@askilav
|
Klinikten çıktığı an başını gökyüzüne çevirdi Naz, dudaklarında istemsiz bir gülüş belirirken soğuk hava dişlerine çarpıp içeri sızıyordu. Alt dudağını ısırıp elini açtı ve avucuna düşen tanelerin sıcak teni üzerinde dağılmalarına izin verdi. Şehrin üzerinde soğuğun sessizliği vardı. Henüz yerleri beyaz kaplamasa da gökten hızlıca düşen kar taneleri hızlandıkça, yumuşak bir örtü örtülecek gibiydi her yere. Bu Naz'ın uzun zaman sonra ilk içten tebessümüydü. Üşüyen ellerini montunun cebine saklamadı, karşı kaldırımda bekleyen arabaya ilerlerken avucunu açıkta tutuyor ve şekilli tanelerin birikmesine izin veriyordu. Bir elini kaldırıp iri kar tanesi erimeden onun biçimini yakından incelemek istedi, altı köşesini saymaya çalışırken gözlerini iyice yaklaştırmıştı. Şeffaf görünümü az sonra kaybolacak kadar güçsüz duruyordu. O sırada kaldırımdan inip yola bir adım attı fakat duyduğu korna sesiyle hızla geri çekilmişti. Az kalsın araba çarpacaktı. Hızla giden arabanın geride bıraktığı rüzgarla, saçı savrulup yüzüne gelmişti. Kar tanesini boş verdi, görüşünü kapatan saçlarını geri itti. Bir kazaya karışacak olmasından dolayı kalbi korkuyla hızlanmıştı. Kaldırımda beklerken karşı yoldaki arabadan babasının çıktığını gördü. "Naz dikkatli ol lütfen!" Elini dur manasında kaldırmıştı bir de. Başını söz dinleyerek aşağı yukarı salladı genç kız. Karşıya geçmesi için arabaların bitmesini bekliyordu, neyse ki bir tanesini yavaşlayıp kendisine yol verdiğinde Tarık da "Gel hadi," diye seslenerek onu çağırdı. Aceleci adımlarla karşıya geçti. Arabanın arka koltuğuna oturduğunda ön taraftaki Denizhan ardına dönmüştü. "Ablacım koca yoldaki arabaları nasıl görmedin ya? Bu nasıl bir dikkatsizlik?" Tarık da şoför koltuğuna yerleşip tıpkı Denizhan gibi arkaya çevirdi başını. "Araba çarpıyordu az kalsın Naz... Karşıdan karşıya geçerken hiç öyle başka şeylere bakılır mı? Yola bakacaktın." "Kar tanesi görmüştüm," diye ince sesiyle mırıldandı. "Ona bakıyordum." "Kar tanesini başka zaman da görürsün abla ama araba çarparsa bu bizim seni son görüşümüz olabilir." "Denizhan başlayacağım senin şu patavatsızlığına, ne biçim konuşuyorsun sen?" "Bu patavatsızlık değil, iğneleyici konuşuyorum ki ablamın aklı başına gelsin... Kar tanesi gördü diye kendini kaybetti!" Avucunda ufak bir nemlilik vardı. Oraya parmağıyla dokunup su tanelerini dağıttıktan sonra her şeye rağmen tebessüm etti Naz. İlk kez başka şeyler düşünerek hareket ettiği an kendini tehlikeye sokması gülünç gelmişti. Oysa düşüncelere daldığı zaman da aklını kaybedeceğini zannediyordu. Hangisini yapsa zarara düştüğü için "Bir dahakine dikkat ederim," diye mırıldandı ama bu çok geçiştirir gibiydi. "Lütfen!" Denizhan hala alaycı konuşmasına devam ediyordu. "Lütfen yap bunu..." Naz başını cama çevirip dışarısını seyretti. Artacağını sandığı kar çabucak seyrelmiş, hatta fazla geçmeden durmuştu. Aralıklı tuttuğu parmaklarını buğulu cama değdirip iz çıkardı. Beş parmağın ucu. Yamuk beş şeklin etrafına çizgiler atarak onları kar tanesine çevirmek istese de hepsi birer güneş olmuştu. O günden sonra üç gün boyunca okula gitmemişti Naz. Telefonuna düşen mesajları hastayım, rahatsızım diyerek geçiştiriyor ve boş kaldığı vakitlerde sadece uzanıyordu. İlk gün yorganın altına sığınıp saatlerce ağlamıştı. Gözyaşları yaşadıklarının ağırlığından geliyordu. Sonra bir süre susmuş, yemek yemek dışında hiçbir şeyle meşgul olamamıştı. Yalnızlığından