Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Hayata Hoş Geldin

@askilav

Sınav Günü

Araba taşlı yolların üstünden usulca geçti. Tekerlekler taşlara sürttükçe çıkan kulak tırmalayıcı ses Naz'da çınlamalı bir hâl bıraktıktan kısa süre sonra tamamen siliniyordu. Bir süre daha taşlı yolu gittikten sonra şehri bakış açısına büsbütün sığdıran okula varmışlardı.

Binanın önü fazlasıyla kalabalıktı, öğrenciler aileleriyle sarılıp stres atmak amaçlı sohbet ediyorlardı. Birkaç kişi sanki sınav saatine saniyeler kalmışçasına koştur koştur bahçeye giriş yapıyordu. Naz onların bu acelelerini heyecanlarına verip bakışlarını başka yöne çevirdi.

Arabadan yavaşça indikten sonra kapıyı kapatıp gözlerini çevrede dolaştırmadan, sadece önüne bakarak ilerlemeye başladı. Dünkü oturuma geldiği zaman beklediği boş yere geçip sırtını duvara verdi. Hemen peşinden kendisinden daha heyecanlı görünen babası, Denizhan ve karnı burnunda halde Mine gelmişti.

Naz, Mine'ye minnettardı. Bu yorgun haliyle bile gelmek konusunda diretmişti. Hiçbir yerde yalnız olmanı istemiyorum demişti kendisine. Naz itiraz edecek gibi olduğunda ise sarı tondaki ince kaşlarını havaya kaldırıp çünkü kesinlikle yalnız değilsin diye eklemişti.

Telefonundan sürekli bir şeyleri kontrol eden Tarık "Sınav belgeni aldın değil mi?" diye sordu sabırsız bir sesle. Eli ayağına dolaşmıştı.

Naz parmak uçlarıyla gevşek halde tuttuğu kâğıdı havaya kaldırıp hafifçe salladı. Ve ardından Tarık'tan tuhaf bir uyarı işitti. "Kızım biraz düzgün tut, hava rüzgârlı aniden elinden uçabilir."

"Abla bak mesela sınavda sorarlarsa buna mübalağa deniyor, tamam mı? Sakın unutma." Denizhan babasına göz devirdikten sonra kollarını önünde birleştirdi.

Oğluna ters bir bakış atıp tekrar Naz'a döndü Tarık. "Suyunun kapağını açtın mı? Dün sınav esnasında zorlandığını söylemişsin, hiç haberim olmadı bundan."

"Çok önemli bir şey değildi," diye mırıldandı Naz. Ancak birkaç saniye sonra elindeki su şişesi çekilip alınınca ne olduğunu şaşırmıştı.

Tarık kapağı hiç zorlanmadan açtı ve geri geri. "İşini şansa bırakma, sınavda açmaya uğraşırken elin acıyabilir. Sonra kalem tutarken canın iyice yanar."

Babasının ona uzattığı şişeyi aldıktan sonra dudaklarını hafifçe kıvırarak tebessüm etmişti Naz. "Teşekkür ederim."

Ayağını kaldırıp ritimle yere vururken gülümseyişinin gerisindeki yumruyu gizlice yutkunarak geçirmeye çalıştı, sonra bakışlarını babasının esaretinden kaçırdı. Her şey düzelmiş gibi davranırken bazen zorluk çekse de kavgasız, tartışmasız ve sessiz günler geçirmek aslında iyi gelmişti.

Daha sonra başını yan tarafa çevirip Mine'nin yorgun suratını kontrol etti Naz. "Mine abla dayanamayacaksan beklemek zorunda değilsin," dedi sıkıntılı bir sesle. "Sanki ağrın var gibi?"

"Hayır hayır, doğuma daha var zaten..." Mine, Naz'ı omzundan tutup kendine çekti ve bedenlerini yasladı. Bir eliyle de koluna vurarak ona ufak bir teselli vermişti. "Hem bugün minik kelebeğin değil senin günün, o azıcık daha beklesin."

"Gelmek isterse de hayır deme ama." İsmi henüz açıklanmamış küçük kardeşi hakkında sadece muhatabı Mine olursa konuşabiliyordu. O bebeğin, bir başkasının kızı olduğunu düşünmek böyle daha kolaydı. İşin ucu babasına dolanınca, o zararsız küçük bebek Naz'ın kabuslarını süsleyecek bir canavara dönüşüyordu. Bu yüzden kaçmayı alışkanlık haline getirmişti. Yakında doğacak bir bebekten korkmamak için o bebekten kaçıyordu.

Mine kumaşın üstünden şiş karnına vurup hafifçe güldü. "Annesinin sözünü dinleyecek, kimseyi rahatsız etmeyecek bugün."

Naz da hafifçe tebessüm etti fakat okul kapısının önü birden kalabalıklaşınca dikkati oraya kaymıştı. "Giriyorlar galiba," diye başka bir konuya atladı hemen. Yaslandığı yerden doğrulup bakışlarını merakla orada gezdirdi. "Ben de gideyim."

