@askilav
|
Önündeki kitaba biraz daha eğilip minik harflerle yazılmış uzun soruyu daha dikkatli okudu. Bu sırada dağılan saçlarını sürekli omzundan geriye itiyordu. İnce tutamlar yerlerinde durmaya pek niyetli değildi ama Naz onları toplamak da istemiyordu. Bu yüzden sinirle oflayıp saçlarını elinde tamamen kıvırdı ve iyiden iyiye gerisine bıraktı. Teneffüste, koridordaki bir masada oturuyorlardı. Hemen karşısında Baran vardı, o da defterindeki bir notu kontrol ederek açık kitaptaki soruyu çözmeye çalışıyordu. Koridorda gezinenlerin gürültüsüne rağmen dikkat topladıkları an, ikisini de dağıtan şey Naz'ın saçları olmuştu. Baran bakışlarını kitaptan kaldırıp Naz'a çevirdi. Yüzünde bıkkın bir ifade vardı ve o haline rağmen hala soruya odaklı haldeydi. Baran ise zaten artık bitirmek istediği ders çalışma vaktini sonlandırıp kitabını biraz ileri itti ve arkasındaki duvara yaslandı. Kollarını önünde bağladığında sadece Naz'ın tepkilerini izlemeye başlamıştı. Sürekli saçlarını geri itiyor ve farkında olmadan oflanıyordu. Kalemi hızlı hızlı hareket ettirirken onun her şeye rağmen soru çözmekten vazgeçmemesi Baran'ı güldürmüştü ve uzunca bir süre, yalnızca onu seyretti. Dakikalar sonra Naz da yorgunlukla boynunu kaldırıp elini ovalamak için ensesine attığında Baran'ın bakışlarıyla karşılaşmıştı. İlk an irkildi ve gözlerini irice açtı. "Bir şey mi oldu?" diye sorarken yüzüne dokunuyordu. "Niye bakıyorsun?" Parmaklarını dudaklarına sürtüp gülüşünü gizlerken başını iki yana sallamış ve "Yok bir şey," diye mırıldanmıştı Baran. Naz önünde açık duran kitabı işaret edip "Kitabın burada," dedi. "Ona bakacaksın." Baran yavaşça omuzlarını silkti. Hala sırtı duvara yaslı haldeydi ve oturduğu tekerlekli tabureyi sürekli iki yana döndürüp duruyordu. "Canım nereye isterse oraya bakarım." Kuruyan dudaklarını ıslattıktan sonra burnundan hızlı bir nefes verdi Naz. Kendi kalemini de bırakıp dirseklerini masaya yasladığında avuçları arasında kalan yanakları öne doğru sıkışmıştı. "Sen zaten canın ne istiyorsa hep onu yapıyorsun," derken onun rahatlığına karşı serzenişini dile getirmişti. İki yana çevirdiği taburede hareket etmeyi kesip ellerini ceplerinden çıkardı ve tıpkı Naz gibi masada öne eğildi Baran. Ona daha yakından bakarken kıpırtıların dolaştığı ela gözlerini seyrediyordu. "E ben sana da yap demiştim." Her ne kadar konusu açılmasa da Baran, onun babasıyla arasındaki sorunların farkındaydı. Naz'ın doğum gününün üstünden iki ay geçmişti ve bu zaman içinde ne olduysa, o her şeyi içine atmaya başlamıştı. Çoğunlukla gülüyor, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu ama Baran onu yalnız gördüğü her an saklanmış bir hüzünle yakaladığı için gerçeklerin farkındaydı. Bir süredir Naz'ın aklını karıştıran bir şeyler vardı. "Ne demiştin?" diye mırıltıyla sordu Naz. Gözleri dalgındı, sonra olduğu yeri henüz algılıyormuş gibi bakışlarını netleştirip Baran'a döndü. Onun söylediği şeyi hatırlıyor olsa da istemekten çekindiği için tekrar sormak zorunda hissetmişti kendini. Yanında olduğunu bilmeyi, aynı zamanda duymayı da seviyordu. Baran "Eğer aklın karışır gibi olursa," derken kelimeleri yavaş yavaş ifade