kurtulduğu ilk an ise Mine'nin yanına uğrayıp onunla konuştuğu zamandı. Kendisine nasıl hissettiğini sormuş ve aklını dağıtmak, onu bu boşluktan çıkarmak bir sürü şey anlatmıştı. O geçen üç günlük süreçte Tarık da iyi bir klinik bulmuş ve cumartesi gününe bir terapi seansı ayarlamıştı. Kendisinden habersizce, bir ölüme şahit olan kızının daha iyi olması için gösterdiği ilk çabaydı bu ve işe yaramasını istiyordu. Az kalsın kaza geçirecek Naz'a kızmak da bu yüzden zordu. Bir süredir gözlerini kapatınca gördüğü tek şey belki de kanlı bir bedendi. Doğru düzgün gülmüyordu, hatta çok az konuşuyordu. Ve bugün ilk kez kara bakarak gülmüş, sonra da bir kar tanesine dalarak diğer tüm her şeyi silmişti zihninden. "Hava durumunda kar göstermiyordu," dedi Naz'ın dışarı bakarken kırılan hevesini gördüğü için. "Bu çok sürpriz oldu, belki yine sürpriz yapar." "İnşallah yağar," diye mırıldandı, başını cama yaslamış bir de öyle seyretmeye başlamıştı. "Abla sen çok mu seviyorsun karı?" "Çok..." Aklına, küçük bir çocukken kar oynamak için dışarı çıkmak istediği gelince, haliyle bu teklifi dedesinin reddettiği an da gelmişti. "Dedeee!" diye bağırdı kendisinden bir hayli uzun dedesine bakmak için boynunu kaldırırken. Dedesi cevap verme gereksinimi duymadan 'efendim' anlamında başını sallayınca Naz hiç beklemeden ince sesiyle "Dışarı çıkabilir miyiz?" diye sordu masumca. "Ben çıkıyorum zaten." "Ben de geleyim, karla oynarız." Yaşlı adam kaşlarını atıp henüz kendisi kurtaramadan elim bir şekilde ölen kızının evladına baktı, torununa. "Karla oynamaya gitmiyorum!" Naz saflıkla mırıldandı. "Tamam birlikte gideriz işteee..." O şimdi hür bir hayatı terk etmenin yüküyle, demir parmakların ardındaki yalnızlığını yaşıyor olmalıydı. Naz onun neler hissettiğini öğrenmek isterdi. Mecburiyetten de olsa gittiği için üzülüp üzülmediğini öğrenmek isterdi. Acaba gittiğinde mi daha çok üzülürdü yoksa ben mi gitseydim? Bunu hiç bilemeyeceğiz çünkü o çoktan gitti, kalsaydı zaten ben ondan hiç gitmezdim. "Ben sinir oluyorum kara yağmura çamura... Keşke yaz gelse bir an önce." Denizhan'ın araya karışan sesiyle dikkati dağılmıştı birden. Yaslandığı camdan ayrılıp ön tarafa eğildi, kardeşini dinliyordu. "Senin adını da iyi ki Deniz koyduk, sörf çocuğu oldun çıktın başımıza." "Sörf çocuğu ne baba? Sen bana anlamadığım şekillerde küfür mü ediyorsun?" "Sörfün ne olduğunu bilmeyecek kadar cahil misin oğlum sen?" "Sörfün ne olduğunu elbette biliyorum ama bunu sörf çocuğu şeklinde kullanmıyorum." Babasına huysuz bir bakış atıp koltukta iyice yayıldı. "Neyse... Abla, sen bu yaz ne yapmak istersin bakalım?" Bu soruya başka bir yanıt verdi Naz. "Ben yazı sevmem," demişti. Bu zamana kadar yazın dedesinin onu zorla bıraktığı Kuran kursu dışında gittiği hiçbir yer olmamıştı. Anneannesinin eski bir eteğini giyip gider, bildiği duaları hoca kabul edecek kadar düzgünce ama yine de yarım yamalak okur, sonra da başından sıyırdığı örtüyü çantasına sıkıştırıp güneşin altında arkadaşlarıyla yürümeye koyulurdu. Hepsi güzel anılar olabilirdi, eğer arkadaşlarından 'ben yarın gelmeyeceğim pikniğe gideceğiz' ya da 'bu hafta yokum babam bizi köye götürecek' şeklinde cümleler duymasaydı... O zaman kursa kendisi de gitmek istemezdi ama dedesi kızmasın diye bunu hiç dile getirememişti. "Ama okullar tatil olunca yapmak için aklına gelen hiçbir şey yok mu?" derken Denizhan geriye dönüp merakla baktı ona. Ablasından