Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Özgürlük Bir Yalan

@askilav

En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı?

Her gece, yayları gevşemiş gıcırtılı yatağına usulca çökmeden önce aklına muhtelif düşünceler takılırdı. O an yapması gereken, düşünmemeye dikkat ederek gözlerini annesinden miras kalan odada gezdirmekti fikirlerin gürültüsünden kurtulmak için. Fakat odaya baktıkça annesini daha çok hatırladığından dolayı başka yerlere bakmaya çalışırdı bu sefer. Nafile. Her yer, her eşya ve her şey annesiydi.

Yüzü ifadesiz fakat az buz acıklı bir şekilde sağına dönüp elini yastığın soğuk altına soktuğunda aklı bambaşka yerlere kayardı. Çünkü orada da geçmişten gelip o ana gölgesini düşürmüş bir gerçekle karşılaşırdı. Babası. Cansız bir fotoğrafta senden uzakta yaşıyorum dercesine gözlerini açardı. Seni bıraktım der gibi gülümser, seni istemiyorum der gibi bakardı. Bakışları başkaydı ama bakışları Naz için hep yastaydı.

Ne olursa olsun, hatıralarında canlanmasa bile hayal etmek zor değildi ya... O hayal edebilirdi. Aslında 16 Aralık'ta doğarken babasının içinden keşke doğmasa diye geçirdiğini düşünebilirdi. İlk adımlarında biraz daha büyü, gitmem lazım dediğini iddia edebilirdi. Kim inkâr edebilirdi bunu? Zaten her şey tam tersi olsaydı, babası gider miydi? Tam tersi olsaydı, böyle gelmemezlik eder miydi?

Gözünden düşen bir damla yaşla burnunu çeker, elini de aslında fotoğrafın soğuk hissini saatlerce yaşamak istemesine rağmen yavaşça yastığın altından çekerdi. Ardından soluna döner, rüyasında çok güzel şeyler görebilmek umuduyla dualar ederken dedesinin boğuk horlaması duyulurdu incecik duvarların ardından. İşte o an, aslında durdurmak istemediği gözyaşları ardı arkası kesilmeksizin akmaya başlar, hıçkırıklar sıklaşırken yastığı hızla ıslanırdı. Böyle de çekilmez olurdu geceleri, biteviye sürerdi.

Avuçları, sesi öteki odalara gitmesin diye ısırılmaktan yara olmuş dudaklarına kapanırken esasında hiçbir işe yaramayacağını zihni de kalbi de çok iyi bilirdi. Ama yine de örtmekten vazgeçmezdi, bir umuttur ya hani...

Bir umuttur ya hayat.

Belki ertesi gün mutlu olurum, belki bir ay sonra âşık olurum, belki bir sene sonra başarılı olurum umuduyla yatılan geceler, bu umutlar için gündüze kavuşurdu.

Ufacık bir umut parçasıyla ayakta kalırken, o umuda sarılıp gizlemeye çalışırdı sesini. En ufağından en büyüğüne kadar... Bir gün annesini eksiksiz olarak hatırlayabileceğiyle ilgili umutlarını; ertesi gün kapısına uzun boyu, geniş omuzları ve kızını sarmaya müsait sıcak kollarıyla babasının geleceğine dair umutları takip ederdi.

Halbuki uyandığı her sabah hayallerin kırıklarına batacağını biliyordu. Umut zaten böyle bir şeydi: Asla gerçekleşmeyecek düşlerin acı sanrısı. Ne annesini bir daha küçük yaşında gördüğü zamanki kadar güzel hatırlayabilmiş ne de babası kollarını açıp da kapısına gelmişti.

Ancak ilk kez o sabah, gerçek bir sabahtı. Yatakta bir o yana bir bu yana döndüğü gece, ilk kez buhranlara kapılmamıştı. Karanlığında boğulduğunda bir uykuya yatmamış, bu sefer umuda değil gerçeklere uyanmıştı.

Ayrılıkları hiç sevmezdi ya, ilk kez bir ayrılık için nefesini tutmuştu Naz. Mutlu gibiydi, mutlu olduğuna inanıyordu.

Çalan alarmı yüzünden yatakta doğrulup gözlerini ovaladı. Kollarını iki yana açarken tatlılıkla gerindi, sonra bakışları yatağın karşısında duran bavula değdi.

