@askilav
|
"Ve muhtemelen; gerçek bir kötülük etmediği sürece kızı ondan hiç kaçmaz, hep böyle sığınırdı, saçları okşansın diye." - Naz geri kaçmak istediği esnada Seymen de bir adım atıp evin girişinde durmuştu. "Bu iyiliğini unutmayacağım babacım," diye gülerek elini uzatacağı an, Hilmi tişörtünün altına sıkıştırdığı silahı çıkarıp tereddütsüz halde, karşısındaki adama ateş etti. Kurşunla sarsılan beden henüz yere düşmemişti. Hemen arkasındaki Naz'ın dehşet dolu çığlığını duysa da bir kez silahı ateşledi Hilmi. Gözünü dahi kırpmadan can alıcı yerlere kurşun değdirirken çenesini sıkıca kasmıştı. Gözleri irice açılan Seymen elini kan sızan deliklere koydu. Hissettiği acıya karşın verebildiği tepki sadece gözlerini irice açmaktı. Daha sonra bedeni bir kez yalpaladı ve çok geçmeden bedeni evin önündeki kaldırıma serildi. Öksürmeye başlamıştı, elini yarasına bastırıyor ve örtünmek için çırpınan kirpiklerini açık tutmaya çalışıyordu ancak bunu başaramadı, bakışlarını derin bir karanlığa daldırdı. Duyduğu seslerle beklediği odadan aceleyle ayrıldı Mine. Endişe içinde dış kapıya giderken titrek halde duvara yaslanan Naz'a dokundu hemen. "Naz sen iyi misin?" diye haykırdı çünkü ona bir şey olduğunu sanmıştı. Ancak elinde bir silahla bekleyen yaşlı adamın diğer tarafındaki kana bulanmış Seymen'i görünce nefesleri korku değil, hayret halini aldı. "Allah'ım..." Mahallenin ortasındaki kalabalık artıyordu. Aralarından bir kişi polise haber verirken Hilmi kapının eşiğine oturdu ve boştaki elini alnına yasladı. Kaşları hüzünle çatılmış, yüzü de ağlamaklı halde buruşmuştu. Yerdeki cansız bedeni izliyordu. Kendine verdiği ceza, başkalarına ödettiğinden daha fazla değildi. "Yetmiyor," derken bir gözyaşı döktü ve hemen ardından omuzları hızlıca sarsılmaya başladı. "Yetmiyor..." Naz tutunduğu duvardan zorlukla ayrılıp dedesinin yanına ilerledi. Gözünün önünde gerçekleşen bu cinayet, küçükken şahit olduğu ölüm kadar can yakıcı olmasa da failin dedesi olmasından mütevellit yüreğinin çevresini bir sıkışma sarmıştı. "Dede," diye kısık sesiyle mırıldandı. Onun kendisini Seymen'e vereceğini sandığı an yaşadığı hayal kırıklığı yerini hissizliğe bırakıyordu yavaşça. "Uzak dur!" dedi Hilmi başını geriye çevirmeden. "Bu-..." Yine bağırarak sözlerini kesmişti yaşlı adam. "Uzak dur dedim sana!" Evin karşısına dizilmiş insanlardan çoğalan uğultu hiç azalmıyordu. Mine tüm gözlerin üstlerinde olduğunu, bundan dolayı herkesin daha da fazla konuştuğunu görünce Naz'ı kollarından tutup geriye çekti. "Buraya gel Naz, polisler gelecek az sonra... O tarafa yaklaşma." "Beni ona verecek sanmıştım," diye nefes nefese konuştu. Elini alnına yaslayıp hayretini, korkuyla yükselen beklentisinin nasıl yere çakıldığını ve hüznünü aynı anda belli ederken hızlıca başını iki yana salladı. "Ama dedem onu öldürdü." Mine, Naz'ı başından tutup göğsüne yasladı. Sarf ettiği kelimelerdeki donuk hisler onu endişelendirmişti. Polis gelene kadar "Tamam, tamam," diyerek Naz'ın saçlarını okşadı. Bu esnada karnında başlayan sancıyı yok saymaya çalışıyordu. Kolları arasında titreyen bedeni daha sıkı sardı. Birkaç dakika sonra evin