"Başarılar abla." İlk önce Denizhan'a baktı, sonra da "Başarılar Naz," diyerek el sallayan Mine'ye. Onlara gülümseyip uzaklaşırken Tarık da kolundan tutup onunla ilerlemeye başlamıştı. "Girene kadar seninle yürüyebilirim."

Naz, onun dün de aynı şeyi yaptığını bildiği için ses etmedi. Zaten son zamanlarda çoğu şeye sesini çıkarmıyordu.

Tarık ise bu sessizliği eski hayatlarına dönüyor olmalarına yormuştu. İçinde, Naz'ın sakinliğinden dolayı yoğun bir huzur vardı. Hatalarını düzelttiğine dair inancı arttıkça içi rahatlıyordu. Hatta Mine bile çoğu zaman Naz seni affetti sanki diyerek umut vadeden yorumlarda bulunuyordu.

Kalabalığın arkasında kaldıklarında Tarık Naz'ı durdurdu ve onu yavaşça kendisine çevirdi. Ellerini yanaklarına sarıp baş parmaklarıyla usulca okşarken dün söylemek isteyip de çekindiği sözleri içinden geldiği gibi söylemeye başlamıştı. "Sakın heyecan yapma tamam mı kızım?" dedi. Karşısında dümdüz duran dudakların hafifçe titreyişinden Naz'ın gülmek istediğini anlayabiliyordu.

"Gülebilirsin," diye mırıldandı Tarık kızının bu utangaçlığına tebessümle izlerken. "Tutma kendini, gül hadi."

"Tutmuyorum." Babasının da aynısına sahip olduğu ela gözlerini onun, fotoğrafa göre daha olgun olan suratında gezdirdi. Çenesindeki gamzesi, yanaklarına yayılmış koyu sakallar, normalde göre biraz geniş duran burun delikleri, altında halkalar birikmiş ama yine de onu bitkin göstermeyen gözaltları, siyah kirpikler, alnının gerisinde kalmamış gür saçlar... Onu aslında tanımıyordu, Naz sadece fotoğraf karesine sığınmakla yetinmiş adamı biliyordu. Belki de bu yüzden, babasının sandığının aksine hiç de gülesi gelmemişti.

"Ben kızımı tanıyorum," dedi Tarık onun toplu kahverengi saçlarından sızan tutamları yavaşça geriye yatırıp. Sonra eğilip başının üstünü öptü. "Gülmemek için zor durduğun belli... Ama olsun, sınavda keyfin yerinde olursa daha güzel yaparsın."

Fazla uğraşılmamış cevaplara artık alışıktı, bu yüzden sadece "Yapacağım," diyerek cevapladı onu Naz.

"Zaten birinci de oldun, o kontenjandan en güzel bölüme en güzel üniversiteye gireceksin. Giremesen de sorun değil tabi." Naz'ın yüzündeki ifadeyi kontrol ettikten sonra derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti. "Hiçbir şey için endişe etmeni istemiyorum, arkanda olduğumu bilmeni istiyorum."

Tek kaşı sorguyla havaya kalkacağı an suratını toparlayıp gülümsemesini artırdı Naz. Sonra da titrek parmaklarını, hala yanaklarında duran ellere koydu. "Desteklediğin için teşekkür ederim," diye mırıldanırken kalbi belki de ağzında atıyordu. "...bu benim için çok değerli."

"Benim için de sen öylesin..." Tarık ellerini çektikten sonra kollarına koyup onu kendisine çekti. Başını göğsüne sardığında bir daha saçlarından öpmüş ve hatta kulağına "Sen çok yüce gönüllüsün," demişti. Gözleri dolu haldeydi ve hiç olmaması gereken bir günde böyle hissettiği için kendisine kızıyordu. "Beni affettiğin için çok teşekkür ederim kızım."

Naz yaslandığı kucaktan geri çekilmeden elini önündeki tişörte attı ve sıkıca tuttu. "Şey," demişti kısık bir sesle. Hafifçe öksürüp boğazını temizledikten sonra dile getirebilmişti isteğini. "Artık gidebilir miyim?"

Tarık onu kaygıyla kendisinden uzaklaştırdı. Az kalsın kendi duygusallığını ona bulaştıracak olmanın korkusu vardı üstünde. Aceleyle burnunu çekerken dudaklarını kıvırıp az önceki hüznünü saklama gayesiyle güldü. "Tabi tabi, git... Aptallık bende. Birden öyle..." Elini alnına atıp çekingen halde parmak uçlarını teninde gezdirdi. Ne diyeceğini şaşırmıştı. "Neyse, hadi git artık. Çıkışta aynı yerde olacağız, eğer orada olmazsak ileride kafede oluruz."

"Tamam."

"Çok başarılar diliyorum kızım." Elini havaya kaldırıp salladıktan sonra yüzündeki tebessümü daha da artırdı Tarık ve Naz arkasını dönüp sıraya karıştığında ellerini ceplerine sokup bir süre onun gidişini seyretti.