Onu eve sokmak biraz zor olmuştu kendisi için. Büyük bir poşet aramış, kimsenin görmemesi için en ıssız vakitte geçmişti merdivenlerden. Şimdi o boş bavulun içi doluydu, hatta ders çalışmak için kullandığı masa da öyle... Komodinde sadece telefonu vardı. Az sonra ayağa kalkıp yatağını topladıktan sonra orası da üstünde birisi hiç yatmamış gibi olacaktı. Bu oda birazdan, Naz orada hiç yaşamamış gibi olacaktı.

Tam da aklından geçeni yapıp tüm nevresimleri söktü ve banyosundaki kirli sepetine attı. Boş kalmış yatak çıplak haliyle numune ürünü gibiydi. "Belki daha sonra başkası için kullanırlar... Ama benim hikayem artık burada bitti."

Elini beline atıp biraz ovaladıktan sonra tüm temizliğini yapıp dün gece hazırladığı kıyafetleri giymişti. Gitmeye fazlasıyla hazırdı. Aşağıdan duyduğu seslerin kahvaltı için olduğunu biliyordu. Büyük ihtimalle birazdan kapısı çalınacak ve aile üyelerinden birisi geç kaldığını düşünerek onu uyandıracaktı.

Halbuki bu uyku çoktan bitmişti. Bavulunun tutacağını kaldırıp peşinden sürüklerken çıkan tekerlek sesi o kadar hoşuna gitmişti ki odanın içinde kendi kendine sürüp bu anlamsız keyfini çoğalttı biraz. Gitmek, babasının yaptığı üzere gerçekten güzel bir şeydi demek ki.

Ve artık çıkması gerektiğini hatırlayınca odasının kapısını aralayıp oradan ayrıldı. Merdivenlerden bir tıkırtı sesi geliyordu. Naz bunu işitince eli ayağına dolaşmıştı ancak yine de her şey olağan akıştaymış gibi rahatça ilerlemeye çalıştı.

Habersizce çekip gitmenin babası için değil, Mine ve Denizhan için haksızlık olduğunun farkındaydı fakat onların gözünde kötü bir yere düşmeyi de göze almıştı artık. Bu yüzden toplu sarı saçları ve meraklı yeşil gözleriyle karşısına çıkan Mine'ye hafifçe gülümsedi. "Günaydın," derken hala bavulunu tutmaya devam ediyordu.

Mine istemsizce kaşlarını çattı. Çiğnediği peyniri hızlıca yuttuktan sonra "Bu ne?" dedi. Günaydına hiçbir cevap vermemişti.

"Şey..." Naz kuru dudaklarını yalayıp hala normal davranmaya çalışırken en sonunda buna dayanamadı ve yüzünü sıkıntılı bir hal aldı. "Mine abla çok özür dilerim. Sakladığım için çok özür dilerim. Ama mecbur kaldım tamam mı?" Mecburiyeti sadece öfkesiydi fakat ne olursa olsun kendisini savunmaya devam etti, Mine'nin yüzündeki kızgınlık geçmeliydi çünkü. "Hem kötü bir şey yapmıyorum, sadece kendime yurt ayarladım..."

"Ne yurdu Naz? Sen zaten burada kazandın ya üniversiteyi? Şimdi nereden çıktı bu?"

"Evet burada kazandım ama ben yine de yurtta kalmak istiyorum." Gözlerini hızlıca kırparken birkaç saniye zaman tanıdı kendine. "Bu benim için daha iyi olacak."

"Haberimiz olamaz mıydı peki?" derken Mine'nin sesi istemsizce yükselmişti. "Bunu oturur konuşurduk, eğer çok istiyorsan da yardımcı olurduk böyle bir başına halledebileceğin bir şey değil ki konu! Güvenebileceğin bir yer mi bu yurt? Maddi yönden sormuyorum bile, nasıl üstlendin sen bunu?"

"Yurdu tek başıma bulmadım, birisi yardım etti tabi ki de."

Mine kaşlarını kaldırıp "Kim yardım etti?" diye sordu.