sadece bir hayal duymak istiyordu. Viran düşüncelerin yerini artık parlak düşler almalıydı. "Yok," dedi mırıltıyla. Aslında vardı, bir yere gitmeyi çok istiyordu ama bunu dile getirirse sanki onlardan yapmalarını istiyor gibi görüneceği için sadece sustu. O hayalini de sadece kendine sakladı. Her zamanki gibi hayalinin de gerçekleşmesi için belli başlı şeylerin gerçekleşmesi gerekiyordu: çok çalışmak, üniversite kazanmak, okulu bitirmek, iş bulmak... "Bence var ve ben bunu öğreneceğim." Sadece kumsala gitmeyi çok istiyordu çünkü henüz yüzme şansı edinememişti. Yüzünde ufak bir tebessümle kendini sular arasında düşündü, belki Denizhan'ın defalarca gittiği yeri bir hayal olarak düşünmek utanç verici geldiğinden dolayı bunu hiç dillendiremedi. "Gerçekten yok... Benim tek hayalim ders çalışmak." "Senin hayalin değil ki, hayatın ders çalışmak zaten." "Peki senin öyle bir hayatın var mı Denizhan?" diye yan bakışlarla sordu Tarık. Aslında Naz'ın hayalini o da merak etmişti ama saklıyor olmasına karşın Denizhan'ın, onun üstüne gitmesine izin vermedi. "Ders çalışmak falan... Hiç ilgileniyor musun böyle şeylerle?" "Lazım olduğu kadar." "Bu aralar pek lazım değil sanırım." "Allah'a şükür." "Deniz, beni sinir etme. Otur çalış sınavlarına, bir sınıfta kalma riski daha istemiyorum." Koltuktan öne eğilip sorarken Naz epey hayret içindeydi. "Sınıfta mı kalacaktın?" "Çok eski bir mevzu abla ya... Boş ver." "Geçen seneydi, sekizinci sınıfı bitirmek üzereyken. Neyse ki hocalar iyi kalpli çıktılar da hatır gönülle hallettik meseleyi." Bu duyduğu daha da şaşırtıcıydı. Rica üzerine not yükseltme durumlarını hep duymuş olsa da gerçekte böyle birisiyle hiç karşılaşmamıştı. Gözleri irileşmiş halde bakarken "Vay be," dedi. "Gerçekmiş." "Ne gerçekmiş?" diye mırıldanırken ablasına baktı Denizhan. Yüzünde dalgın bir ifade vardı ama kendi sorusunun ardından bakışlarındaki buğu kırılmıştı. "Şey... Sen." "Ben mi?" Tarık, Naz'daki masum hayrete istemsizce tebessüm etmişti. Direksiyondaki ellerinden birini kaldırıp Denizhan'ın sarı saçlarını karıştırırken "Sen tabi," dedi. "Senin gibi tembeller." "Aşk olsun abla ya!" Denizhan önüne döndü ve huysuz bir suratla yolu seyretmeye başladı. Bunu alınganlıktan yapmıyordu, "Ben ilk başta anlamıştım da sana konduramamıştım işte... Ne kadar safım." "Sen mi safsın?" dedikten sonra kahkahalarla güldü Tarık. "Komik mi baba?" Kollarını önünde bağlayıp daha da huysuz hale bürüdüğü bakışlarını babasına döndürdü. Çatık kaşlarının altından bakarken dudağını memnuniyetsiz halde bükmüştü. "Ben güldüm ama sana komik gelmediyse istediğin tepkiyi vermekte özgürsün." Bir elini tekrar Denizhan'a uzattı ve onun burnunu parmakları arasına sıkıştırdı. "Yapma şunu baba ya!" Naz sırtını sessizce geriye bıraktı. Onların birbirleriyle didişmelerini izlerken dudaklarını düz bir çizgi hali almıştı. Kızgın değildi, kırgın değildi. Sadece ifadesizdi. Parmaklarını birbirine dolayıp tırnağını elinin üst kısmına bastırdı yavaşça. Artık Denizhan ve babasını değil, teninde beliren izi izliyordu. Bakışları yavaşça buğulu cama döndü. Kar artık hiç yağmıyordu, Naz yağışın bu kadar kısa sürmesine üzülürken kulağına gelen konuşma seslerinin artık sinir bozucu bir hal almaya başladığını fark etmişti. Yolun bir an önce bitmesini diliyordu çünkü başı ağrıyordu, canı sıkılmıştı ve gürültüyü o kadar da sevmiyordu. Ya da sadece babasıyla kardeşi arasında gerçekleşen tatlı didişmelere