etti. "Düşünmekten kurtulamaz hale gelirsen... Seni dinleyecek ve anlayacak birisine ihtiyaç duyduğun an, hemen beni ara demiştim." Naz dudaklarını hafifçe kıvırıp ufak bir tebessüm ettiğinde "Sonra?" diye sormuştu. Gözlerini yavaş yavaş kırparken alt dudağını ısırdı ve hemen ardından serbest bıraktı. Önündeki kitabın köşesini kıvırırken gözlerini masada kısaca gezdirmekten çabucak vazgeçip bakışlarını Naz'a çevirmişti Baran. "Sonra ben sana canının ne istediğini söyleyeceğim." "Sen benim ne istediğimi benden çok daha iyi biliyorsun değil mi?" Kirpikleri görüşüne gölge düşürüyordu, bu yüzden gözlerini irice açıp yüzük parmağıyla orayı ovaladı. Dün geç vakte kadar ders çalıştığı için uykusu vardı, zaman daraldıkça Naz da onunla yarışmaya başlamıştı. "Hayır," diyerek bir itiraz etti Baran. "Ne istediğini en iyi bilen sensin... Sadece farkında değilsin." "Ben aslında seni aramak mı istiyorum yani?" Naz yanaklarına koyduğu ellerini çenesinin altına koyup yaramaz bir bakış attı ona. Kumral saçlarını eliyle karıştırıp birkaç saniye bekledikten sonra başını aşağı yukarı salladı Baran. "Evet... Hatta farkında değilsin ama aslında yarın benimle buluşmak da istiyorsun," derken ifadesini kendinden emin bir hal almıştı. Naz kaşlarını şaşkınlıkla çatıp "Ne?" diye sordu. Bu tepkisinin ardından Baran da gülmeye başlamıştı. "Nereden çıktı şimdi bu?" "Ne bileyim..." Elini ensesine atıp ne diyeceğini bilememenin suskunluğuyla sıvazladı. Aralarındaki şeyi bir süredir sadece arkadaş olarak ilerletiyorlardı ve zaman geçtikçe istediği gibi davranamamak Baran'a yük olmaya başlamıştı. Üstelik bir daha geri gelmeyecek vakitlerini bir kitap başında çürüttüğü için ileride yaşayacağı pişmanlığı, henüz var olmadan bir an önce yok etmek istiyordu. Naz ile hatırlayacağı daha güzel anılara ihtiyacı vardı. "Hiç beraber sinemaya gitmedik mesela, belki gideriz diye düşünmüştüm." "Biz mi?" diye mırıldandıktan sonra parmaklarını saçlarının arasından yavaşça aşağı indirmişti. "Hep beraber mi?" Baran bu soruya karşın kaşlarını çattı memnuniyetsizce. "Biz, ikimiz." Birkaç saniyeliğine kendine düşünme fırsatı verirken Naz'ın bakışları karşısında oturan Baran'daydı. Beklenti içindeki gözlerini hiç kaçırmıyordu. Onun ne istediğini bilen davranışlarını bazen babasıyla karşılaştırmak hatasına düşüyordu ve bir gün her şey biter, hayatında ilk kez tattığı sevgi de yavaşça solarak sonlanır diye gizliden gizliye bir korku hissediyordu. Bu yüzden tereddütle beklediği anlardan sonra "Bilmiyorum," demişti ki Baran "Sadece bir gün birkaç saat Naz," diye hızlıca mırıldandı. "Ben vakit ayırdığına değmeyecek birisi miyim?" "Şu an duygu sömürüsü mü yapıyorsun sen?" Baran acıklı ifadesini çok hızlı silip dudağının kenarını kıvırdı. "İşe yarıyor mu?" Başını yana yatırıp düşünür gibi gözlerini kısarken yüzü yine gülmeye başlamıştı. Sonra "Bazen sana kızmak istiyorum," diye serzenişle konuştu Naz ama sonra hemen gözlerini kaçırdı. "Ama işte..." diye mırıldandıktan sonra da elini alnına siper edip yavaşça yüzünü gizlemişti. Onun ince bileğini kavrayıp geri çekerken "Ama işte ne?" dedi merakla Baran. Sırıtışı daha da artmıştı. Naz'ın kaçırdığı