@askilav
|
Zaman kavramı hep aklın tersine işleyen bir kavram gibiydi. Kalp zamanın gürültülü bir çağlayan kadar hızlı akmasını isterken o bozuk musluğa dönüşürdü. Ya hiç akıtmaz ya da yetersiz birkaç damla savuştururdu insanın avucuna. Zaman inattı. İsteklere, hayallere, korkulara ve telaşlara karşı sürekli bir inattı. Mutlu olduğun anları boğazına birer yumru gibi dizer; günler geçince de her şey geride yalnızca bir fotoğraf karesi kadar uzak kalırdı. O fotoğraflara bakmak, o günü yaşamak kadar mutluluk vermezdi tabi. Biraz dudağının kenarı kıvrılır, gözlerin azıcık dolar, belki de ağlardın... Ancak zaman dursun da bu anları kaybetmeyeyim dediğin vakitler kadar hissedemezdin hiçbir şeyi. Tam da bu yüzden, her an kendince eşsizdi. Her vakit acısıyla tatlısıyla kaybedilemeyecek bir hazineydi ve fazlasıyla kıymetliydi. Günler geçerken Naz farkında olmadan kendini sıkı bir kampta bulmuştu. Ödevler, onlar bitmeden tekrar verilen ödevler, yakında başlayacak olan deneme sınavlarının ayak sesleri... Bu okula başlamanın ne kadar doğru bir karar olduğunu bu şekilde anlamıştı, ilk başta zorlandığı bir tempo olsa da boş durmasına müsaade etmeyen bu sistem içinde yorgunlukla mutlu oluyordu. Güzel işler başaracağına dair inancı gitgide büyüyordu çünkü. Her ne kadar okula başladığını ve bir şeyler başardığını annesi ya da babası göremeyecek olsa da yalnızca kendisi için çalışmak da onu güdülüyordu. Aslında dedesinin görme şansı vardı ama o da umursamazlığıyla bunu reddettiği için gururlandıracağı kimse kalmıyordu geriye. Şimdiyse bu hazzı yaşayacak tek kişi kendisiydi. Yağmur elindeki kitabı sertçe masaya koyup Naz'ın önüne oturduğunda "Bu hayatta türev ve integral olmasaydı ne kaybederdik acaba?" diye mırıldandı. "Ben türev integral çalışmıyorum, hala bir şey kaybetmiş sayılmam," diye cevapladı Melek bu soruyu. Naz'ın ilk günden bu yana yanında oturan sıra arkadaşıydı ve iyi anlaşıyorlardı. Hatta uzun süredir edinemediği tüm arkadaşlıkların yerini doldururcasına iyi bir arkadaştı Melek. Kitaplar, sorular ve notlar dahil olmak üzere çok şey paylaşıyorlardı. "Niye çalışmıyorsun?" "Çünkü onları sınavın son zamanına bırakacağım." Naz başını iki yana sallayıp bu fikri hoş bulmadığını belirtti. "Bence bırakma, pratik yaptıkça oturur kafana." "O kural bende işlemiyor," derken Melek sıkıntılıydı. "Ne kadar sıkışırsam o kadar gaza geliyorum, o zaman öğrenmesi daha kolay oluyor." "Ben seni çalıştırayım istersen?" "Tabi sen yüzyılın ineği olma yolunda emin adımlarla ilerliyorsun Naz." Yağmur tatlı bir huysuzlukla söylemişti bunu. Naz'ın önündeki kitabın köşesini kıvırdıktan sonra güldü. "Keşke senin gibi olsaydım." Acı içinde tebessüm etti Naz. İçinden benim motivasyonuma sahip olmak istemezsin dese de dışından titrek bir şekilde "Saçmalama, sen de iyisin," diyebilmişti yalnızca. "Değilim, Baran neredeyse okul birinciliğine oynuyor bense çok gerideyim..." Naz'ın kaşları hayretle havaya kalktı. Sorunun üstünde gezdirdiği kalemi usulca bırakmıştı. "Baran okul birincisi mi olacak?" "Kıskandın değil mi?" derken Melek kahkaha attı. Naz'ın yüzünde dumura uğramış bir ifade vardı, onu işaret edip gülmeye devam etti. "Kıskanmadım..." Bunu söyledikten sonra çantasına eğilmişti, dudaklarını hırs içinde kemirirken duruma bozulduğunu belli etmemeye çalışıyordu. Cüzdanını çıkardığında "Hem daha hiçbir şey belli değil ki, denemeler başladığında göreceğiz," diye açıkladı kendisini. Okula beşinci olarak girse bile birinciliğe yükselmeyi Naz da istiyordu. "Biz seni destekleyeceğiz