katlanamıyordu. Mahrum bırakılmak. Üstelik hakkı varken. Yarım saatten fazla süren yol sonrasında eve vardıklarında Naz ilk önce odasında ellerini yıkayıp üstünü değiştirdi. Mine ablasının terapiyi merak ettiğini biliyordu, bu yüzden ona anlatmak için yanına gitti. İlk an yaşadığı gerginlikten, sonrasında rahatladığından, biraz ağladığından ve her şeyin daha güzel olacağına dair içinde ufak bir ışık yandığından bahsetmişti Naz. Gün geçtikçe Mine'nin yanında daha rahat konuşuyor, hislerini açıkça anlatıyordu. Mine de tüm bunları seyrek bir sevinç, çoğunluk olarak huzurla karşılamıştı. Attıkları adımın işe yarıyor olması güzel bir şeydi. Naz tüm hafta sonunu yoğun şekilde ders çalışarak geçirdi. Düşünceleri bu sayede zihninden uzak tutabiliyor ve aynı zamanda işe yarar hissediyordu. Sadece pazartesi günü tekrar okula gideceği için gergindi. Melek'i habersiz bırakmasa da sürekli rahatsızım diye geçiştirmek biraz çekinmesine neden olmuştu. Servisten dolayı derse geciktiğinde kimseyle konuşma imkânı bulamadı. Montunu çıkarıp aceleyle sırasının altına sıkıştırmış, kitabını da çabucak aralarken önemli bir konu işlendiği için tüm dersini hocaya vermişti. Ama bazen hemen yanındaki Melek'e bakıyordu. Onun yüzünü tarıyor, acaba o da benden uzaklaşır mı korkusuyla kaygıya kapılıyordu. Zaten Yağmur yine uzaktaydı. Baran'la tartıştığı zamandan beri aralarına koyduğu duvarı henüz çekmemişti. Naz başını eline yaslayıp dalgınca hocayı takip ederken masaya biraz daha yayıldı. Artık dakikaları sayıyordu, dikkati de dağılmıştı. Saçlarını geriye ittirdi, sonra da bulanık gözlerini ovaladı. Biraz acıyorlardı. Dakikalar bitip zil çalınca yavaşça toparlandı ve ağrıyan sırtını dikleştirdi. Melek de esneyip "Sonunda bitti," demişti. Hiçbir sorun yokmuş gibi davranıyordu ve Naz az da olsa umutlandı. Belki çok göze batmam. "Evet, az kalsın uyuyacaktım." "Ay inanır mısın ben de! Gözlerim gidiyordu da kendimi zorlukla tuttum. Sabahın körüne de matematik koymasalar olmaz zaten, neden bu işkenceyi çektirdiklerini anlamıyorum..." Hem sinirle konuşuyor hem de masadan kalkıyordu. Yakınmasını bitirdikten sonra eliyle Naz'a işaret verdi. "Gelsene, kantine inelim. Kahve içeriz." Naz bir kez hapşırdıktan sonra başını sallayıp ayaklandı. Çantasından cüzdanını çekip aldı ve Melek'in peşinden gitti. Sınıftan çıkıyorlardı ki Yağmur'un "Beklesenize!" diye seslendiğini duymuştu. "Ben de geleyim." Onun kendisinin yanına geleceğini hiç düşünmezdi Naz. Ufak bir şaşkınlıkla bakarken Melek'in diğer yanına geçen Yağmur'u seyrediyordu. Onların arasında imalı bir bakışma geçtiğini görse de sessizliğini korudu, zaten Yağmur da hiç konuşmamıştı. Bir şeyler söyleyen sadece Melek'ti. "Çabuk gidelim, azıcık oturmaya vakit kalsın." "Betül Hoca hep geç geliyor zaten, sıkıntı olmaz biraz fazla otururuz." "Nöbetçi hoca kaldırıyor ama sonra." "Of doğru." Zemin kattaki kantine geldiklerinde Naz'ın aklından geçen şey Yağmur ile konuşmaktı. Onunla arasının böyle soğuk kalmasını istemiyordu ama adım atmak konusunda da endişeliydi. Saçlarını geriye ittirirken tekrar kolunun içine doğru hapşırdı. Dünkü soğuktan sonra hasta olacaktı belki de. Zaten bedenini de hiç dinç hissetmiyordu. Ancak Yağmur direkt kantin sırasına ilerleyince "Ben masa bulayım en iyisi," deyip boş bir yer aradı Naz. Daha fazla ayakta durmak istemiyordu. "Bir şey almayacak mısın?" diye ifadesiz şekilde sordu Yağmur. Gözlerini onun üstünde