yüzünü görmeye çalışıyordu. Üstelik tutam tutam dağılan saçları da onu saklamak konusunda çok başarılıydı. Saç tellerini nazikçe kenara çektiği esnada Naz da başını geriye çevirip kendisine bakınca Baran bir an duraksayıp nefeslendi ve gizlice yutkundu. O gerçekten, karşısındaki kişiyi sekteye uğratacak kadar duru bir surete sahipti ve duyguların kolaylıkla şekil alabildiği gözlerine baktığında gördüğü kişi, sevdiği kişiydi. "Ama işte," diye yavaşça mırıldandı Naz. Az önce Baran'ın köşesini kıvırdığı kitapla uğraşıyordu. "Seninle vakit geçirdiğime değeceğini bildiğim için sana kızmıyorum." "O zaman yarın sadece ikimiz," derken kaşlarını usulca havaya kaldırdı. "Buluşuyoruz?" "Hıhımm... Buluşuyoruz." Dağınık saçını kulağının arkasına sıkıştırıp kalemini tekrar eline aldı Naz. Ucunu kontrol ederken her şey normalmiş gibi davranıyordu çünkü içten içe hızlanan kalbi, olağan bir durumu fazlasıyla sıra dışı hale getirmişti. "Şimdi biraz daha ders çalışalım mı?" "Bir dakika o kadar hızlı kapatamazsın konuyu." Baran sandalyesinden kalkıp Naz'ın yanındakine oturdu. Dirseğini masaya yaslayıp bedenini yan çevirirken yüzünde serseri bir gülüş vardı. "Saat kaç sana uygun?" "Üç." Kalemini kitabın üzerinde dolaştırıyordu ve aynı zamanda Baran'a hiç bakmıyordu ancak yine de onun sorularını cevaplar haldeydi. "O sırada dışarıda işim var, bitince sana yazsam olur mu?" "Tabi, bana yazabilirsin." Naz hala kahverengi saçlarını geri itip duruyordu, bazen eliyle toplayarak tutuyor ve bazen de sinirle çekiştiriyordu. Onun bileğindeki tokayı ucundan çekiştirip "Bu kadar öfkeleneceğine saçlarını toplasana," demişti Baran. "Toplayınca başımı çok ağrıtıyor." "Azıcık ör o zaman." "Ben saç örmeyi bilmiyorum, basit örgü bile..." "Neyse ki ben varım." Baran dönen tabureyi çevirip Naz'ın sırtını kendine çevirdi ve tüm saçlarını nazikçe geri çekti. "Ben örerim saçlarını." "Sen saç örmeyi nereden biliyorsun?" diye şaşkınca sordu Naz. Başını geriye çevirmek istese de Baran'ın ellerini hissettiği için bunu yapmamıştı ama bir yandan da merak içindeydi. "Birisi öğretmişti önceden." Kahverengi tutamları üçe ayırıp yavaşça birbiri üstüne atarken kafası karışsa da doğru yoldan gittiğine emindi. Bir yandan da Naz'ın sözlerini takip ediyordu. Onun, örmeyi kimden öğrendiğini sorguladığına emindi ve Naz'ın bu konuda ilgisini çekmek hoşuna gitmişti. Kendi kendine gülerken öğrendiği gibi tutamları üst üste geçiriyordu. "Kim," derken parmaklarını birbirine geçirip gözlerini karşı duvardaki tarih şeridinde gezdirdi Naz. Hala başını arkaya çevirip Baran'a dönmek istiyordu. "Kim öğretti?" Uzun saçların birazı örgüyle toparlanmıştı. Orada işini yarım bırakıp duraksadı Baran ancak saç telleri hala parmakları arasındaydı. Naz'a "Bana dönsene," diye seslendi ve saçı hiç bozmadan, bedenini kendisine çeviren Naz'ın omzundan geçirdi. Artık o da saçının örgülü halini görebiliyordu. "Döndüm..." Saçlarına bakmaktan vazgeçip Baran'ın örgüye dikkat kesilmiş suratını kontrol etti. "Kim öğretti söylemeyecek misin? Çok mu özel, gizli saklı birisi yoksa?" Yumuşak telleri birbirini üstünü atmaya devam ederken başı hala öne doğru eğikti ama yine de gözlerini