Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Geçmişin Gölgesi

@askilav

Soğuk... ama bakışlar.

Ve asla derine ulaşamayacaklar. Gözler pek çok şeyi yapabilir; suçlayabilir, düşürebilir, soğuk sulara daldırabilir, göğe kaldırabilir, görebilir ama ne olursa olsun kör kalmaya heveslidir.

Erkenden geldiği sınıfta hemen yerine geçti Naz. İlk derse girecek sert hocayı beklerken herkes sessizdi ve birkaç fısıltıdan başka hiçbir şey duyulmuyordu. Yanında oturan Melek de birkaç defa kendisine bakmış, sonra önüne dönmüştü. Naz onun konuşmak istediğini anlayabiliyordu, bu yüzden "Bir şey mi oldu?" diye mırıldandı.

Arkasında oturan Baran sabah geldiğinde sessizce geçip gitmişti yanından. Naz onun yüzündeki asık hali anlayışla karşılamıştı, bir önceki gün aralarında geçen tartışmayı yok sayamazlardı sonuçta. Ancak Yağmur'un da uzaktan kendisine tuhaf bakışlar atması hoşuna gitmemişti. İçi ürperirken bir sorun da Melek'ten çıksın istemiyordu.

"Bir şey olmadı," derken Melek dudaklarını içe doğru kıvırıp biraz bekledi. Hemen sonra yumuşak bir sesle sormuştu. "Ama şey... Senin bir sıkıntın yok değil mi?"

"Nasıl bir sıkıntı?"

"Baran'la tartışmışsınız?"

"Evet, biraz öyle oldu." Sesi kısıldı, bu konuyu konuşmak istemediğini belli edercesine geri çekildi Naz. Sanki artık sadece Yağmur değil tüm sınıf kendisine bakıyor gibi hissediyordu. Bunu sadece bir kuruntu sayacağı an dün serviste denk geldiği çocuğun da kendisini garipçe izlediğini görünce, adeta diken üstünde oturdu.

"Ben de Yağmur'dan duydum, dün eve çok morali bozuk gitmiş... Yağmur o yüzden gelip konuşamadı seninle çünkü azıcık kızdı ama benlik bir problem yok, yanlış anlamanı istemiyorum."

Gerçekten merhametle bakıyordu Melek. Hemen sonra bir elini koluna koyup hafifçe okşamasıyla ondaki gerçekliği hissetmişti Naz. Dudaklarının iç kısmını ısırıp "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Amacım tartışıp moralini bozmak değildi de öyle oldu birden."

"Barışırsınız herhalde."

Başını iki yana salladı yavaşça. "Böyle kalsak daha iyi."

"Ama niye? Siz iyi anlaşıyordunuz Naz, niye barışmak istemiyorsun ki?"

Açıkladığı zaman sebebinin mantıksız bulunacağından korktuğu için bu soruyu yanıtsız bırakmayı tercih etti. Kendi içinden doğan sebeplere tutunup böyle davranmak istiyordu, korkularına engel olamıyordu ve en iyi hissedeceği yol bu şekilde uzak kalmaksa uzak kalacaktı. Hem kendisine duyguları olan birisiyle, hayatında aşk gibi şeyler istemediği halde devam edemezdi. Bu Baran'a da haksızlık olurdu.

"İşte... Boş ver sen takma. Yağmur'la da konuşurum ben, anlar eminim ki."

"O bir şey duymuş bir de." Örgü yaptığı saçının ucuyla oynuyordu, hala bir şeyler sormaktan çekinir haldeydi Melek. Kaçırdığı gözlerini, sanki Naz'ın özel hayatına fazla sızıyor gibi hissettiğinden utanç sarmıştı.

Naz "Ne duymuş?" diye gergince mırıldandı.

"Şu dokuzlardan kavga ettiğin çocuk var ya hani, top fırlatıp burnunu kanatmıştı."

Başını aşağı yukarı salladı Melek'in devam etmesini isteyerek. "Evet?"

"O senin kardeşin mi gerçekten? Berkan sizi aynı serviste görmüş, sana abla diyormuş... Yani o gün o kadar kötü davranmasa bunu sormazdım ama insan endişe ediyor, Baran o gün çocuğun ailesinin de biraz güçlü göründüğünü söylemişti, sana bir şey yapmadılar değil mi?"

