@askilav
|
"Geç kalmaktan korkmuyor musun? Ya da karanlıkta tek başına olmaktan?" Soğuktan kızaran elini montunun cebine soktu ama bu ısınmasına yardımcı olmamıştı. Evine giden karanlık yolda beraber yürürlerken köpeğiyle yürüyüşe çıkmış bir kadının bakışlarını üstüne çekse de onu umursamadan dudaklarının arasından havaya yükselen buharı üfleyerek daha da çoğalttı. Sonra da burnunu çekip bakışlarını yanındaki Baran'a döndürdü. O da yerde tuttuğu gözlerini ilk önce karşıya doğrultmuş ve hemen ardından Naz'a çevirmişti. Dilini diş etine vurup cıkladı hafifçe Baran. "Korkmuyorum." "Annen mesela, hiç soruyor mu nerede kaldın diye?" Naz'ın gözlerinde masumane bir merak vardı. Kirpiklerini hızlıca kırpıyor, gerçek bir cevap bekliyordu kendisinden ancak Baran sadece yalan söylemek istiyordu. Ne var ki bir yalan da bu sorunun en doğru cevabı olmayacaktı. Bu yüzden yapabileceği tek şeyi yapıp kendisine yöneltilen sorudan kaçtı. "Ben geç kalmam," dedi emin bir ses tonuyla. "Şu an saat geç değil mi yani?" Telefonunun ekranını aydınlatıp sekize gelen saate baktı Naz. Sürpriz parti için yeterince geç mi yoksa henüz erken mi olduğuna karar verememişti. Alelacele geçen bir günden sonra ne hazırladıkları büyük merak konusuydu. İçinden ne renk kek çıkacağı meçhul olan pasta dilimi önüne bırakılacak mıydı? Yoksa yerlere dökülmüş süsler ve patlak balonlar mı karşılayacaktı onu? En önemlisi de yapılan hazırlık ne olursa olsun, hangi renk seçilmişti? "Benim için geç değil." Aralarındaki mesafeyi kapatıp Naz'a biraz daha yaklaştı Baran. Sokak lambalarının aydınlattığı sokağın bitmesine az kalmıştı ve elinden geldiğince yavaş yürüyordu. "Zaten annem yanımda sen varken kaçta geldiğimi sıkıntı etmiyor," derken başını yere eğip sırıtmıştı. "Nasıl yani?" Az önce duyduğu şeyden sonra ufak bir tebessümle kaşlarını çattı Naz. "Ben olunca annen niye sıkıntı etmiyor? Dur dur... Annen beni nereden tanıyor ki?" "Nereden tanıdığını şimdi boş ver," deyip elini ensesindeki saçlara attı, onları karıştırırken "Bir şekilde tanıdı işte," diyerek Naz'ı geçiştirmişti. "Senin inanılmaz aklı başında birisi olduğunu düşündüğü için de sana benden daha çok güveniyor." Naz'ın gülüşü daha da artmıştı. "Bana güvendiği için demiyorum kesinlikle... Ama annen çok tatlıymış." "Öyledir." Dudaklarını sabırsızca birbirine bastırdıktan sonra bakışlarını yana doğru kaydırdı Baran. Naz'ın güleç suratına bakarken "Hatta tanışsanız çok iyi anlaşırsınız," demişti bir de. Omuzlarını hafifçe silkti. "Belki bir gün tanışırız." "Umarım." Karanlık sokağa bakarken "Senin için saat geç değil, değil mi?" diye sordu Naz'a. Onun bir sıkıntı yaşamasını istemiyordu. "Normalde olsa geçti," dedi Naz. Aklına dedesi gelince, bu saatte dışarıdan dönse nasıl bir azar işiteceğini düşünmüştü. Muhtemelen yaşlı dedesi endişesini yönetemez ve belki de Naz'ı önemsiyor gibi davranırken onu sözleriyle kırık dökük ederdi. Dedesinin şimdi kiminle konuştuğunu merak ediyordu. Bir koğuş arkadaşı, yalnızlığa karşı en iyi şeydi. Düşüncelerin girdabına girdiğinde ona kimse yardım edemeyecek olsa da dedesinin en azından sohbet edebileceği iyi birisiyle karşılaşmasını istiyordu Naz. "Ama şimdi çok erken... Ev muhtemelen kalabalıktır