@askilav
|
Yanmaya devam ediyordu, mumlar... Gözlerini kamaştıran ufak ateşler, ancak tenini okşayıp geçecek bir sanrı kadar sıcaklığa sahipti. Yine de alevler arasında kalmış kadar yoğun hissediyordu onları. "Hadi dilek dile," ikazlarının hemen ardından Yağmur, masanın ortasındaki pastayı Naz'ın önüne çekti. "Bunu daha önce hiç yapmamıştım..." Naz ellerini önünde birleştirip gülümseyerek öne eğildiğinde "Gerçek olacak mı dileklerim?" diye mırıldandı. Sesindeki ufak masumiyet masadakileri güldürmüş olsa da Naz dudaklarının iç kısmını ısırıp doğru bir cevap bekledi. "Ben en son sekiz yaşımdayken gerçek olmuştu." Melek garsonun bıraktığı kahvesinden bir yudum alıp anlatmaya devam etti. "Çünkü o zaman dileğimi yüksek sesli dile getirdiğim için annem duymuş ve istediğim oyuncağı almıştı." Hemen sonra Yağmur, Naz'ın kolunu tutup mahsus bir hüzünle konuştu. "Ama içinden söylemen lazım, o zaman gerçekleşme ihtimali daha yüksek." "Hep en saçma şeylere inanmak zorunda mısınız?" diye sordu Emir. Çatalını kaldırmış halde pastadan bir dilim beklerken sırtını rahatça sandalyeye yaslamıştı. "Neye inandığımız konusunda sana hesap mı vereceğiz şimdi?" "Hayır yani de saçma-..." Arkadaşının kolunu tutmaktan vazgeçmediği an "Ay sus be!" diye yükseldi Yağmur huysuzca. Ona ters bir bakış attıktan sonra tekrar eski coşkusuyla Naz'a döndü. Her şeye rağmen eğlenerek gülmeye devam ediyordu. "Hadi Nazoş hadi çabuk ne dileyeceksen dile! Ben çok heyecanlandım, saçma şeylere bayılıyorum!" "Peki..." Naz heyecanını henüz kaybetmemişti. Kalbi hızla atıyordu. Gözlerini kapatıp öne doğru eğildi, yanan mumların yaydığı seyrek sıcaklık daha yakından çarpıyordu yüzüne. Kirpiklerini örtünce beliren karanlığın yerine hayallerini getirdi. Bu esnada içinden dileğini geçiriyordu. Şimdilik sadece çok başarılı olabilmeyi diliyorum, sonra kaçıp kurtulmayı... Ve bir sonraki doğum günümde dileyebileceğim daha güzel hayallere sahip olmak istiyorum çünkü şu an düşününce hiçbir şey bulamıyorum. Hayattan daha fazla ne isteyebilirim? Kirpiklerini aralayıp ufak tebessümüyle mumlara üfledi ve onların sönmesini izledi. Masadakiler de alkış tuttuğunda, birleştirdiği ellerini açıp kendisine sarılmak için uzanan Melek'e dönmüştü. Bu esnada camın ardındaki gökyüzünde beliren kızıllığı bozmuş beyaz taneleri gördü. Kar yağıyordu. "Kar!" diye seslendi istemsizce. Melek'e sardığı kollarını kaldırıp camı işaret etti. "Kar yağıyor!" "Ay hem de doğum gününde!" "Evet, annem on sekiz sene önce doğduğumda da kar yağdığını söylemişti bana." Bu her ne kadar hatırlanması güç bir anı olsa da kesik cümleler zihninde hala yerli yerindeydi. En azından geçmişine dair bir şeyler biliyordu Naz. Üstelik bunu annesinin sesinden öğrenmişti. "Sen doğduğunda o kadar çok kar yağıyordu ki donmaman için o gece defalarca soba yaktık, baban odun taşımaktan o kadar yoruldu ki gece hemen uyuyakalmıştı. Sanki kemikleri kırılarak doğum yapan oydu yani... Bir de doğduğun gün Ramazan Bayramının ilk günüydü biliyor musun, hayırla bereketiyle geldi kızımız diyorduk senin için. Senden önce bir iki tane atıştıran kar biz hastaneden çıktıktan sonra öyle bir tipi şeklinde bastırdı ki taksi bulmakta çok zorlandık, fırtınanın ortasında başına bir şey gelecek diye ödüm kopmuştu... Ah minik Naz'ım, nazlı kızım benim. Sana süt emdireceğim diye canım çıktı var ya, ne inatçıydın sen! Yok, ağzını bile sürmedin. Nasıl büyüdün bilmem ki? Ya da nasıl büyüyeceksin? Bence... Çok güzel bir genç kız olacaksın, çok başarılı olacaksın. Seni öyle görmek için o kadar sabırsızlanıyorum ki!" "İnşallah çok yağar." Başını aşağı yukarı sallarken tekrar hevesle masaya döndü. Bakışları yanlışlıkla Baran'a değdiğinde ise dudaklarını utangaç halde birbirine bastırdı. Dışarı çıkmak istediğini söyleyecekti ama onun bekleyiş dolu gözlerini görmek aniden duraksamasına sebep olmuştu. Kısa kirpiklerin arasındaki kahverengi hareler konuşmak için çırpınıyordu sanki. Fazla geçmeden "Pastayı yedikten sonra dışarı çıkalım mı?" diye sordu Naz. "Tutmaz bu kar, durur birazdan," demişti Emir. "Lapa yağıyor şu an." Baran kaşlarıyla iri kar tanelerini işaret etti. "Tutma ihtimali de var." "Yok tutmaz. Ben anlarım kardan bak ciddi söylüyorum." "Tamam anlıyorsan da sus en azından kızın hevesini kırma," diye mırıldandı Baran sadece Emir'in duyacağı şekilde. Masanın altından da hafif bir tekme geçirdi arkadaşının bacağına. Naz'ın kar tanelerine nasıl hevesle baktığını görmüştü, sonrasında gelen tutmaz yorumunu duyunca nasıl hayal kırıklığına uğradığını da. Onun sadece bir kar yağışından nasıl bu kadar heyecan duyduğunu anlamasa da ilk kez gerçek bir istemle güldüğünü görünce hevesinin sekteye uğramasını istememişti. Bu yüzden Emir'e ters bir bakış attıktan sonra kesmeleri için masaya bırakılan bıçağı aldı ve Naz'a uzattı. "Pastanı kesmek ister misin?" Naz bu soruyla heyecanlanmıştı. "Ben güzel kesemem, siz dilimleseniz?" Baran onun yüzündeki çekingen tebessüme karşın dudaklarını birbirine bastırdı. "Yapabilirsin aslında," derken tekrar uzattı bıçağı. Onun tereddütlü bakışlarının değişmediğini görünce mecburen kardeşine döndü bu sefer. "Peki, Yağmur sen hallet o zaman." "Tamam keserim de sen bıçağı masaya bırak, öyle alayım." Onun bu batıl inancına karşın yorgun bir nefes bırakıp "Kalsın," dedi. Sandalyesini geri itmiş ve rahatça ayaklandıktan sonra Naz'ın arkasına geçmişti. Öne doğru eğildiğinde yanağı, onun kahverengi saçlarına değdi. Bu esnada bıçağı aradan geçirip pastaya değdirmek üzere uzattığında "Tut