merak etme." Naz sıradan kalktığı an iki arkadaşı da kolunu mahsus bir şefkatle okşamıştı, onların bu desteğine gülüp "Sağ olun, umarım faydası olur," dedi ve sınıftan çıktı. Su almak için aşağı inerken karışan aklını düzene sokmaya çalışıyordu. Sonra daha çok çalışması gerektiği hakkında kendisine telkin verdi, eve gidince yemek vaktini kısa tutup kitabın başına daha erken oturacaktı. Hatta bursunun kalan kısmıyla yeni kitaplar almalıydı kendisine. Çok fazla sıra bulunmayan kantinden bir şişe su aldıktan sonra biraz hava almak için bahçeye çıktı. Soru çözmek için teneffüslerini dahi ya sınıfta ya kütüphanede geçiriyordu, bu yüzden artık ders çalışmaktan samana dönmüş zihninin en azından birkaç dakika hava almaya ihtiyacı vardı. Futbol sahası doluydu, erkek kıyasıya bir maç içindelerdi. Voleybol sahasında da üç dört kişilik kız grubu kendi aralarında top çevirirken çoğu yere oturmuş sohbet ediyordu. Naz okulun kısa merdivenlerini inip futbol sahasının kenarındaki banklara oturdu yavaşça. Kolunda kıvrandırmayan ama yine de rahatsız edici bir ağrı vardı, sürekli kalem tutmaktan dolayı olmalıydı. İlk önce ağrıyan kolunu ovuşturdu, sonra da ayaklarını önündeki çıkıntıya yaslarken su şişesinin kapağını açmaya koyulmuştu. Bu esnada gözlerini futbol maçında gezdiriyordu. Tanımadığı, küçük görünen erkeklerin arasında kendi sınıfından da birkaç çocuk vardı. Az sonra bağırışlar arasında top süren kişiye değdi bakışları. Baran'dı. Sanki okul birinciliğine oynayan birisi gibi değil de daha çok okulun serserisi gibi duruyordu. Öğlen güneşinin altında kahverengi saçları daha açık bir ton almıştı, onları havalandıracak kadar hızla koşu halindeydi. Bir süre sonra yavaşlayıp topa sert bir şekilde vurdu ve kaleye yolladıktan sonra gülerek geriye çekildi, yanına yaklaşan arkadaşlarıyla bir şeye kahkaha atmaya başlamıştı. Ardından onun kahkahaları arasında siyah tişörtünü kaldırıp yüzünü sildiğini gördü Naz. Bu görüntüyle beraber farkında olmadan yüzü buruşmuştu. Hatta o sırada Baran'la bakışları kesişti, onun da kahverengi bakışları hala tişörtünü yüzünde gezdirirken Naz'da dolanıyordu. Genç kız bu görüntüye karşın abartıyla yüzünü buruşturup midesi bulanmış gibi yaptı. Tamamen dalga geçmek amaçlıydı. Biraz da Baran'ın maç yaptığı esnada kendisinin ders çalışmak zorunda oluşuna sinirlenmişti. Birkaç saniye sonra onun arkadaşlarına "Siz devam, geliyorum şimdi," diye seslendiğini duydu. Naz su şişesinin kapağını örterken yalnızca Baran'ı izliyordu. Kendisine doğru yürürken siyah tişörtünü hiç indirmemiş, aksine sahanın ortasında üstünden sıyırıp atmıştı. Onun bu rahatlığına karşın hayret içinde kaşlarını kaldırdı Naz, tişört elleri arasında top haline gelirken ne yapacağına bakıyordu. Şişeyi yan tarafına bırakıp sırtını banka yasladı. Baran Naz'ın yanına vardığında "Hava çok sıcak," diye mırıldanmıştı. "Tişörtüme sahip çıkar mısın?" Naz o tişörtün az önceki tiksinti ifadesinden dolayı başına bela olacağını düşünmemişti. Üstelik Baran top haline getirdiği tişörtü üstüne fırlatacak gibi duruyordu. Ellerini önünde kaldırıp kenara çekilmek istedi genç kız. "Hayır, sakın!" "Lütfen ama..." "Atma sakın!" Baran kendisinden kaçan kıza gülerken tişörtünü yavaşça ona fırlattı. Naz'ın kaçar gibi ayağa kalkmasıyla tişört bedenine kısa bir süre değmiş sonra bankın üstüne düşmüştü. Naz ellerini beline yaslayıp "İğrençsin!" diye sızlandı. Aynı zamanda Baran'ın sırıtmasına bakıyordu. "Mis gibi benim tişörtüm." "Daha çok pis gibi." Kollarını önünde birleştirip sol