yukarı kaldırdı Baran. "Özel birisi," dediği an Naz'ın yüzündeki merakın daha da arttığını görebiliyordu. Bununla beraber kendisindeki gülüş de artmıştı. "Nasıl özel?" Örgünün üst kısmını tutup parmaklarını orada gezdirirken dudaklarını ısırıyordu içten içe. Baran onu fazla kıvrandırmak istemediği için oturduğu yerde dikleşip sıkmadan ördüğü saçların ucuna takmak için Naz'ın bileğindeki tokayı çekiştirdi. Hemen sonra "Annem," demişti. "Annem öğretti... Bir keresinde Yağmur'la çok kavga etmiştik ve bizi barıştırırken onun saçlarını örmeyi öğretmişti bana. O zamandan sonra pek pratik yapmadım, ilk kez senin saçlarında deniyorum." Özel kişinin, onun annesi olduğunu öğrenince dudaklarını ısırmayı bırakıp kaşlarını havaya kaldırdı ve "Hmm..." diye mırıldandı ancak birkaç saniye sonra hatırladığı şeyle, başını gülerek omzuna doğru yatırmıştı Naz. "Şimdi hatırladım da Yağmur daha önce onun saçlarını hep berbat ettiğini söylemişti, bu yüzden sana hiç dokundurtmuyormuş hatta." Sonra kendi örgülü saçlarını kontrol etti. Güzel görünüyordu. "Ama ben, benimkisini beğendim." Bileğindeki tokayı çıkarıp Baran'a uzattığında alıp dikkatle örgünün ucuna takmıştı. Yüzünde de hoş bir gülüş vardı. İşini bitirdikten sonra kahverengi saçları serbest bırakıp biraz geri çekildi. "Al bakalım nazlı kız, umarım bu haliyle başın ağrımaz." "Çok teşekkür ederim." Saçlarını eliyle kaldırıp bakarken "Ağrıyacağını sanmıyorum," demişti. Sonra da Baran'a son kez bakıp önüne döndü. Sayfasını çevirdiği kitaptaki soruya dikkatini verirken aşağı düşen örgüsüne gözü kaysa da gülüşünü tutup odağını sağlam tutmayı başardı. Fakat birkaç dakika sonra sağ taraftan gelen "Naz," seslenmesiyle başını o tarafa çevirmişti. Aynı sınıfta olduğu bir erkek arkadaşı elinde kitapla yanına geliyordu. "Efendim?" Önüne bırakılan kitabı tutarken arkadaşı da konuşmaya başlamıştı. "Şu soruya bir bakabilir misin çözemedim de." "Tabi..." deyip sorunun altını çizmeye koyuldu ancak Baran'ın "Bana da sorabilirdin," demesiyle gözleri ona kaymıştı. Naz'ın yanına eğilen çocuk başını kaldırıp "Oğlum sen parabol çözemiyorsun ki," dedi rahatça. "Lan ben seni parabol gibi bükerim, ne demek çözemiyorsun?" Masadaki kitabı hızlıca önüne çekip kitaba bakındı. Bir yandan da "Çabuk yanıma gel," diye sesleniyordu. Birden önünden alınan kitapla Naz şaşkınlığa uğramıştı. Sandalyesini onlardan uzağa kaydırırken Baran bunu fark etmiş gibi öne eğildi ve onu görmeye çalıştı. "Sen kendi dersine çalış, arkadaşımızın sorusunu ben çözerim." "Peki..." Onun bu hallerine gizli bir tebessümle bakarken buruşan sayfasını düzeltip düzgünce önüne açtıktan sonra örgüsünü kavradı ve dakikalar geçse de, o örgüyü hiç bırakmadan tutmaya devam etti Naz. - Ertesi gün, arabanın arka koltuğunda yolculuk yaparken aynı zamanda ön tarafta oturan Mine'nin telefon konuşmasına dikkat kesilmişti. "Abla hiç gerek yok," derken ondaki istekli hali sezebiliyordu. Gerek yok derken sesi fazla cılız çıkmıştı. Naz, bahsedilen şeyin ne olduğunu anlamasa da merak ederken bulmuştu kendini. "Yani ben sevmem zaten öyle abartılı şeyleri, akşam yemeğe gelseniz sadece?" Tarık, başını sıklıkla yan tarafa çevirirken