Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Her Bayramın Bir Sonu Var

@askilav

Yazın bitişinin ardından açılan okulla hummalı bir hazırlığa girişti Naz. İçi içine sığmıyordu, ilkokula başlayacağı zaman hissetmediği bir heyecan vardı üstünde. Onu yerinde durduramayan da kendi azminin sonuçlarını görecek olmasıydı biraz da. Dedesine vadettiği üzre somut başarılar elde etmeliydi. Verdiği sözü tutmalıydı.

Parasının bir kısmıyla okul formasını temin etmişti. Onu tıpkı bayram günü heyecanıyla yatağının üzerine sermişti. Sanki ilk kez okula gidecek ve ilk kez o sıralara oturacaktı. Aslında farklı olan pek bir şey yoktu; yine yalnız başına geçecekti kapı eşiğinden, yine ona öğüt edecek kimsesi olmayacaktı. Hiçbir değişiklik yoktu ancak bunu fazla umursamamaya çalıştı. Naz o gün bayram sabahı çocukları gibi şendi hem de bayram sabahları olmadığı kadar.

Beyaz tişört ve siyah etekten oluşan kıyafetlerini tek bir askıda toplayıp bir zamanlar annesinin kullandığını bildiği eski dolabın kulpuna astı. Hoş kokuların terk ettiği, salon kadar rutubet kokusunun sinmiş olduğu yatağa attı kendisini sonra. Kollarını iki yana açtı, tavanı seyre daldı. Gözleri yavaşça kapanırken hayallerinin iplerine tutunup daldığı uykuda hiç olmadığı kadar huzurluydu.

Sabah, odayı dolduran keman sesiyle gözlerini açtı. Gözlerini ovalarken sersemce alarmı kapatmaya çalışıyordu. Zaten kırık bir ekrana sahip olduğu telefonu yanlışlıkla yere düşürünce uykusu dağıldı ve "Ayy!" diye sızlanarak ayaklandı Naz. Telefonu yerden kaldırıp bakınca saatin yedi olduğunu görmüştü. Hazırlanmak için yarım saati vardı, okulun sekiz kır beşte başlayacağını biliyordu ama erken gitmek istiyordu.

Aceleyle odasından ayrıldı ve banyoda ihtiyaçlarını giderdi. Elini yüzünü ovalayarak iyice yıkadı, dün geceden duşa girdiği için saçları hala biraz nemli sayılırdı. Onları da elleriyle açıp biraz havalandırdı. Banyodan odasına geçerken dedesinin horlamalarını rahatlıkla işitmişti, en az bir beş saat daha vardı uyanmasına, bu yüzden uykusunun en derin yerinde olduğunu biliyordu fakat yine de sessizce hareket etti.

Dün gece dolaba astığı kıyafetleri pijamalarını çıkardıktan sonra özenle giymişti. Pencereden yansıyan güneş Eylül'ün ilk zamanlarının soğuk olmayacağını gösteriyordu. Bu yüzden hırkasını, içinde sadece bir kitap ve kalem kutu bulunan çantasına tıkıştırdı. Saçlarını omuzlarına bırakıp odasından ayrıldığında direkt mutfağa geçmişti.

Hızlı davranarak bir şeyler atıştırdı, sonra boğazına duran yiyecekten dolayı alelacele su içti. Dedesi uyanınca yesin diye bir şeyler hazırladıktan sonra dişlerini fırçalamak için banyoya ilerledi. Tüm bu koşuşturmadan sonra en sonunda dış kapıdan atabilmişti kendisini. Anahtarlarını, otobüs kartını, telefonunu kontrol ettikten sonra ayakkabılarını giyip otobüs durağına gitmeye koyuldu.

Otobüsün geleceği saati bildiği için fazla beklememişti. Sadece beş dakika sonra önüne açılan kapıdan içeri geçip birkaç adım attı. Pazartesi iş başının verdiği yoğunluktan dolayı otobüs tıklım tıklımdı. Gözlerini birkaç saniye içeride gezdirdikten sonra zorlukla bir demire tutunup ayakta durmaya çalıştı.

Yollar ardı ardına akıyordu, kendisinden sonra bu iğne atsan yere düşmez misali olan otobüse birkaç yolcu daha inatla binmeye çalışmıştı. İnsanlar sıcaktan bunalmışçasına tişörtlerini çekiştiriyor, açık camlara nefes alabilme umuduyla göz atıyorlardı. Bir durak sonra Naz'ın inmesi gerekiyordu, bu yüzden durağını kaçırmamak için kendini aralardan arka kapıya doğru itmeye çalıştı. "Geçebilir miyim?... Lütfen... Geçmem lazım..."