Ne kadar geç kaldığını biliyordu. Naz'ı en son gördüğünde böyle adımlar atamıyordu. Yalnızca ufak ellerini kendisinin bir parmağına sarıp tutununca yürüyebiliyordu. Şimdiyse arkasını dönüp tek başına gidebilecek kadar büyüktü.

Onu mahkeme bahçesinde bırakıp da ailesinin yanına döndüğü zaman evde feci bir kavga çıkmıştı. Beceriksizliğine, sefalet içinde sürdürdüğü o üç senenin boşa geçtiğine, şimdi bir daha eskisi gibi olamayacağına ve acilen hizaya sokulması gerektiğine dair çok şey işitmişti annesiyle babasından.

Yüzlerindeki öfke hiç geçmeyecek sanmıştı Tarık. Sonsuza değin hayatını nasıl mahvettiğinden bahsedilecek ve geride bıraktığı kim varsa hep hata olarak adlandırılacak... Onlara kızım benim için bir hata değil diye bağırdığında ise yüzlerindeki öfke ilk kez alaylı bir gülüşe dönmüştü.

Bu yüzden hayatının, ailesine kendisini kanıtlamak için geçirdiği ayrı bir dönemi vardı. Söz dinlemek, iş bulmak, onların istediği bir hayat kurmak... Ailesinin gözünde eski konumuna yükselmek için epey çabalamıştı. Mine'yle tanıştığı zaman da o ana denk geliyordu.

Yakında gideceğim, kızımı göreceğim diyerek tutunduğu ne varsa bir şekilde hepsini unutturacak kadar karmaşık o zamanlarda bir yandan da korkmuştu.

Mine'yle aram iyi olsun, bunu sorun etmesin, beni bırakmasın, bu sefer işler düzgün gitsin derken zaman çabucak akmıştı. En nihayetinde de sürekli sözler veren ama hiçbirisini tutamayan bir adama dönüşmüştü Tarık. Yarın her zaman vardı ne de olsa. Ha bugünden sonraki yarın ha üç gün sonraki yarın... Ama muhakkak ki kendisinden uzak bir gündü o yarın.

Şimdi kendisini kanıtlamak istediği bir başkası vardı. Hemen ardında, şiş karnını sürekli okşayan karısı... Önceden ailesinin beklentisi, daha başarılı ve saygın bir adam olmasıyken Mine'nin beklentisi Naz da dahil olmak üzere tüm çocuklarına iyi baba olmasıydı. Bu yüzden çabalıyordu. Bu sefer onun beklentilerini karşılayacak, bu sefer Mine'ye kendini iyi olduğuna dair kanıtlayacaktı.

Ve her şey yolunda gidiyor gibiydi.

-

Naz, üç saat sonra dar merdivenleri kaplayan öğrencilerin arasından sıyrılıp güçlükle basamakları indi. Bahçeye çıktığı an kulağına ilişen gürültü zaten çatık olan kaşlarını daha da bastırmıştı. Temiz havayı içine çekip biraz nefeslendi. İçeride pencere açık olsa dahi fazla bunalmıştı.

Ailelerin kapıya yığıldığı topluluğu ittirip geçerken dudaklarını ısırıp gözlerini çevrede dolaştırdı. Buraya ilk geldiklerinde bekledikleri yerde kimse yoktu, hatta bir başkası vardı. Geniş okul bahçesini yürüyüp başını çevirerek başka yerlere baktı. Sonra oradan çıkıp okulun karşısında kalan kafeye geçti çünkü eğer okul bahçesinde olmazlarsa orada olacaklarını söylemişti babası.

Kapıyı itip kafeden içeri girdi ve bakışlarını kalabalık grupların üstünde gezdirdi. Tanıdık hiç kimse yoktu. Oysaki bulacağına inanmıştı. Bu duruma canı sıkılırken kafeden ayrılıp okula giden toprak yola geçti bu sefer.

Tüm eşyalarını Mine'ye bıraktığı için kullanabileceği bir telefonu dahi yoktu. Dağın tepesine yapılmış bu okuldan nasıl döneceğini düşünürken sıcaktan ısınan yanaklarına ellerini bastırdı. Yoldan geçmek için kendisine korna çalan arabalardan uzaklaştı ve bir yamaç gibi aşağı uzanan kenarda durdu. Tüm şehir gözleri önündeydi.

Kollarını kendine sarıp güneşin en tepede olduğu manzaraya bakarken topladığı saçlarını açtı, omuzlarına dağılmasına izin verdi. Tepede daha sert esen yaz esintisiyle o tutamlar da özgürce uçuşmuş hatta tenine bir rahatlık yaymıştı.

Yine de esinti, burada yapayalnız kalmanın Naz'a hissettirdiği huzursuzluğu silemiyordu.

Bir saati bile olmadığı için ne kadar geçtiğini bilemediği kadar uzun zaman sonra yönünü aşağı çevirdi ve aşağı yürümeye başladı. Yapacak başka çaresi kalmamıştı. Eğer bir başkasından telefon istese, arayabileceği numaralar ezberinde bile değildi. Hiç tanımadığı birisinden onu eve bırakmasını rica etmekse tüyler ürpertici geliyordu. Güvenini henüz tam manasıyla toparlayamamıştı Naz. Beklemek de fayda getirmiyordu, yürüyerek gitmeyi deneyecekti.