"Eski bir hocam." Tam bir sene önce onu bursluluk sınavına girmesi için yönlendiren Nuran hocasıyla iletişime geçmişti en güvenilir olarak onu gördüğünden dolayı. Her şeyi tek başına yapabileceğine inanıyor olsa bile bazen kendisini tehlike atmamak için yardım alması gerektiğini biliyordu. "Daha önce de bu konularda yardımcı olmuştu, maddiyat da sorun değil çünkü bursum var. Yani şu an hiçbir sorun yok ortada."

"Naz, yani en azından söyleyebilirdin..." Kollarını iki yana açınca yüzündeki hayret de soğuk bir öfkeye evrilmişti hemen. "Basit bir şey değil bu, gidiyorsun da nereye gidiyorsun? Nasıl gidiyorsun?"

"Endişe edeceğin hiçbir şey yok-..."

"Nasıl olmaz? Sen... Sen öyle alıp başını gitmeyi kolay mı sandın?"

"Kolay olmadığı için yardım aldım zaten!" Dudaklarını diliyle ıslattıktan sonra tekrar konuşmaya hazırlandı. "Hem bu alıp başını gitmek değil, sadece buradan ayrılıyorum. Biliyorum, söylememem hataydı ama..." Başı hafifçe öne eğildi Naz'ın. Sonra üzgün bakışlarını geri çevirmişti. "Siz değil de o," dedikten sonra kastettiği kişi dolayısıyla yutkunmak zorunda kaldı. "O engel olur diye korktum."

"Düzgünce anlattıktan sonra baban sana niye engel olsun ki?"

"Aslında mesele engel olması değil." Derince nefeslendikten sonra gerçek düşüncesini söylemek konusunda tereddüde kapılmıştı. "İşte..." diyerek bitirdi sözlerini.

"İntikam mı almak istedin?" Bazı şeyler bariz gerçeklerdi. Mine, anladığı şeyler omuzlarını düşürürken dudaklarını içe doğru kıvırdı sessizlikle. Ancak sonra tekrar konuşmuştu. "Aslında affetmedin onu değil mi? Bu yüzden haber vermeyerek intikam almak istedin?"

Dudaklarını ısırırken hafifçe kıvırıp dolan gözlerine rağmen tebessüm etti Naz. "Affetmedim," diye fısıldarken dizini de gerginlikle sallıyordu. "Onu gördüğüm her an... Yapamıyorum Mine abla. Olmuyor. Sessizliğim sadece sizi huzursuz etmemek içindi ama artık susmak da beni yoruyor."

Kollarını önünde bağlayıp bir süre Naz'ın yanakları kızarmış suratına baktı. Bu konuda fikrini belirtebileceği bir yer yoktu. Kirpiklerinin altına saklanan kaçak gözleri onca kıpırtının içinde kızılacak gibi durmuyordu. "Ne diyeyim ki ben şimdi?"

"Kendi hayatımda çok mutlu olacağım... Sadece bunun için sevinsen?"

"Mutlu olacaksan zaten buna en çok ben sevinirim ama," dedikten sonra kollarını açıp trabzana tutundu Mine. "...bilmiyorum, tuhaf geliyor."

"Tuhaf değil, normal olan bu zaten." Keskin duyguları parlak gözlerinin içindeydi. Birbirlerine uzun uzun bakarken fazlasıyla sessiz kalmışlardı. Aşağıdaki sesler, her şeyden habersiz olan Tarık ve Denizhan'a aitti.

Naz onların gürültüsünü bastırarak "Artık gitsem?" diye mırıltıyla sordu. "Otobüsü kaçırmak istemiyorum."

"Seni bırakayım-..."

"Hayır." Başını iki yana salladı, aynı zamanda güven verircesine gülümsüyordu. "Lütfen, kendim gitmek istiyorum."

"Kaldığın yeri göreceğim ve içim rahat edecek anladın mı? Farkındayım uzaklaşmak istiyorsun, eğer kararın bu yöndeyse merak etme Tarık'ın seni rahatsız etmesine izin vermem ama şu kapıdan çıkıp tek başına hiç bilmediğim bir yere gidersen ben düşünmeden nasıl duracağım?" Daha fazla bir şey söylemeden hazırlanmak için odasına ilerlediğinde Naz onun gerisinden bakakalmıştı. Karıncalı bir hissin sardığı ellerini iki yanında yumruk yapıp kendisini aşağıda bir çarpışmaya hazırlar gibi nefeslendi hemen.