Kendi kendine kimsenin duymayacağını bilerek mırıldana mırıldana arkalara doğru biraz daha yaklaştı. Kenardaki dur düğmesine bastıktan sonra otobüs bir ay önceki gibi tam da okulun karşısındaki durakta durdu. Kendisini dışarı attığında binayı daha rahat görmeye başlamıştı. Hayran gözlerini orada gezdirdi, yine o umutsuz yaz günü gibi kalabalıktı okul bahçesi. Kendisinin fazlasıyla erken geldiğini düşünmüştü aslında, belki de geç bile kalmıştı.

Geçmesi için duran arabaların önünden hızla ilerleyip güvenlik kulübesinin yanına geldi. Kulübenin içindeki adam önündeki bilgisayara bakıp kontrol yapıyor, daha sonra da öğrenciler geçsin diye turnikeleri açıyordu. Uzun sıraya girişti Naz da. Çantasının kolunu sıkıca kavrarken istemsizce dudaklarını ısırıyordu. İlerleyen birkaç kişiden sonra sıra ona geldiğinde merakla güvenliğe baktı. Sınav zamanı gördüğü kişi değildi, orta yaşlı başka bir adamdı, başındaki şapkasından sızan saç tutamları sarı sarı parlıyordu. Adam gözlerini Naz'a çevirip "Adın?" diye sordu.

"Naz Sayın." Nefesini tutup beklemeye başladı. Birkaç klavye sesinden sonra adam ekrana bakmış ve tekrar Naz'a dönmüştü. "Geçebilirsin."

"Teşekkürler." Başını hafifçe sallayıp açılan turnikeden geçti ve bahçeye giriş yaptı. Neredeyse herkes çok önceden tanışmış gibi gruplar halindeydi. Bu biraz gözünü korkuturken istemsizce yüzünü buruşturdu, zaten tenine vuran güneş fazlasıyla rahat ediciydi bir de bu yabancı ortama alışmak zorundaydı şimdi. Uğultulu gürültüyü dinleyerek bahçeyi yavaş yavaş gezindi biraz. Neyse ki çok geçmeden müdür olduğunu düşündüğü bir adam Atatürk büstünün yanında dikilmeye başlamıştı elinde mikrofon tutarak. Bir süre cızırtılı sesler çıkardı. "Se-se-se!" diye kontrol yaptı. Sonra da "Çocuklar, sıraya diziliyoruz!" demişti bağırarak.

Naz usulca oraya ilerledi. Müdür hala konuşmaya devam ediyordu. "Dokuzuncu sınıflar kapı tarafına geçsin, en dibe. Acele davranalım ki diğer arkadaşlarınız beklemesin. Sınıflarınızı daha sonra kapıda asılı listelerden öğrenebilirsiniz, telaşa gerek yok... Evladım, duymuyorsun sen beni! On ikiler sağa dizilsinler, hadi hadi hadi! Böyle uyuşuk hareket eden öğrenci mi olur? Göreyim sizi, çabuk!"

Fazla gergin olan müdürün konuşmalarından etkilenerek aceleye sağ tarafındaki kalabalığın arasına karıştı Naz. Etrafındaki herkes konuşuyor, sohbet ediyordu. Biraz bunalarak çevresini kontrol etti. Bir tek kendisinin yabancı olduğuna inanamıyordu.

Naz, önünde hararetle konuşan üçlü kız grubu yüzünden neredeyse sıranın dışına çıkmıştı. Saçını geriye itip bıkkınlıkla soluklandı. "Kızım sen sıra ne demek bilmiyor musun?" diye bir uyarı duyduğunda, müdürün bakışlarından bunun kendisine söylendiğini anlamıştı.

"Sıra beni içine almıyor ki," diye yanındaki kızlar duysun diye mırıldandı ama kendisini hiç umursamamışlardı. Belki de çok kısık sesli konuştuğundan işitmemiş olabilirlerdi.

Birkaç saniye etrafını kontrol edip durabileceği bir boşluk aradı Naz. Müdür "Hadi, hadi, hadi!" diye seslenmeye devam ediyordu. O sıradan kolundan tutulmasıyla tekrar insan içine karışmıştı. Başını yan çevirip kendisini çeken çocuğa baktı, onda da sıkılgan bir ifade vardı.

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim." Ellerini ceplerine sokup bıkkınca müdüre bakarken Naz'a hiç dönmedi çocuk ama yine de konuştu. "Bir dahakine hakkını ararken biraz bağırmayı dene ama."