Başını öne eğmişti ve yalnızca kendi adımlarını takip ediyordu. O sırada yüksek sesle çalan bir korna sesi duyunca başını kaldırıp yola baktı. Yukarı giden tanıdık araba hemen yanında durmuştu. Açık camdan Tarık'ın endişeli yüzü görünüyordu. "Naz çok özür dilerim... Gerçekten çok özür dilerim."

Kapıyı açıp ön koltuğa oturdu, artık rahat bir nefes almıştı Naz. "Bir sorun mu var?" diye sorarken hem emniyet kemerini takıyor hem de Tarık'ı kontrol ediyordu. Alnından süzülen ter damlaları ve dağılmış tişörtü kesinlikle bir sorun olduğunu gösteriyordu zaten.

"Sen sınavdayken Mine'nin ağır sancısı tuttu ve suyu geldi birden. Onu hastaneye götürdüm, gelirken yetişirim sandım ama inanılmaz trafik vardı, zorladı... Çok özür dilerim, gerçekten bebeğin gelmesini beklemiyorduk, vakti vardı daha halbuki." Elinin tersiyle alnını silip bir u dönüşü yaparken kaçamak bakışlarla Naz'ı baktı etti Tarık. Gerçekten yorgun ve orada yapayalnız beklemekten dolayı üzgün görünüyordu. "Zaten yapmışlar okulu dağın başına, yokuşu çık çık bitmedi. Seni çok bekletmedim değil mi?" Gözlerini arabadaki saatte gezdirip sınavın bitiş saatinden kısa bir hesap yaptı. "Çıkalı da..." derken aradan geçen zamanı sonradan fark etmişti. "Çıkalı yarım saat olmuş!"

Tarık'ın yüzünü ani bir korku sardı. "Naz... Yarım saat beklettiğime inanamıyorum, yetişirim sanmıştım. Çok özür dilerim, saati karıştırmışım, en fazla beş on dakika oldu diye düşünüyordum. Allah kahretsin yarım saat geçmiş ya..."

Onun bunca hayretine dudaklarını kıvırıp tebessüm etti Naz. Babası kendisine baktığında bir sorun olmadığını düşünmüş olacak ki üstüne onu tasdik etmek isteyerek "Sorun değil," diye mırıldandı. "Mine abla iyi mi peki?"

Tarık arabayı çoktan hastaneye sürmeye başlamıştı bile. "Şu an bilmiyorum, doğuma alınırken fazlasıyla zorlanıyordu." Bir elini direksiyondan çekip tabi ki dermiş gibi avucunu açtıktan sonra ekledi. Kısaca nefeslendikten sonra hızlıca konuşmaya devam etti Tarık. Üstündeki kaygıyı ancak bu şekilde azaltabiliyordu.

"Tabi her doğumda böyle oluyor ama yine de endişeleniyorum. Deniz'in doğumunda-..." O an gerektiğinden fazla bilgi verdiğini fark ederek susma ihtiyacı hissetti. Dudaklarını birbirine bastırıp "Öyle işte," diye fısıldadı. Hemen ardından yutkunmakta epey zorlanmıştı. Birkaç saniye kendilerine kısa bir sessizlik tanıdıktan sonra boğazını temizleyip "Sınavın nasıl geçti?" diye sordu Tarık.

Naz hissiz bir ifadeyle sadece yolu seyrediyordu. Ellerini yine en mahzun haliyle önünde birleştirmişti ve tırnağıyla parmağındaki soyulmuş yeri aşındırıyordu. Hafif bir kırmızılık belirmişti orada, hatta ince bir sızı vardı. O an başını kaldırıp "İyiydi," dedi rahat bir sesle.

"Hedeflerin tutar mı sence?"

"Öyle umuyorum," diye mırıldandıktan sonra başını kendi tarafındaki cama çevirip dışarıyı izlemeye başladı. Çoğalan kaygılarından dolayı daha fazla konuşası gelmemişti. Bunu da tüm yol boyunca devam ettirdi.

-

Korktuğu artık karşısındaydı.

Tarık Sayın az sonra kucağına alacağı kızı için heyecanla arabadan inmiş, eli ayağına dolaşırken hızla hastaneye ilerlemişti. Naz da yanında yürüyerek ona eşlik ediyordu ama belli ki babası, Naz'ın orada olduğunu bile bilmiyordu.

Bakışları sadece gidecekleri yöne dönüktü, acelesini ayarlayamıyor bu yüzden Naz ona yetişmekte zorluk çekiyordu.

En sonunda doğumhane katına geldiklerinde; Naz, kapının önünde merak ve korkuyla bekleyen yaşlı adam ve onun kanatları altına sığınmış Denizhan'ı gördü uzaktan. Kıskanılası bir görüntü çiziyorlardı. O adam... Aslında kendi dedesi de sayılırdı. Sadece sayılırdı.