gezdiriyordu. "Bilmiyorum." Elini ağrıyan beline koydu yavaşça. O sırada bir öksürük gelmişti. Öksürüğün ardından boğazını temizleyip birden vücudunu basan iştahsızlıkla yüzünü buruşturdu. "İstemiyorum sanırım." "Ama niye?" "Gerçekten canım hiçbir şey içmek istemiyor." Yağmur bir süre Naz'ın solgun suratına baktıktan sonra başını aşağı yukarı sallayıp önüne döndü ve sıraya girdi. Naz da boş masaya oturup yüzünü ellerine kapatırken iyi olmak için dua ediyordu. Zihnini rahatlatmak için çabaladığı bu dönemde bir de hasta olmakla uğraşamazdı. Gözleri acıyordu, onları ovalayıp sıcak yanaklarına sardı ellerini. Kantine gelmek de sadece sınıftan çıkıp farklı bir yer görmek için mantıklıydı, yoksa içerideki gürültü hiç de çekilecek gibi değildi. Açık saçlarını geriye itip kollarını masaya koydu ve başını da oraya yasladı. Günü bir an önce bitirmek istiyordu, belki de acilen bir ağrı kesici bulmalıydı. Yağmur ve Melek'in gelmesini beklerken yine hapşırmıştı. Burnunu çekip gözlerini yavaşça kapattı, ders o kadar sıkıcı gelmişti ki şimdi o anın bunaltısını atmak için uyuyabilirdi. Fakat çok geçmeden yüzüne çarpan sıcak bir şeyle gözlerini araladı Naz, başını yavaşça masadan kaldırdı. Önüne karton bir bardak koyulmuştu. Yükselen buhar suratına ulaşınca, Naz aldığı kokudan onun bir ıhlamur çayı olduğunu anlamıştı. Sonra gözlerini yukarıya çevirip kimin bıraktığına baktı. Soğuk bir ifadesi olsa da hemen yanındaki sandalyeyi çekip oturan Baran'dı. Bir kez açık kumral saçlarını karıştırıp elini masaya koydu, dönüp de Naz'a bakmıyordu. Onun önünde de bir bardak vardı ama koyu renginden kahve olduğu anlaşılıyordu. Saniyelerin ardından Emir de yerleşmişti masaya. "Selam," derken Naz'a ufak bir el selamı verdi. "Selam." Naz'ın sesi öksürmekten dolayı biraz pürüzlü çıkmıştı. Tam önündeki bardağı tutup "Bu..." diye mırıldandı. Baran'ın ifadesiz bakışları bu mırıltıdan sonra kendisine dönmüştü. Sanırım aralarında geçen son tartışmadan olsa gerek, aşamadığı bir duvarın ardındaymış gibi hissediyordu Naz. Ve her şeye rağmen aynı masada olmalarına da anlam yükleyemiyordu. Aslında dilinden dökülecek bir özür vardı; bağırdığı için, farkında olmadan onu kırdığı için, hatta onu kırmak kendisine mantıklı geldiği için... Ancak sadece tereddütlü halde titrek gözlerini onda tutabiliyordu. "Ihlamur," dedi Baran. "Yağmur yolladı, içecekmişsin." O sırada diğer sandalyeler de çekildi, Yağmur ve Melek de oturduğunda bakışlarını onlara çevirdi Naz. Teşekkür etmek için dudaklarını araladığı esnada direkt başka bir konuya giriş yapmalarından dolayı sözleri yarıda kalmıştı. "Abla beni azarladı," derken yaramaz halde güldü Yağmur. "Bir dahakine üç kaşık isteyeceğim. Sinirlenince çok komik oluyor." "Seni ara camda sıkıştıracak." Emir de gülüyordu. Naz neyden bahsettiklerini anlamamıştı. Saf bakışlarını onlarda dolaştırırken hala sıcak bardağı tutuyordu, bu iyi hissettirmişti. Hasta olacağını belli eden bir yumru vardı boğazında, yutkunmakta zorlanıyordu. Tekrar öksürdü, bu sırada Melek ona doğru konuşmuştu. "Sen nasıl hasta oldun ya? Cidden hiç kendine bakmıyor musun Naz?" Geçen zamanda kendiyle ilgilenmek için hiç vakti olmamıştı, parmaklarını bardağın üzerinde hareket ettirirken gülümsemeye çalıştı. "Havalar soğudu ya, ben de pek kalın giyinmedim dışarı çıkarken." "Hafta sonu evde ders çalışmak yerine dışarı çıktığına zerre inanmam," dedi Emir eliyle Naz'ı işaret edip. "Doktora gittim," diye mırıldandı