önüne gelen ambulans ve polis ekipleriyle tedirginliği artmıştı. Parmaklarını kaşındıran saçlardan uzaklaştı ve Naz'ın suratını kavradı. Suratı yine ıslak haldeydi, gözleri kızarmıştı ve yoğun bir kaygıyla kaşları çatılmıştı. Kendisi de rahatsız hissettiği halde tüm endişesini yutup "Naz hastaneye gitmek ister misin? İyi görünmüyorsun," diye sesini duyurmak için çabaladı. Oysa Mine de iyi hissetmiyordu kendisini. Sancısı geçer sandıysa da bu hengamenin ortasında durulacak gibi değildi hiç "Hayır." Naz dudaklarını ısırıp kendini durdurmaya çalıştı, başını çevirip geriye baktığında polisin dedesini aceleyle tutukladığını görmüştü. "Hayır... Dedemi götürüyorlar." Peşinden gitmek istese de hareket edemedi. Kendisine engel olan Mine'ye zorluk çıkaramazdı. "Dur, dur." Zaten bir polis memuru da yanlarına yaklaşıp karakolda ifade vermeleri gerektiğini söylemişti. Mine çantasından aceleyle telefonunu çıkarıp Tarık'ı aradı. Karnındaki sancıya rağmen ayakta durması iyi olduğunun göstergesi değildi. Artık korkuyordu. Sadece bebeği için korkuyordu. "Efendim Mine?" Cevaplanan aramadan sonra telefonu kulağına daha sıkı yasladı, bir yandan da Naz'ın kendisine baktığı endişeli gözlerine karşın gülümsemeye çalışıyordu. "Tarık... Neredesin?" "Şirketteyim hayatım. Ama senin sesin niye öyle geliyor? Bir sorun mu var?" Büyük bir sorun vardı ama bunu nasıl açıklayacağını bilmiyordu, üstelik telefondan söylemek de yanlış olacaktı. "Yok, şey..." Sancı giren karnını ovaladı, gözlerinin önü kararmaya başlamıştı. "Hastaneye gelebilir misin? Orada konuşalım." "Ne demek hastane? Mine, hayatım sen iyi misin?" "İyiyim," diye kuruyan boğazını rahatlatmak isteyerek yutkundu. O sırada Naz fenalaşan Mine'nin yorgun halini görünce, onun hamile haliyle bunca şeyden etkilendiğini anlamıştı. Burnunu çekip yüzünü elinin tersiyle temizlerken etrafına bakındı, sokaktaki kalabalık azalmıştı. Ceset gitmiş, yerinde sadece kanı kalmıştı. Dedesi de götürülmüştü. Her şeyin bunca hızda değiştiği an kendisi de artık ayakta durması gerektiğini fark etti Naz. "Asıl sen iyi değilsin... Bekle, hemen taksi çağıracağım!" Dışarı çıkıp sokağın sonuna baktı. Orada ufak bir taksi durağı vardı, kapının önünde bekleyen sahibini de tanıyordu. "Ahmet amca!" diye seslendi. Orta yaşlardaki adam telefonla konuşurken bakışlarını oraya çevirmişti. "Acil taksi yollar mısın lütfen? Çok acil!" Hemen sonra tekrar açık kapıdan eve girdi. Karnını tutan Mine'ye yaklaşırken kendisini suçlu hissediyordu Naz. "Özür dilerim Mine abla... Seni bu işe karıştırmamalıydım. Gerçekten çok ama çok özür dilerim!" "Tabi," diye zorlukla konuştu Mine. "Her şeyle yine kendin baş etmeliydin değil mi?" "Ama fenalaştın!" Onun koluna girip yürümesine yardımcı olurken sızlanıyordu. "Hamilelikte olur öyle şeyler," derken sancıya dayanmaya çalışıyordu. Evin önüne yaklaşan taksiyi görünce biraz rahat nefes alsa da bu iyi olmasına yetmemişti. "Hamilelikte stres yapılmaması gerekir! Seni karmaşanın ortasına bıraktım ben resmen... Çok özür dilerim! Gerçekten çok özür dilerim Mine abla..." Onun arabanın arka koltuğuna yerleşmesine yardım etti. Mine elindeki açık telefonu