tarafında kalan banktaki siyah tişörte baktı fakat aniden yüzüne çarpan sert bir topla geriye doğru savrulmuştu. Burnunda çabucak bir acı göstermeye başladı, bununla beraber "Ah!" diye bağırmıştı. Öne doğru eğilip elini yüzüne kapattı, saçları da yüzüne örtülmüştü. Baran telaşla yanına gelip kahverengi tutamları geriye çekti. "Naz iyi misin?" "Burnum..." Naz elini gözlerinin önüne getirip kontrol etti, avucunda kan damlaları birikmişti. Derin derin nefeslenmeye çalıştı çünkü yüzüne yayılan acı rahatça soluk almasını engelliyordu. Bükülen belini düzelttiğinde gözlerini kapatıp kendini sakinleştirmeye çalıştı ama aksine, gitgide çoğalan acıdan dolayı bir gözyaşı aşağı kaymaya başlamıştı bile. Baran öfkeyle geriye döndü. Gözlerini futbol sahasında gezdirirken "Kim attı lan o topu?" diye bağırmıştı. Çevrelerinde kalabalık oluşurken Naz'ı yavaşça kolundan tuttu ve sorusuna cevap veren olmadığı için bir daha kontrol etti onu. Naz acıdan mütevellit kısılan gözlerini kendisine merakla bakan Baran'dan çekip çevrede dolaştırdı. Kendi boylarında sarışın bir çocuk yavaşça yanlarına yaklaşıyordu. Aslında revire gitmesi gerekiyordu ama topu kendisine atan kişiyle konuşmadan oradan uzaklaşmak istememişti çünkü bu darbenin yanlışlıkla olduğuna inanmıyordu; sahanın dışında, üstelik uzağındaydı, topun kendisine böyle hızla çarpması kazayla olmuş gibi görünmüyordu. Yanlarına yaklaşan sarışın çocuk yerdeki topu alıp kolunun altına sıkıştırdı. "Ben attım, bir sorun mu var?" derken Naz tek kelime etmemesine rağmen dik dik ona bakıyordu. Genç kız acısından dolayı büründüğü sessizliği üstünden sıyırıp okulun ilk günü Baran'ın kendisine söylediği şeyi hatırladı. Herkesin içinde bağırmazsan yalnızken daha acısını yaşarsın. "Yokmuş gibi mi duruyor?" diye seslendi tüm kuvvetini bürünüp. Sonra aşağı doğru süzülen kanları göstermek istercesine elini burnundan çekti. Avucunun içi daha da dolmuştu, burnu çok daha vahim bir durumda olmalıydı, zaten delicesine sızlıyordu. Çocuk bu görüntüye azıcık pişman olmuş gibi baksa da sözleri tam tersini anlatıyordu sanki. "İyisin gibi duruyor," derken pervasızca burnunu ucunu kaşımıştı. "Denizhan..." diye arkadan bir uyarı geldi hemen. Bir başkası yanına geçmiş, topu fırlattığını söyleyen sarışın çocuğun omzunu kavramıştı onu geriye çekerek. Çocuk kendisini silkeledi ve olduğu yerde durmaya devam etti. Az önce gelen pişkin sözlerden sonra Naz da bir adım öne çıktı. "Sen bu topu bilerek attın bana!" Burnu bu bağırmayla beraber hareketlenip acıdığında elini tenine dokundurup sızısına engel olmak istedi ama daha da can yakıyordu. "Sahanın gayet uzağındaydım, topu attığın yere bakmıyor musun sen?" Baran Naz'ı kolundan kavrayıp geriye çekmek istedi ama Naz kolunu kurtararak buna izin vermemişti. "Ne bilerek atacağım ya? Manyak mısın kızım sen?" "Düzgün konuş benimle!" "Kes! Gelip oturmayacaktın o zaman buraya!" "Sana mı soracağım nereye oturacağımı?" "Evet, bana soracaksın! Benim babamın parasıyla okuyorsun sen burada!" Bunu söylerken hala pişkince konuşan Denizhan'ın göğsü hırstan dolayı hızla inip kalkıyordu. Bu sözlerden sonra Baran artık Naz'ı bıraktı ve Denizhan'ı omzundan sertçe geriye itti. "Oğlum ne biçim konuşuyorsun lan sen?" diye öfkeyle diklendiğinde Denizhan ona hiç bakmamıştı, yalnızca Naz'ı seyrediyordu. Baran'ın bu duruma canı sıkılırken Naz geride kalmaktan vazgeçip Baran'ın yanına geçti bir daha. Az önce arkadaşını uyaran çocuk "Yeter Deniz..." diyerek duruma el atmak istese de Denizhan bunları işitmiyor gibiydi. Naz