Adımları yavaşlarken bir süre sonra ilerlemek istemeyerek olduğu yerde durdu. Onlara çok uzak değildi fakat yakın da değildi. Bir an orada kendini fazlalık hissederek geri dönmek istese de Tarık'ın merakla kendisine çevrilen bakışlarından çekinerek bir iki adım ilerledi Naz. Zordu. Çabalamak yorucuydu.

Yine de kabullenemiyordu. Ne babası ne dedesi ne de babaannesi onu istemişti. Kimse bu küçük kızın başını okşamak istememişti. Belki de çok çirkin ve huysuz bir bebektim, dedi içinden. Yoksa insan azıcık severdi herhalde.

O yabancı bakışlar çoktan kendisine dönmüş, hatta nefrete bürünmüştü. Hem dedesi hem de babaannesi... Uzakta duruyorlardı.

Kimseye kalmadan Mine'nin ablası gelip sırtına dokundu hafifçe. Yüzünde gergin bir ifade vardı. Sonuçta içeride doğum yapan kendi kardeşiydi. "Hoş geldiniz," dedi kısık bir sesle. Naz'ı hafifçe ittirerek koridorda yürütmeye başlamıştı. Aralarında büyük bir yakınlık olmasa da Mine'nin Naz'a nasıl davrandığını biliyordu. Kardeşinin yokluğunda ona kötü hissettirmek istememişti. Başını eğip "Nasılsın Naz?" diye sorarken sesindeki uzaklığı fakat onun her şeye rağmen iyi davranma çabasını fark edebiliyordu Naz. Dudaklarını gülümsemeye zorlayarak hareket ederken "İyiyim," diye mırıldandı. "Mine abla nasıl?"

"Şu an bilmiyorum, muhtemelen canı yanıyordur."

Naz'ın yüzünün korkuya kapıldığını görünce elini aceleyle önünde salladı Müge. "Ya da belki yanmıyordur? Emin değilim, daha önce hiç birisini doğurmadım sonuçta. Neyse onu boş ver Mine alışkın zaten, senin sınavın varmış bugün. Asıl o nasıl geçti? Önemli olan insan doğurmak değil ki insan yetiştirmek sonuçta."

Son sözlerini koridordaki herkes duymuştu. Tarık'ın bakışları değişti, hatta rahatsız halde hareket etti. "Kız yoruldu Müge, rahatsız etmesen mi?"

"O rahatsız olmadı ki sen oldun." Hemen sonra rahatça gülümseyip umursamaz halde omuz silkti. "Neyse beni hiç ilgilendirmiyor, ne yapıyorsanız yapın."

"Belli ilgilendirmediği," diye homurdandı Tarık. Sonra da Naz'a koltukları işaret etti. "Kızım gel otur şöyle, dinlen biraz."

Naz'ın gözleri, soğuk ifadesiyle kendisini kontrol eden babaannesine değince içi buz kesmişti. Aslında hepsinden daha çok hissediyordu ayazı. Bu yüzden yaşlı kadına onun kadar ters bir bakış atıp "Ben bir lavaboya gitsem iyi olacak," demişti babasına.

Yanlarından alelacele ayrıldı, koridorun sonunda bulduğu girdi. İçeride kimse yoktu. İçerisi daha aydınlık gösteren beyaz fayanslara tutunarak birkaç adım attı Naz. Ancak koca temiz aynada kendi aksini görünce her yerin karardığını hissetmişti.

Hızlıca aynaya ilerleyip yansımasına baktı. Dudakları kurumuştu ve hatta eğri büğrü şekil almıştı kuruyan yerler. Gözaltları heyecandan dolayı gece doğru düzgün uyuyamadığı için koyu halkalarla dolmuştu. Açtığı saçlarının bir kısmı alta sıkışmış ve sıkıştığı yerden dışarı sızmıştı. Komik duruyordu biraz.

Musluğu açıp yorgunlukla ellerini sabunladı. Aşağı akan köpüğü seyrederken sürekli etrafı inceliyordu çünkü bu düşünmemesini sağlıyordu.

Yıkadığı ellerini burnuna yaklaştırıp kokladı. Sabunda bir süre sonra kaybolan ferah bir koku vardı. Bu hoşuna gidince avucuna biraz daha sabun sıkıp ellerini köpürtmeye başladı. Parmaklarının arasını küçükken annesinin ona öğrettiği gibi ovalarken bir sürü baloncuk çıkmıştı. Ellerini kaldırıp onlara daha yakından baktı. Şeffaf görüntülerinin üstünde renkli yansımalar vardı.

Ellerindeki köpüklere daldığı esnada kapı irkiltecek bir sesle açıldığında Naz hafifçe yerinde kıpırdanmıştı. Suyu açıp hemen ellerini yıkmaya başladı. Bir başkasına rezil olmak istemiyordu. Ancak gözlerini aynaya kaldırınca, yansımada tanıdık birisini görmüştü. Babaannesini.