İşittiği kaygılı ses bir süre sonra kulağından silindi. Elleri titremeye başladığında, babasının hayatına açtığı sorunun dışarıdan ne kadar farklı görünmesine sebep olduğunu düşünüyordu. Gülünçtü bu... Çünkü dışarıdan bakınca aralarında beliren fark, Melek'e bile gerçekten onun kızı olabileceğini düşündürmemişti. Denizhan'ın siz çok benziyorsunuz sözüne rağmen hayatlarındaki ayrım başkaları tarafından asla birleşmiyordu.

Naz hem yalan söylemek istemiyor hem de hayatının en utanç dolu gerçeğini açıklamaktan çekiniyordu. Zorlukla yutkunduktan sonra usul usul yanağını kaşıdı. "Şey..."

"Çok özel bir durumsa söylemek zorunda değilsin tabi, seni zorlamak istemiyorum."

Omuzlarını dikleştirdi, gözlerini arkadaşına dikerken cesur görünmeye çalışıyordu, bu yaşananlar en nihayetinde kendi utancı değildi. "Denizhan benim kardeşim," dedi dinç bir sesle. "Biraz uzun bir mevzu ama gerçek bu, onunla kardeşiz."

Melek hayretle kaşlarını havaya kaldırdı. "Gerçekten mi? O gün hiç belli etmemiştiniz ama."

Çünkü ben de bilmiyordum; hiç görmediğim kardeşimi bırak, senelerdir fotoğrafını sakladığım babamı bile tanımıyordum.

"Bu nasıl anlatılır bilmiyorum," derken en son konuşmaya gücü yetmediğinden kelimenin devamını getiremedi. Günlerdir ağladığı için artık yaş dökmeye de yorulmuştu Naz, bu yüzden gözlerini yukarı kaldırıp kendini sakinleştirdi. "O yüzden şimdilik bu kadarını bilsen olur mu? Biraz daha iyi hissedersem daha düzgün anlatırım."

"Sorun değil, bunu söylemek zorunda bile değildin. Özel hayatında yaşadığın şey seni yormuş olabilir, dışarıdan belli etmediğini sanıyorsun ama ben seni anlayabiliyorum, o yüzden üstüne gitmeyeceğim."

Çaresizce tebessüm etti. Dudağının kenarı titrese de bunu samimiyetle yaptığına inanıyordu. "Teşekkür ederim..."

Hemen sonra bakışları tekrar arkaya kaydı. Baran başını masaya koymuş uzanırken kalemini kitabın üzerinde gezdiriyordu, belki de soru çözüyordu ama mutsuz suratından bunu keyifle yapmadığı belliydi. Normalde bir arkasındaki sırada oturması gerekiyordu ama yine en dibe geçmişti, istedikleri gibi uzaktaydı yani.

Orta kısmın arkalarında olan Yağmur'un bakışlarını da üstüne çekmişti haliyle. Arkadaşıyla harıl harıl bir şeyler konuşsa da gözlerini sürekli Naz ve Baran arasında gezdiriyordu. En sonunda kaşları çatıldığında, Naz umutsuzca önüne döndü. Belki de Yağmur kendisini anlamayacaktı.

O günü çıkışa değin ders dinleyerek ya da eksik bulduğu soruları çözerek geçirmişti. Ufak ezberler yapıyor, sonra da başının ağrısını dindirmeye çalışıyordu.

Gün sonu çıkış zili çaldığında eşyalarını toplayıp montunu giydi ancak sırasından çıkarken bir bedene çarpmıştı, başını çevirip kim olduğuna baktı.

Baran kimse düşmeyecek dahi olsa çarptıkları için kolunu tutmuştu. "Kusura bakma, görmedim," diye mırıldandı Naz. Çekingen değil, biraz mesafeliydi.

"Dikkat et." İfadesiz gözlerini bir süre kendisinde tutmuştu Baran. Ne kızgın ne kırgın... Garip bir boşluktu bu.

Çok geçmeden arkasını dönüp gittiğinde Naz boş sınıfta bir süre yalnız başına bekledi. Artık çıkması gerekse de gürültünün arındığı geniş sınıftan ayrılmak zor gelmişti. Çantasının kollarına ellerini sarıp yavaş yavaş oradan uzaklaştı.

Okul kapısından çıktığında servis önünde bekleyen Denizhan'ı görmüştü. Arkadaşıyla gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. Onların yanına vardığında Denizhan gülüşünü daha da arttırıp kendisine döndü. Naz bazen şaşırıyordu. Sevmek konusunda bu kadar pinti bir babanın böylesine cömert bir oğlu olması onu şaşırtıyordu ya da Deniz tamamen annesine çekmişti.