İstemsizce kaşları havaya kalktı Naz'ın. "Herkesin içinde mi?"

"Herkesin içinde bağırmazsan yalnızken daha acısını yaşarsın." Uzun boylu çocuk kürsüde bağırmaya devam eden müdürden çektiği kahverengi gözlerini Naz'a çevirdi. Suratındaki bıkkın ifade biraz kırılmış, yerini durumdan keyif alır gibi bir görünüm almıştı. Çok silik bir yansıma gibi gülümsüyordu.

Naz ne olur olmaz diye sıraya biraz daha yaklaştı. Çocuğun söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu başını farkında olmadan aşağı yukarı sallarken onaylamıştı. "Adın ne?" diye sordu ona.

"Baran."

Hafifçe gülümsedi Naz, biraz tedirgindi ama aldığı tavsiye hoşuna gitmişti. İlk çocukluğundan sonra, daha doğrusu annesini kaybettikten sonra daha sessiz birisi haline gelmişti. Haksızlığı hiç sevmiyordu ama ona da mırıltılar dışında ses çıkaramıyordu. "Çok haklısın Baran," derken yine farkında olmadan kısıkça konuşmuştu.

Baran'ın kendisine alt dudağını dişleyip yanlış bir şey yaparmış gibi baktığını görünce hatasını düzeltmek üzere sesini yükseltti ve "Çok haklısın," diye seslendi. "Bunu aklımda bulunduracağım."

"Güzel, zamanla daha çok ihtiyacın olacak çünkü."

"Nereden biliyorsun?"

Gayet normal dercesine omuz silkti Baran. "Öngörmek fazla zor değil."

Naz gözlerini onun üstünde tutarken bir süre sessizce göz kırptı. Yalnızca duyduğu şeyi kabul etmeye çalışıyordu. "Umarım bu konuda haklı değilsindir," dedi sonra. "Her konuda da haklı olamazsın ya..." Yeni başladığı okula dair içinde kuşkular uyanırken dudaklarını dişlemeye başladı çünkü burada güzel şeyler olacaktı, bu inançla çıkmıştı yola.

Baran onun birden tedirginliğe bürünen halini görünce yanlış bir şey söylediğini düşünüp hafifçe omzunu dürtmüştü. "Genel konuştum, ciddi değildim," dedi rahatlatmak isteyerek. Ancak Naz dönüp de ona bakmayınca biraz yanına eğildi. Salık bırakılmış kahverengi saçlarının kenarından görünen yüzünde, gözleri biraz sönük kalmıştı şimdi. "Sen beni ciddiye mi aldın gerçekten?" diye seslendi. Biraz telaşa tutulmuştu.

O sırada arkadan bir el Baran'ın ensesine vurup aralarına eğildi. Naz başını geriye çekip aralarına karışan kıza baktı şaşkınlıkla.

"Evet, sen sahiden bu çocuğu ciddiye mi aldın?" Yukarıda gerilerek toplanmış sarı saçları yüzünü tamamen ortaya çıkarmıştı. Gözlerini ikisi arasında gezdiriyordu, sonra bir kolunu Baran'ın omzuna attı rahatça. "Çünkü genelde çok boş konuşur da."

"Yağmur..." Bıkkınlıkla yüzünü buruşturdu Baran, omzuna atılan kolu ittirmek yerine tutup sıktı ve hatta kendisine çekti. "Senden kurtuluşum yok mu benim?"

Naz onun bunu söylemesine rağmen Yağmur'u yanına çekiştirmesini tuhaf bularak bakıyordu.

"Yok! Annemin karnında olduğu gibi burada da ensendeyim." Gözlerini Naz'a çevirip gülümsedi sonra. "Yağmur ben, Baran'ın ikiziyim."

"Öyle mi?" Önüne uzatılan eli sıkıp "Naz," diye mırıldandı yalnızca, sesi epey kısık çıkmıştı yine. Sonra Baran'ın kendisine az önce konuştukları şeyi hatırlatırcasına baktığını görünce biraz öksürmüş ve bu sefer daha yüksek sesle "Naz benim adım da," demişti.

"Yavrum sana kendi aranda konuşma diyorum artık!"

Mikrofondan ulaşan çınlama kulağını acıtınca elini oraya kapatıp korkuyla önüne döndü Naz. Müdür yüzü kızarık halde gözlerini tüm öğrencilerde gezdiriyor ve öfkeli nefesler alıp veriyordu. O andan sonra yoğun kalabalıkta sessizlik belirince Naz için de tanışma sohbeti bitmişti, söz dinleyerek önüne döndü ve sakince beklemeye başladı.