Naz'a uzattı. "Babana konum atar mısın?" Birkaç defa nefeslendi, sözleri yarıda kalmıştı. "Yola çıkacaktı, bekliyor..." "Tamam." Ön taraftaki şoföre en yakın hastaneyi söyledikten sonra babasına da atabileceği tüm konum alternatiflerini atıp telefonu kapattı. Yol kendisi için bir işkence gibi geçmişti. Sürekli Mine'yi kontrol ediyor, onun yanaklarına yapışan saç tellerini geri itiyordu. Eğer henüz dünyaya gelmemiş o bebeğe bir şey olursa kendisini suçlayacak sonsuz sebeplerine bir tanesi daha katılırdı. İçinden defalarca dua etti kimseye bir şey olmaması için. Hastaneye vardıklarında Mine'nin titrek elleriyle cüzdanından çıkardığı parayı şoföre fırlatır gibi bıraktı. "Abi kusura bakma," dedikten sonra hızlıca arabadan indi ve Mine'nin inmesine yardımcı oldu. O sırada hastanenin bahçesine ani bir frenle park edilen arabadan Tarık çıkmıştı. Naz onun bu kadar çabuk gelmesine seyrek bir şaşkınlıkla bakarken epey gevşetilmiş kravatı, kızarmış yüzü ve hızlıca koşturmasından ne kadar korktuğunu da kolaylıkla anlamıştı. Yanlarına varınca Mine'yi kıvrak bir şekilde kucağına alıp acile ilerlemeye başladı Tarık. Arkasından Naz'ın da geldiğini kontrol edip geldiğini görünce korku içinde sordu. "Mine neyin var? Niye buradasınız siz?" "Tarık..." Elini karnına doğru bastırdı, bunun sadece hamilelik sürecinin olağan bir parçası olmasını istiyordu sadece. Kısa zamanda bağlandığı bebeğini kaybetmek istemiyordu. "Gerçekten," dedikten sonra yutkundu. "Gerçekten... Seni gözden çıkarmam için çok şey yapıyorsun." "Evet, berbat bir adamım biliyorum!" Kendilerini yönlendiren hemşirenin gösterdiği yere Mine'yi yatırmak için aceleyle ilerliyordu. "Ama bunu söylemek için yorma kendini... Şu an sadece iyi olmaya bak." Mine kısık bir sesle sızlandı, elinin altındaki karnı ani bir sancıyla acımıştı. "Bir iyi olayım, çekeceğin var benden!" Dolan gözlerini kırpıştırıp buruk bir tebessümle karının acıyla kasılan yüzüne baktı. "Lütfen iyi ol da çektir bana..." Onu yatağa bırakıp saçlarını okşadı aceleyle. Geri çekilirken yerini ilgili bir doktor almıştı. Kapanan perdenin arkasında kaldığında adımları birkaç saniye duraksasa da oradan ayrılıp kaygı içinde koridora çıktı ve kızıyla karşılaştı. Naz iki yana doğru volta atıyordu, kollarını da kendisine sarmıştı. Ürkmüş halindeki titreyiş Tarık'a da büyük bir endişe yüklüyordu. Buraya gelmeleri için çok farklı bir sebepleri olmalıydı, üstelik hastane eve bile yakın değildi. Epey uzaktaydı. Usulca, onu korkutmadan Naz'ın yanına yaklaştı Tarık, o da kendisini görünce duraksamıştı. "Naz neler olduğunu anlatacak mısın?" diye elinden geldiğince yumuşak bir sesle mırıldandı çünkü kızının yüzündeki korku dolu ifadeye karşın birazcık sert davransa hemen bayılacak gibi görünüyordu. "Özür dilerim." Naz titrek parmaklarını birbirine dolayıp başını öne eğdi. "Böyle olmasını istememiştim, çok özür dilerim." Tarık bir elini onun koluna sardı usulca. İlk başta Naz'ın kendisinden kaçacağını düşünse de hiçbir tepki vermemişti. "Tamam... Özür dilenecek bir şey yok. Sadece neler olduğunu anlat bana." Aşağı indirdiği montunun kollarını parmakları arasında sıkıştırıp dün geceden