Naz hafifçe gülümseyip "Merhaba," dedi.

"Merhaba ablacım!"

Artık kulağına tuhaf gelmeyen bu hitabı seviyordu. Denizhan'ın da ilk başta kırıcı sözleri olmuştu ama onu affetmek daha kolaydı çünkü o daha on dört yaşlarındaydı ve hatalar çabucak göz ardı edilebiliyordu ancak bunu aklı başında, büyük bir adam için söyleyemezdi.

"Bugün seni daha iyi gördüm?" diye sordu Denizhan tek kaşını kaldırıp. Dünkü berbat haline kıyasla en azından yaşıyor gibi duruyordu.

"Kötü olmak için bir sebebim yok." Mırıltısına kendi bile inanmıyor olsa da iyi şeyler söyleyerek en azından bu şekilde etki etmek istedi hayatına. Kötüyüm dediğinde de bir faydası yoktu çünkü.

"Yaa öyle mi?" derken ablasının boynuna sarılıp onu kendine çekti. Aynı boyda oldukları için bunu kolayca yapmıştı. Denizhan onun kahverengi saçlarını karıştırıp sinirini bozarken tatlı tatlı gülüyordu. "Bunu söylerken bile kasıntı duruyorsun, azıcık gülsen ölür müsün?"

"Deniz bırak beni!" diye sızlandı.

"İleride de böyle mi olacaksın sen herkese kök söktüren patronlar gibi?"

"O patronlardan olabilseydim şimdi saçlarıma böyle dokunamazdın!"

Naz en sonunda kendini kurtarabildiğinde önüne düşen tutamları geriye ittirip sahte bir kızgınlıkla baktı ona. Denizhan hala yaramaz bir çocuk gibi gülüyordu. "Sana iyilik ediyorum, ben de olmasam bu hayat çekilmez bence."

Bir süredir yanlarında sessizce bekleyen Arda yaslandığı yerden doğrulup arkadaşının omzunu sıktı hafifçe. "Bunu en çok fizikçiye söylemelisin aga."

"Aga fizikçiye göre ben yokum ki."

Denizhan'ın masumca söylediği şeye istemsizce güldü Naz. "Ne yaptın da seni yok sayıyor?"

"Hiçbir şey..." Bir suçlu gibi gözlerini kaçırmıştı. Arda'ya da bir işaret verip susmasını ifade etti. "Kadın kafasına göre yapıyor öyle."

"Sınav sorularını çalıp dağıttın ya oğlum."

"Lan onları çalmadım, onlar benim önüme geldi!" Kendini kurtarmak isteyerek aceleyle açıklamaya başlamıştı. "Ayrıca hangi aklı başında öğrenci sınav sorularını görür de dağıtmaz?"

"Ben yapmazdım," diye mırıldandı Naz.

"Sen zaten doğrucu Davut'un kızısın," derken huysuz bir bakış attı ablasına. Ellerini rahatça pantolonun cebine sokmuştu ve halinden gurur duyar gibi duruyordu. Naz onu kolundan azıcık ittirip "Hadi bin şu servise," dedi. "...yalancı çoban seni."

-

Çok uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra servisten inerlerken Denizhan korkuyla Naz'a yalvarmaya başlamıştı. "Abla şu sınav soruları meselesini söylemeyeceksin anneme değil mi?"

"Niye tutuştun şimdi böyle? Okuldayken gururla anlatıyordun halbuki."

"Arda'nın yanında mı yalvarsaydım yani? Yapma abla benim de bir itibarım var!"

Ufak bir keyifle kardeşine döndü Naz. Onun haline bakınca gülesi geliyordu. "Artık bende iki sırrın var o zaman."

"Sen de ne fena çıktın be," deyip ince parmaklarıyla Naz'ın yanağından sert bir makas aldı. Bir ağır abi gibi sergilediği bu tavır üstünde eğri durarak Naz'ı yine güldürmüştü.

Evlerinin bahçesine geldiklerinde Denizhan kapının önüne park edilmiş yabancı arabaya baktı. "Bu araba kimin? Yine misafir mi geldi ya of!" diye sızlanmıştı. Kapıyı ittirip huysuz adımlarla bahçeye geçti.

Naz bu soruya bilmiyorum dercesine dudaklarını büzdü. Önden giden Denizhan'ı takip ederken salonun camekanına bakındı ama perdeye yansıyan silüet pek tanıdık değildi, hatta misafir sandığı kişi babası bile olabilirdi. Bakışlarını oradan çekip açılan kapıya seğirtti hemen, ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi.