Artık aşağı inmeliydi. Basamağa adımını basıp bavulunu peşinden sürükleyerek ilerledi.

Sonuçlar açıklandığından beri birkaç destekle kendisine yeni bir hayat kurmuştu. Artık bu çatının altında kimsenin huzuru kaçmasın diye uslu durmak zorunda değildi. Bundan sonra baktıkça annesinin ölüşünü gördüğü babasının yüzüne denk gelmeyecekti. Bakışlarını kaçırdığı bir duvar olmayacaktı artık çevresinde, hem de aile albümüyle donatılmış bir duvar...

Tekrar burs edinmişti, çalışıp iyi bir sıralama elde etmenin kazancını burada da görüyordu. Eğer ihtiyacı olursa bir işe de girebilirdi. Ve nihayetinde, babasının yalvarmak dolu insafına kalmadan kendi hayatını sürerdi.

Zemin kata geldiğinde gürültünün dışarı yayıldığı mutfağa gitmeye yöneldi. Ancak Naz'a kalmadan mutfak kapısı açılmış ve karşısına, minik Nil geçsin diye yardımcı olan Tarık çıkmıştı. Yüzünde, henüz emeklemeye başlamamış ama yerde yatarken kendisini sürüklemeye çalışan bebeğini izlemenin sevinci vardı. Sonra bakışlarını yavaşça yukarı kaldırdı Tarık, Naz'la karşılaştı. Elinde bir bavul olan Naz'la.

İlk önce gülümsemesi söndü, sonra idrak hissiyle kaşları çatıldı. "Ne oluyor?" diye sorarken yerdeki Nil'i kucağına alıp mutfaktan ayrıldı hemen. "Bu bavul ne?"

Dudaklarını ısırmayı bıraktı ve konuştu Naz. "Gidiyorum ben."

"Efendim?" Tarık bebeğin tişörtünü aşağı indirirken eli birden eli duraksamıştı. "Ne dedin sen?"

"Bu evden ayrılıyorum." Gözleri babasının tişörtüne tutunan minik eli gördüğünde Naz'ın hissettiği kıskançlık ortaya çıkmıştı yine. Buna dayanamıyordu. Sadece bir tutuş dahi onu bu duruma getirirken daha fazla baba-kız oyunu sürdürmek istemiyordu. Bu yüzden Nil'e bakmayı kesip yalnızca Tarık'ın yüzüne odaklandı.

Onda da hiçbir şey anlamamanın verdiği bir sinir vardı. Kaşlarının çatıklığı korkunç bir görünüm katmamıştı ancak sert hali Naz'daki yoğun hisleri artırıyordu.

"Niyeymiş o?"

Aslında buradan usulca uzaklaşmayı düşünmüştü ancak kendisi yaparken hiçbir sorun bulmayan babası şimdi gidişine öfkelenmiş haldeydi. Bu yüzden istemsizce uzak bir tavır takınıp konuşmadan önce yutkundu Naz. Ancak karşılaştığı yoğun tavır bir an sarsılmasına sebep olmuştu. "Yurtta kalacağım," dedi cılız bir sesle.

"Tamam da nereden çıktı bu?" dedikten sonra sözlerini yarıda kesen yumru dolayısıyla yutkundu Tarık. Kucağında tuttuğu bebeğini arkasından yaklaşan Denizhan'a bıraktıktan sonra karşısındaki kızına ilerledi. "Naz... Şu an seni gerçekten anlayamıyorum."

Her zamanki gibi. "Anlamayacak bir şey yok, yurt ayarladım kendime, orada kalacağım artık."

"Ama niye? Biz daha geçen sen üniversiteyi burada kazandın diye sevindik ya hani." Kendisini durumun bir şaka olma ihtimaline rağmen gülmeye zorlarken yarım bir tebessüm sunabilmişti ancak. "Burada bir evin var zaten, boşu boşuna niye yurtta kalıyorsun?"

Belli ki anlamazlıktan gelecekti. Naz ağırlığını tek bir bacağına verip ellerini daha kuvvetle sardı bavulun kulpuna. "Burasının benim evim olmadığını biliyorsun aslında sen."

"Ne demek evin değil? Ben senin babanım-..."