bakalım," demişti Naz'a. "Beraber mi keseceğiz?" "Evet, sorun olur mu?" derken gözlerini onun yüzüne kaydırdı, bakışları kıpır kıpır ellerinde geziniyordu. Ne yapacağını bilemiyor olmalıydı. Baran gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp kendi gizil heyecanını güçlükle zapt etti. Naz "Hayır," dese de dili damağı kurumuştu. Gözleri hemen yanında oturan Yağmur'a kaydı bir an. Sarı saçlarını önünden çekiyormuş gibi yapıp çaktırmadan kendilerini izlerken başını hızlıca aşağı yukarı salladı hadi evet onun elini tut der gibi. İnce parmaklarını usulca bıçağa sardı, Baran da kendi elini üstünden kavradı. Sıcak avuç neredeyse tüm elini kaplamıştı, hatta onun uzun aralıklı nefeslerini yanağında hissediyordu. Arkadan eğildiği için gölgesi de belli ki üstüne düşmüştü. Sol tarafa da tutunmak maksatlı elini yasladığı için neredeyse Baran'ın kolları arasındaydı. Kesik kesik çıkan soluklarını düzene koyup Baran'ın da yardımıyla pastadan birkaç dilim kesti. "İyi mi?" diye sordu ardından. Onun tarafından yönlendiriliyor olsa bile güzel yapmaya özen gösteriyordu. Baran onun hevesli sorusuna karşın güldü ilk önce. Sonra kendini durdurup "Harika," mırıltısıyla yanıtlamıştı bu soruyu. Fakat sözlerine devam edemeden bakışlarını pastadan kaldırıp karşısındaki Emir'e çevirdi. "Bana büyük kesin!" diye seslenmişti çatalıyla işaret edip. Emir'in isteğinden sonra Melek de eliyle pastanın üstündeki süslemeleri gösterdi. "Ben de çilekli kısmı alabilir miyim? Çileği çok seviyorum..." "Ben de drajeleri istiyorum o zaman!" Masadan teker teker yükselen isteklere karşın Baran "Niye doğum günü kızına öncelik tanımıyorsunuz?" diye sordu. Pastayı dilimlemeye devam ederken Naz'ın hala çok dikkatli davranışını seyretmeye koyulmuştu tekrardan. "Benim özel olarak istediğim bir şey yok." Pasta kesme işi bitince bıçağı tutan elleri ayrıldı. Baran yavaşça geri çekilip Naz'ın bir servis çatalıyla pasta dilimlerini dağıtmasını izledi. İlk önce Emir'e uzatmıştı tabağı. "Büyük dilim yok ama iki tane alabilirsin." Sonra Melek'e yöneldi. "Çilekli kısmı sana ayırdım, Yağmur sen de benim drajelerimi al." Herkesin istediğini yerine getirmek için özen gösteriyordu, Baran onun bu çabasına karşın başını iki yana sallayıp tekrar kendi sandalyesine oturdu. Bu esnada önüne bir tabak bırakılmıştı. "Sağ ol," diye mırıldandı onun masum suratına bakıp. Yine gözlerini kaçırmaya başlamıştı. "Rica ederim..." Kendi pastasını da önüne alırken usulca tebessüm etti Naz. Çatalını keke batırmış, kremayla beraber çekiştirirken gözleri sıklıkla dışarı kayıyordu, karın yerde biriktiğini gördükçe dışarı koşma arzusuna da ket vuramıyordu bir türlü. Farkında olmadan pastasını daha hızlı yemeye başlamıştı. Aynı zamanda masada bir sohbet dönüyordu. Emir hiç hoşlanmadığı bir kitaptan bahsederken "Berbattı," diye huysuzca konuştu. Hatta tiksinir gibi yüzünü buruşturmuştu. Naz uzunca geçen zamanın ardından peçeteyle dudaklarını temizledi ve "Orada da sistem eleştirisi vardı, berbat dediğin bütün kısımlar aynı hatta... Hepsi birer eleştiri. Adam sadece bunu absürt bir dille yapmak istemiş." "İşte sadece istemekle kalmış, yapamamış bence," diye karşı çıktı Emir. İkinci pastasını yiyor ve bir yandan da konuşuyordu. "Bence yapmış." "Ben o eleştiriyi nasıl anladım biliyor musun? İnternete bu kitap ne anlatmak istemiştir yazdım, öyle anladım. Eğer sadece inceleme yazısı okuyarak anlayacaksam, bence o kadar da iyi değil. Sadece saçma ve gereksiz." "Ben inceleme yazısı bakmadan ilk okuyuşumda yazarın değinmek istediği yeri anlamıştım." Peçeteyi bırakıp Emir'e döndü. Bu durumdan hoşlanmamış gibiydi. Eliyle kendini işaret edip "Bana geri zekalı mı diyorsun?" diye sordu. "Hayır ne alakası var?" Birden telaşlanmıştı. Kendini açıklamaya koyulduğu esnada Melek dirseklerini masaya yaslayıp öne eğildi. "Ben bu kitabı hiç duymadım siz nasıl ortak bir zevkte buluşup okudunuz ya?" diyerek çıkışmıştı bir de. Kitap okumayı severdi ama şimdi konuya ortak olamadığı için kendine kızmıştı. "O kadar bilindik bir ismi de yok, hatta yazarını bile duymadım!" Emir büyük bir lokmayı çiğneyip yuttu. "Ben fantastik sanıp almıştım ama vakit kaybı çıktı." "Emir sen Benim Adım Messi okumaya devam et mümkünse," deyip gözlerini devirdi Yağmur. "Bir daha tek kelimesini yazamayacağın kitaplar hakkında da yorum yapma." "Ne diyorsun sen ya?" diye hayretle kaşlarını çattı Emir. "Ben Messi falan okumuyorum tamam mı? Şu an Neymar okuyorum. Benim Adım Messi Baran'da." "İnanmıyorum sana Baran... Gerçekten sen de mi okuyorsun?" Herhangi bir cevap vermeden önce Naz'ın suratını kontrol etti Baran, ifadesi komik bir hayretten ibaretti. "Daha başlamadım," deyip durumdan sıyrılmaya çalışırken montunu aldı ve sandalyeden ayaklandı, masadaki tüm bakışları üstüne çekmişti. "Hadi dışarı çıkalım, kar tutmuş görünüyor." "Hani bakayım," deyip Naz'ın üstünden cama yükseldi Yağmur. Hava karardığı için biraz zor görünüyor olsa da sokak lambası yeteri kadar aydınlatıyordu. "Ay evet tutmuş, hadi çıkalım!" Baran önden kasaya ilerlemişti. Naz da diğerleriyle beraber toparlanıp çantasını aldı ve dışarı çıkmaya koyuldu. Kafenin hemen ilerisinde bir çocuk parkı vardı ve epey boştu, hatta oyuncakların üzerinde de epey kar toplanmıştı. Direkt oraya geçtiklerinde Naz çantasını bankın üstüne bırakıp çıplak ellerini kara değdirdi. Dudakları kıvrılıp da gülmeye başlayınca sessiz parkın soğuk havasını içine çekti. "Çok güzel..." "Şimdiden söylüyorum, acımam herkese fırlatırım!" diye bağırdı Yağmur. Topladığı karları