ve ben kimseyle konuşmak istemiyorum." "Niye kalabalık? Bir şey mi kutluyorsunuz?" Ayağının ucundaki taşı kenara fırlatıp yürümeye devam etti Naz. Bu esnada sıkıntılı bir şeyden bahseder gibi gözlerini hafifçe kısmıştı. "Aileye yeni bir üye katılıyor da." "Bebek?" "Evet, doğmasına dört beş ay falan var. Tam bilmiyorum... Bugün de cinsiyet partisini yapıyorlar." "Hadi canım? Cinsiyet partisini hep internette dönen bir muhabbet sanıyordum, gerçekten yapılıyor mu?" Baran'ın şaşkın sözlerine karşın Naz hafifçe güldü. "Yapılıyormuş işte, ben de ilk kez göreceğim." Sözlerinin ardından yüzü durgunlaşmıştı, bakışlarını kaçırırken az önceki keyifli haline nazaran daha kısık bir sesle mırıldandı. "Ama görmeyi çok da istediğimi sanmıyorum." Elini yavaşça yukarı kaldırıp Naz'ın görebileceği şekilde uzattı Baran. "Kaçmak için bir şansın var aslında." Duraksayan Baran yüzünden birkaç adım önde kaldığında geriye dönüp kendisine uzanan ele ve o elin sahibine baktı Naz. Ne yapacağını şaşırmıştı. Dudaklarını birkaç defa aralayıp konuşmak için hareketlense de herhangi bir şey söyleyememişti. Aslında onun elini tutup gecenin içine yol almak güzel olabilirdi. Sıkışık binaların olduğu bir mahallede gökyüzünden uzakta büyüdüğü için yıldızlardan hep mahrum kalmıştı. Şimdi önünü ardını düşünmeden burnunu dondurmuş soğuğa aldırmayıp, eve varmasına az kala koşa koşa kaçabilirdi buradan. Ve belki gittikleri en makul yerde oturup tüm gün yaptıkları gibi hiç durmadan sohbet ederlerdi, hem de yıldızları seyrederek. Naz önüne uzanmış açık avuca bakarken ilk başta göğsünü hareketlendiren bir nefes bıraktı dışarı. Sonra da hafifçe güldü. Fakat Baran aralarındaki bir adımlık mesafeyi kapatıp fütursuzca elini tuttuğunda "Birisi el uzattığında," diyerek sessizliği nasıl bozduğu işitmişti. Parmaklarını sıkıca birbirine doladı Baran. Böylelikle ikisinin soğuğu karışıp tuhaf bir sıcağa büründü. Yaraların hiç acımayan kısımları olabiliyordu, belki de hiç dokunulmamış noktaları... Naz'ın soğuk elini kavradıktan sonra yarım kalan sözlerine devam etti. "Gülmek yerine o eli tutman gerek nazlı kız. Eğer güleceksen de tuttuktan sonra gül." "İçimden gülmek gelince artık kendimi tutmuyorum." Başını yana doğru yatırıp sevimli şekilde tebessüm etti Naz. Soğuktan çatlamış dudakları, kızarmış yanakları ve aynı renge bürünmüş burnuyla epey tatlı bir ifadeydi bu. "Biliyorsun, gülmek için her zaman şans bulamıyorum çünkü." "Halbuki sana gülmek çok yakışıyor." "Ne yapalım? Güzel şeylerin de nadir gerçekleşme gibi bir huyu var işte." İç içe geçtiği parmaklarını iki yana sallarken bunu neden yaptığını bilmiyordu. Oysaki Baran'dan bir aşk itirafı aldığı zaman onu reddettiğini hatırlıyordu Naz. Şimdi bir umudu yaşatır gibi elini tutmasına izin vermesi yanlıştı fakat bu yanlıştan da bir türlü dönemiyordu. "Bak sen..." Baran tuttuğu elinden çekip Naz'ı kendisine yaklaştırdığında, onun bunu beklemediğini ve şaşıracağını biliyordu. Bu yüzden diğer eliyle de belini tuttuğunda şaşkın çehresiyle iyice karşılıklı kalmıştı. "Hep böyle bekleyecek miyim peki?" Naz havada kalan ellerini ne yapacağını şaşırmıştı. Bu yüzden parmaklarını eğip gevşek bir yumruk haline getirdi. Baran'ın uzun boyu karşısında