hızlıca. Yalan olduğunu belli etmemeye çalışırken kendisini bunun pek de yanlış olmadığına inandırmaya çalışıyordu Naz. Yine de elleri titremeye başlamıştı. Aslında onlardan bir şeyleri saklamaktan, arkadaşlarına yalan söylemekten hiç hoşlanmıyordu ama başına gelenlere karşın o kadar utanç duyuyordu ki istemsizce tüm sıkıntısını kendine saklamak zorunda kalıyordu. "Geçmiş olsun," dedi Yağmur durgun bir sesle. Naz sık nefesler alıp verirken sanki birisi gözlerine bakıp gerçekleri görecek diye korkuya kapıldı birden. Şahit olduğu cinayet, yitmeye müsait zihni... Bu yüzden gözlerini kaçırıp titrek ellerini kucağına saklamak istedi. Ancak tam o sırada başka bir el, ellerinin üstüne kapanmıştı. Sıcak bardağa iyice yapışan teni titremeyi kesti ve duraksadı. Naz korkak bakışlarını, elini tutan Baran'a döndürdü. Hala soğuk fakat içten içe sıcak gözleriyle ıhlamuru işaret etmişti kendisine. Hatta bardağı kaldırıp dudaklarına yaklaştırdı. "Soğumadan iç." "Peki..." diye mırıldanırken gözlerini Yağmur'a çevirdi. "Bu arada teşekkür ederim, gerçekten iyi geldi." "Ne?" deyip kaşlarını çattı Yağmur. Sonra da bardağı işaret etti. "Ihlamur mu?" "Evet." "Ben almadım ki," dedi rahat halde. Kısa bir süre Naz'a bakmanın ardından hemen karşısında oturan ikizine dönmüştü. "Nasıl?" Naz şaşkın bakışlarını Baran'a çevirdi. "Yağmur aldı demiştin bana." "O aldı zaten." Baran elini saçlarına atıp kaşlarını uyarır şekilde havaya kaldırdı, Yağmur'u seyrediyordu. "Az önce Naz hasta görünüyor en iyisi bir ıhlamur alayım da sen götür dedin ya Yağmur." "Valla demedim!" "Yağmur!" Yağmur bu durumdan keyif alır gibi gülerken "Ne var?" diye sordu. Naz ise elinde sıcak bardakla kalakalmıştı. Kime bakacağını şaşırdığı an Melek karıştı araya. "Neyse! Sen kimin aldığı belli olmayan şu ıhlamuru güzelce iç de iyi gelsin." Kahvesinden bir yudum içip göz kırptı. "Çünkü çıkışta bizimlesin!" "Niye?" "Çıkışta ders çalışmaya gideceğiz. Harika bir mekân bulduk var ya bayılacaksın!" "Ders çalışmaya mı?" Başını yana eğip düşündü biraz. Bu esnada tıkalı burnunu nefes alarak açmaya çalışıyordu. "Nereden geldi aklınıza?" "Zaten takılalım diyorduk seni de ancak bu koşulla ikna edebiliriz diye düşündük." Farkında olmadan güldü Naz. Titrek elindeki bardak sarsıldığında onu masaya bırakıp gülüşünü örttü parmaklarıyla. Belki de karşısında oturan arkadaşlarının gördüğü ilk içten gülüşüydü bu. "Böyle düşündürdüğüm için özür dilerim." "Geliyorsun o zaman?" Dudaklarını içe kıvırıp tekrar birkaç saniye düşündü. Bir cinayete tanık olduktan sonraki günler boyunca hep evde durmuş ve sadece terapi için dışarı çıkmıştı. İlk kez bir farklılık yapabilirdi. Hem babasıyla da denk gelmemiş olurdu çünkü Tarık'ı gördükçe ona sarıldığı anı hatırlıyor ve utanıyordu. Hem tatlı bir utanç hem de yanlış yaptığına dair inancını körükleyen bir utançtı bu. "Evet," dedi emin görünmeye çalışarak. "Gidebiliriz." Dakikalar sonra çalan zille masadan ayrılıp tekrar en üst kattaki sınıflarına gitmeye koyuldular. Naz elinde yarısından fazlası içilmiş ıhlamuru hafifçe sallayıp onunla ilgilenirken önünden giden Yağmur'a baktı tereddütle. Sözsüz bir anlaşmayla tekrar konuşmaya başlamışlardı ama onun kendisine kızgın olup olmadığını bilmek istiyordu. Bu yüzden koluna dokunup usulca seslendi. "Yağmur?" "Efendim?" Diğerlerinden geriye çekilmişlerdi. Naz dudağını ısırıp "Bana kızgın mısın?" diye sordu. Baran'la aralarındaki tartışmadan dolayı onun