avucunda sıkıştırırken ilk hedefini belirlemeye çalışıyordu. O sırada ufak bir çocuk gibi karla uğraşan Naz'ın arkasından usulca yaklaştı. Kar topunu onun yanağına yapıştırdığında Naz'dan gelen ufak çığlıkla gülerek oradan uzaklaşmaya başlamıştı. Bu esnada parkın minik kapısından geçip yanlarına gelen Baran'a çarptı. Gitmesine izin vermeden Baran, Yağmur'un kızaran ellerini tutmuştu hızla. "Nerede senin eldivenlerin?" diye sordu kızgınca. "Sabah evi inletiyordun eldiven eldiven diye." "Ya annem bordo eldivenlerimi koyacağına kahverengileri koymuş çantama, takmam ben onları!" "Kızım sen salak mısın?" "Sana ne Baran ya bırak beni!" Yerden topladığı az miktarda karı atmak için Melek'in peşinde koşturmaya başladı bu sefer. Baran ona karşı başını iki yana sallayıp hala bankın kenarında karlarla uğraşan Naz'ın yanına ilerledi. "Senin ellerine bakayım." "Ne olmuş ki ellerime?" derken hemen avuçlarını öne uzattı Naz. Soğuk kara dokunmaktan biraz acıyor olsalar da kendisi için sorun değildi. Ancak Baran sıcak teni arasına aldığında, bir sorun varmış gibi ürperen bakışlarını yukarı kaldırdı ve ona baktı. "Bir şey mi oldu?" "Buz kesmiş ellerin, eldiven yok mu yanında?" "Yok," diye mırıldandı pürüzlü bir sesle. Avuçları arasına aldığı el gerçekten soğukla bütünleşmişti, bu kadar çabuk üşümesine içten içe üzülürken Naz'ın bu hassas halini kolaylıkla gizlediğini fark etti Baran. Onu sessizce çantaların olduğu kısma çekip üstünden karları sıyrılmış boş kısma oturttu. Sonra da çantalar arasından Yağmur'a ait olanı aldı. Fermuarlarını açarken kahverengi eldivenleri arıyordu. Naz Baran'a şaşkınlıkla bakarken "Ne yapıyorsun? Niye karıştırıyorsun Yağmur'un çantasını?" diye sordu. "Annem içine eldiven koymuştu sabah." "Tamam ama o Yağmur'un çantası, karıştırmamalısın." "Bir şey olmaz, o bana neler yapıyor bilsen sorun etmezdin." "Baran-..." Kahverengi eldivenleri çıkarıp iç içe geçmiş kısımlarını düzeltti ve Naz'a döndü tekrardan. Sözlerini yarıda kesip "Uzat ellerini," dediğinde ilk başta herhangi bir karşılık alamadı. Beklentiyle kaşlarını kaldırıp "Bekliyorum," diye kesin bir şekilde mırıldandığında ise Naz bu sefer karşı koymayıp söz dinleyerek parmaklarını uzatmıştı. İnce parmaklar soluk bir kırmızıya dönmüştü. Baran eldivenleri rahatça onun ellerine geçirirken Naz soğuktan kuruyan dudaklarını yalayıp "Neden..." diye kısık bir sesle sordu. "Bana bu kadar iyi davranıyorsun?" "Neden bu soruyu soruyorsun?" derken Baran da başını kaldırıp donuk bir ifadeyle baktı Naz'a. "Çünkü anlayamıyorum..." "Neyi?" "Böyle olmanı işte." Naz onun, kendisine zarar vermek istemiyormuş gibi özenle hareket edişini izlerken titrek bir nefes bıraktı dışarı. "İyi davranmanı." Eldivenleri giydirmeyi bitirdikten sonra Naz'ın ellerini sıkıca sarıp bir süre güzelce ısınmalarını sağladı Baran. Bu esnada oturdukları bankta kayıp biraz daha yaklaşmıştı. Kar taneleri onun kahverengi saçlarına düşüyor, ince tutamlara takılıyor ve güzel bir görüntü oluşturuyordu. Bakışlarını saçlardan ve üstündeki kar tanelerinden çekip Naz'ın ela gözlerine çevirdi usulca. "Hiçbir şey yapmadım." Naz "Hiçbir şey mi?" diye şaşkınlıkla sordu ve sonra onun teni arasında sıkışan ellerini işaret etti. "Ellerimi ısıtıyorsun." Baran, parkta yükselen gürültünün arasında bastırılan hayret dolu sesi duymuştu ve hafifçe gülümsedi. "Üşürlerse karla oynayamazsın." "Oynamamam için çabalamalıydın belki de, kalbini kırdım ya hani..." "Kalbimi kıran kimseden intikam almam ben." "Niye?" "Çünkü bana iyi gelen kimseden bir şey istemiyorsan, onu kırdıklarında da kimsenin kötülüğünü istemem," deyip eldivenleri elleri biraz daha sıkı sardı Baran. Birkaç saniye bekledikten sonra konuşmaya devam etmişti. "Sevginin bir karşılığı yok, o zaman kırgınlık da nefrete dönüşmek zorunda değil." Aklına bir an, bazen babasının canını yakmaya dair hissettiği hummalı istek düşünce utanmıştı Naz. Gözlerini gerçek bir cevabın ihtiyacıyla Baran'da gezdirdi. Sanki ders çalışırken fikir yürüttükleri gibi duygular konusunda da kesin bir sonuca ulaşmak için yardımlaşabilirlermiş gibi hissetmişti. "Peki kırgınlık nefrete dönüşürse ne olur?" "Daha tehlikeli olur sanırım." Baran yan döndürdüğü bedenini iyice banka yaslayıp konuşmaya devam etti. "Kırgınlık daha sessiz bir şey, ona alışmak imkânsız değil ama nefret belirsizlikten ibaret. Zarar verme ihtimali çok yüksek; sadece bu zarar insanın kendine mi yönelir yoksa nefret edilene, bilmiyorum." "Kırgınlığımın nefrete dönüşmemesi için ne yapacağım peki?" Naz'ın gözlerinin içine bakarken orada bir cam kırığı gibi beliren kırgınlık gözlerini hiç ayırmadan onu incelemesine sebep olmuştu. Göğe yükselen dumanı kesmek için dudaklarını birbirine bastırdı ve bir süre bekledi Baran, sonra da Naz'ın sorusuna bir belirsizlikle cevap verdi. "Bilmiyorum." "Hani dedin ya az önce kırgınlığa alışmak imkânsız değil diye... Bana imkânsız gibi geliyor çünkü hissettiğim kırgınlık, bir gün gelecek tüm hayatımı mahvedecek diye korkuyorum." Akan burnunu çekip eğdiği gözlerini yukarı kaldırdı Naz. Karanlık parkın sokak lambası bulunan kısmındalardı ve arkadan vuran aydınlık, Baran'ın suratını daha çok bir silüet gibi gösteriyordu. "Ömrüm bu kırgınlığa alışmakla geçecek gibi, peki ya alışmaya çalışırken tükenirsem? Ya hissettiğim şey hiç bitmezse? Ya ben hep kırgın ve gücenmiş kalırsam? O zaman nefretime sığınıp bir intikam almaya hakkım olmaz mı?" "İntikamı bir ilaç gibi düşün. Sana çok iyi geldi, seni öldürecek tüm sızılarını dindirdi ama bir yan etkiye