
Sırtı soğuk kaldırıma değdiğinde, apartmanların arasına sıkışmış karanlık gökyüzü de gözlerinin önüne serilmişti. Yıldızları pek seçemiyordu fakat bulanık görünen birkaç parıltı vardı. Tarık onların bir süredir yıldızlar olduğuna emindi. Zaten bir süredir göremediği şeyleri tahmin etmeye çalışarak var olduklarına inandırıyordu kendisini.
Dışarı bir soluk bıraktığında dişleri kamaştı. Kollarını iki yana açıp sanki rahat bir yatağa uzanır gibi yayılmıştı bir de. Sol elmacık kemiğine inen yumruktan dolayı yüzü acıyordu fakat bunu umursayacak halde değildi. Yine de farkında olmadan dudakları kasıldı. "Ah..." diye geç kalmış bir sızlamayı sergilediğinde bakışlarına eğilen bir başka suretle karşılaştı daha sonra.
Az önce kendisinde yumruk atan Baran, çenesini tutup başını iki yana çevirerek Tarık'ın donuk duran gözlerini kontrol ediyordu. "Bırak," diye fısıldadı ona ve çenesindeki eli güçsüz bir çabayla itti. Midesi bulanırken böyle uzanmak içini daha kötü hale getirse de kıpırdayacak hali kalmamıştı daha fazla. Ancak istemsiz bir öğürme refleksi gösterdiğinde Baran çabucak "Tamam sakin," diyerek onu yan çevirdi ve kaldırmaya çalıştı.
Tarık bu çabaya herhangi bir karşılık vermeyip sadece yan dönerek uzanmakla kaldı. Birkaç kere öğürse de midesinden çıkan bir şey olmamıştı. Öylece durdu ve bu sefer boş gözlerle parke taşlarını seyretmeye başladı. Niçin buraya geldiğini, burada ne yaptığını, bundan sonra ne yapacağını düşünürken tüm fikirlerin karman çorman olduğu bir zihne sahipti.
"Gitsem," diye hırıltılı bir tonda mırıldandı dakikalar sonra. "...ama nereye?"
Babasının öğürdüğünü görünce dayanamayıp oraya ilerlemişti Naz. Kolları hala önünde bağlıydı, bu ona ketum bir hava katsa da meraklı gözlerle Tarık'ı seyrediyordu. Geçen zamanın ardından onu bunu sorduğunu duyunca Baran'la gözleri kesişmişti.
Baran "Ben evine bırakayım en iyisi," demişti ancak Naz onun hareketlenen koluna dokunup durdurdu.
"Hiç götürme, almaya gelecekler zaten."
Araya tekrar yoğun bir öğürtü karışmıştı. Yağmur çantasında duran yarım su şişesini çıkarıp yere eğildi ve Tarık'ın yüzüne döktü yavaş yavaş. "Kim almaya gelecek?" derken başını da geriye çevirdi. "Polis mi ambulans mı?"
Bu kinayeli soruya gerçek dahi olsa cevap veremeyeceğini biliyordu Naz, o yaşlı adama dedem diyemiyordu. Kendisini hor gören kadına babaanne diye seslenemiyordu. Tekrar sıfatlara takılıp kalınca derin derin nefeslendi. "Bana fark etmiyor, birileri alıp götürecek işte."
"Naz sen artık içeri gir," derken koluna dokunan Baran'a dönüp başını iki yana salladı.
"Hayır, onun gittiğini göreceğim." Bu fazla hırs ve öfkeyle belirtilmiş gibi dursa da aslında içten içe ufak bir merhametti. Üstündeki ceketin altından kollarını sıvazlarken çatılı kaşlarının altındaki yanan gözleriyle bakıyordu babasına. Kızgındı, bir çatıyı başına yıktığı için ve başkalarından sonra bir de kendi canını yaktığı için ona kızgındı. Eğer yaşanan her şeyden sonra biraz mutlu olsaydı bunca acıya değdi diyebilirdi Naz... Şimdi ise derbeder bir hayat uğruna ayrı kaldıklarına üzülüyordu.
Yarım saatin ardından hala bekledikleri kaldırım kenarında siyah, lüks bir araç durmuştu. Arka kapıdan alelacele inen yaşlı adam ve yaşlı kadınla Naz da oturduğu yerden ayaklandı. Korkarak değil, bu sefer utanması gereken kişilerin onlar olduğunu bilerek sertçe karşılarına dikilmişti. Yıllar sonra karşılaşmalarının böyle olacağını tahmin etmezdi.