Üstünde zarif bir kıyafet vardı, yavaş hareketlerle ilerlerken o kıyafetleri tamamlıyor gibi görünse de yüzünde barındırdığı soğuk ifade zarafetini çabucak söndürmüştü. Arkasına geçtiğinde Naz bedenini ona çevirmedi. Yalnızca yansımadan bakıyorlardı birbirlerine.

Bir süre kimse konuşmaya tenezzül etmedi, ne var ki hiç kimse de tuvalete girmemişti sanki ikisini yapayalnız bırakmak istermişçesine. En sonunda Hacer, Naz'a doğru dönerek bakışlarını üstüne dikti. Onun da kendisine bakmasını istiyordu.

Naz da bedenini yaşlı kadına doğru çevirdi. Gözleri bedeniyle aynı kararda değildi ki başka yerde dolanan bakışlarını zorlukla ona doğrulmuştu.

"Sürekli yan yanasınız," dedi pürüzlü sesiyle Hacer. "İyice girmişsin aileye, tebrik ederim seni."

Bu imalı ve suçlayıcı tavra karşın sessiz kalmakla yetindi Naz. Herhangi bir cevabın uygun düşeceğini sanmıyordu.

Zaten çok geçmeden yaşlı kadın konuşmaya devam etmişti. "Tarık sizden sonra çok mutlu oldu biliyor musun? Oğlum ait olduğu hayatı yaşadı, kendisine geldi, özüne döndü."

"Biliyorum." Naz kollarını önünde bağlayıp başını usulca aşağı yukarı salladı. "Hatta görüyorum."

"O zaman niye buradasın?" Hacer bir elini lavaboya yaslayıp bedenini eğmişti. "Niye tekrar yanındasın? Senin yüzünden istedikleri gibi davranamadıklarının farkında değil misin kızım sen?"

"Gitmek istediğimde bırakmayanlar onlardı," derken kaşlarını hayretle çattı Naz. Az sonra yeni bir toruna sahip olacak bu kadının şimdi kendisine karşı hoyrat sözlerde bulunması kalbini kırmaktan öte tuhafına gitmişti. "Ben zaten gitmek konusunda ısrar etmiştim."

"Gitmek istemişmiş... Gerçekten isteseydin zaten giderdin, annen de başta böyleydi-..."

Naz babaannesinin sözlerini kesip "Annem hakkında konuşma!" diye bağırdı hızlıca. "Sen onun hakkında yorum yapamazsın!"

"Yalan mı? Annen gerçekleri göremedi ve sonra üzüldü... Sen de bu aileden biriymiş gibi sandığın her an kendini kandıracaksın ama ileride bu ailede yerin olmadığını anlayınca üzülüp bizi suçlayacaksın!"

Bir adım geri çekilip daha büyük bir hayretle baktı yaşlı kadına. Dudakları aralanmıştı. "Siz çok acizsiniz."

"Ne?"

Birden yüzünü küçümser bir hal aldı Naz'ın. "Benden mi korkuyorsunuz yoksa?"

"Niye korkayım ben senden?"

"Bayağı saf dışı bırakmaya çalıştığınıza göre epey bi' korkutmuş olmam lazım sizi."

Böyle bir tavır beklemediği için Hacer'in elleri sinirden titremeye başlamıştı. "Terbiyesiz," dedi dişlerinin arasından, hatta tiksinircesine. "Ne biçim konuşuyorsun benimle?"

Bir lavabo köşesinde, böyle saldırgan bir tavırla sıkıştırılmak Naz'ı gücendirmişti. Üstelik yaşlı kadının, yalnız kalacakları bir anı beklemesi fazla utanç verici geliyordu. Boğazına bir yumru oturduğunda titrek şekilde mırıldandı Naz. "Siz terbiyesizliği asıl şimdi görün," dedikten sonra gözlerinden birkaç damla yaş akmasına izin verip lavabodan ayrıldı ve koridoru ilerlemeye başladı.

Hemen ardından kapının açılma sesini tekrar duymuştu. Babaannesinin peşinden geldiğini biliyordu. Hatta "Dur nereye gidiyorsun?" seslenişi ondan başkasına ait değildi.

Yine de Naz açık saçları arkasından savrulacak kadar hızla ilerlerken yanaklarına düşen ıslaklığı silmedi ve endişe içinde bekleyen babasının yanına gitti. Tarık'ın bakışları kendisini bulduğunda endişeyle "Naz," diye mırıldanmıştı. "Ne oldu kızım? Niye ağlıyorsun?"

Naz elini atıp gözlerini temizledi ve korkak bir bakış attı babasına. "Ben..." dedikten sonra apaçık ifade etmek yerine arkalarında bekleyen yaşlı kadına dönmüştü. Sessizliğinin onu hedef gösterdiğini biliyordu.

"Sen ne? Kızım ne oldu? Endişelendirme beni." Tarık, kızının bakışlarının döndüğü yere gözlerini doğrultunca annesiyle karşılaştı. Ondaki ifade ise hınç kaplıydı. Çatık kaşlarının sağladığı korkunç ifadesiyle Naz'ı seyrediyordu. "Anne," dedi hayal kırıklığıyla. "Anne ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"Ne yapmışım oğlum? Saçmalama istersen, ona inanmayacaksın herhalde?" Yaşlı kadın ellerini iki yana açıp bir inkâr çabasına girdi çabucak.