kendisine mesafe takınmasını hem haklı hem haksız buluyordu. Yine de konuşarak halletmek en iyisi olacaktı. "Ne konuda?" "Baran'la tartışmıştık ya, ondan." "İlk başta kızdım evet," dedi Yağmur açık açık. Bu esnada dudaklarını büzerek düşünceli bir hal takındı, gözlerini koridora çevirip biraz kaçındıktan sonra tekrar Naz'a dönmüştü. "Çünkü Baran sana hiç kötülük etmedi, onun kalbini neden kırdığını anlayamadım." "Amacım kırmak değildi." "Öyledir, değildir bilemem... Ama keşke yapmasaydın." "Başka durumlar oldu, o yüzden öyle bir tepki verdim ben." "Ayrıntısından haberim yok zaten, Baran bir şey anlatmadı bana. Sadece tartıştığınızı söyledi, senin onu kırdığını ben ikizimin halinden anladım. Onu tanıyorum, sevdiği birisine kırılınca hep buz gibi birisine dönüşür." "Ben..." "Her neyse Naz, bu konuları Baran'la konuşman daha iyi. Ben kendi düşüncemi söyleyeceğim. Sana olan kızgınlığım sonradan geçti çünkü Baran aranızdaki şeyden dolayı senden uzaklaşmamam gerektiğini bayağı açık açık anlattı bana." Sarı saçlarını kulağının arkasına iterken epey bastırarak ifade etti bunu Yağmur. Aynı zamanda gülüyordu. "Hem seni sevmiyor değilim, sadece ikizlik duygusuydu benimkisi. Baran'ı korumak istedim ama beyefendinin benim korumama ihtiyacı yokmuş." "Yani tekrar eskisi gibi olacak mıyız?" "Oluruz tabi, ben o kadar kindar bir insan değilim. Baksana, Allah'ın cezası Baran'ı bile koruyasım geliyor." Dudaklarını usulca kıvırıp tebessüm etti Naz. "Teşekkür ederim," diye mırıldandığı an Yağmur kolunu omzuna atıp samimiyetle kendisine çekmişti bedenini. "Baran'la da konuşacak mısın? Hani kendisinden çok hazzetmesem bile bazen üzülüyorum haline." "Neyi var?" "Biraz geri zekalı olduğu için aşk acısı çekiyor." Naz şaşkınlık içinde "Ne?" dedi. "Öyle... Aptalın teki, bir de çalışkan diye annemler çok memnun kendisinden ama son sınıfta aşk acısına düştüğünü bilmiyorlar. Şimdilik şüphelendikleri şey uyuşturucu." "Ne?" diye daha da büyük şaşkınlıkla bağırdı. O sırada önden yürüyen Melek, Emir ve Baran'ın bakışları da kendilerine dönmüştü. Yağmur kendine engel olamayıp gülerken Naz'ın dudaklarını örtmeye çalıştı aceleyle. "Ya bağırma şaka yaptım şaka!" "Yağmur böyle şaka mı olur? Ödüm koptu!" "Ne yapayım çok safsın Naz... Benim de saf insan görünce öyle atıp tutasım geliyor." "Lütfen bir daha böyle bir şey söyleme," derken elini hızla atan kalbine yaslayıp kendisini yatıştırmaya çalıştı Naz. "Kalbime iniyordu az kalsın." "Ay tamam demem ya! Ama sen de Baran'la konuş tamam mı? Cidden morali çok bozuk, bir de benim sana bunları söylediğimden bahsetme yoksa beni öldürür! Aramızdakilere karışma demişti de ben karışmayı bırak direkt aranıza girdim sayılır. Söylemezsin değil mi Naz? Söyleme lütfen lütfen..." "Tamam, söylemeyeceğim." Derin derin nefeslendi. Duyduğu şeyler kendisini epey korkutmuştu, deneme sınavının olduğu gün bir sürü yanlışı çıkınca ne kadar sinirlendiğini hatırlıyordu. Şimdi o tartışmadan mütevellit bozuk bir moralle devam ettiğini öğrenmek üzülmesine sebep olmuştu. Okul çıkışına kadar dikkatini derse vermeye çalıştı Naz, sürekli uzanarak dinlenmişti bir de. Bazen bakışları istemsizce arka tarafa kayıyor ve Baran'ı kontrol ediyordu. Onun da derse dikkat kesilmiş bir hali vardı. Sert yüzü üzgün değil, biraz soğuktu. Bu yüzden okul çıkışında onunla konuşmayı düşünüyordu. Gün sonunda; arkadaşlarıyla olacağını, akşam çok geç kalmadan döneceğini Mine'ye mesajla haber verip