sahip," dedikten sonra Naz'ın içinde bulunduğu durumu kestirmeye çalışırken tereddütle devamını getirdi sözlerinin. "...seni uzun zaman boyunca uyutuyor." "Uyuyayım, ne olacak ki?" Naz gerçek bir istekle omuz silkti. Hemen sonra kendini kandırmaya çalışır gibi konuşmuştu. "Rüya görürüm işte." Pek keyifli olmasa da bu fikre, dudağının kenarını hafifçe kıvırıp güldü Baran. Bir süre öylece bekledi, sonrasında donuk tebessümünü bozmadan "Rüyanın fazlası da kabustur ama," dedi. "Neden kâbus olsun?" "Gerçeklik algını yitirirsin." Titrek gözlerini Baran'ın yüzünde gezdirdi. Eriyen karlar birkaç su damlasına dönüşerek saçlarını ıslattığı için açık kumral tutamlar alnına düşmüştü ama sürekli ittirildikleri için biraz hava duruyorlardı ve bu dağınıklık ona yakışıyordu. Bir de kendisinden bir cevap beklerken dudaklarını kıpırdatıyordu refleks gibi. Kendisi için uğraşan Baran'ı daha fazla yormak istemiyordu. Bu yüzden kendisine çok da komik gelmeyen bir şakayla "Ya da sen çok fazla Inception izledin?" diye mırıldanmıştı. Naz'dan çıkan bu garip tahminle hafifçe tebessüm etti Baran. "Yine de bu yanlış değil. Upuzun bir rüyanın sonunda hayatın kabusa dönüşür, engel olamazsın." "Hayatım zaten bir kabustan ibaret, özellikle de uyuyamadığım gecelerde..." Baran kolunu banka doğru uzatmıştı, biraz öne eğilip karın sükunetini bastıran bağırtılara rağmen usul bir mırıltıyla sordu. "Hayatın neden bir kabustan ibaret bana bunu söyle. Son zamanlarda gözlerinin içinin gülmemesinin sebebini merak ediyorum ben. Seni feci şekilde yıpratan bir şey var ve sen saklayarak yol almaya çalışıyorsun." "Evet..." Naz kar tanelerinin düştüğü saçlarını geriye itip parmaklarına sarılı eldiveni izledi bir süre. "Ben, bir süre önce taşınmak zorunda kaldım." Sessizce Naz'ı dinlemeye devam etti Baran. Nemlenmiş kirpikleri yüzüne ışık vurduğu için parlıyordu. Sonra kirpiklerin ardına gizlenen ela harelerini yavaşça kaldırıp Baran'a bakmıştı. Konuşmaya devam etmeden önce kuruyan dudaklarını ıslattı hızlıca. "Dedemle yaşadığımı zaten biliyordunuz, beş altı yaşlarımdan beri onun yanındaydım ama yakın zamanda dedem beni istemedi ve... şey..." Hadi söyle, babam de onun için. İçindeki ses, boğazına kadar yükselmişti. Dudaklarını aralayıp konuşması için zorluyor olsa da Naz kendisini tutuyordu. Dünyanın en gülünç cümlesini kur hatta: Babamla tanıştım. "B-babamın yanına gönderdi," dedikten sonra sıkıntılı bir nefes bıraktı dışarı. Buhar yukarı yükselirken gözleri de bulanıklaşmıştı. "Aslında onu hiç görmemiştim... yani birbirimizi tanımıyorduk çünkü o beni..." Yutkundu, bir hikâye anlatır gibi bahsettiği şey kendisiydi. Eğer bu hikâyeye biraz uzak hissedebilseydi şimdi daha kolay konuşuyor olurdu. "...bebekken terk etmişti ama bu gerçeğe rağmen onun evinde kalmaya mecburdum, gidecek hiçbir yerim yoktu ve o zaman öyle karmaşık hale geldim ki farkında olmadan senin kalbini kıran birisine dönüştüm." "Biliyor musun şu an hiçbir önemi yok," derken avucunda birikip eriyen karları parmakları arasında ovaladı Baran. Soğuk artık bir iğne gibi batıyordu. En zor anında farkında olmadan onu üstelediği için kendisine kızdı bir de. Yerinde toparlanıp saçlarını geriye ittirirken sıkıntıyla nefeslenmişti. "Bununla tek başına mücadele ettiğini düşünemiyorum bile, niye hiç anlatmadın?" "Çünkü çok utandım." Bunu nasıl söyleyeceğini düşünürken tekrar boğazındaki yumruyu itmek için yutkundu. "Hani burnumun kanadığı gün müdürün odasına gitmiştim ya, Denizhan'ın annesiyle babası da gelmişti. İşte o gelen adam aynı zamanda benim babamdı ve biz birbirimizi tanımadık." "Sen..." diye mırıldansa da donuk şaşkınlığından dolayı devamını getiremedi Baran. "Beni babam istemedi Baran, beni tanımadı, o başkasının babasıydı ve ben o gün hiç kimsenin kızı değildim. Sonra birden onunla yaşamaya başladım, benim için hem üzünç hem de gurur kırıcı bir şey oldu. Bundan kurtulabilmek için tek şansım çok çalışmaktı. Ya hiçbir başarıya ulaşamazsam ve beni terk etmiş olan babama muhtaç kalmaya devam edersem korkusuyla baş edemedim. Hala da edemiyorum... O deneme sınavında neden o kadar yanlış yaptım biliyor musun?" "Neden?" "Çünkü beni istemeyen babamı düşündüm... Hiçbir şey bilmediğim için değil, çok düşündüğüm için yanlış yaptım ben." Onun nasıl bir paniğe kapıldığını şimdi anlayabiliyordu Baran. "Bilmeden seni korkuttuğum için öz-..." Fakat Naz aceleyle sözünü kesti. "Hayır Baran, asıl özür dilemesi gereken benim... Kalbini kırdığım için gerçekten özür dilerim, o an uzak durmamız daha iyi göründü gözüme." "Hala aynı mı düşünüyorsun peki?" Parmağını bankın üstünde sürüp karları yere itti, evet cevabını almaktan korkuyordu. Naz ne söyleyeceğini bilemeyerek dudaklarını araladı ama bir şey söyleyemedi. En sonunda "Tam olarak değil," diyebilmişti. Bu Baran'ın karmaşık bir ifadeye bürünmesine sebep olduğunda kendisini açıklamak için aceleyle devam etti. "Çünkü sürekli üzgün kalarak seni etkilemekten korkuyordum... Ama artık o kadar da üzgün değilim." Cinayetten bahsetmek istemiyordu, bu yüzden sadece hisleri üzerinden anlatıyordu kendisini. Birisi öldü ve ben rahatladım demekle Baran'ın gözündeki konumunu değiştirmeye dair bir endişesi vardı bu yüzden geçen gün gözlerinin önünde gerçekleşen ölümden hiç söz etmedi. "Zaten sen benden uzakken de gülmedim, bu planın hiç işler bir tarafı yok." Baran'ın rahatça ifade ettiği şeye karşın gözlerini devirdi Naz, bu da Baran'ın istemsizce gülmesine sebep olmuştu. Dışarıda tuttuğu ellerini en sonunda ceplerine sokup ısınması için yumruk