Hiçbir zaman kendisini kabul etmeyen dedesinin yüzünde öfkeli fakat bir yandan da mahcup bir ifade vardı. Yere uzanıp uyuklayan oğluna baktığında kızgın yanı ortaya çıkıyor, rezil olmak için tercih etmeyeceği torununa döndüğünde ise gururu yerle bir oluyordu.
Yaşlı kadın oğluna yaklaşıp "Oğlum..." diye titrek bir sesle mırıldandı. Üstüne pespaye geçirilmiş ceketiyle beraber o da aceleci duruyordu. Gecenin bir vakti herkesi ayaklandıran Tarık'a karşı şefkatini kolaylıkla bir tek annesi gösteriyordu zaten. Ellerini oğlunun yanaklarına koyup yüzünü görmeye çalıştı. Tarık da gözlerini hafifçe aralayıp "Anne?" diye sormuştu. Yaşında rağmen sesi bir çocuk saflığındaydı. Başını kaldırıp yanaklarındaki ellere tutundu. "Sen misin?" derken hala yayvanca konuşuyordu.
Oğlunu böyle sarhoş ve serseri halde bulunca yaşlı adamın kaşları hızla çatıldı. Şoförüne işaret verip "Kaldır şunu!" dediğinde sesi az sonra aydınlanacak sokakta yankılanmıştı.
Şoförün Tarık'ı kaldırmaya gücü yetmediğinde Baran beline dayadığı ellerini çekip el mecbur oraya yaklaştı. "Yardım edeyim," deyince yaşlı adam buna da utandı. Bakışlarını kaçamak halde Naz'ın yanında ilk kez gördüğü gence çevirip "Sağ ol," diye mırıldandı. "Teşekkürler."
Kenarda bekleyip usul usul ağlayan kadın hala oğlunu seyrediyordu. Hayatın ona kattığı tek şeyin ardı arkasınca gelen başarısızlıklar olması, Mine'yle evlendiğinde bitti sanmıştı fakat Tarık her ne yapıyorsa bunu sürdürmekte kararlıydı. Sadece bir hatayla dağılan evlilik toparlanabilirdi, üstelik Mine isterken... Tarık onu da berbat etmişti.
Arabanın arka koltuğuna yerleştirilen baygın bedenden sonra yaşlı adam tereddütlü halde Naz'a çevirdi bedenini. "K-kusura bakma," derken sesi titrek çıkmıştı.
Kızgın bir cevap vermemek için kendisini tuttuğu esnada dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı Naz. Bağırıp çağırmak istiyordu ancak gece vakti buna değmeyeceğini de biliyordu, gerçi vakit ne olursa olsun onlara karşı hiçbir yaptığı değmeyecekti. "Daha dikkatli olun lütfen," dediği esnada Yağmur arkadaşının koluna girip ters bir bakış attı karşısındaki adama.
"Kusura bakmayın diyerek öylece geçiştiremezsiniz, Naz isterse şikayetçi olabilir."
"Şikayetçi mi?" diye ağlamaktan dolayı değişen sesi karıştı araya Hacer'in. "Hayır lütfen yapma bunu, o kadar değil."
Naz'ın sessizliğine karşın Yağmur devam etti yine, aceleyle çıkarken dağılan sarı saçlarını kulağının arkasına itip kaşlarını daha da çattı. "Niye yapmasın? Ne kadar korktuğunu görmüyor musunuz?"
"Ama bir zarar vermedi Tarık," derken hiddetli değil, yalvarır haldeydi kadın. Önünde bağladığı ellerini kaldırıp hislerini aktarmak istercesine Naz'a tutunmaya çalıştı fakat Naz hemen geri çekildi.
"Değil mi? Zarar vermedi sana... İyisin?" Hala umutla bakıyordu Hacer torununa. "Tarık zaten yapmaz öyle şey, kimseye zarar vermez."
Naz çabucak babaannesinin sözlerini kesti, herhangi bir savunmaya ihtiyacı yoktu çünkü inanacağı bir şey kalmamıştı. "Evime de gelmemesi gerekirdi, durup dururken bu yaptığını aklamayın şimdi."
Kadın tekrar itiraz etmek istediğinde yaşlı adam araya girip "Tamam," dedi sakin halde. "Hacer sen arabaya geç."
"Ama..."
"Geç dedim!" Parmaklarını alnına sürüp ovalarken yeni yeni hissediyordu baş ağrısını. "Arabada bekle, geleceğim ben de şimdi."