fazla kısa değildi, başı çenesine değiyordu fakat yine de gözlerini yukarı kaldırmak zorunda kalmıştı. "Hayır," diye neredeyse fısıldadı. Hala sokağın ortasında duruyorlardı. Onlara biraz gizlilik sağlayan tek şey evlerin koca ağaçlar arkasında kalmasıydı. Sonra daha yüksek ve inançlı bir sesle konuştu. "Ben yakında çok mutlu olacağım." "Nasıl?" "İşte... Çok mutlu olacağım çünkü gideceğim." Kaşları huzursuzlukla çatıldı Baran'ın. "Nereye gideceksin?" "Üniversiteyi nerede kazanırsam oraya." "Tamam da... Nerede kazanacaksın üniversiteyi?" Omuzlarını silkip "Bilmem," dedi. "Canım nereyi isterse orayı yazacağım. Sadece buradan uzak durmak istiyorum. Evde ufak bir eksiklik vardı, birkaç ay sonra o da dolacak. Ben tamamen fazlalık olacağım Baran." "Senin sığamadığın yer o ev mi?" derken çatık kaşlarını düzeltmeye çalışsa da bunu yapamamıştı. "Yoksa tamamen bu şehir mi?" "İnsanın kendini ait hissettiği bir ailesi olmayınca dünya bile dar kalıyor-" Baran, umutsuz sözler eden Naz'ı aceleyle kesti. "Dar falan değil... Ben o dünyada sana istediğin kadar geniş bir yer açabilirim." "Sen sadece biraz söz dinlesen yeter." Hala havada tuttuğu ellerini Baran'ın kollarına koyup ondan bir adım uzaklaştı Naz. Suratındaki dehşet ifadesine gülerken olduğu yerde farkında olmadan bir kere zıplamıştı. "Çok komiksin Baran... Belki aynı yere gidebileceğimizden bahsedecektim ama aklın gitti hemen." "Gider tabi, deli ediyorsun adamı!" Bir ceza verir gibi onun elini kavrayıp yürümeye başlarken homurdanmaya devam etti Baran. "Daha birincilik açıklanmadı, hiçbir şey denemedik. Olur da çeker gidersen ne yapacağım diye düşünürken iki dakikada kafayı yedim. Sen öyle dünya dar falan dersen ne düşüneceğim ki zaten?" Yan yana yürürlerken Naz bir elini uzatıp Baran'ın saçlarını karıştırdı hafifçe. "İyi de ben gidecek olsam şimdi yanında durur muydum hiç?" "Doğru, gidecek olsan yüzünü bile göstermezdin." Sıkıntılı bir nefes bıraktı dışarı. Yol bitiyormuş gibi hissediyordu, bu yüzden adımlarını daha yavaş atmaya özen gösterdi yine. "Şükürler olsun seni inandırabildim..." Başını yavaşça iki yana salladı Naz. Eve varmalarına az kalmıştı ve içindeki merak sızısı hiç durmadan artıyordu. "Ben öyle yarı yolda bırakan birisi değilim ki." "Ne yarısı? Ne yolu?" "Bizim yolumuz işte." "Biz, biz miyiz?" Muzip şekilde gülüp Naz'a döndü Baran. Naz anladığı şeyle ilk önce dudaklarını aralayıp beklemiş sonra da kızgınlıkla gözlerini kısmıştı. "Sen beni tongaya mı düşürdün az önce?" "Hayır, kendin itiraf ettin." "Hiçbir şey itiraf etmedim ben." "Benim kulaklarım bir şeyler duydu ama..." Bir eliyle onun koluna vurup "Baran," diye sızlandı Naz. Evin önüne gelmişlerdi ve bahçe kapısının kenarında dikilirken bir elini ondan ayırıp kollarını önünde bağladı. "Bak," dese de devamını getiremedi. Utandığını itiraf edecekti ama Baran'ın karşısında bu halinden keyif alır gibi beklediğini görünce "Gidiyorum ben ya," deyip uzaklaşmaya kalkmıştı. "Dur dur!" Baran onu kolundan kavrayıp kendisine çevirdi tekrar. "Tamam bir şey demeyeceğim daha fazla," derken gülüşünü durdurmaya çalışıyordu. Onun bakışları altında bedenine ufak bir sıcaklık yayan utangaçlığı en yoğun haliyle hissettiği için "Gerçekten