"Değilsin." Gözlerini en keskin haliyle onun üstünde gezdiriyordu Naz. "Sen benim babam değilsin, ben de senin kızın değilim."

"Naz ne diyorsun Allah aşkına?" Nefesleri hızlanmıştı, kuru dudaklarını yaladıktan sonra budala gülüşü sarsılmış bir hal adı. "Tamam baba demiyordun, buna gücendiğim falan yok ama aramız iyiydi, yan yanaydık, sen gülüyordun bana... Nasıl oluyor bu? Kafam almıyor şu an."

Naz'ın bakışları, sessizce gerçekten hayret dolu bir ifadeyle bekleyen Denizhan'a kaydı. Onun söylediği şeyi çok iyi hatırlıyordu. Affetmek özgürlüktür.

Eğer affetmek özgürlükse, özgürlük de bir yalandı o zaman. Çünkü babasını kabul etse bile, içinde büyük bir eksikle baş edecekti. Bunun acısıyla bir tek o cebelleşecekti. Bu pek de özgür hissettirmiyordu. "Sadece susuyordum, suskunluğumu yanlış anladın. Onca şey nasıl unutulur ki zaten?"

Tarık'ın sesi istemsizce yükseldi. "Ama bu gitmeni de gerektirmez!"

Merdivenlerden inen Mine "Tarık!" diye uyarırcasına seslendi ona. "Tamam yeterli, üstüne gitme."

"Ne demek üstüne gitme?" diye endişeyle haykırdı Tarık. "Gideceğini söylüyor Mine, öylece bırakayım mı?" Karısına sarf ettiği sorulardan sonra gözleri şüpheyle kısıldı. "Yoksa sen de mi biliyordun bunları? Beni onca zaman kandırdınız mı?"

"Kimsenin seni kandırdığı yok!" Naz bavulunu çekiştirip giderken küskünlükle bağırmıştı. "Hiçbir şeyi göremeyen sensin ama bizi suçluyorsun... Ayrıca olanlardan Mine abla da habersizdi, sadece ben biliyordum!"

Tarık hızlıca nefes alıp verirken içindeki karmaşayı yatıştırmak istiyordu. Bu yüzden sakince sordu. "Naz neden yaptın bunu?"

Kapının önüne geldiği an durdu ve hınçla geriye döndü Naz. Babasının darmadağınık suratıyla karşılaştığında bu sefer içinde buna dair bir hüzün hissetmemişti. "Canını yakmak istedim çünkü! Üzül istedim!"

Dudakları titriyordu. Konuşmak zordu. Yan taraftaki karısının soğuk suratına kısa bir bakış atıp "Başardın o zaman," dedi Tarık utanç içinde. Kendisini aptal gibi hissediyordu... Affedildiğine, Naz'ın her şeyi göz ardı ettiğine inandığı zamanların aslında bir oyun olduğunu öğrenmek; hatta oyun bile değil, Naz'ın çocuk avutur gibi sessiz kaldığını düşünmek ellerinin uyuşmasına neden olmuştu.

"Hayır hiç de başarmadım." Naz'ın yaşlarla dolu gözleri, çatık kaşlarının altında sıkışıp kalmıştı. "Ben senin canının gittiğim için yandığına inanmıyorum," dedi başını iki yana sallayıp. Dudaklarını hafifçe kıvırıp gülmek istedi, bu sefer de boğazına oturan yumrudan dolayı tebessümü bozguna uğramıştı.

Tarık yerde duran bakışlarını yavaşça yukarı kaldırdı. Naz'ın katı suratına bakarken göğsü sıkışmıştı ve soluklanmak artık çok zordu. Tutunacak bir yere ihtiyacı olduğu için elini yan taraftaki duvara yasladı. "Hayır..."

"Sana inanabilmem için hiçbir sebep vermedin bana." Naz parmaklarını sıkıp kütletirken dizini de hızla titretiyordu. Elini arkaya atıp kapıya dokundu. "Beni bırakmandan belli değil mi zaten her şey?"