"Sen benim kızıma yalancı mı diyorsun?"

"Ay Tarık yapma lütfen! Seni bana kışkırtıyor şu an... Hemen kanıyorsun sen de."

Eliyle ileriyi işaret edip "Uzaklaş," dedi hiçbir itiraz kabul etmez bir tavırda. "Çabuk buradan uzaklaş, böyle bir günde kızıma saldırmanı kabul etmeyeceğim, hemen uzaklaş anne."

"Tarık annenle böyle konuşamazsın!"

Tarık bu sefer sert bakışlarını babasına çevirdi. "Duymak istemiyorsan sen de annemle gidebilirsin baba."

Dedesinin bir sorun çıkartacağını anlayınca Denizhan onun kolunu tutup "Dede gel ben size aşağıda çay ısmarlayayım," demişti. Bir yandan da sertçe çekiştiriyordu. "Hadi gel, şu gereksiz hararetinizi alır üstünüzden. Hadi dede, hadi..."

Bu biraz zor olmuş olsa da tüm bağrışmalara rağmen Denizhan onları koridordan uzaklaştırmıştı.

Naz burnunu çektikten sonra ıslak yanaklarını silip boş koltuğa oturdu. Duyduğu deri gıcırdaması sesinden babasının da yanına oturduğunu anlamıştı. Omuzları birbirine değiyordu. Saniyeler sonra Tarık, Naz'ın üstüne eğilip "Kızım," diye mırıldandı. Bunu son zamanlarda çok yapar olmuştu. Kızım, kızım, kızım... Acaba kendisini bir yenisine mi hazırlıyor?

Başını kaldırıp babasına baktı Naz. "Efendim?"

"Ne dedi sana? Niye ağlattı seni?"

En derin yarasından bahsetmişti. Annesi... Konunun zoruna giden kısmı oydu ve sinirini bozan o sözlerin bahsini açmak istemiyordu Naz. "Şu an konuşmak istemiyorum," diye küskün bir sesle mırıldandı. Aklına geldikçe çıldıracak gibi oluyordu. Zaten konu annesi olunca babasının pek de umursamayacağından emindi. Tarık, hiçbir zaman Çiçek'e ne olduğunu merak etmemişti.

"Çok mu sıktı canını?"

Naz kendine engel olamayıp ince bir sesle "Çok," diye sızlandı. Kuruyan gözlerini ovalayıp birkaç saniye kaçtı babasından. "Çok sıktı."

"Tamam..." Tarık onu kendisine çekip omzuna yatırırken rahatça saçlarını okşamaya başlamıştı. Önceden olsa yapmaktan korkacağı şeyleri artık sorgusuzca yapıyordu. Aylar önce hastanenin acil kısmında beklerken sarılabilir miyim diye sormuştu Naz'a. Şimdi isterse sarılıyordu. Ve bir de onun baba dediğini duymak istiyordu. O zaman her şey tamamlanmış gibi olacaktı. "Tamam. Bir daha seninle böyle konuşamayacak, sana yaklaşamayacak bile. Korkma sakın."

Başını yaslandığı yerde aşağı yukarı sallayıp sessiz bir cevap vermişti Naz. Dakikaları böyle geçirdikten sonra yan taraftaki ameliyathane kapısı açılınca yaslandığı yerden sıyrıldı ve başını oraya çevirdi.

Kucağında ufak bir kundakla çıkan hemşireydi. Yüzünde sevecen bir gülümseme vardı. Yavaş yavaş yanlarına yaklaşıyordu. Herkesten önce Mine'nin ailesi kalkıp oraya yaklaştı ama ilk önce Tarık'a müsaade etmişlerdi.

Hala oturan tek kişi Naz'dı. Sırtını yasladığı yerde, kundaktaki bebeğe "Kızım..." diyerek yaklaşan babasını seyrediyordu. Zorlukla yutkunup tüyleri ürperen kollarını önünde bağladı.

Tarık ne yapacağını şaşırmıştı. Heyecanla etrafına bakacağı an Naz'ın duygusuz gözlerine denk gelince duraksadı. Hemen önünde minik kızı vardı, karşısında Naz... Aslında ikisi arasında bir seçim yapmıyordu. Ancak Naz'ın gözleri bir dehşet yaşatacak kadar boştu.

O boşluk korkutuyordu.

Onu ansız bir sancıyla sınamamak için yenidoğan bebeğinden uzaklaşıp hemşireye döndü. Genç kadın da bu bakışla hemen bilgi vermeye başlamıştı. "Kontrollerden sonra bebeği tekrar getireceğim, eşiniz de şimdi çıkıyor," dedikten sonra oradan uzaklaştı.

Tarık kızını bir acıya tabi tuttuğunu düşünürken aslında kendisinin sınandığını bilmiyordu. Habersizdi. Bu zamana kadar pek çok şeyden olduğu gibi bunun da hiç farkında değildi.