gideceğim," dedi mırıltıyla. "Niye? Çok mu kötü bir şey söyledim yoksa?" Bakışlarını Naz'ın sürekli kendisinden kaçan gözlerinde gezdirdi Baran. "Hayır..." Önünde bağladığı kollarını açıp ceplerine soktu ve bu sefer botlarını izlemeye başladı Naz. "Sadece utanıyorum," dediğinde sesi çok kısık çıkmıştı. Sözlerinin ardından Baran'ın "Ne?" diye sorduğunu işitmişti. "İyi geceler diyorum!" Eğdiği başını kaldırıp nispeten yüksek bir şekilde seslendi ona. "Dikkatli git tamam mı? Pazartesi sağlam görüşelim." Baran söz dinler gibi başını aşağı yukarı salladı. "Tamam, sana sözüm olsun o zaman. Pazartesi sapasağlam geleceğim." Onun bu tavrına karşın istemsizce gülmüştü Naz. Zaten Baran'ın karşısında gülmeden geçirdiği anlar çok nadirdi. "Aferin," diye mırıldandıktan sonra "O zaman hoşça kal," diye ekledi. "Aa şey bir de unutmadan... Bugün benim için çok güzel bir gündü Baran, teşekkür ederim." Gülümsemesinin ardından sanki bu teşekküre bir cevap verir gibi başını öne eğip kaldırdı baran. Sonra da bir elini veda niyetinde havaya kaldırmıştı. "Hoşça kal nazlı kız." Karanlıkta birbirine sallanan ellerden sonra bahçe kapısını geçip eve giden yolu yürüdü Naz. Salondan ve mutfaktan yansıyan ışığı görünce içinde aniden bir titreme bas göstermişti. Dış kapının karşısına geçtiğinde derin bir soluk bıraktı dışarı. Sürekli parmaklarını çıtlattığı elini kaldırıp zile bastığında kapıyı kimin açacağı merak konusuydu. Ve Naz odasına çıkana kadar kesinlikle kimseyi görmek istemiyordu, bu yüzden gözlerini yere eğdi. Saniyeler sonra kapı aralandığında kaldırmıştı bakışlarını ancak. Onu karşılayan da evin çalışanı Nihal'di. İçerideki misafirlerle ilgilenmekten yorgun görünüyordu. "Hoş geldiniz," diye konuşsa da Nihal'in bakışları bıkkındı. Naz çekinerek içeri girdi. Hemen gidecek gibi duran Nihal'i kaçırmadan çabucak "Kimler var içeride?" diye sormuştu. Boğuk bir gürültü duyuyordu ve tahmin ettiği gibi ev kalabalık olmalıydı. "Aileler var, bir de Mine Hanım'ın birkaç arkadaşı." "Anladım. Salonda mı oturuyorlar?" "Evet." Aileye sonradan dahil olan genç kızdaki tedirginliği görünce yardımcı olmak için salon kapısına doğru bakındı Nihal. "Eğer görünmek istemiyorsanız odanın kapısını kapatabilirim ben." "Gerçekten yapar mısın?" derken Naz kaşlarını hevesle yukarı kaldırmıştı. Çantasını omzundan düşürüp eline aldı. "Birazcık çeksen yeter, ben hemen yukarı kaçarım." "Bir dakika." Birkaç adımla salona ilerleyip kapı kolunu çekmeye yöneldi Nihal. O sırada Naz da merdivenlere ilerliyordu. Ancak bir basamağa dahi basamadan içeriden çıkan Tarık'la kaçma planı sona ermişti. Koşturduğu salonun ortasında durup çantasını daha sıkı kavrayıp bakışlarını babasına çevirdi. Sanki ondan korkuyormuş gibi görünmek istemediği için böyle koşturur halde yakalanmak pek hoşuna gitmemişti. "Naz?" diye mırıldandı Tarık. Arkasından kapıyı örterken Nihal'e attığı kısa bakış onu yanlarından hemen uzaklaştırmıştı. Girişte yalnız kaldıklarında "Geldin mi?" dedi bu sefer. "Evet, şimdi geldim." "Neredeydin?" Ellerini önünde birleştirip yavaşça kızına yaklaştı. İçeride partinin izleri duruyordu ve onun hoşlanmayacağı bir kalabalık vardı. Bu yüzden ona gel demek istememişti. Yalnızca "Ne yaptın?" diye