça kal," diye mırıldanıp uzaklaşmasıyla dudaklarını örtüp sahipsiz kelimeleri yutmak zorunda kalmıştı. Bu uzaklaşma gayesini tamamlamıyor olsaydı peşinden koşar ve ondan defalarca özür dilerdi ancak bunu yapmak yerine sırtını duvara yaslayıp ellerini yüzüne kapattı. Yine en kolay yolu bulmuştu işte... Aşkın hayal kırıklığına uğrattığı konusunda tek fikri, annesi ve Mine ablasının babasına hissettiği sevgiden dolayıydı ve tek bir misale dayanarak baktığı pencerenin tümünü kirli sanmakla ne denli hata ettiğini saniyeler geçtikçe değil ancak yıllar geçtikçe anlayabilecekti. - Servisten yorgunca inip arkasından gelen Denizhan'ı beklemeden eve ilerledi. Sonbahar bitip kışa yaklaştıkça yerini kuru toprağa bırakan bahçenin bir süredir bakımı yapılmıyor gibiydi. Rahatlamak için bakacağı yeşil bir yer dahi kalmamıştı evin önünde. Oysa diğer bahçelerde mevsime uygun çiçekler tomurcuk vermek için beklerken tek kırağı buraya düşmüş olamazdı. Uykusuzluktan sızlayan gözlerini ovalayıp bir an önce yatağa uzanmak üzere evin ziline bastı. Denizhan da arkadan kendisine yetiştiğinde bir elini rahatça omzuna atmıştı. "Abla sen iyi misin? Çok halsiz döndün sanki bugün, hem maçımı izlemeye de gelmedin." "Yorucu geçti biraz, gelemedim üzgünüm." "Deneme olmuşsunuz? Ondan dolayı mı?" Çok yanlış çıkardıktan sonra hayatından insanları da çıkarmasına sebep olan o uğursuz deneme... Hemen gerisinde de para dolu cüzdanın bir çeşit tetikleyici hali. Hayat hatalara sebep bulmak konusunda pek acımasızdı. "Evet," dedi düz bir sesle. Kapı evin çalışanı tarafından açıldığında Naz başıyla selam verip içeri girdi. O sırada merdivenlerden inen Mine ve salondan çıkan Tarık'la karşılaşmışlardı. İkisinin suratındaki ifadesizlikten aralarında bir mesafe olduğu belli oluyordu. Mine topuklu ayakkabılarının tıkırtısına bir son verip eliyle elbisesini düzelttikten sonra "Hoş geldiniz," dedi Naz ve Denizhan'a. Yüzündeki gülümseme biraz tereddütlüydü. Buna rağmen konuşmasına devam etti. "Gelir gelmez emrivaki gibi olacak ama hemen üstünüzü değiştirip aşağı gelin, akşam yemeğine bir yere davetliyiz." Gözlerini karısına çevirdiğinde Tarık bir karşılık alamamıştı. Kaşlarını çatarak sordu. "Nereye davetliyiz? Benim bir şeyden haberim yok Mine... Niye söylemedin?" "Annemle babam akşam yemeğine çağırdı." Mine kaçak bakışlarını en sonunda cesarete bürüyerek Tarık'a döndürdü. "Sana söylemedim... çünkü seni davet etmediler." "Beni? Davet etmediler?" Tarık işten az önce gelmişti ve üstünü değiştirip direkt koltuğa atmıştı bedenini ve orada zavallı şekilde televizyona bakarken Mine'nin yukarıda hazırlanıyor oluşu da biraz güç gelmişti gururuna. "Sen de kocam yoksa gelemem diyemedin mi yani?" "Diyemedim çünkü öyle bir durum oluşmadı bende, sensiz de pekâlâ gidebiliriz." "Mine abartıyorsun şu an!" "Neyi abartıyorum pardon?" Tarık hırs içinde ellerini yumruk yapmıştı. İçten dilini ısırıp kelimeleri toparlamaya çalışırken kendisini soğuk gözlerle izleyen Naz'a baktı bir süre. Ağzından yanlış bir kelime çıksın diye bekliyordu ama bu sefer bir pişmanlığa müsaade etmeyecekti. Burnundan sık ve gürültülü nefesler veriyor, hata konuşmamak için çabalıyordu. En sonunda "Hiçbir şeyi," diye fısıldadı. "Hiçbir şeyi... Gidin, ailecek yemeğinizi yiyin. Size afiyet olsun." Ve ardından mutfağa geçerek yalnızlığı tercih etti. "Anne cidden niye böyle yaptın?" derken Denizhan da Mine'ye yaklaşmıştı. Sırtından çıkardığı çantayı merdivenin ucuna bırakıp çatık kaşlarını annesinin