-

Mine normal odaya geçtikten sonra daldığı uykudan uyanmıştı. Kontrollerden getirilen bebek odaya alındığında ise Naz dışında herkes içerideydi. Bir tek o kalabalık etmemek için dışarıda bekleyeceğini söylemişti.

Geçen zaman sonrasında içeride sadece Mine'nin annesi, Tarık ve Denizhan kaldığında Naz da artık vaktin geldiğini düşünerek olduğu yerden ayaklanıp kapıyı tıklattı. Uzak duruyor gibi davranarak kimsenin moralini bozmak istemiyordu hem de Mine'yi merak etmişti. Tıklattığı kapıyı aralayıp başını uzattı ve "Gelebilir miyim?" diye sordu.

Denizhan hevesle başını aşağı yukarı sallayıp "Gel gel," dedi. "Ben de seni çağıracaktım şimdi."

Bir yanı istekle bir yanı korkuyla doluyken çekingen adımlarını ilerletip içeri girdi. Yatakta biraz doğrulmuş halde uzanan Mine, kucağında gerçekten çok ufak görünen bir bebek tutuyordu.

Mine odaya giren Naz'a mutlu gözlerle baktıktan sonra gülümsemesini daha da arttırıp "Nerelerdesin sen?" diye sordu yayvan bir sesle. Yorgunluğu her halinden belliydi ama her şeye rağmen tebessüm ediyordu.

"İlk an rahatsız etmek istemedim." Yavaşça oraya yaklaşıp yatağın yanında durdu, babası da diğer tarafta ayakta dikiliyordu. İkisi birbirlerinde olan bakışlarını ayırıp aynı anda bebeğe döndüklerinde Naz gördüğü suratla nefesini tuttu.

Minik bebek, ufak ellerini çenesinin altına koymuş haldeydi. Parmakları neredeyse bir kürdan kadar inceydi. Dudakları uyku esnasında tatlı bir şekilde büzüşmüştü. Yumuk yumuk gözlerine rağmen kirpiklerinin gürlüğü de belli oluyordu. Vaktinden biraz erken doğmasına rağmen fazlasıyla sağlıklı olduğunu düşündü Naz. Hayatında çok nadir bebek görmesine rağmen bunu ilk bakışla anlayabilmişti. Buruk gülümsemesini biraz daha artırıp Mine'ye döndü tekrar. Sonra da duyulmasına dikkat ederek kısık sesiyle mırıldandı. "Çok tatlı Mine abla, aynı sana benziyor," dedikten sonra kuru dudaklarını yalayıp geri çekildi.

"Değil mi?" Mine, bebeğinin başındaki şapkayı biraz sıyırıp altta kalan sarı saçları gösterdi. "Baksana saçlarına... Koyulaşmazsa eğer tamamen kendimi doğurmuş gibi olacağım."

Titrek bakışlarını tekrar karşısındaki babasına kaldırdı Naz. Ondaki tereddütlü hale sebep olan şeyin kendisi olduğunu biliyordu. Uzak duruşu, hiç dokunmayışı, hevesli görünmeye çalışan donuk tebessümü... İkisi de aynı durumdaydı.

"Öyle," diye fısıltıya yakın bir mırıltıyla konuştu. Karıncalanan ellerini birleştirip parmaklarını iç içe geçirirken daha fazla ne yapabileceğini bilmiyordu. Konuşabilecek, durumu normale çevirecek hiçbir şey bulamamıştı.

Onun yerine Mine uyuşuk tebessümünü biraz azaltıp kısık gözlerini yavaşça kırpıştırdı. "Adını Nil koyduk," dedi mırıltıyla. "Nasıl sence?"

Naz kendini gülümsemeye zorlayarak "Çok güzel," diye cevap verdi. Kendini ayakta tutmaya çalıştığı zorlu bir andaydı. Çünkü isimleri bu kadar benzerken sanki her şey kendi yeri dolsun diye kurgulanmış bir hayat gibi hissettiriyordu.

Aylar önce, tüm boş sandalyelerin önünde olsa babam birine beni oturtmaz diye düşünürken şimdi geçici süreliğine oturtulduğu bir yerden kalktığını sanmıştı Naz. Biraz oturdun mu? Şimdi kalk. Oranın asıl sahibi geldi. Zaten sen kimsin ki?

Hala ayakta dikilirken gözlerini tekrar uyuyan bebeğe çevirdi Naz. Dudaklarının iç kısmını ısırırken önünde tuttuğu ellerini arkasına alıp tırnağıyla, saatler önce açtığı yarayı oymaya başladı. Oradaki acıyı hissederken aklından ise başka şeyler geçiyordu.

Hayata hoş geldin Nil Sayın. Yerimi doldurmaya, bana baba olamayan babanın biricik kızı olmaya hoş geldin. Sanmıyorum ya, umarım sen de benim gibi terk edilmezsin... Sağlıkla yaşa.

-

Okuyan oylayan yorum yapan herkese çokça teşekkürlerr 🖤

Loading...
0%