arkadaşlarının peşine takıldı. Gidecekleri yerin otobüsüne binmişlerdi. Yarım saate yakın süren yolculuğun sonunda bir sürü kafenin olduğu sokakta indiklerinde Naz meraklı bakışlar attı etrafına. Bu esnada koluna girip kendisini çekiştiren Melek'e ayak uydurmaya çalışıyordu. Bir mekânın kapısından geçtiklerinde Naz "Burası çok gürültülü değil mi?" diye sordu. Ders çalışmak için uygun bulmamıştı pek. "Sınavda esnasında sokaktan son ses müzikle geçen magandalar için biraz pratik yapalım istedik." Hepsi çantalarını bırakıp sandalyelerine yerleştiğinde Naz da diyecek bir şey bulamayıp oturdu. Çantasından kitabını çıkarırken diğerlerinin rahat hallerini seyrediyordu. Belki de hemen başlamayacaklardı çünkü aralarında başka şeyler konuşuyorlardı. Naz boğazını hafifçe temizledikten sonra "Hemen başlayacak mıyız?" diye usulca sordu. "Hayır ya biraz nefes alalım! Daha az önce çıktık okuldan, biraz bekle az sonra başlarız." Kendisine sızlanarak cevap veren Melek'e mecburen başını salladı kabullenircesine. Yanında birileri konuşurken derse dikkat veremeyeceğini biliyordu, bu yüzden tereddüt içinde Baran'a döndü. O da çaprazında oturuyordu, hatta kendisine bakıyordu. Bu duruma karşın istemsizce ürperdi Naz. Konuşalım mı diye soracağı an aralarında Yağmur oturduğu için eli ayağına dolanmıştı. Bu yüzden eliyle kapının ardını işaret edip dudaklarını kıpırdattı. Konuşabilir miyiz? Baran bunu hemen anlamış olmalıydı. Garip bir tepkiyle kaşları çatıldı. Herhangi bir cevap vermezken Naz da acaba onu çok mu gücendirdim diye düşünüyordu. Hemen sonra "Olmaz," diye tok bir sesle karşılandığında omuzları düşmüştü. Bu soğukluğu kırmaya imkânı olmadığını düşünerek korktu. Çok fazla insana kırılmıştı, canını yakanlar olmuştu ve ilk kez birisini üzen kişi konumunda olduğu için kendisini çaresiz hissediyordu Naz. Üstelik Baran'ı böyle mesafeli görmeye alışkın değildi, daha önce söylediklerinden dolayı pişman olurken bir süre daha bakışlarını aynı yerde tuttu ve sonra Yağmur'un varlığını yok sayarak "Ama niye?" dedi. "Çünkü," diye mırıldandığını duydu Baran'ın. Fakat onun devam etmesine kalmadan hemen arkasından bir el uzanmıştı. Naz irkilip geriye kaçtığında o yabancı el bir pastayı önüne bıraktı. Yüzüne doğru yanan mumları görünce Naz'ın dudakları aralanmıştı şaşkınlıkla. O sırada sağında ve solunda oturan Melek'le Yağmur, kollarını kendisine dolayarak sarılmışlardı. "İyi ki doğdun Naz!" "Bugün benim doğum günüm mü?" diye hayretle sordu, ellerini de arkadaşlarının kollarına koydu. İlk anki tepkisini atıp gülümsemekte zorlanıyordu. Önünde gerçekten mumları yanan bir pasta vardı. "Aralığın on altısı olduğunu söylemiştin! Sen unuttun ama biz unutmadık..." Hemen karşısında oturan Emir servis için bırakılan çatalları herkese dağıtırken "Hadi lan oradan," dedi Yağmur'a. "Sen gayet de unuttun, asıl hatırlayan Baran'dı." Kalbi farkında olmadan hızlandığında, bakışlarını pastadan çekip Baran'a çevirdi Naz. Artık yüzündeki soğukluk kırılmış, yerini onu ilk tanıdığı zamanlarda olan sıcaklık sarmıştı. Sadece gülümsemesi eksikti. Geçen dakikaların ardından Naz tüm şaşkınlığını üstünden sıyırdı ve dudaklarını iki yana kıvırarak güldü çünkü Baran, annesinden sonra doğum gününü hatırlayabilen tek kişiydi. - Merhaba! Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur; okuyan, oylayan, yorum yapan herkese çook teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın, hoşça kalın! 💝 |
0% |