itibaren olanları anlatmaya başladı. Kısık tuttuğu sesindeki utanç, hemen sonrasında tekrarladığı özürler... "Böyle oldu işte, çok ani gerçekleşti her şey... Önceden tahmin etsem, bilsem zaten hiç kimseye söylemezdim." Tarık, aralık kalan dudaklarını kapatamadan gözlerini birkaç defa kırptı. "Naz..." "Gerçekten özür dilerim, böyle olacağını düşünmemiştim!" "Dünden beri niye hiçbir şey söylemedin?" diye sakinlikle mırıldansa da tüm olan bitene geç kaldığı için sinirleri bozulmuştu. Parmaklarını gerginlikle kütletirken yorgun bir nefes bıraktı dışarı. "Nasıl saklarsınız bunları?" Bir cevap vermek üzere kendini hazırlarken arkadan gelen "Tarık!" sesiyle oraya döndü Naz. Hızla kendilerine yürüyen yaşlı adam, diğer dedesiydi. Endişeli suratı Naz'ı görünce rahatsız bir hale bürünse de ilerlemeye devam etti. "Tarık, neyi varmış Mine kızımın? Nasıl şu an?" "Doktor ilgileniyor," diye usulca mırıldandı. Babasına cevap verdikten sonra tekrar Naz'a dönmek istemişti ama buna müsaade yok gibiydi. "O niye burada?" Yaşlı adam kaşlarıyla Naz'ı işaret etti. "O mu bir şey yaptı yoksa?" "Saçmalama baba!" "Ne bilelim?" Üstündeki ceketin ön kısmını düzeltirken huysuz bakışlarını hiç düzeltmedi, bu haliyle karşısındaki torununu tedirgin ediyordu. "Daha önce böyle bir şey mi geldi Mine kızımızın başına? Hayır. Niye o varken hastanelik oldu peki?" Naz ayağının ucunu sinirle yere çarpıyordu. Konuşamadığı için dudaklarını hırsla kemirdi. Ben bir şey yapmadım derse, babasına defalarca söylediği özrün hiçbir anlamı kalmayacaktı. Eğer bir kabahatli gibi çekinirse de iyice onların hedefi olacaktı. Bu yüzden Tarık'ın kendisini savunmasına izin verdi. "Baba gerçekten sinirleniyorum şu an..." Bu sefer hedefini bizzat Naz'a yöneltti yaşlı adam. "Yine nasıl karıştırdın ortalığı acaba?" diye memnuniyetsizce mırıldanırken bir adımla yaklaşmak istemişti. Tarık babasını göğsünden tutup fazla sarsmadan geriye itti. "Baba! Sen beni duymuyor musun?" "Asıl sen beni hiç duymuyorsun! Hiçbir sözümü dinlemiyorsun Tarık..." "Kızımı suçlayamazsın!" Yaşlı adam tek kaşını büyük bir hayretle yukarı kaldırdı. Tarık'ın bu avareliğine bazen hiç katlanamıyordu. Sinirle gülerken "Kızın mı?" diye sordu. "Kızım tabi!" Birkaç kişinin bakışları bu gürültüden dolayı onlara dönmüştü. Naz daha az önce mahalledeki cinayetten dolayı bakışları üstüne çektiğini hatırlayınca biraz sarsıldı. Dolan gözlerini ellerinin ayasıyla sertçe temizledi ve oradan uzaklaştı. Kendisi giderken babasının "Lütfen kes artık," diye uyarıcı şekilde konuşmasını duyabiliyordu fakat bunların hiçbiri, zaten kendisini suçlu hissederken o hissin daha da artmasına engel olmuyordu. Koridorun sonundaki koltuğa oturup kollarını kendine sardı. Kimsenin olmadığı yerde sadece kirli zemini seyrediyordu. Dudaklarını içe doğru kıvırıp birbirine bastırırken gözlerini hızlıca kırptı ve dökülmek üzere hazırlanan yaşları geri yolladı. Oturduğu koltukta, yalnızlığı mesken edindiği yerde bile rahat değildi ve bunun da hiçbir zaman düzelmeyeceğini biliyordu Naz. Artık yarını görmeye dair tek bir hevesi kalmamıştı. Umut güneşte kalmış bir buzdan daha hızlı eriyordu. Kollarını