Merdivenlere ilerlerken mutfaktan çıkan Mine'yle karşılaşmışlardı. Üstündeki kıyafetten misafir için hazırlandığı belli oluyordu. "Hoş geldiniz!"

"Hoş bulduk Minoş," dedi Denizhan huysuzlukla. "Çok sevdiğimiz, bayağı bi' bayıldığımız misafirlerden mi var evde yoksa?"

"Aynen oğlum, senin için çağırdık hatta," derken başını iki yana sallamıştı Mine. "Çabuk hazırlanıp gelin, hadi hadi!"

Naz tedirgince Mine'ye yaklaştı. "Ben inmesem sorun olur mu?"

"Aslında ısrar etmeyecektim Naz ama şey... Tarık çocuklarım diye ikinizden bahsedince adam sizi çok merak etmiş." Mine onun yüzündeki isteksizliği görebiliyordu, tanımadığı bir misafir için aşağı gelmek zor olmalıydı. Bu yüzden "Zaten yemeğe oturacağız, sen de yiyip hemen odana çıkarsın, sıkıntı etme," deyip içini rahatlattı.

"Ben de hemen çıkayım mı odama anne?"

"Onu duruma göre düşüneceğim," deyip eliyle gitmesini işaret etti oğluna Mine. Naz da son kez ufacık gülümseyerek merdivenlere yöneldi.

Naz üst kattaki odasının kapısını açıp içeri girdikten sonra çantasını sandalyeye bıraktı ve banyoda elini yüzünü yıkmaya koyuldu. Hemen sonra aynalardan kaçınarak üstünü değiştirdi. Saçlarını arkasında topladı ve odasından ayrıldı.

Salondan gelen seslerden Denizhan'ın çoktan oraya geçtiğini anlamıştı. Misafirle tanışıyor olmalılardı. Hatta yabancı adamın ağır sesiyle "Ne güzel, benim de senden birkaç yaş büyük bir kızım var," dediğini işitmişti.

Odaya girdi ve yan yana oturan babasıyla Mine ablasına baktı, onların da bakışları kendisine dönmüştü. Ellerini önünde birleştirip "Merhaba," diye mırıldanıp yan koltuktaki kardeşinin yanına oturdu, sonra da sessizliğe gömülmüş misafire döndü.

Arkasındaki yastığı düzeltirken eli orada donup kalmıştı çünkü gördüğü tanıdık sima, ilk önce kendisini yanlış yerde hissettirdi Naz'a. Kirpiklerini hızla hareket ettirip görüşünü daha net hale getirmeye çalışırken aralık dudaklarından sızarak aşağı yuvarlanan nefesler ciğerlerinde sancıya sebep olmuştu.

Yastıktan elini çekti ve koltuğa yasladı, titreyen bedenine rağmen hala geçmişin gölgesini taşıyan surata bakıyordu. Değişti halde aynı kalan bir surat... Çehresine oturttuğu ufak tebessüm her ne kadar artık biraz daha yaşlı görünse de eski dehşetini taşıyordu. Sanki bir şeyler hissediyormuş gibi gösteriyordu kendisini... ama Naz biliyordu, o hiçbir şey hissetmiyordu.

Eskiden gür olan saçları biraz seyrelmişti, onları her zaman arkaya tarayan adam bu sefer sola yatırmıştı. Belki de başkasıydı.

Bekleyişi arasında "Misafirimiz Eymen Bey," diye babasının karşısındaki adamı tanıttığını duyunca tüyleri diken diken olmuştu birden. Eymen... ya da Seymen.

Aralanan kapıyla maziye doğru çekildi. Üstüne kan sıçrar gibi oldu, bir barut kokusu ulaştı burnuna... O koridorda koşarken tekrar yere düştü, dizleri bir daha soyuldu. Gözlerinden yaş aktığını hissediyor olsa da yanakları kuruydu çükü içindeki küçük kız ağlıyordu.

Göğsü kesik nefeslerden dolayı daha hızlı hareket ederken bakışlarını bir daha o tanıdık gibi duran adama çevirdi. Daha dikkatle baksa da bir çare bulamıyordu. O gerçekten altı yaşındaki Naz'a baba dediğinde bile kızan, bağıran, onu yalnız bırakan adam mıydı? O gerçekten... Annesini öldüren adam mıydı?