"Özür dilerim," derken mahcupluk içinde kızaran yanaklarının içini ısırıp dudaklarını birbirine bastırdı Tarık. Yanakları uzun çizgiler boyunca ıslaktı, kirpikleri birbirine yapışmıştı. Başını iki yana çevirip merdiven başında duraksayan karısına baktı. Üstündeki ceketi bile tamamen giyememişti tedirginlikten dolayı. Denizhan'ın yüzündeki hayret yerini bir hayal kırıklığına bırakmıştı ve o haliyle babasını seyredişi, Tarık'ı büyük bir utanca sürüklüyordu. "Yaptıklarım bir hataydı ama açıklayabilirim..."

"Sen bana hiçbir şey açıklayamazsın." Elini acıyan kalbine koyup birkaç defa vurdu Naz. Onun böyle üzülüyor gibi davranmasına dayanamıyordu çünkü her şeyin farkındaydı, her şeyin... Babasına sarıldığı zamanlar için hissettiği pişmanlık, onu böyle gördükçe daha da artıyordu. "Burada yaşadığın hayatında bir sorun olmayayım diye beni herkesten saklamışken bana hiçbir şey açıklayamazsın. Sen o açıklamayı tam bir sene önce herkesin önünde benim için sorun diye bahsederek yaptın zaten..."

"Naz bunları düzeltirim-..."

Onun sözlerini aceleyle kesti. "Bu saatten sonra hiçbir şeyi düzeltemezsin sen!"

"Ama..."

"Israr etme, yapma şunu!" Çünkü bu bir yalan gibi hissettiriyor, kalbimi daha çok kırıyor.

"Öylece gidersen ben ne yapacağım peki burada?" derken Tarık da farkında olmadan haykırmıştı. Arkada hala endişe içinde bekleyen Denizhan'ın kucağındaki Nil de tüm olanlara şahitlik ederken artık hoşnutsuz mırıltılar çıkarmaya başlamıştı.

"Asıl ben ne yapacağım?" Naz yalvarır gibi çıkan sesiyle eş zamanda elini göğsüne yaslamıştı. Sesli nefesler alıp verdikten sonra kendisine epey yakın duran babasına bakıp kısık ve bir kedi mırıltısı gibi olan ince sesiyle sordu. Diğer kimsenin duymasını istemiyordu. "Ben ne olacağım? Bu evde kaldığım her an can çekişiyorum, dayanamıyorum ben... Baş edemediğim duygularla yüzleştiriyorsun sen beni... Kendimden utanır hale geldim, düşünmek sabredemediğim bir şey artık!" Öfkeyle kafasına vurdu daha sonra. "Sen çıkacaksın kafamdan, dedem çıkacak, o katil, sürekli beni her şeyden hariç kılmaya çalışan ailen... Hepsi çıkacak kafamdan... Ama çıkmıyorlar!"

Göğsü hızla inip kalkarken artık sızlanarak ağlamaya başlamıştı Naz. Omuzları hızla sarsılırken hüngür hüngür ağlıyordu. Başını neye itiraz ettiğini bilmeden iki yana salladı. "Ben sadece kendimi düşünmek istiyorum, bir de annemi... Sana yalvarıyorum, bana tek bir kez iyilik yap ve bunun için müsaade et... Lütfen."

Uzunca yutkundu Tarık. Boğazındaki yumru bir türlü geçmiyordu. Boynunu eğdiren hicaptan dolayı başını kaldırıp da kimseye bakamıyordu. Sessiz saniyeler geçti aradan... Hiçbir şeyi kabul etmiş sayılmazdı fakat yine de "Gidersen peki," diye mırıldandı. Akan burnunu çekerken hala yeri seyrediyordu. "...seni görmeye gelebilir miyim?"

Naz buna hiçbir cevap vermeden yalnızca ince ceketinin cebine koyduğu kâğıdı çıkardı. Dörde katladığı kâğıt biraz buruşmuş olsa da halen okunur haldeydi. Dün gece gözyaşları içinde yazdığı mektubu, yine akan gözyaşlarını silerek babasına uzattı.

Kapının önünde bekliyorlardı. Naz elindeki o mektup alındıktan sonra kapıyı açacak ve artık yeni hayatına karışacaktı. Fakat Tarık'ın titrek elini kaldırıp kâğıdı alması o kadar uzun sürmüştü ki Naz geciktiğini hissediyordu. Bu yüzden henüz açılmayan avucu sıkıca kavrayıp mektubu oraya bıraktı. "Ben gidince oku bunu."