sorarak konuşmaya çalıştı. "Öyle... Gezdim." Aslında cevap veresi yoktu ama bir anlık dudaklarından çıkan kelimeleri geri alamamıştı Naz. Sonra hafifçe boğazını temizleyip "Ben yukarı geçeyim," dedi. "Bekle." Tarık, onun kolunu tutup durdururken ne söyleyeceğini bilemez haldeydi. Sadece içerideki kutlamadan sonra Naz'a hakkını verir gibi davranmak istiyordu. "Benimle yukarı gelir misin? Sana bir şey vermek istiyorum." "Şimdi mi?" Naz bakışlarını salon kapısında dolaştırdı. İçeride onu beklediklerine emindi, belki de şu an hiç yan yana gelmemelilerdi. "Evet, seni odana kapanmamışken bulmak zor artık." Sersemce gülümsedi Tarık. Merdivenlere ilerlerken Naz'ın da bileğini kavramıştı, onu peşinden götürüyordu. Naz bakışlarını aşağı eğdi, koluna sarılan güçlü eller pek de güvende hissettirmiyordu. Bu yüzden içini saran bir huzursuzluk vardı. Merdivenleri tırmanırken bağırarak oradan kaçmak istese de o huzursuzluğa rağmen yalnızca babasını takip etmeye devam etti. Aslında onun kendisine vereceği şeyi merak ediyordu. Üst kattaki geldiklerinde Tarık "Odana geç, hemen geliyorum," dedi aceleyle. Sonra da adımlarını hızlandırıp yatak odasına girdi. Onun dediğini dinleyerek odasına geçtiğinde ilk önce banyoda hızlıca ellerini yıkamıştı Naz. Ardından geri döndü ve montunu çıkardı. Telefonunu yatağın üstüne bırakıp oraya oturdu. Birkaç dakika geçmeden kapı tıklatılmış ve bir çağrı beklemeden babası içeri girmişti. Naz bedenini dikleştirdi onu tekrar görünce. Elinde dikdörtgen bir kutu vardı, hediye gibi görünmese de basit bir şeye de benzemiyordu. "Aslında geç kaldım bunu vermek için." Koltuğa oturup paketi kucağında tutarken heyecanla güldü Tarık. Yarımca kıvırdığı dudağı konuşurken neredeyse titriyordu. "Neredeyse iki aydır benimle hiç konuşmuyorsun. O yüzden bir cesaret edinemedim sana karşı." Naz sessiz kalmaya devam etti. Bükük duran boynunu kaldırıp gözlerini babasının elleri arasında bekleyen küçük kutuda gezdiriyordu. "Sana hak vermiyorum değil... Ben berbat bir insanım ama düzelmek için çok çabalıyorum Naz. Mahvettiğim şeyleri düzeltmek için gerçekten elimden geleni yapıyorum." "Ben bir şey beklemiyorum ki senden," diye usulca mırıldandı. Parmaklarını bileğine sürtüp babasının dokunduğu yeri sıvazlamaya başlamıştı birden. "Zaten insanın içten içe düşündüğü şey, söylediğinden hep farklıdır." Naz hızla kaşlarını çatıp "Ben yalancı değilim," diye babasına çıkıştı ancak zorlukla yutkunurken aslında gerçekten bir şeyler beklediğini belli etmiş olabileceğinden şüphe ediyordu. Tarık onun bu haline sakince gülümsedi. "Sana yalancısın demiyorum, istediğini söyleyememek zaten çok normal bir şey... Ben de çoğu zaman gerçek hislerimi içimde tutup farklı davranmak zorunda kaldım." "Hayır, sen gayet özgür bir adamsın." Dudaklarını yalayıp düşünmek için birkaç saniye beklerken istediğini istediğin zaman yarı yolda bırakabiliyorsun demek istemiş olsa da bugünün onun için özel bir gün olduğunu bildiğinden dolayı sustu Naz. Kendisine yapıldığı gibi başkalarının güzel günlerini mahvetmek istemiyordu. "Her neyse... Bunları konuşmanın bir anlamı yok." Elini uzatıp babasının tutmaya devam ettiği paketi aldı. Bu atak davranışı tamamen konuyu dağıtmaya