Soğuk... ama bakışlar.

Ve asla derine ulaşamayacaklar. Gözler pek çok şeyi yapabilir; suçlayabilir, düşürebilir, soğuk sulara daldırabilir, göğe kaldırabilir, görebilir ama ne olursa olsun kör kalmaya heveslidir.

Erkenden geldiği sınıfta hemen yerine geçti Naz. İlk derse girecek sert hocayı beklerken herkes sessizdi ve birkaç fısıltıdan başka hiçbir şey duyulmuyordu. Yanında oturan Melek de birkaç defa kendisine bakmış, sonra önüne dönmüştü. Naz onun konuşmak istediğini anlayabiliyordu, bu yüzden "Bir şey mi oldu?" diye mırıldandı.

Arkasında oturan Baran sabah geldiğinde sessizce geçip gitmişti yanından. Naz onun yüzündeki asık hali anlayışla karşılamıştı, bir önceki gün aralarında geçen tartışmayı yok sayamazlardı sonuçta. Ancak Yağmur'un da uzaktan kendisine tuhaf bakışlar atması hoşuna gitmemişti. İçi ürperirken bir sorun da Melek'ten çıksın istemiyordu.

"Bir şey olmadı," derken Melek dudaklarını içe doğru kıvırıp biraz bekledi. Hemen sonra yumuşak bir sesle sormuştu. "Ama şey... Senin bir sıkıntın yok değil mi?"

"Nasıl bir sıkıntı?"

"Baran'la tartışmışsınız?"

"Evet, biraz öyle oldu." Sesi kısıldı, bu konuyu konuşmak istemediğini belli edercesine geri çekildi Naz. Sanki artık sadece Yağmur değil tüm sınıf kendisine bakıyor gibi hissediyordu. Bunu sadece bir kuruntu sayacağı an dün serviste denk geldiği çocuğun da kendisini garipçe izlediğini görünce, adeta diken üstünde oturdu.

"Ben de Yağmur'dan duydum, dün eve çok morali bozuk gitmiş... Yağmur o yüzden gelip konuşamadı seninle çünkü azıcık kızdı ama benlik bir problem yok, yanlış anlamanı istemiyorum."

Gerçekten merhametle bakıyordu Melek. Hemen sonra bir elini koluna koyup hafifçe okşamasıyla ondaki gerçekliği hissetmişti Naz. Dudaklarının iç kısmını ısırıp "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Amacım tartışıp moralini bozmak değildi de öyle oldu birden."

"Barışırsınız herhalde."

Başını iki yana salladı yavaşça. "Böyle kalsak daha iyi."

"Ama niye? Siz iyi anlaşıyordunuz Naz, niye barışmak istemiyorsun ki?"

Açıkladığı zaman sebebinin mantıksız bulunacağından korktuğu için bu soruyu yanıtsız bırakmayı tercih etti. Kendi içinden doğan sebeplere tutunup böyle davranmak istiyordu, korkularına engel olamıyordu ve en iyi hissedeceği yol bu şekilde uzak kalmaksa uzak kalacaktı. Hem kendisine duyguları olan birisiyle, hayatında aşk gibi şeyler istemediği halde devam edemezdi. Bu Baran'a da haksızlık olurdu.

"İşte... Boş ver sen takma. Yağmur'la da konuşurum ben, anlar eminim ki."

"O bir şey duymuş bir de." Örgü yaptığı saçının ucuyla oynuyordu, hala bir şeyler sormaktan çekinir haldeydi Melek. Kaçırdığı gözlerini, sanki Naz'ın özel hayatına fazla sızıyor gibi hissettiğinden utanç sarmıştı.

Naz "Ne duymuş?" diye gergince mırıldandı.

"Şu dokuzlardan kavga ettiğin çocuk var ya hani, top fırlatıp burnunu kanatmıştı."

Başını aşağı yukarı salladı Melek'in devam etmesini isteyerek. "Evet?"

"O senin kardeşin mi gerçekten? Berkan sizi aynı serviste görmüş, sana abla diyormuş... Yani o gün o kadar kötü davranmasa bunu sormazdım ama insan endişe ediyor, Baran o gün çocuğun ailesinin de biraz güçlü göründüğünü söylemişti, sana bir şey yapmadılar değil mi?"