haline getirirken "Hiç devirme gözlerini," dedi mırıltıyla. "Niye devirmeyecekmişim? Sen bana o zaman ne söylediğini hatırlıyor musun acaba?" "Ne söyledim ki?" deyip güldü. Bilmezden geldiği an Naz'ın yüzü daha bozulmuş, hatta kızgın hale gelmişti. "Baran!" Yumruk yaptığı eliyle onun koluna hafifçe vurdu. Bu esnada Baran da bu yumruktan hiç kaçmamış ve keyifle gülmeye devam etmişti. "İnsanlara o şekilde şeyler söyleyemezsin!" "Hakaret etmişim gibi davranmasana kızım, altı üstü hoşlandığımı söyledim!" "Yine aynı şeyi yapıyorsun," derken başını yana eğip bozuk bir bakış attı ona. "Bak ben bununla hayatıma devam edemem." "İyi güzel en azından ufacık da olsa bir etkim var üzerinde." Saçlarını karıştırıp düşen karları dağıttı yavaşça. "Etkisi olmamalı Baran, benim babamın evinden kurtulabilmek için kendimi tamamen derslerime odaklamam lazım." Kaşları hüzünle çatılmıştı artık, kolaylıkla yansıttığı tedirgin haline karşın Baran sadece "Senin dikkatini mi dağıtıyorum?" diye sorabilmişti. Naz bir gerçeği kabullenerek başını yavaşça aşağı yukarı salladı. Bu Baran'ı gülümsetmeye yetmişti yine. Sanki güzel bir haber almış gibi bakışlarını parkta gezdirip sonra tekrar ona döndüğünde "İstediğin olsun nazlı kız," diye mırıldandı. "Daha fazla senin dikkatini dağıtmayacağım." "Ama yine de benim yüzümden kendini üzmeye devam etmeyeceksin değil mi? Senden özür diledim çünkü." Ellerini aradaki boşluğa yaslayıp üzgün halde konuştu Naz. "Gerçekten çok özür dilerim Baran." "Özür dileme daha fazla." Artık daha fazla dayanamadığı için üstüne kar tanelerinin biriktiği saçları biraz geriye ittirip Naz'ın yüzünü açtı Baran. "Ayrıca benden ve hislerimden korkmana da gerek yok, sana istemediğin bir şeyi diretmem," diyerek onu rahatlatmaya çalışmıştı. Eğer aralarında gerçekleşecek bu şey onu kötü etkileyecekse susabilirdi. "Ama uzaklaşmak istemiyorum, benden uzaklaşmanı istemiyorum Naz." "Tamam uzaklaşmayız," derken korkak halde başını geri çekti. "Yine eskisi gibi oluruz." Baran düşünceli halde ona bakarken "Çok da eskisi gibi olamayız," dedi saniyeler sonra. Bu Naz'ın şaşırmasına sebep olmuştu. "Neden?" "Çünkü bundan sonra sen benim rakibimsin, okul birinciliğine ben de adayım." "Ne?" Kaşlarını çatıp mahsus bir kızgınlıkla baktı Baran'a. "Beni geçemezsin." "Onu sene sonunda göreceğiz, biz de boş değiliz ki zamanında güzel bir öğretmenimiz olmuştu." Bu sefer utanarak bakışlarını kaçırdı Naz. Beraber ders çalıştıkları anları hatırlayınca tüm soğuğa rağmen yanakları ısınmıştı. Hemen sonra utangaçlığını belli etmemeye çalışarak dik durmaya çalıştı. "Yarışalım mı istiyorsun yani?" "Yarışalım, en sonunda da kazananın istediği olsun ne dersin?" "Bu çok riskli, senden asla hoşlanmayacağın bir şey de isteyebilirim." "Kazanacağına bu kadar emin olma Naz, birinci olmak için elimden gelen her şeyi yapacağım." "İsteyeceğin bu kadar önemli ne var da birden rekabeti artırıyorsun?" "O da bana kalsın... Ama bugünü hiç unutma, tamam mı? Aralığın on altısı. Bir sene sonraki on altı Aralık'ta benim istediğim gerçekleşmiş olacak." "Göreceğiz," dedikten sonra ayağının altında ezilen karların sesini dinleyip gülümsedi Naz. "Ben hafife alınacak bir rakip değilim, böyle kışkırtırsan hezimete uğrama ihtimalin çok yüksek." "Hadi bakalım..." Göz kırpıp yerinden kalktı. Elini uzatıp Naz'ın tutmasını beklerken "Şimdi biraz karla oyna," dedi usulca. "O kadar bekledin yağmasını... Vaktini oturarak geçiremezsin." Naz'ın bakışları da hemen arkadaki Yağmur'la Melek'e kaydı. Uzandıkları yerde kar meleği yapıyorlardı. Ayağa kalkıp oraya koştururken "Ben de yapacağım!" diye seslenmişti, sonra da bedenini hızla yere bıraktı. Bu esnada Baran'ın bağırışı duyuldu. "Yavaş!" Gözünün önüne karanlık gökyüzü serilmişti şimdi. Siyahlığın ortasında beyaz taneler birer tüy gibi usulca aşağı süzülürken, iki yana açtığı kollarından biri hemen yanındaki Melek'e çarpıyordu. Hatta onun "Ya bozuluyorum!" dediğini duymuştu. Her ne kadar bunu çok komik bulmasa da sanki uzun zamandır taşıdığı bir yükü üstünden atmış gibi güldü Melek'in sözlerine. Birkaç saniye sonra Yağmur'un kalkıp kaçmasıyla Melek de onu takip etmişti. Naz yalnız kaldığı yerde kar meleğini yapmak için kollarını daha hızlı aşağı yukarı kaydırırken bir süre sonra karanlık gökyüzünün ortasında bir beden belirdi. Baran elleri ceplerinde, ayakta dikilerek kendisine bakıyordu. Duygularına engel olamayarak güldü Naz. Sonra da "Bakma öyle," diye seslendi ona. "Önemli bir işle uğraşıyorum." Aynı anda bacaklarını da açıp karda iz bırakmaya devam ederken Baran yavaşça yere eğildi, hala yukarıdan bakıyordu ona. Tüm beyaz tanelerin arasında dağılmış kahverengi saçlarına gülüp onun çocukça eğlenmesini seyretti. Hikayesini dinledikten sonra bu masumluğuna daha da hak vermeye başlamıştı. "Yarın da böyle eğlenip gülmeye devam edecek misin?" diye sordu tereddütlü bir merakla. "Yarın ne getirir bilemem ki." Naz'ın hareketleri biraz duraksamıştı, yine de uzandığı yerde kollarını aşağı yukarı açmaya devam etti. Bu yaşadığı gelip geçici bir mutluluktu, bu mutluluğun tadını çıkarmak yarını düşünmekten daha önemliydi. "Her gününü böyle riskli ihtimaller üzerine mi geçiriyorsun?" "Çünkü her günüm riskli ihtimaller üzerine kurulu." Uzandığı yerde melek yapmayı bırakıp doğruldu ve oturur pozisyona geldi Naz. Bu esnada Baran'ı da daha yakın görür olmuştu. "Yine de artık mutlu olmaya daha yatkınım," dedikten sonra başını yana eğip ince bir sesle sordu. "Değil miyim yoksa?" Gözlerinin önünde gerçekleşen cinayetten