yönelikti. "Ne vereceksin bana?" Konuşmadan önce Naz'ın düz ifadesine bakakaldı Tarık. Onda gerçek bir hissizlik vardı. Sanki duygularından arınmış gibi davranması anlık olarak gözünü korkutunca kelimeleri kekeleyerek söylemişti. "A-açıp bakabilirsin." Naz kucağına koyduğu paketin üstünü yırtıp attı. Sıyrılan kâğıdın altından bir telefon kutusu çıkmıştı. Gözlerini markanın yazılı olduğu beyaz kutuda gezdirdi ve "Telefon mu?" diye sordu. "Bana telefon mu aldın?" "Hani demiştin ya telefonum bazen kendi kendine kapanıyor diye, o zaman bunu hemen ertesi gün almıştım," dedikten sonra kısaca nefeslendi. "Ama senden korktuğum için veremedim bir türlü." Naz şaşkın bakışlarını babasına kaldırdı. Kaşları hayretle çatılmıştı. "Benden korktun mu?" "Evet... Ben daha on sekiz yaşındaki bir genç kızdan, kendi kızımdan korktum." Fısıltısının ardından mahcup halde gülümsedi Tarık. Elini yatağa yaslayıp gergin halini rahat bir tavra bıraktığında Naz da telefon kutusuna dönmüştü. "Ama korkunç birisi olduğun için değil tabi ki de." "Korkunç değilsem, korkma o zaman." "Keşke o kadar basit olsaydı." Keyifsizce gülerken imalı şekilde başını salladı Naz. "Değil mi?" diye sormuş ve ardından bir gerçeği hatırlatır gibi eklemişti. "Hayatta asla etki edemeyeceğimiz şeyler de var. Belki de onlar için çaba gösterip hiç yorulmamak gerekiyordur." Tarık küçük bir çocuğu izler gibi tebessüm etti yine. Elini arkadan uzatıp onun saçlarını okşamaya başladığında Naz sabırsızca yerinde kıpırdandı. Kızının kendisine karşı sadece küskün davrandığını düşündüğü için biraz daha rahattı Tarık, aynı zamanda aşağıda aile arasında gerçekleştirdikleri kutlamanın sarhoş edici etkisi vardı üstünde. "Gerçekten kendimi sana affettirebilmek için çabalamamı istemiyor musun?" Yayıldığı yerden doğrulup kızının yüzünü görebilmek için öne doğru eğildi bu sefer. Gülümsemesini bozmamıştı. "Öylece durup beklemem seni daha mı mutlu edecek?" diye sordu saniyeler geçmeden. "Zaten öylece durup bekliyorsun." Parmaklarını sıkarken sert bakan gözlerini hiç kaçırmadı Naz. "Sen gönül kazanmayı para kazanmak mı sandın?" "Hayır..." "Ama öyle davranıyorsun." Telefon kutusunu arasına koyup yavaşa geri itti. "Daha önce de yapmıştın bunu, cüzdanıma o paraları sen koymuştun." "İhtiyacın vardı." "Ben maddi ihtiyaçlarımı kendim karşılayabiliyorum, sen yokken çok çalışıp burs kazandım. Yani param var benim. Eğer biterse de işe girerim. Karnımı bir şekilde doyururum. Ama kendimi sevemem. O sevgi boşluğunu dolduramam." Art arda sıraladığı sözlerden sonra kesik bir nefes çekti içine. Sessizliğinden sonra umutsuzca sormuştu çünkü babasına bakınca artık bir şey göremiyordu. Sadece bir oyunun içerisinde gibi hissediyordu kendisini. "Bunlar senin için çok komik değil mi?" "Niye komik olsun?" "Çünkü hiçbir şey hissetmeyen bir insana hislerinden bahsetmek komik bence..." Dehşete uğramış bir ifadesi vardı Naz'ın. "İçten içe bana gülüyor musun yoksa?" "Hayır, gülmüyorum! Kızım sana niye güleyim? Sana baktıkça asıl yıkılıyorum, dağılıyorum ben..." Tarık onu rahatlatmak için kendine çekip omzuna yatırdı. Saçlarını ve sırtını sıvazlarken işin ucunun buraya kadar geleceğini düşünmediği için kendine kızmıştı. "Seni bu hale getiren