iyice sıkıştırıp dişlerini birbirine bastırdı. Sessiz hastanede yankılı bir uğultu vardı ve bu içindeki huzursuzluğu kamçılıyordu. Birkaç dakika sonra oturduğu koltuğun yanında bir hareketlilik hissetti. Başını yan çevirip kimin geldiğine baktı. Babasıydı. Asık bir suratla bakıyordu kendisine. Naz onun neye kızdığını anlamamıştı? Acaba o da herkes gibi beni mi suçluyor diye geçirdi içinden, yoksa tüm mesele beni hedef olan o yaşlı adam mı? Yine de sessizce bekledi. "Siz aradığınızda yanımdaydı, aceleyle çıkarken o da peşimden gelmiş..." Bu Tarık'ın ilk açıklaması oldu, sonra elini usulca kızının sırtına koydu bir destek göstergesi olarak. "Ama böyle konuşacağını bilsem inan dur derdim." "Söylediklerinde haklıdır belki de?" diye mırıldanırken gözlerini babasının yüzünde gezdirdi Naz. Ondaki ifadeyi kontrol ediyordu, kendisine dair bir suçlama arıyordu. "Değil," derken sesi epey kısık çıkmıştı Tarık'ın. Boğazını temizleyip başını iki yana salladı. "Sakın bir daha bunu söyleme, senin hiçbir şey için suçun yok." Bir dirseğini elinin üstüne bastırıp diğer elini de yüzüne koydu. Dolu gözlerle babasını seyrediyordu. Onda da yoğun bir mahcupluk vardı, sürekli bakışlarını kaçırıyordu. Naz birkaç defa dudaklarını aralayıp rahat nefesler çekti içine, burnu birden tıkanıvermişti. "Sen de kızdın bana, sonuçta Mine abla hamile..." "Kızmadım!" Duyduklarından sonra Naz'a nasıl kızabilirdi? Oturduğu koltuğa sığamayıp sürekli hareketlenirken "Bu kadar sorumsuz hale geldiğim için kendime kızgınım," dedi. "Ben de kendime." Bu sefer aynı duyguda buluşmuşlardı. Naz tüm suçu kendi omuzlarına yüklediği için babasının ne hissettiğini çok iyi anlıyordu. Tarık ondaki mahzunluğu fark ettiği an sırtındaki elini daha da hareket ettirip güvende hissettirmek istedi. "Normalde hiç yasakçı bir baba değilimdir," diye yavaşça mırıldandı. "Ama ilk kez bir şeyi yasaklayacağım, o da kendine kızman... Bunu bir daha yapmayacaksın." Naz biraz duraksadı, gözleri Tarık'ın üzerinde kalmıştı. Bu baba kız oyununa daha ne kadar devam edeceklerini bilmiyordu. İlk başta derin bir öfkeye kapıldı. Babam gibi davranma diyecekken, aslında ilk kez bir babası varmış gibi hissettiği için susmuştu çünkü bu çok değişik bir duyguydu. Bir yabancı olarak Mine'den başka kimseden kendisine zarar vermemesi konusunda uyarı duymamıştı. İyi olması için uğraşan pek kimse yoktu. Her ne kadar ona karşı nefret hissetse de bir zamanlar beslediği sevgi gün yüzüne çıkmak için çabalıyor muydu yoksa? Gözlerini usulca kırparken ses etmedi. Tarık bu sessizliğin altındaki sebebi biliyordu. Bir babası olması ona garip hissettiriyor... Sırtında tuttuğu elini biraz aşağı indirdi ve Naz'ın beline tutundu. Bu sessizliği fırsat bilip "Biraz... Sarılabilir miyim?" diye mırıltıyla konuştu. Buna sadece şu an için değil, geçmiş on altı yıl için ihtiyaçları vardı. Naz yine sükunetini bölemedi. Eğer konuşursa evet diyemezdi, bu yüzden kabullenişini yalnızca susarak gösterebiliyordu. Aklı, yüreği ve dili hiçbir zaman aynı şeyi düşünmüyordu, bu yüzden kararları başkalarına bırakıyordu. Böylelikle belindeki tutuş daha da arttı, babasına doğru çekildi. İlk