sonra canını yakan tek şeyin, dedesinin hapse girmesi olduğunu fark etmişti. Yoksa toprağın altına giren için üzüldüğü yoktu. Artık dedesinin gidişine de yavaş yavaş alışıyordu. "Öyle olmanı istediğim için soruyorum zaten..." Bir süre gözlerini onda dolaştırıp "Naz," diye mırıldandı Baran. "Efendim?" "Yarın sabah sana mesaj atacağım." "Neden?" İstemsizce elini cebindeki telefona götürdü Naz, onu yoklarken Baran'ın sözlerini dinliyordu ama telefonunun yokluğunu da fark etmemişti. "Nasıl bir güne uyandığını kontrol etmek için." "Okulda gelince de görebilirsin aslında," dedikten sonra yerden bir kar birikintisi toplayıp avucunda top haline getirmeye başladı yavaşça. "Ben mesaj atmak istiyorum." Şekil verdiği topu bir süre sonra sıkılarak kalp şeklinde küremeye başladı parmaklarıyla. Bu esnada düşüncelere dalmıştı ama yine de dalgınlığına rağmen "Hmm..." diye mırıldandı. "Kaçta atacaksın?" "Kaçta uyanıyorsun?" "Sekizde," dedi mırın kırın. Gerçekten sabah Baran'la mesajlaşmak fikri birden kalbinin hızını arttırmıştı. Bu zamana kadar arkadaşlarıyla bile çok sohbet etmediğinden, telefonunu sadece mühim durumlarda haberleşmek için kullandığından dolayı bu yine hayatında bir ilk olacaktı. "Tamam, sekizde sana yazmış olacağım." Karşısındaki kızın bakışlarını saklamasını seyrederken yüzünde bir tebessüme engel olamadı Baran. Gözlerini alamıyordu, Naz'ı çoğunlukla etrafında görmek istiyordu. Bu yüzden eğer bulabilirse, hep ona bakıyordu. Dudaklarının kıvrılmasını durduramadığı an, aralarındaki sessizliği aniden yüzüne yediği bir kartopu bölmüştü. Tüm soğuk yanağına yayılırken eliyle karları sıyırdı ve hızla sol tarafına baktı. Emir tam hedefini vurmanın şaşkınlığını yaşarken gülerek bakıyordu onlara. Yanında da bir suç ortağı gibi Yağmur dikiliyordu. Ayağa kalkıp yerden kar toplarken "Oğlum var ya geberteceğim seni!" diye bağırdı. Büyüttüğü kar topunu avucu arasında iyice döndürüp onların peşinden koşturmaya başladı. Yağmur da elinden tuttuğu Emir'i peşinden çekiştirip koştuğunda Melek, yalnız kalmış Naz'ın yanına ulaştı hemen. "Ay dondum... Soğuktan yüz felci geçiriyorum galiba." Oturduğu yerden yavaşça ayaklandı Naz. Eldivene takılan beyaz kalıntıları temizlemekle uğraşırken bakışlarını Melek'e çevirdi. Gerçekten de burnu ve yanakları kıpkırmızı haldeydi, çok fazla hareket etmiyordu. "Saat kaç ki? İstersen dönebiliriz artık." "Hiç bilmiyorum saati falan çünkü şu an ellerimi kıpırdatamıyorum." "Dur ben bakayım." Ceplerini kontrol edip telefonunu aradı ama bulamadı, belki yere uzandığında düşmüş olabilir diye karların arasını da kontrol etti Naz. Gerçekten de çökmüş bir kar kısmında bulmuştu telefonunu. Biraz da ıslanmıştı. Açma tuşuna bastığında ekran aydınlanmadı. Hala kararmış halde duruyordu. "Of açılmıyor ya." "Neden ki?" "İçine su falan kaçınca kafayı yiyor aptal şey." Birkaç denemeden sonra yine açılmayınca telefonu mecburen cebine atıp gökyüzüne bakındı. Hava kararalı epey olmuştu, belki de gerçekten dönme vakti gelmişti. "Neyse, artık eve dönelim o zaman. Yoksa yarın okula sadece ben değil, hepimiz hasta geleceğiz." "Of hasta olmaktan nefret ediyorum!" Hala kartopu savaşı yapan Emir, Yağmur ve Baran'ı da topladıktan sonra durağa geçmişlerdi. Naz ellerindeki eldivenleri çıkarıp Baran'a baktı usulca. "Melek çok üşümüş de ona versem olur mu? Yağmur bir şey der mi?" "Demez de senin ellerin ne olacak?" "Montumun cebine sokarım, zaten ben onun kadar üşümedim." Eldivenleri hemen yanında soğuktan titreyerek bekleyen Melek'e giydirdi bu sefer. Bu sırada Yağmur'a sesleniyordu. "Senin eldivenlerin bendeydi Yağmur ama şimdi Melek'e veriyorum, haberin olsun." "Sizin olabilir aşkım, hiç sıkıntı yok." "Tamamdır." Melek'in beresini biraz daha aşağı indirip kulaklarını örttükten sonra "Oldu... Otobüse binince biraz daha ısınırsın, sabret," demişti. "Çok teşekkür ederim Naz..." "Rica ederim." Gülümsedikten sonra banktaki boş yere oturup beklemeye başladı. O sırada durağa yaklaşan otobüsle hiç beklemeden tekrar kalkmıştı. "Benim otobüsüm geldi." Ön camdaki kalabalığı görüyordu, tek isteği kendisi için ufak bir boşluk bulmaktı. "Eyvah çok kalabalık bu," dedi mırıltıyla. "Bir sonraki sefere bin," deyip arkasından yaklaştı Baran da. "Bununla gidemezsin şimdi." "Ama bir sonrakinin gelmesine yarım saat var, bir de bu trafikte kırk beş dakikaya uzayabilir. Şimdi binmem lazım yani." Kartını hazırlarken Baran'ın memnuniyetsiz suratına baktı biraz. "Ne oldu?" "İkimizi de alır mı bu otobüs?" "Sen nereye gidiyorsun?" Baran "Seninle geleceğim," deyip normal bir şeyden bahsediyormuş gibi omuz silkmişti. "Tek gidebilirim Baran." "Tabi ki de, ben aksini mi söyledim?" derken de epey rahattı. Kaldırımın kenarına biraz daha yaklaşıp otobüsün önünde durması için gereken yeri ayarladı gelişigüzel. "Sadece seninle geleceğim dedim." "Yolunu uzatacaksın ama." "Ben de zaten uzun yol insanıyımdır." Dudaklarını yine hafifçe kıvırıp usulca güldükten sonra ellerini ceplerinden çıkardı. Otobüs tam önünde durmuştu. Baran kimsenin binmesine izin vermeden açılan kapıya Naz'ı yönlendirdi hemen. Arkasında kendisi de binmek için hareketlendiğinde şoför "Oğlum doldu işte görmüyor musun? Neyi zorluyorsun?" diye bağırmıştı. "Abi ne yapalım soğukta donalım mı?" diye kızgınlıkla seslendi Baran. Daha dışarıda bekleyenler olduğu için ön tarafa bakındı uzun boyundan istifade edip. Bir genç telefonuna bakar halde tam orta kısımda dikiliyordu ve asla hareket etmiyordu. "Şşt kardeşim ilerlesene biraz, bak insanlar bekliyor burada!" dedi