yeşil gözleriyle buluşturdu. "Babam da gelse ne olur yani? Onu sürekli böyle dışlayacak mıyız?" "Dışlamıyoruz, anneannenle deden bu şekilde karar verdiler... Ben de itiraz edemedim." "Garip olacak ama..." Mine oğlunun asılan yüzünü sevip güçlükle yutkundu. Bir süredir Tarık'a karşı hissettiği soğukluğu aşamıyordu çünkü artık ona bakınca, eski sevgi dolu kocasını görememeye başlamıştı. Yalnızca bir yabancı sarılıyor, bir yabancı gülümsüyor ve bir yabancı konuşuyordu... Bunu aşamadığı için oğluna da "Bir şey olmaz," kelimelerinden başka bir yanıt bulamadı. Hazırlanıp evden ayrıldıklarında Naz'ın boğazındaki yumru geçmemek üzere oraya oturmuş gibiydi. Bindiği arabada kararan gökyüzünü seyrederken artık babasını ve onun yokluğunu düşünmeyi bırakmıştı. Aklını kurcalayan tek şey Baran'la arasında geçen konuşmaydı. Bir an doğru yaptığına inanıyor ve çok zaman geçmeden ne kadar yanlış konuştuğu geliyordu aklına. Oysa itirafını ettikten sonra Baran epey hevesli görünmüştü. Zamansız sarf ettiği sözlere rağmen dik durmuş ve merakla kendisine bakarken mutlu bir şekilde dudaklarını iki yana kıvırmaya hazırlanmıştı ama Naz yaşanması muhtemel olan tüm bu durumların önünü kesmek konusunda emindi. Burnunun ucunu kaşıyıp sonra dolan gözlerini parmak uçlarıyla silerken en azından davetli oldukları evde normal görünmek istedi. Ağlamaktan şiş gözler, çatlak dudaklar ve solgun bir yüz artık rutindi Naz için ve bunu elinden geldiğince düzeltmeye çalışıyordu. Baran'la ilgili düşünceleri de hızla geriye itip birkaç kere art arda derin nefesler verdi. Güzel bir evin önüne geldiklerinde yavaşça arabadan indi. Açık kapıda yan yana durup onları bekleyen yaşlı bir çift vardı. Önden giden Denizhan'ı Mine'nin yanında yürüyerek takip etti. Yaklaştıkça daha net gördüğü yaşlı kadında genetik bir zariflik vardı, onun Mine ablasıyla çok benzediğini düşünmüştü hala bakmaya devam ederken. İlk karşılaştıkları gün her şey çok taze olduğu için onları tanıma ve hatta görme fırsatı bile bulamamıştı ama şimdi yüzlerinde bir gülümseme ve kibar "Hoş geldiniz," seslenişleriyle karşılarken sevecen duruyorlardı. Naz çekingen halde içeri girip hafifçe tebessüm etti. Yaşlı kadın elini uzatıp tokalaşmak istediğinde Naz da onun avucuna bırakmıştı parmaklarını. Tokalaşırken bir yandan da yaşlı kadının kısa beyaz saçlarına baktı. İnce bedeni bile Mine'yle benzer duruyordu. "Merhaba canım, Işılay ben... Mine'nin annesiyim." "Naz," deyip sustuktan sonra dudaklarını birbirine bastırdı ve gülümsemesini arttırdı. Kadının arkasında bekleyen yaşlı adam da elini uzatmıştı. Aynı güleç ifadeden onun, beyaz sakalların tıraş edilmiş olduğu temiz yüzünde de vardı. "Merhaba Naz, tanıştığıma çok memnun oldum. Ben de Müfit Görgün. Mine'nin babası oluyorum." "Çok memnun oldum." Gözlerini kaçırıp kendisine gülümseyerek bakan Mine'ye döndü. Heyecanına yenik düşüp titremeye başlamıştı çünkü böyle karşılanacağını hiç düşünmemişti. Kuruyan boğazını yumuşatmak için yutkunup sessizliğini sürdürdü. "Masada konuşalım en iyisi... Çocuklardan okuldan yeni geldiler, bir şey yemediler." "Doğru geçelim hadi." Işılay merdivenlerden yukarı "Müge!" diye seslenirken aynı zamanda yemek masasına ilerliyordu. "İnsene aşağı, misafirlerimiz geldiler!" Bir sandalyeyi çekip oturdu Naz, diğer yanına da Denizhan geçmişti. Servisin yapılmasını izliyordu, bu esnada merakla kendisine bakan yaşlı çifte değmişti gözleri. Suretlerine oturmuş merak onlarda biraz sevimli duruyordu. "Nasılsın