"Hayır," derken başını iki yana salladı Tarık.

"Ben gidince okuyacaksın." Yanaklarındaki ıslaklığı silip parmaklarını bir alışkanlıkla kütletti yine. Çıkan ses hoşuna gitmese de bunu yapınca rahatlayabiliyordu. Oysa onun güvende hissedeceği, rahatlayacağı yer babasının yanı olmalıydı. Olmamıştı.

"Naz yapma..." Tarık kâğıdı avuçları arasında buruştururken yerdeki bakışlarını epey uzun bir aradan sonra Naz'a kaldırdı. "Bak sana yalvarıyorum, lütfen yapma."

"Bunu okuyunca, sadece yan yana olmakla hiçbir şeyin düzelmediğini anlayacaksın." Sadece kelimesinin üstünde yoğun bir belirti vardı.

"Sadece mi?" fısıltısından sonra Tarık'ın sıktığı avucu açıldı, mektup biraz rahat kalmıştı.

Naz bunu başını sallayarak onayladı. "Sadece. Benim kalbim, bir hediyeyle düzelmeyecek kadar kırık. Zaten göstermeye çalıştığın o sevgi de bir yalan. Sen bana bunları veriyorsun ama ben sandığından daha değerliyimdir belki de..."

Artık sesi hırıltıyla çıkıyordu. "Kızım," derken boğazındaki pürüzü geçirmek için herhangi bir çaba göstermedi. O an Tarık'ın istediği tek şey yeryüzünden yok olmaktı. Bunca utancı bu güçsüz omuzlarla taşıyamazdı.

Babasının seslenişiyle, yorgun bir nefes bıraktı dışarı Naz. "Yeterli..." Birkaç adım geri çekildi. "Daha fazla konuşacak bir şey kalmadı... Hoşça kal."

Arkaya uzattığı eliyle kapı kulpunu aşağı indirdi. Gözleri babasından başka yöne kaydığında merdiven başına oturup ağlayan Mine'yi, mutfak kapısının önünde dikilerek Nil'i pışpışlayan Denizhan'ı görmüştü. Onların huzurunu da kaçırmıştı bir şekilde. Ancak susmak zorunda kaldığı her an kendisine haksızlık ediyordu.

Zaten tüm bunlar çabuk unutulurdu. Kimse başkasının acısıyla kahrolmuyordu sonuçta, ateş yalnızca düştüğü yeri yakıyordu.

Kapıyı tamamen açtıktan sonra bavulunu çekiştirerek bir zamanlar dedesinin onu fırlattığı evden ayrıldı Naz. Geçen bir yıl, hayatının en alt üst olmuş kısmı gibi görünse de bu ayrılık adımlarının onu çok daha güzel bir yere götüreceğini biliyordu.

Ölmek istediği geceleri düşündü. Sabaha göz açmak için bir sebep bulabilmek uğruna yalvardığı... Uyanmaya hakkının dahi olmadığına inandığı geceleri düşündü. Ve biliyordu; bunu artık o değil, gözyaşları içinde bıraktığı babası düşünecekti. Ama kendisini sevdiği için değil, sadece her şeyi berbat ettiğine dair duyduğu utanç için düşünecekti. Çünkü Naz o göz kaçırmalarından, bir onay bekler gibi Mine'ye dönen bakışlardan anlamıştı ki bu çaba bir temele ait değildi.

Çürük kelimelerin beni kandırmaya yetmiyor. Ben yıllar önce bıraktığın değilim. Fotoğrafın içine sıkışıp kalmış bebeğe bunları anlatabilirsin. Ben de zaten bundan sonra sadece fotoğraftaki babamı dinlerim.

Tabi senden de bu hayat için bir şeyler öğrendim. Mesela önceden haber vermek yerine insanın en savunmasız anında nasıl gidilir, ben senden bunu öğrendim.

Seni affetmedim, belki de artık hiç özgür değilim.

Zaten affetseydim de özgür olabileceğimi hiç düşünmezdim çünkü içimde açtığın yaralar, hür bir insanın simgesi olamayacak kadar korunmasız bırakıyor beni. Bunun da farkında değilsin ama ben aslında seni affetmediğim için değil, tam olarak senden dolayı hiçbir şekilde özgür değilim.

-

Loading...
0%