İşittiği kaygılı ses bir süre sonra kulağından silindi. Elleri titremeye başladığında, babasının hayatına açtığı sorunun dışarıdan ne kadar farklı görünmesine sebep olduğunu düşünüyordu. Gülünçtü bu... Çünkü dışarıdan bakınca aralarında beliren fark, Melek'e bile gerçekten onun kızı olabileceğini düşündürmemişti. Denizhan'ın siz çok benziyorsunuz sözüne rağmen hayatlarındaki ayrım başkaları tarafından asla birleşmiyordu.

Naz hem yalan söylemek istemiyor hem de hayatının en utanç dolu gerçeğini açıklamaktan çekiniyordu. Zorlukla yutkunduktan sonra usul usul yanağını kaşıdı. "Şey..."

"Çok özel bir durumsa söylemek zorunda değilsin tabi, seni zorlamak istemiyorum."

Omuzlarını dikleştirdi, gözlerini arkadaşına dikerken cesur görünmeye çalışıyordu, bu yaşananlar en nihayetinde kendi utancı değildi. "Denizhan benim kardeşim," dedi dinç bir sesle. "Biraz uzun bir mevzu ama gerçek bu, onunla kardeşiz."

Melek hayretle kaşlarını havaya kaldırdı. "Gerçekten mi? O gün hiç belli etmemiştiniz ama."

Çünkü ben de bilmiyordum; hiç görmediğim kardeşimi bırak, senelerdir fotoğrafını sakladığım babamı bile tanımıyordum.

"Bu nasıl anlatılır bilmiyorum," derken en son konuşmaya gücü yetmediğinden kelimenin devamını getiremedi. Günlerdir ağladığı için artık yaş dökmeye de yorulmuştu Naz, bu yüzden gözlerini yukarı kaldırıp kendini sakinleştirdi. "O yüzden şimdilik bu kadarını bilsen olur mu? Biraz daha iyi hissedersem daha düzgün anlatırım."

"Sorun değil, bunu söylemek zorunda bile değildin. Özel hayatında yaşadığın şey seni yormuş olabilir, dışarıdan belli etmediğini sanıyorsun ama ben seni anlayabiliyorum, o yüzden üstüne gitmeyeceğim."

Çaresizce tebessüm etti. Dudağının kenarı titrese de bunu samimiyetle yaptığına inanıyordu. "Teşekkür ederim..."

Hemen sonra bakışları tekrar arkaya kaydı. Baran başını masaya koymuş uzanırken kalemini kitabın üzerinde gezdiriyordu, belki de soru çözüyordu ama mutsuz suratından bunu keyifle yapmadığı belliydi. Normalde bir arkasındaki sırada oturması gerekiyordu ama yine en dibe geçmişti, istedikleri gibi uzaktaydı yani.

Orta kısmın arkalarında olan Yağmur'un bakışlarını da üstüne çekmişti haliyle. Arkadaşıyla harıl harıl bir şeyler konuşsa da gözlerini sürekli Naz ve Baran arasında gezdiriyordu. En sonunda kaşları çatıldığında, Naz umutsuzca önüne döndü. Belki de Yağmur kendisini anlamayacaktı.

O günü çıkışa değin ders dinleyerek ya da eksik bulduğu soruları çözerek geçirmişti. Ufak ezberler yapıyor, sonra da başının ağrısını dindirmeye çalışıyordu.

Gün sonu çıkış zili çaldığında eşyalarını toplayıp montunu giydi ancak sırasından çıkarken bir bedene çarpmıştı, başını çevirip kim olduğuna baktı.

Baran kimse düşmeyecek dahi olsa çarptıkları için kolunu tutmuştu. "Kusura bakma, görmedim," diye mırıldandı Naz. Çekingen değil, biraz mesafeliydi.

"Dikkat et." İfadesiz gözlerini bir süre kendisinde tutmuştu Baran. Ne kızgın ne kırgın... Garip bir boşluktu bu.

Çok geçmeden arkasını dönüp gittiğinde Naz boş sınıfta bir süre yalnız başına bekledi. Artık çıkması gerekse de gürültünün arındığı geniş sınıftan ayrılmak zor gelmişti. Çantasının kollarına ellerini sarıp yavaş yavaş oradan uzaklaştı.

Okul kapısından çıktığında servis önünde bekleyen Denizhan'ı görmüştü. Arkadaşıyla gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. Onların yanına vardığında Denizhan gülüşünü daha da arttırıp kendisine döndü. Naz bazen şaşırıyordu. Sevmek konusunda bu kadar pinti bir babanın böylesine cömert bir oğlu olması onu şaşırtıyordu ya da Deniz tamamen annesine çekmişti.