bakalım Naz?" dedi Müfit, kaşığını çatalını düzeltirken yanlış bir şey yapıp yapmadığını kontrol etmek üzere kızına bakıyordu. Mine'den onaylayan bir işaret alınca tekrar gülümseyerek Naz'a döndü. Bu hareketiyle kendisi dışındaki herkesi güldürmüştü. "İyiyim teşekkür ederim, siz nasılsınız?" "Herhangi bir sıkıntımız yok şükür ki... Eşimle yaşayıp gidiyoruz." O sırada mutfağa giren diğer kızını görünce başını iki yana sallayıp sanki yaramaz bir çocuğa bakar gibi gözlerini kıstı yaşlı adam. "Bir de evimizin tembel sultanı Müge'miz var tabi." "Teşekkürler babacığım." Müge kardeşini öptükten sonra masadaki yerine oturup herkese rahat bir selam verdi. "Hoş geldiniz." Bakışları en son Naz'da durunca tebessümünü daha da arttırmıştı. "Sen iki kere hoş geldin canım." "Hoş buldum," diye mırıldandı Naz. İmalı söylenen söz yanaklarının ısınmasına sebep olmuştu. "Başlama Müge..." Işılay kızına ters bir bakış atıp boğazını temizledikten sonra "Okul nasıl gidiyor?" diye sordu. "Sen sanırım son sınıfmışsın Naz, zorlanıyor musun?" Konunun buraya gelmesiyle dikkati hemen dağılmıştı. Kulaklarında tekrar Baran'la birbirlerine söyledikleri kelimeler ve hata dolu cümleler yankı yapmaya başladığında hızlı bir yalan söyleyip "İyi gidiyor," dedi. "Sadece derslerime odaklıyım şu an." "Öyle," diyerek araya karıştı Denizhan. Hemen yanındaki Naz'ın saçının arkasını okşarken burnunu kırıştırarak güldü. "Hatta ablam okul birinciliğine aday." Müge hayretle kaşlarını çattı. Yeğenine bakarken "Ablam mı?" diye sorsa da Müfit'in uyarıcı bir bakış atmasıyla susmuştu. Masanın sağ tarafında oturan yaşlı adam gurur dolu bir ifadeyle Naz'a döndü. Onda gördüğü uzak ifadeyi kırmaya çalışıyordu. "Vayy! Demek okul birinciliği? Hedeflerin yüksek olmalı o zaman." "Evet, yüksek." Naz başını sabah hissettiği kadar hevesle sallamamıştı. Okul birinciliğinin cazip yanları kadar artık huzursuz eden bir tarafı da vardı. "Naz gerçekten çoğu anını ders çalışarak geçiriyor," derken onca zor zamana rağmen onu bu iki günde derslerine yoğunlaşırken görmesinden bahsediyordu Mine. Gururlu bir anne gibi konuşurken suratında da sesindeki gururdan taşıyordu. "Onu ileride çok başarılı göreceğimize inanıyorum o yüzden." "Ay bu çok hoş," dedi Işılay gülümseyip. "Ben başarılı genç kızlar görmeye bayılıyorum!" Artık gerçekten utanmaya başlamıştı. Yanaklarının da kıpkırmızı kesildiğine emindi. Gülümsemesini durduramazken "Teşekkür ederim," diye mırıldandı Naz. Hoş karşılandığı masada bu sefer de mutluluktan ağlayabilirdi. Titrek eliyle kaşığı tutup yemeği karıştırdı biraz, sonra dayanamayıp diğerlerine baktı. Aralarında konuşuyorlar, sanki kötü hiçbir şey yaşanmamış gibi gülerek sohbet ediyorlardı. Naz da bunun bir parçasıydı ve hatta en önemlisi, bunun bir parçası olduğunu kendisi de biliyordu. Masada hiçbir sandalye boş değildi. Hepsi sahibini bulmuş olsa da Naz kendisiyle konuşmak için fırsat kollayacak ve hatalar yapmak için sabırsızlıkla bekleyecek olan babasının eksikliğini hissetmişti ansızın. Dinlediği sohbet esnasında keyifli gülüşü sekteye uğrayacak gibi olduğunda duraksayıp kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Bir yandan da içinden söyleniyordu. Böyle olur olmadık zamanlarda onu özleyemezsin. Unut bunu. Dolu sandalyelerin arasında yalnızca senin gözüne çarpan boşluğu unut... Çünkü o dünyadaki tüm boş sandalyelere baksa da onlardan birisine seni oturtmayı hayal edemez. - Merhaba! Desteklerinizi eksik etmeyin lütfen, sevgilerleee... |
0% |