o da ne konuştuklarını öğrenmek konusunda meraktaydı. Bir eliyle karısının boştaki elini tutup "Ne oldu?" diye mırıldandı. "Ne diyor?" Mine eliyle bir dakika işareti verip konuşmaya devam etti. "O kadarı da cidden abartı ama... Yok, istemiyorum... Abla yapma lütfen, bunu tartışamam şu an seninle... Ya ne demek küserim? Saçmalıyorsun şu an bence." Derin bir oflamadan sonra epey sızlanmıştı. "Zaten bir günde yetişmez ki bu, o yüzden vazgeçmek en iyisi... Ne? Annemler de mi istiyor?" Naz başını aralıktan uzatıp ön taraftaki Mine'nin suratını kontrol etti. Çekingen bir hali vardı ve ne konuştuklarını artık gerçekten öğrenmek istiyordu. Bu esnada babasıyla da farkında olmadan epey yakın hale gelmişti. Neredeyse iki aydır mecbur kalmadıkça onunla hiç konuşmuyordu ve bazen bununla baş etmek zordu. Yine de derince nefeslenerek tüm dikkatini Mine'ye yöneltti. Sarı saçlarını sıkıca toplamıştı ve açıkta kalan yüzünde karmakarışık bir ifade vardı. "Tamam abartmadan ne yapıyorsan yap," dedikten sonra telefonu kapatınca, Tarık "Ne oldu hayatım?" diye sordu hemen. "Bir şey olmadı." Mine gözlerini arabanın ön kısmında dolaştırıp alnını sıvazladı parmak uçlarıyla ve sonra ancak dokununca belli olan şiş karnına koydu boştaki elini. Böylelikle oradaki bebeğinin varlığını daha kuvvetli hissetmişti. Onun haberini aldığı ilk zaman kurduğu hayalleri, bir süreliğine rafa kaldırıp daha sonra kendisini o hayallerin hiçbirini istemediğine inandırsa da aslında içinde hala hevesli yerler vardı. Daha bebek odasını kurmamıştı ve internetten tasarımlar incelerken karmaşık duygular yaşıyordu. Bunun başlıca sebebi Tarık'tı. Araları her ne kadar normal görünse de Naz, babasını sevmediği müddet sorunları da aşılmaz hale geliyordu. Onun gözü önünde bir şeyler yapmaktan çekiniyordu. Oysaki hamilelik sürecini hiç böyle düşünmemişti. Mine'nin canını sıkan tek şey bebeğiyle istediği gibi bağ kuramamasıydı. Kendisini yoğun bir baskının altında bulduğu her an, Tarık bir şekilde ona hoş sözler sarf ederek durumu katlanılır hale getirse de birkaç dakika sonra yanlış yaptığını düşünüyor ve henüz ne olduğunu sezemediği bir şeyden pişmanlık duyuyordu. "Mine o kadar konuştunuz, ne için ısrar etti Müge? Söyler misin lütfen?" Dilini ağzının içinde dolaştırıp bir kaçış ararken gözlerini dikiz aynasından, arkadaki Naz'a değdirdi Mine. Yüzündeki merak kolaylıkla okunur haldeydi. Derin bir nefes aldıktan sonra "Bugün muayenede cinsiyeti sadece ben öğreneyim diyor," dedi. "Akşama sürprizli öğrenelim istedi." "E olsun o zaman," diye konuştu Tarık. "Bırak sen yorulmadıktan sonra Müge ne yapacaksa yapsın." "Tamam da..." Mine saçlarının ön kısmını avuç içleriyle geri yapıştırdı. Daha sözlerine devam edecekti ki konuşması yarıda kalmıştı. Naz tam olarak istemediği noktadaydı. Düşüncelere daldığı yerde ben olduğum için kendisini en güzel duygulardan mahrum bırakıyor, diye geçirdi içinden. Mine'de gördüğü çekingen bakışların doğrultusu kendisini gösteriyordu. Benim varlığımdan çekiniyor. Eğer orada olmasaydı, başları bir arada olmak zorunda kalacak kadar sıkışmasaydı; şimdi Mine, Tarık'ı sevmeye devam ediyor ve hiç çekincesi olmadan bir cinsiyet