Naz hafifçe gülümseyip "Merhaba," dedi.

"Merhaba ablacım!"

Artık kulağına tuhaf gelmeyen bu hitabı seviyordu. Denizhan'ın da ilk başta kırıcı sözleri olmuştu ama onu affetmek daha kolaydı çünkü o daha on dört yaşlarındaydı ve hatalar çabucak göz ardı edilebiliyordu ancak bunu aklı başında, büyük bir adam için söyleyemezdi.

"Bugün seni daha iyi gördüm?" diye sordu Denizhan tek kaşını kaldırıp. Dünkü berbat haline kıyasla en azından yaşıyor gibi duruyordu.

"Kötü olmak için bir sebebim yok." Mırıltısına kendi bile inanmıyor olsa da iyi şeyler söyleyerek en azından bu şekilde etki etmek istedi hayatına. Kötüyüm dediğinde de bir faydası yoktu çünkü.

"Yaa öyle mi?" derken ablasının boynuna sarılıp onu kendine çekti. Aynı boyda oldukları için bunu kolayca yapmıştı. Denizhan onun kahverengi saçlarını karıştırıp sinirini bozarken tatlı tatlı gülüyordu. "Bunu söylerken bile kasıntı duruyorsun, azıcık gülsen ölür müsün?"

"Deniz bırak beni!" diye sızlandı.

"İleride de böyle mi olacaksın sen herkese kök söktüren patronlar gibi?"

"O patronlardan olabilseydim şimdi saçlarıma böyle dokunamazdın!"

Naz en sonunda kendini kurtarabildiğinde önüne düşen tutamları geriye ittirip sahte bir kızgınlıkla baktı ona. Denizhan hala yaramaz bir çocuk gibi gülüyordu. "Sana iyilik ediyorum, ben de olmasam bu hayat çekilmez bence."

Bir süredir yanlarında sessizce bekleyen Arda yaslandığı yerden doğrulup arkadaşının omzunu sıktı hafifçe. "Bunu en çok fizikçiye söylemelisin aga."

"Aga fizikçiye göre ben yokum ki."

Denizhan'ın masumca söylediği şeye istemsizce güldü Naz. "Ne yaptın da seni yok sayıyor?"

"Hiçbir şey..." Bir suçlu gibi gözlerini kaçırmıştı. Arda'ya da bir işaret verip susmasını ifade etti. "Kadın kafasına göre yapıyor öyle."

"Sınav sorularını çalıp dağıttın ya oğlum."

"Lan onları çalmadım, onlar benim önüme geldi!" Kendini kurtarmak isteyerek aceleyle açıklamaya başlamıştı. "Ayrıca hangi aklı başında öğrenci sınav sorularını görür de dağıtmaz?"

"Ben yapmazdım," diye mırıldandı Naz.

"Sen zaten doğrucu Davut'un kızısın," derken huysuz bir bakış attı ablasına. Ellerini rahatça pantolonun cebine sokmuştu ve halinden gurur duyar gibi duruyordu. Naz onu kolundan azıcık ittirip "Hadi bin şu servise," dedi. "...yalancı çoban seni."

-

Çok uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra servisten inerlerken Denizhan korkuyla Naz'a yalvarmaya başlamıştı. "Abla şu sınav soruları meselesini söylemeyeceksin anneme değil mi?"

"Niye tutuştun şimdi böyle? Okuldayken gururla anlatıyordun halbuki."

"Arda'nın yanında mı yalvarsaydım yani? Yapma abla benim de bir itibarım var!"

Ufak bir keyifle kardeşine döndü Naz. Onun haline bakınca gülesi geliyordu. "Artık bende iki sırrın var o zaman."

"Sen de ne fena çıktın be," deyip ince parmaklarıyla Naz'ın yanağından sert bir makas aldı. Bir ağır abi gibi sergilediği bu tavır üstünde eğri durarak Naz'ı yine güldürmüştü.

Evlerinin bahçesine geldiklerinde Denizhan kapının önüne park edilmiş yabancı arabaya baktı. "Bu araba kimin? Yine misafir mi geldi ya of!" diye sızlanmıştı. Kapıyı ittirip huysuz adımlarla bahçeye geçti.

Naz bu soruya bilmiyorum dercesine dudaklarını büzdü. Önden giden Denizhan'ı takip ederken salonun camekanına bakındı ama perdeye yansıyan silüet pek tanıdık değildi, hatta misafir sandığı kişi babası bile olabilirdi. Bakışlarını oradan çekip açılan kapıya seğirtti hemen, ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi.