ne biliyor musun? Beni affedemediğin için üzülüyorsun. Şöyle bi' içinden geldiği gibi bana baba desen, affetsen rahatlayacaksın... Kendini uzak tutarken harap oluyorsun Naz. Omuzlarına yük edinip durma, inan seni bir daha hayal kırıklığına uğratmayacağım. Yemin ederim yapmayacağım bunu." Yaslandığı yerde babasının sıcaklığını hissederken sessizce nefeslendi. İlk kez ona sarıldığı zaman ağlayası gelmemişti. Kuru bir toprak ruhunu çepeçevre sarmış gibiydi sanki. Yine de elini kaldırıp onun sırtına tutundu. Bu belki de birçok şeyi Tarık'ın yanlış anlamasına sebep olmuştu. Bir süre öylece durup "Kızım benim..." dedikten sonra Naz'ın saçlarını okşamaya devam etti. "Bir daha asla o güzel gözlerinden yaş akmasına izin vermeyeceğim." "Akmayacak," diye fısıldadı Naz. Donuk şekilde babasına yaslanmaya devam ediyordu. Dakikalar sonra birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Tarık hiçbir duygu belirtisi olmayan kızının soğuk suratına dokunup yanaklarını sevdi. "Biliyor musun? Sen dünyanın en iyi ablası olacaksın." Naz bundan pek emin değildi. Denizhan'a karşı bir nefreti olmasa da babasının kucağına yerleşecek ufak bir bebek muhakkak kendisinde daha farklı hisler uyandıracaktı. Bu yüzden usulca kaşlarını kaldırıp sordu. "Öyle mi olacağım?" Tarık başını aşağı yukarı salladı. "Denizhan bile dilinden seni düşürmüyor, hep ablam da ablam diyor..." Hemen sonra gelen mırıltısıyla Naz'ın uzun zamandır ilk kez kalbi yerinden oynar gibi kıpırdanmıştı. "Düşün acaba minik kız kardeşin nasıl olacak?" Ağlamamak için mecburen aceleyle güldü ancak bu çaba yetmemiş olacak ki bir de dişlerini alt dudağına geçirdi Naz. Nefesleri hızlanmıştı fakat bunu babasına belli etmek istemiyordu. Sürpriz cinsiyet partisinden kaçtığını düşünürken daha kötüsüne yakalanmıştı. Bizzat babasından onun başka bir kızı olacağını öğrenmek, sanki kapısı kendisine kapanmış bir eve bakmak gibiydi. Sana hiçbir zaman açılmayan kollar doldu. Artık hiçbir şeye inanma. "Acaba..." diye mırıldandı yatağa yasladığı elini iyice bastırırken. Boğazındaki yumruyu geçirmek için yutkunduktan sonra "Bakalım nasıl olacak?" dedi. Bu epey güç gerektirse de en sonunda başarmıştı. Bakışlarını kaçırıyor ama içini rahatlatamıyordu. Oysaki babasının kendisine sarılmasına izin verdiğinde, onunla konuştuğunda, ona iyi davrandığında, kazandığını sanmıştı Naz. O, tek bir sözüyle tüm zaferini yerle bir etmeyi başarabiliyordu. Bu gerçeğe Naz'ı kendisi hazırlamak istemişti Tarık. Onun ilk kez bir şeyler hisseder gibi bakan suratını gördüğünde ise ne olursa olsun bunun yanlış bir karar olduğunu fark ettiğinde ise her şey için çok geçti. "Eminim ki çok sevecek," diye durumu toparlamaya çalışırken sözlerini kesen bir ses duydu dışarıdan. "Baba!" Denizhan'ın sesiydi bu. "Baba neredesin? Seni arıyorum!" Naz duyduğu bağırışla irkilip geri çekildi. Saniyeler sonra kapı tıklatılmış ve içeri Denizhan girmişti. Şaşkın gözlerini onların üstünde gezdiriyordu. "Baba her yerde seni aradım ya!" dedi kollarını iki yana açıp. "Ne yapıyorsunuz siz burada? Bensiz sohbet mi ediyorsunuz?" "Sensiz sohbet etmek mümkün mü? Her yere damlıyorsun zaten." Denizhan yataktaki tek boş yere oturup başını rahatça Naz'ın kucağına