yüksek sesiyle. Telefonuna bakan kişi başını kaldırıp dalgınlığından sıyrıldıktan sonra ileri geçmişti. Açılan boşluğa yürüdüklerinde Baran üst direğe tutundu ve kendisinden sonra binenlere öfkeyle bakan şoförü kontrol etti. Naz da tutunacak bir yer ararken elleri boştaydı. "Naz bana tutun." Kalabalıkta hiçbir şey duyamadığı için "Ne?" diye sordu Naz. Birkaç saniye sonra aniden hareket eden arabayla beraber geriye savrulur gibi olduğunda Baran onu kimseye çarpmadan yakalamış ve tekrar kendine çekmişti. "Tamam tuttum..." dedi onun düşecek olmaktan dolayı korkmuş ifadesine bakıp. Hemen ardından Naz'ın elini sıkıca kavrayıp montunun cebine soktu kendi eliyle beraber. "Teşekkür ederim." Naz usulca gülümseyip gözlerini kaçırdığında çok geçmeden tekrar Baran'a bakmıştı. O da camın ardındaki karanlığın arkasını seyrederken gizliden gizliye gülüyordu, sanki Naz'ın kendisine baktığını fark etmiş gibi yavaşça ona döndü. Böylelikle dudağındaki gizli kıvrım daha da artmıştı. Uzun bir yolculuktan sonra eve en yakın yerde indiklerinde karşılarına karanlık bir yol çıkmıştı. Oradan geçtikten sonra evin muhitine çıkacağını biliyordu Naz. Bu yüzden "Artık kendim devam edebilirim, buraya kadar benimle gediğin için çok sağ ol Baran," dedi. Saçını üşümüş eliyle geri ittirirken Baran da adım adım ona yaklaşmıştı. "Henüz gidemem, yolda sana sormam gerekenler var daha." Naz'ın sürekli gösterdiği itirazlara karşın artık bahane üretmeye alışmıştı Baran. Sürekli önüne düşen nemli saçlarını geriye ittirdikten sonra ellerini birbirine sürttü ısıtmak için. "Allah Allah, ne soracaksın?" Farkında olmadan yolu yürümeye başladı Naz. Dudaklarından sızan buhar aralarında yükseliyordu ve karanlık yerde görünebilen tek şeydi. "Bilemiyorum... Gizemi çözülememiş çok soru var daha, hangisinden başlayacağıma karar veremedim şimdi." Birbirine sürttüğü ellerinin arasına üflerken soğuğu düşündü ve aklına gelen fikirle mırıldandı. "Mesela Dyatlov Geçidi'nde ne oldu?" Naz farkında olmadan gülmüştü, sürekli başını yan tarafa çevirip onu kontrol ediyordu. Baran'da da muzip bir ifade vardı. Sorusundan sonra "Senin fikrini merak ediyorum," derken ciddi görünmeye çalışsa da tekleyen konuşmasındaki gülüşe engel olamıyordu. "Ben öyle bir şey duymadım bile," deyip daha da güldü Naz. Gözleri kısılır hale gelmişti. Tam o esnada ileride ani bir fren yaparak duran arabayla beraber olduğu yerde irkildi. Karanlık sokaktaki tek gürültü bu fren sesiydi ve ürkmesine sebep olmuştu. Arabadan hızla inip yanlarına gelen kişiyi görmeye çalışırken nefesleri hızlanmıştı birden. Ancak gelen kişinin babası olduğunu fark edince korkması geçti, sadece ellerini ceplerinden çıkarıp iki yanında yumruk yaptı seyrek bir sinirle. Baran da "Naz yanıma gel," deyip onu ilerlediği yerden çekmeye çalışmıştı. "Neredesin sen?" diye bağırdı Tarık tüm gücüyle. "Allah aşkına akşamın bu saatinde neredesin Naz?" Epey öfkeli görünüyordu. Üstündeki mont bile alelacele giyilmiş gibi duruyordu. Hemen karşısına geçtiğinde onun arkasından koşturarak gelen Denizhan'ı gördü. Onda da korku dolu bir ifade vardı. Naz'ın "Geliyorum işte," mırıltısından sonra Tarık'ın kaşları da hemen çatıldı. "Geliyordun öyle mi? Bize kafayı yedirttikten sonra mı söylüyorsun bunu?" "Kimseye kafayı yedirtmedim, Mine ablanın haberi vardı zaten." "Haberi olsa ne Naz? Geç kalmam demişsin, hava karardı ama hala ortalıklarda yoksun! En azından bir haber verseydin, süs diye mi taşıyorsun o telefonu yanında? Evde seni merak eden insanları hiç mi düşünmüyorsun?" Naz telefonunu cebinden çıkardı ve kırık ekranını Tarık'a doğru çevirdi. Tuşuna basıp açılmadığını gösterirken "Kapandığı için mesaj atamadım," demişti. "Şarjını ona göre ayarlayabilirdin!" "Şarjla alakası yok, bazen kendi kendine kapanıyor." Telefonu tekrar cebine soktu. Yanında Baran varken böyle bağırması hoşuna gitmemişti. Dudaklarını utançla kemirip babasının kendini rahatlatmaya çalışan yüzünü seyretti. Saçlarını geriye ittirirken gözlerini kapatmıştı. "Umarım bizi korkutmanın geçerli bir sebebi vardır," dedi Tarık, çoğunlukla Denizhan'a da böyle davranırdı ve normal bir baba gibi olmanın, Naz'ı düşünüyor gibi davranın onu mutlu edeceğine inanıyordu. "Şimdi arabaya geç lütfen, zaten donmuşsun." Onu omzundan tutup ilerletmek istediğinde Naz kendini geri çekti. Parmaklarını gerginlikle kütletirken çekingen halde Baran'a dönmüştü. "Kusura bakma lütfen..." "Sorun değil de," deyip Tarık'a memnuniyetsiz bir bakış attı Baran. "O kim?" Dizini gergin halde titretirken neredeyse duyulmayacak bir sesle "Anlatmıştım ya," dedi. Babam kelimesini söylemekte zorlanıyordu, öyle ki dilinden dökülmüyordu bile. "Anladım... Sana zarar falan vermiyor değil mi?" "Hayır," dedi Naz aceleyle. Babası yine en utanç verici soruları duymasına sebep oluyordu. "Hayır, hayır... Zarar vermiyor." "Emin misin?" "Eminim Baran, sen de artık gitsen iyi olur. Saat çok geç oldu, yarın okulda görüşürüz." Ona titrek bir şekilde el sallayıp son bakışının ardından arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. Kapısı açık halde duran arabayı görünce hiç duraksamadan ilerlemeye devam etmişti. Utanıyordu, sabah kahvaltıda yüz yüze geldikleri an bile doğum gününü hatırlamayan babasının şimdi kendisini Baran'ın yanında azarlıyor olmasından utanmıştı. Üstelik o tüm gerçekleri biliyordu. Neyse ki ev çok uzak bir mesafede değildi. Tarık ve Denizhan'ın arkasından bağırmasına rağmen koşturmasını arttırıp bahçeye girdi. Kısa merdivenleri inip dış kapıya geldiğinde zili çaldı, kapı