duyduklarına ve burnunun acısına dayanamadığından gözlerinin tekrar dolmasına engel olamamıştı. Az önce kendisine sarf edilen kaba cümleyi hazmetmeye çalıştığı esnada "Özür dile benden," diye mırıldandı mırın kırın. Denizhan kaşlarını daha da çatarak baktı Naz'a. Burnu kanıyor ve titrediği apaçık belli oluyorken inat etmesine üzülse mi sevinse mi bilemiyordu. "Özür dilemiyorum," dedi usulca. Artık bahçedeki herkes onların etrafındaydı, uğultu halinde olayı konuşuyorlardı. Bir gözyaşı daha yavaşça aşağı kaydı, sessizce ağlıyordu. Kan bulaşmayan elini kaldırıp gözyaşını sildi, canı çok yanıyordu. "Özür dileyeceksin benden!" diye diretti bağırarak. Denizhan'ın bu sefer cevap vermeden beklemesi onu daha da sinirlendirmişti. O sırada arabasından inen müdür yardımcısı da "Ne oluyor bakayım?" diye yanlarına yaklaşmaya başlamıştı. Kravatı yana doğru kayıp esintide havalanırken adam onu tuttu ve önünde sabitledi. Hızlı adımlarla sahaya yürüyordu. Kalabalığa karıştığında olayı uzaktan seyreden bir kız hemen müdür yardımcısına yaklaştı ve konuşmaya başladı. Baran da fırsattan istifade Denizhan'ın üstüne atlayacak gibi duran Naz'ı kendisine doğru çekmişti. Sessizce ağlıyor ve öfkeli gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalışıyordu. Elini ağlayan genç kızın yüzüne atınca Baran'ın teni de soluk bir kırmızıya boyandı hemen. "Durmuyor bu Naz," dedi, karşısındaki görüntüden dolayı dudaklarını dişlemişti. "Revire gitmemiz lazım." "Peçete falan yok mu şimdilik tutacak kadar?" Baran aceleyle çevresine bakındı ve çevresinde toplanan kişilere "Peçete lazım!" diye seslendi. Neyse ki aralarından küçük bir kız çıkıp bir paket mendil uzatmıştı. Baran önündeki paketten üç tane peçete alıp "Sağ ol," dedikten sonra hala kanın ince ince akmaya devam ettiği burna değdirdi. Naz onun sanki kendi canı yanmış gibi kasılan suratını incelerken bir yandan da peçeteyi tutmaya çalışıyordu. "Tamam sen bırakabilirsin," derken geri çekildi. "Ben tutarım." "Ellerin titriyor, bırak şunu." Müdür yardımcısı olayı dinlemiş olmalı ki hızlıca yanlarına yaklaşmıştı. Elini beline yasladığında Denizhan'a otoriter bir şekilde başıyla içeriyi işaret etti. "Çabuk odama." Denizhan topu hızla yere savurdu ve önden ilerlemeye başladı. Bu yaptığından dolayı Naz garip bir bakış atmıştı ona. Sonra Baran'ın tutuşundan kurtulup o da ilerlemeye başladı ama müdür yardımcısı yanına yaklaşmış ve burnunu kontrol etmek üzere onu durdurmuştu. Bir süre çatık kaşlarla duruma göz attıktan sonra "Kızın sen de revire git hemen," dedi. "Hemşire ablan ilgilensin seninle." Baran yine yardımcı olmak isteyerek Naz'ı kolundan tuttu. "Gel..." diye mırıldanmıştı ama bu sefer de o takıldı müdür yardımcısının engeline. Orta yaşlardaki adam kızgınca bakıyordu Baran'a. "Oğlum sen ilk önce üstünü giyin, okuldasın farkındaysan!" Bu uyarının ardından Baran hemen geriye çekildi, emir almış gibi başını salladıktan sonra "Tabi hocam," diye mırıldanmıştı. Naz kan bulaşan elinin temiz kısmıyla gözlerini silip yutkundu. Revire gitmek üzere okulun kapısından girerken az önceki cümlenin üstünde bıraktığı can sıkıntısını atlatamıyordu bir türlü. Peçeteyi farkında olmadan sert bastırınca kısık bir sesle sızlanıp elini geri çekti. Önünden ilerleyen Denizhan da çok kısa bir süreliğine kendisine dönmüştü. Naz kirpiklerinin altından kızgın ve yorgun bir bakış attı ona. Tüm bu yaşananların kaderde eksik kalan kısmına oturup o gün bir felaketi fitilleyeceğinden habersizce farklı yönlere doğru yürümeye devam ettiler. |
0% |