kez bu kadar yakınlardı. Başını yavaşça onun göğsüne kapattı. Dolu gözlerinden yaşlar aktı, sarsılarak değil biraz korkarak ağlıyordu Naz. Çünkü bu tuhaf geliyordu, sanki bir şeylere ihanet ediyordu... Annesine, belki de kendisine. Çocukluğuna yazık diye geçirdi içinden, onu beklediğin zamanlar niye gelip sarılmadı? Bir yandan da bir kez güçsüz düşmeye değmez mi diye düşünüyordu. Onun kolları sımsıcak hissettirmiyor ama üşümediğimin de farkındayım. Donarak ölmeden önce kendime de biraz acımalıyım. Başını eğip burnunu kahverengi saçlara yasladı Tarık. Oysaki yıllar evvel sarıya dönük birkaç teldi onlar. Bir tokayla bağlamak istediğinde becerememişti. Ya çok sıkması gerekiyor, o zaman da minik kızının canı yanar diye korkuyordu. Şimdi Naz, saçlarını tek başına toplayabilecek kadar büyümüştü ama hep açık bırakıyordu. Omuzlarına dökülüyordu, uzunlardı, belki de birisi okşasın diye bekliyordu. Bunu gerçekleştirmek üzere, kucağına sığınan kızının saçlarını avuç içiyle okşadı. Mesela Denizhan bundan hiç hazzetmezdi. Mahsustan yapacak olsa baba yaa diye bağırır, kaçardı. Oysa kızı kaçmıyordu. Ve muhtemelen; gerçek bir kötülük etmediği sürece kızı ondan hiç kaçmaz, hep böyle sığınırdı, saçları okşansın diye. Saçında gezinen ellerle bedeninden bir ürperme geçti. Çok kısa bir an kendini bu hayalvari ana kaptırdı, sonra da yavaşça geri çekildi. "Mine ablaya baksak olur mu?" diye sorarken tek amacı konuyu değiştirmekti. Tarık Naz'ın hissettiği çekinceyi fark etmişti. Ondaki mesafeyi yavaşça kıracağına inanıyordu. Burukça tebessüm etti ve "Bakalım," dedi. "Gel." Koltuktan kalkıp tekrar acil kısmına geçtiler. O sırada doktor da perdenin ardından ayrılmıştı. Tarık önden aceleyle ilerleyip bilgi alırken Naz başını yan tarafa eğip yatakta uzanan Mine'ye baktı. O da kendisini görünce kolunu yorgunca kaldırmış ve sallamıştı. Tedirgin adımlarla yanına ilerledi hemen. "İyi misin Mine abla? Kötü bir şeyin yok değil mi? İyisin..." "Bir şey yok canım. Hamilelikte görülen bazı sancılar işte, biraz daha dikkatli olursam sorun olmayacağını söyledi doktor." "Dikkatli derken... Stres olmaman gerek değil mi?" Mine, onun yine kendisini suçlu gördüğünü fark etmişti. İlk başta susarak bu sorudan kaçınacak olsa da istemsizce konuşmaya koyuldu. "Elbette, bu herkes için geçerli. Stres sadece hamilelere zarar vermiyor ya Naz." "Nasıl olacak peki? Yani stresten nasıl uzak duracaksın?" "Şu hastaneden bir çıkalım, onu da halledeceğiz." Daha fazla sorarak diretmedi, karşısındaki kadını da yormak istemiyordu. Yatağın kenarına oturdu ve onun elini tuttu. "Sana bir şey olacak diye çok korktum." Mine tenine dokunan parmakları kavrayıp sıktı. Gergin ifadesini de sakin bir tebessümle değiştirmişti. "Ama şükürler olsun şu an iyiyiz." "Biz iyiyiz, evet." "Deden için mi endişe ediyorsun yoksa?" Başını çaresizlik içinde aşağı yukarı salladı Naz. Onun hapse girmesi, cinayetin doğal sonucu olsa da Naz zaten cezadan önce suçu kabullenememişti. Onun, Seymen'i öldürecek kadar gözünü kararttığını hiç düşünmezdi. "Biraz..." "O bu kararı kendisi verdi, her şeyin kararını kendisi verdi." Mine başını yastıkta devirip gözlerini