Fazla uzun sürmeyen bir konuşma yapılmış, ardından İstiklal Marşı'nın okunmasıyla herkes içeri girmeye başlamıştı. Yine dönem dönem ilerliyorlardı, bu sefer ilk önce son sınıflar içeri alınınca çantasını tutup basamakları çıkmaya başladı Naz. Direkt yukarı çıkan gruptan oraya gideceğini anlamıştı. Gözlerini, koridorlara asılmış bilgi afişlerinde gezdirdi. Bazı duvarlar üniversite sınavında işine yarayacak notlarla kaplanmıştı. Onları durup incelemeye vakit kalmadığından sınıf kapılarını dolaşmaya başladı, herkes listelerden nerede olduğunu kontrol ediyordu.

Naz da koridorun başındaki sınıfta ismini bulmuş ve içeri girmişti. Birkaç kişinin çoktan yerleştiği sınıfta cam kenarına ilerledi hemen, önden ikinci sıraya oturduğunda Baran ve Yağmur da yanından geçip arkalara ilerlemişti. Sonra onların tartışmasını duydu yine. "Ya yanıma oturma, Şeyma gelecek buraya!" diyerek Baran'a çıkışıyordu Yağmur. Bu esnada sınıf yavaş yavaş dolmaya başlamıştı, oturacak tek tük yer kalmış gibi görünüyordu.

Bir süre sonra Naz'ın yanına da birisi oturdu sessizce. Baran'ın "Hani ensemden ayrılmıyordun," diye huysuzca mırıldanarak arkasına yerleştiğini gördü sonra, camın yansımasından belli oluyordu.

Yanına oturan kızı inceledi biraz. Dümdüz kahverengi saçlarını gevşek bir örgü yapmıştı arkasından, çantasından bir şeyler çıkarıyordu. Bakışlarını kesiştiğinde usulca gülümsedi Naz. Hocanın da sınıfa dahil olmasıyla uğultu sonra erdi, yanındaki kıza merhaba deme adımının da önü kesilmişti.

Kollarını önünde birleştirdiğinde Matematik hocası olan kişi kendisini tanıtıyordu, beyaz saçlarından dolayı yaşlı görünüyordu. İsmini ve yapacaklarını söyledikten sonra duvar dibindeki sıradan başlayıp herkesle tanışma işine girişti. Bu tanışma işinde Naz'ı gergin hale getiren kısım eski bir geleneği sürdürerek aynı zamanda anne ve babalarını da sormasıydı. Kaşlarını çatıp pencereye döndü ve huysuzca mırıldandı. "İlkokulda bile sormuyorlar artık bunu..."

Yansımdan Baran'ın da kendisine baktığını görmüştü. Herhangi bir sıkıntı sezdirmemek için bakışlarını tekrar önüne çekip tırnaklarını tenine geçirmeye başladı. Fazla sürmeden sıra kendisine de gelmişti. "Seni dinliyoruz," dedi hoca gür sesiyle. Masasına yaslanmış sahte bir merakla kendisine bakıyordu.

"Naz Sayın." Sustu, bu kadarının yeterli olacağını düşünüyordu.

Ancak elindeki tahta kalemi hızlı hızlı sallayan hocaya bu yeterli gelmemiş olacak ki "Annen baban ne iş yapıyor?" diye sordu.

Bunun bir önemi yok çünkü onları ben belirlemedim... ama isteseydin nasıl hayaller kurduğumdan bahsedebilirdim. Bunlar Naz için fazla yorucu sorulardı, cevap veremezdi. Düşününce yanıt bulamayacağı bir soruydu ki fazla düşünse hemen yorulurdu. Nefes nefese kaldırdı. Korkudan, yalnızlıktan...

Yüzünün korkunç göründüğüne emindi. Bu sefer Baran'ın tavsiyesini uygulayamayacaktı. Kimsenin duymasını istemese de yutkunduktan sonra cevaplamaya koyuldu. Gün gelir de bir gün tam anlamıyla mutlu olursa gülümsemesinin hep buruk kalmasına sebep olacak bu soru, aynı zamanda sonsuza değin gözyaşlarının da sebebi olacaktı.

"Annem ve babam yok," dedi sanki bu kendisine bir şey ifade etmiyormuş gibi. Oysa dün akşam buraya geleceği için bir bayram günü gibi mutluydu. Ancak mutlu yahut acıklı... Elbette her bayramın da bir sonu vardı.

-

Loading...
0%