partisi düzenliyor olurdu. Ancak bu aileye katıldığından beri, bazı güzel şeylere engel olduğunu hissediyordu. Ve o an; Mine'den gördüğü iyiliğin karşılığını, belki de onun kendisine karşı hissettiği endişeden kurtararak ödeyebileceğini düşündü Naz. Bu yüzden "Evet," diye mırıldandı. "Sürpriz olursa daha güzel olur Mine abla." Aslında korkuyordu. Yeni doğacak bu bebeğin kız olması biraz gözünü korkutuyordu. Yine de her şeye rağmen usulca gülümserken "Ben bile heyecanlandım," demişti. Tenine bastırdığı tırnaklarını saklamak için ellerini montunun ceplerine soktu hemen. Sonra sırtını geriye yasladı ve kısa oyunculuğun ardından, eğer daha fazla konuşması gerekirse diye hızlıca yutkundu. "Heyecanlandın mı?" derken Mine arkaya dönüp Naz'a bakmıştı. Onun tepkisini kontrol ediyordu. "Evet, bebek sonuçta. Yeni birisi. Hem de çok belirsiz." Naz hissettiklerini daha kolay saklamasını sağladığı için hızlı hızlı konuşuyordu. "İnsanı heyecanlandırıyor. Nasıl birisi olacağını bilmiyoruz, gözleri ne renk olacak... Saçları, burnu, hatta elleri. Bunları hayal edebilmek için cinsiyetini öğrenmek ilk adım. O da sürprizli olsun işte, hem sana da iyi gelir." Mine usulca tebessüm etti onun sözlerine. Henüz dört aylık olan bebeğini, belki de yıllardır görmediği birisini özler gibi özlüyordu. "Doğru..." diye mırıldandı. Sonra da "Tamam," dedi. "Ablama söyleyeyim, ufak tefek bir şeyler hazırlasın akşam için." O telefonuyla ilgilenirken Naz, babasının kendisinde olan gözlerine kaçamak bir bakış attı. Belki de gerçeklerin farkındaydı. Yine de onu yok sayıp "Mine abla," diye seslendi Naz. "Ben terapiden sonra arkadaşımla buluşacağım da bu sürprize biraz geciksem sorun olur mu?" "Kimle buluşacaksın?" Bu soru Tarık'tan gelmişti. Gözleri bir trafikte bir de dikiz aynasında dolaşıyordu. "Arkadaşım." Hızlı bir cevaptan sonra tekrar Mine'ye dönecekti ki babası bir soru daha yöneltmişti: "Adı ne arkadaşının?" Naz onu yanıtsız bırakırken gözlerini devirdi ve önüne döndü. Mine'den bir cevap bekliyordu, bu yüzden "Sorun olmaz değil mi?" demişti. Onu bunaltmamak için başını aşağı yukarı salladı Mine. "Olmaz canım... Ama sık sık haber ver tamam mı? Sonra merak ediyorum." "Tamam veririm haber." Birkaç dakika sonra kliniğe yaklaştıklarında Naz çantasını toparlayıp kapıya yaklaştı. Aşağı inmek için kulpa dokunurken "Bu arada çıkışta beni almanıza gerek yok, siz direkt hastaneye geçin," dedi. "Gidebilecek misin kendin?" "Gidebilirim..." Ön koltuğa doğru hafifçe elini salladı. "Akşam görüşürüz." "Görüşürüz canım, kendine dikkat et." Araba tamamen duraksadığında kulpu çekip kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Islak zemine aniden bastığı için birkaç damla çamurlu su sıçrasa da bunu umursamamıştı. Bu sefer yolun iki tarafını da kontrol edip dikkatli şekilde karşı kaldırıma yürüdü. Montunun boynunu yukarı çekiştirip burnuna kadar yüzünü örtmüştü Naz. Açıkta kalan bakışlarını etrafta gezdirdi, soğuk hava gözlerine vuruyor ve onu dinç hale getiriyordu. Dağınık düşüncelerine güçlükle sahip çıkıp bir şarkı mırıldanmaya başladı. Şimdilik iyi gidiyordu, en azından sürpriz partinin tümüne katılmaktan kurtulmuştu. |
0% |