başka yere çevirdiğinde, hemen arka tarafta onları bekleyen Tarık'ı görmüştü. Üzgün halde kendilerine bakıyordu. Gözleri çok kısa bir sürede birbirlerine tutunduklarında zorlukla yutkundu ve sözlerine devam etti. "Ve bu sefer herkes kararlarının sonuçlarına katlanacak." Ama en büyük cezayı hep ben çekiyormuşum gibi hissediyorum. Bunu söylemek için dudaklarını araladığı an hızlıca vazgeçti, sadece bir hava yutmakla kalmıştı. "Öyle," dedi kabullenerek. Mine bir hastane yatağında uzanırken onu yine kendi dertlerine boğuyordu. Öne eğilip dağılan sarı saçları düzeltti ve "İstediğin bir şey var mı?" diye titrek sesiyle sordu. "Eve gitmek istiyorum, belim ağrıdı biraz." "Ne zaman çıkabilirmişsin?" "Doktor biraz bekleyip gidebilirsin dedi." Mine boştaki eliyle karnını ovaladı. "Ama sanırım acıktım... Hemen çıksak olur mu?" Bunu duyunca Tarık da önünde bağladığı kollarını açıp yanlarına yaklaştı. "Gel bakalım," derken karısına uzanmak istemişti. Mine, ona müsaade etmeden yatakta doğrulmaya çalışınca belindeki ağrı buna çabucak engel oldu. Yüzünü buruşturarak duraksadı ve bu sefer Tarık'ın kendisini kucağına almasına izin verdi. "İlla inat mı edeceksin? Zaten gelirken kucağımdaydın Mine." "O çok hazırlıksızdı." "Yapma böyle... Ben senin düşmanın değilim." Bir kolunu kocasının boynuna sarıp ifadesizce baktı. "Biliyorum," dereken sessiz konuşuyordu. Önden ilerleyen Naz'ın kendilerini duymadığını bilse de dikkatliydi. "Ama kalbimi nasıl kırdığının farkında değilsin Tarık." "Her şey için binlerce kez özür dilerim... Ama seni deli gibi sevdiğimi çok iyi biliyorsun, bunları aşamaz mıyız?" "Mesele sevgiden de öte." "Naz mı? Naz'dan mı bahsediyorsun?" "Elbette! Başka kimden bahsedebilirim ki? Kızın gözü önünde tam iki kez birileri öldürüldü!" Ve kendisi ilk kez şahit oluyorken Naz'ın tüm bunları güçlükle atlatabiliyor olması kendisi için büyük bir mücadele örneğiydi. "İyi görünüyor olsa da içten içe etkileniyor, zaten daha çok küçük." "Bunlar benim de farkında olduğum şeyler, o yüzden Naz'ı terapiye başlatacağım." "Öyle mi?" derken gerçek bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı Mine. Tarık'ın bunu düşünmüş olması iyi bir şeydi, ilk kez ondan bir çaba görüyordu. Üstelik bu çok mantıklı bir karardı. "Öyle... Ayrıca, biz Naz'la sarıldık." Sanki müjdeli bir haber veriyor gibiydi. Ciddi suratını net bir ifadeye bürüdü ve konuşmaya devam etti Tarık. "Ona sarılmama izin verdi, hatta saçlarını bile okşadım, az önce oldu her şey... Seni beklerken." "Yani?" "Yani kızım beni affedecek Mine, aynısını senden de istiyorum." Bu konuda kararlıydı. Naz'a tekrar baba olabilecekti, karısı için de tekrar mutlu evliliklerine geri dönme arzusu içindeydi. Yakında doğacak bir bebekleri varken, onun için bu kadar endişelenmişlerken bu mesafeyi sürdüremezlerdi. "Lütfen artık şu soğukluğu kır." Kararsızlığını, gözlerini kaçırarak belli ederken bu kaçışın Tarık'a umut verdiğinin farkında değildi. Hiçbir kelime etmeden bu isteği yanıtsız bıraktı. Yanıtsız bırakılan sorular kadar serbest bırakılması gereken bir zaman vardı. Belki zaman her şeyi rayından çıkardığı gibi yine yerine koyabilirdi. |
0% |