Merdivenlere ilerlerken mutfaktan çıkan Mine'yle karşılaşmışlardı. Üstündeki kıyafetten misafir için hazırlandığı belli oluyordu. "Hoş geldiniz!"

"Hoş bulduk Minoş," dedi Denizhan huysuzlukla. "Çok sevdiğimiz, bayağı bi' bayıldığımız misafirlerden mi var evde yoksa?"

"Aynen oğlum, senin için çağırdık hatta," derken başını iki yana sallamıştı Mine. "Çabuk hazırlanıp gelin, hadi hadi!"

Naz tedirgince Mine'ye yaklaştı. "Ben inmesem sorun olur mu?"

"Aslında ısrar etmeyecektim Naz ama şey... Tarık çocuklarım diye ikinizden bahsedince adam sizi çok merak etmiş." Mine onun yüzündeki isteksizliği görebiliyordu, tanımadığı bir misafir için aşağı gelmek zor olmalıydı. Bu yüzden "Zaten yemeğe oturacağız, sen de yiyip hemen odana çıkarsın, sıkıntı etme," deyip içini rahatlattı.

"Ben de hemen çıkayım mı odama anne?"

"Onu duruma göre düşüneceğim," deyip eliyle gitmesini işaret etti oğluna Mine. Naz da son kez ufacık gülümseyerek merdivenlere yöneldi.

Naz üst kattaki odasının kapısını açıp içeri girdikten sonra çantasını sandalyeye bıraktı ve banyoda elini yüzünü yıkmaya koyuldu. Hemen sonra aynalardan kaçınarak üstünü değiştirdi. Saçlarını arkasında topladı ve odasından ayrıldı.

Salondan gelen seslerden Denizhan'ın çoktan oraya geçtiğini anlamıştı. Misafirle tanışıyor olmalılardı. Hatta yabancı adamın ağır sesiyle "Ne güzel, benim de senden birkaç yaş büyük bir kızım var," dediğini işitmişti.

Odaya girdi ve yan yana oturan babasıyla Mine ablasına baktı, onların da bakışları kendisine dönmüştü. Ellerini önünde birleştirip "Merhaba," diye mırıldanıp yan koltuktaki kardeşinin yanına oturdu, sonra da sessizliğe gömülmüş misafire döndü.

Arkasındaki yastığı düzeltirken eli orada donup kalmıştı çünkü gördüğü tanıdık sima, ilk önce kendisini yanlış yerde hissettirdi Naz'a. Kirpiklerini hızla hareket ettirip görüşünü daha net hale getirmeye çalışırken aralık dudaklarından sızarak aşağı yuvarlanan nefesler ciğerlerinde sancıya sebep olmuştu.

Yastıktan elini çekti ve koltuğa yasladı, titreyen bedenine rağmen hala geçmişin gölgesini taşıyan surata bakıyordu. Değişti halde aynı kalan bir surat... Çehresine oturttuğu ufak tebessüm her ne kadar artık biraz daha yaşlı görünse de eski dehşetini taşıyordu. Sanki bir şeyler hissediyormuş gibi gösteriyordu kendisini... ama Naz biliyordu, o hiçbir şey hissetmiyordu.

Eskiden gür olan saçları biraz seyrelmişti, onları her zaman arkaya tarayan adam bu sefer sola yatırmıştı. Belki de başkasıydı.

Bekleyişi arasında "Misafirimiz Eymen Bey," diye babasının karşısındaki adamı tanıttığını duyunca tüyleri diken diken olmuştu birden. Eymen... ya da Seymen.

Aralanan kapıyla maziye doğru çekildi. Üstüne kan sıçrar gibi oldu, bir barut kokusu ulaştı burnuna... O koridorda koşarken tekrar yere düştü, dizleri bir daha soyuldu. Gözlerinden yaş aktığını hissediyor olsa da yanakları kuruydu çükü içindeki küçük kız ağlıyordu.

Göğsü kesik nefeslerden dolayı daha hızlı hareket ederken bakışlarını bir daha o tanıdık gibi duran adama çevirdi. Daha dikkatle baksa da bir çare bulamıyordu. O gerçekten altı yaşındaki Naz'a baba dediğinde bile kızan, bağıran, onu yalnız bırakan adam mıydı? O gerçekten... Annesini öldüren adam mıydı?

Loading...
0%