çok çabuk açıldığında onu endişeli suratıyla Mine karşılamıştı. "Naz canım nerede kaldın? Babanlar da tam şimdi sana bakmaya çıkmışlardı." "Gördüm..." "Gördün mü?" Yine bir kapı sesiyle konuşmaları bölündüğünde Naz merdivenlere yönelmek istedi ama Tarık'ın seslenişiyle yerinde kaldı. "Naz!" Birkaç saniye sakin kalmaya çalışarak yerinde bekledi Naz. Derin derin nefesler alıyor, bağırmamak için kendine telkinler veriyordu. Yavaşça geriye döndü. "Efendim?" "Neredeydin bu saate kadar? Bize tek açıklama yapmadan gidecek misin?" "Arkadaşlarımlaydım, gördün işte." "Tamam da geç kalmayacağım dedikten sonra makul bir vakitte niye dönmedin? Burada endişelendik senin için!" Gözlerini evin içinde gezdirdi, her şey normal görünüyordu. Bir ailenin sevilen kızına yapıldığı gibi aniden konfetiler patlamayacaktı, babası onun gözlerini kapatıp önüne iyi ki doğdun canım kızım yazan bir pasta koymayacaktı. Kendisini boşuna kandırıyordu. Saçının ön tarafını titrek parmağıyla kaşırken "Bugün benim için önemli bir gündü," dedi ağlamaklı bir sesle. "Bundan dolayı geç kaldım." "Önemli bir günse bize de haber verebilirdin-..." Babasının sözlerini bu sefer bağırarak yarıda kesti Naz. "Sana arkadaşlarımla doğum günümü kutladığımı mı haber verseydim?" Duyduğu şeyin ardından ilk an afallamıştı Tarık. Doğum günü. 16 Aralık. Soğukta donmasın diye uğruna soba yakmayı öğrendiği kızının dünyaya geldiği gün. Kalbinin sıkıştığı esnada avuçlarını yavaşça kaldırıp tenine baktı. Şimdi düzgün olan ellerinde, sanki on sekiz sene öncesinin yanık izleri vardı. Çıra tutuşturmaya çalışırken çakmakla yaktığı ellerindeki izler, artık yanan yüreğinin üstündeydi. Aradan geçen saniyeler sonrasında Tarık bakışlarını tekrar kızına kaldırdı ve "Naz..." diye mırıldandı. "Ne Naz? Ne? Adımdan başka bildiğin bir şey yok ki zaten senin... Ne en sevdiğim rengi bilirsin ne en sevdiğim yemeği." Dikleşen omuzlarını düşürüp alt dudağını hırsla ısırırken yalnızca babasına bakıyordu. Yaşadığı hayal kırıklığını bu kadar perçinlemek zorunda değildi. Şaşkın ve hüzünlü gözleri Naz'ın yüzünde dolaşırken bir şey söyleyebilmek için dudaklarını araladı Tarık ancak hiçbir şey söylemeden susmak zorunda kalmıştı. "Ama sana kızmayacağım çünkü bugünü ben de unutmuştum... Sen, sen benim doğum günümü hatırlanmaya değmeyecek bir şeye çevirdin." Bir adım geriye gidip merdivenleri çıktı yavaşça. Son bir gözyaşı yanağından süzüldüğünde dudaklarını ısırmaya devam ediyordu. "Ben sana kızmıyorsam sen de bana hesap sorup durma. Sadece her zamanki gibi kendinle ilgilen." Sözlerinin ardından merdivenleri hızla çıkıp odasına geçti. Kapıyı örtüp üstündeki montu sıyırırken ağlamaya devam ediyordu. "En azından bugünü güzel bitirmemi sağlayabilirdin," diye kendi kendine konuştu. Bu serzenişlerinin hiçbir zaman gerektiği yere ulaşmayacağını bilse de mırıldanmaya devam etti. "...sadece unutarak her şeyi daha az berbat ederdin." Banyoya geçmek üzere hareket ettiğindeyse kapısı tıklatılmıştı. Çok geçmeden Mine girdi içeri. "Naz..." Burnunu çekip dudaklarını yalarken bir gözyaşı daha akmaması için çaba gösteriyordu Naz. "Mine abla sonra konuşsak olur mu? Aşağıda bağırdığım ve geç kaldığım için gerçekten çok özür dilerim ama lütfen daha sonra konuşalım." Bir süre onun ağlamaktan kızarmış suratına baktı. Yaşadığı hayal kırıklığının farkındaydı, bu yüzden üstüne gitmek istemiyordu. "Peki," diye mırıldandıktan sonra oradan ayrıldı. Naz yorgun bedenini sıcak suyun altına atıp bir süre vakit geçirdikten sonra çelimsiz haliyle üstünü giyinip direkt yorganın altına uzanmıştı. Sürekli gözlerindeki ıslaklığı temizleyerek beyaz duvarı seyrediyordu. "Uzun zaman sonra en güzel günümdü," dedi ince bir sesle. "...mutlu bitirmeyi hak ediyordum." Gözlerini kapatıp dudaklarını içe doğru kıvırdı. Bir sağa döndü, bir sola... Karanlık odadaki tek ses dışarıdan geçen arabaların sesiydi. Yorganı tamamen üzerine çekip yalnızlığını biraz daha arttırdı. Yarının korkusu sarmıştı üstünü, eğer bir gün daha gözlerini açmak istemeyerek ayağa kalkmak zorunda kalırsa kendine verdiği tüm sözler bozulmuş olacaktı. Sabah uyanmaya bir sebebim olsun artık, bu gözler açılmayı hiç mi hak etmiyor Allah'ım? Güç bela düzeltebildiği telefonundan alarm kurup kirpiklerini örttüğünde saat gece yarısını çoktan geçmişti. Yarın her şeye rağmen uyanabilmesi için artık uyuması gerekiyordu. İçinde kaynayan ve onu kıvrandıran hisleri göz ardı etti, güzel şeyler düşünmeye çalıştı çünkü şimdinin hiçbir faydası kalmamıştı. Karanlık geçen bir uykunun ardından sabah tam sekizde çalan alarmın sesiyle gözlerini araladı Naz. Saçlarını geriye ittirip yatakta doğrulmaya çalıştı. Bu esnada birkaç kere öksürmüş, kirpiklerini defalarca kırptıktan sonra az da olsa ayılabilmişti. Komodine uzanıp telefonu aldı ve çalan alarmı kapattı, o sırada paneldeki bildirime kaymıştı gözleri. Bir mesaj bildirimi vardı. Şifreyi girdikten sonra merakla gelen mesaja baktı. Uykudan dolayı acıyan gözleri ve ısırmaktan yara olmuş dudaklarına rağmen hafif bir tebessüm ettiğinde kalbi de hızla atmaya başlamıştı. Verilmiş bir sözün nasıl unutulmadığına şahit oluyordu. Baran: Çok sevdiğim bir şarkıda "sadece rüyalarda mı var bu güzel anılar" diyordu. Fark ettim ki güzel anılar sadece rüyalarda değilmiş Naz. (06.54) Baran: Ve günaydın. (08.00) Baran: Artık bu mesajı güne nasıl uyandığını kontrol etmek için değil, gününü nasıl geçireceğini belirtmek için atıyorum. Bu sefer kalorifer kenarını ayarladım bizim için, sadece gelmeni bekliyorum. (08.00) |
0% |