bıraktı. Uzandığı yerde yayılmıştı ve aşağıda kalan gözlerini keyifle babasına döndürdü. "Hayırdır bi' gizlin saklın mı var Tarık Sayın?" "Deniz!" "Şaka şaka..." Gözlerini devirdikten sonra Naz'ın elini tutup saçlarına koydu Denizhan, onu zorla hareket ettirerek saçlarını okşatıyordu. "Annem seni çağırdı da ondan geldim." "Beni mi çağırdı?" "Herhalde baba, birden çıkıp kayboldun. Kadın yorgun, artık senin peşinden koşamaz. Git de karınla ilgilen biraz." "Sancısı falan tutmadı değil mi?" "Doğurdu." "Ne?" Tarık telaşla ayağa kalktığında Denizhan gülerek Naz'a bakmıştı. Sonra uzunca ofladı. "Allah aşkına sadece git baba, tamam mı? Sadece aşağı git." Sert bakışlarını oğlunda dolandırıp "Sabır ya," diye mırıldandı Tarık. Sonra da odanın kapısına yönelik oradan ayrıldı. Babasının gidişiyle Denizhan da uzandığı yerden kalkıp bir kolunu Naz'ın omzuna atmıştı. Ondaki hissizliğin farkında olduğu için biraz sarsarak kendine getirmeye çalışıyordu. "Sen neler yaptın bakalım? Birazcık anlat da bilelim." Durgun bakışlarını parkeye çevirdi Naz. Az önce babasıyla arasında geçen konuşmanın izleri henüz silinmemişti. Kulağında yankı yapan bir ses vardı. Minik kız kardeş. Bu yüzden dalgınca mırıldandı, gözleri de hala parke zeminde dolanıyordu. "Hiçbir şey." "Hiçbir şey için mi o saate kadar dışarıdaydın?" Kuru dudaklarını yalayıp başını yavaşça aşağı yukarı salladı. Dakikalar geçiyor ama yıllar sonra tanıştığı babasının, iyi bir abla olması uğruna kendisine güzel sözler etmesini zihninden atamıyordu bir türlü. Düğümlenen boğazını geçirmek için yutkundu fakat bu da işe yaramamıştı. Sonra endişeli suratını, kendisine merakla bakan kardeşine çevirdi. "B-Bir şey yapmadım," dedi mırıltıyla. Denizhan onun yanağını okşayıp kaygı içinde sordu. "Sen iyi misin?" Her şeye rağmen bununla baş edebileceğini sanmıştı. Eğer bir umut diğer kardeşi de erkek olsaydı, aynı sevgiyi paylaşmak zorunda kalmayacağını düşünüyordu. Ancak yarın bir gün kendisi gibi nazlanacak bir kız çocuğu muhakkak ki farklı hissettirecekti. Ona baktığı her an yaşayamadığı bir hayatın o kız çocuğuna nasıl da ihtimamla yaşatıldığını görecekti. Derin nefesler çekip arkada bırakılmış bir enkaz gibi omuzlarını düşürdü. Dudakları aralıktı. Ansızın tıkanan burnundan dolayı solukları kesilmiş, geride tekleyen göğsünün sızısı kalmıştı yalnızca. "İyiyim," dedi her şeye rağmen. "Neden ki?" Denizhan onun iç savaşına sadece konuşarak erişemeyeceğini anlayınca bir şeyler sormaktan vazgeçip sıkıca sarıldı. Bir karşılık alamasa da kollarını geri çekmemişti Naz'dan. "Ne için kim için üzülüyorsun bilmiyorum ama... Ben seni hep çok seveceğim abla." Dilini ısırıp canını yakarken "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. Hemen ardından boynundaki kollara dokunmuştu titrek elleriyle, onu güçsüzce kavradı. Hissettiği bağlılık pek iyi gelmemişti. Bu yüzden boynunu yana doğru yatırıp yine dudaklarını dişledi. Gözlerinden herhangi bir yaş düşmemesi için sadece bunu yapabiliyordu. "...ama ben üzülmüyorum." Belki de babasına ilk kez hak veriyordu: Zaten insanın içten içe düşündüğü şey, söylediğinden hep farklıdır demişti az önce kendisine. İçten içe düşündüğü şey, söylediğinden hep farklıydı. Üzülüyorum. |
0% |