Sonra bakışlarını kaldırımda dikilen genç kıza çevirdi. Arkadaşına sığınmış, bir yandan sevgilisinin desteğini alan torununun karşısında artık küçüleceği kadar küçülmüştü zaten. Bunu yapanın da hep oğlu olması artık bir şeyler konusunda diretemeyeceğini göstermişti kendisine. "Naz," diye mırıldanıp onun dikkatini çektikten sonra hafifçe öksürdü. "Şikayetçi olmak konusunda haklısınız, istersen yapabilirsiniz ama bir sonuç çıkmaz, ikimiz de sadece uğraşmış oluruz."
Baran bir sonuç alamayacaklarının bilincindeydi fakat bu durum hoşuna gitmemişti. Naz'ın bileğini nazikçe kavrayıp onu yanına çekerken "Bir daha böyle bir şey olduğunu görürsem," dedi sert halde. "...bu sefer sadece siz uğraşırsınız."
Artık torununun torunun yalnız olmadığını görünce meraklı bakışları Baran'da gezindi, güven veren haliyle Naz'ı sarmalamıştı ve öfkeli gözlerle karşılık veriyordu kendisine. "Anladım, haklısın... Tekrarı olmayacak."
"İyi." Sevgilisini içeri götürmek için hareketlendiğinde Naz duraksayıp Baran'a kaçamak bir bakış attı. "Ben bir şey söyleyip geleceğim, siz içeri geçin."
"İçeri mi geçeyim?" derken kaşlarını çattı Baran, sonra da yaşlı adama soğuk bir bakış atıp "Kapıda bekliyorum," diye mırıldanmıştı. Birkaç adım gidip sırtını apartman duvarına verdi, Yağmur ise kollarını ovalayarak içeri geçmişti.
Naz yavaşça dedesine yaklaştı, onda da yorgun bir hal vardı. Kabanının düğmesini yanlış geçirdiği belli oluyordu, bakışları tam düğmenin üstünde kesişince yaşlı adam mahcupça onu düzeltti.
Birkaç defa yutkundu. "Neden ona yardımcı olmuyorsunuz?" derken sesi suçlar bir tonda çıkmamıştı, yalnızca merak içinde soruyordu. "Neden tüm bunların yaşanmasına izin veriyorsunuz?"
Yaşlı adam yirmi iki yıl önce, onu ilk kez küçük bir bebekken mahkeme bahçesine görmüştü. Annesiyle babasının boşandığından haberi olmayan küçük bir çocuktu. Bir toruna sahip olmanın tadını ise hiçbir zaman Naz'la tatmamıştı. O ufak halini kucağına almamıştı. Aykırı bir hayat olmasından dolayı Tarık'ın eski yaşamı nazarında kabul gören bir şey değildi, bu yüzden Denizhan doğana kadar dede olduğunu hiç kabul etmemişti.
Şimdi bu soruda bir ima görmese bile hafifçe yutkundu. "Biz bir şeye izin vermedik," dediğinde sesi epey kısık çıkmıştı. Gözleri başka yerlere kaydı, utancı bir türlü geçmiyordu. "Hepsi Tarık'ın kendi hatası."
"Biliyorum öyle." Isırdığı dudaklarını serbest bıraktı Naz. "Yok sayamayacağım çok hatası var ama yine de onu böyle görmek istemiyorum, biraz yardımcı olun da düzeltsin her şeyi. Daha ne kadar böyle ilerleyecek?"
Bir şeyin farkına varır gibi gözlerini kısılırken başını yavaşça iki yana salladı. "Sen ona kıyamıyorsun," derken yaşlı adamın ağır ağır sarf ettiği söz Naz'ın bakışlarını kaçırmasına sebep olmuştu. Dedesi yerine uzun sokağın karanlık bitişini seyrederken susmakla yetindi.
Boğuk sesini hafifçe öksürdükten sonra oraya çıkardı Naz. "Kıyamıyorum değil, sadece böyle olmamalı bence."
"O zaman neden babanla kendin konuşmuyorsun?" diye sorduğunda, artık bir şeyleri reddetmememin daha doğru olacağına karar vermişti. Bir zamanlar canını yaktığı küçük torunu, bir misillemeyle Tarık'ın hayatını alt üst etmişti ve bunu yine sadece o düzeltebilirdi. Kızgınlığı çok olsa da artık Naz'ın dizlerine kapanmaya hazırdı. Kırıldı kırılacak bir sesle "Bir kere konuşsan dinleyecek seni," dedi.
"Yok." Naz başını hızla iki yana salladı. "Bizim aramızda konuşulacak hiçbir şey kalmadı..." Gözleri yere dalıp giderken dudaklarını hafifçe kıvırdı, evet bu gece korkmuş ve üzülmüştü fakat artık sorunları düzeltebilmek için yanında yardıma koşacak çok kişi olduğunu biliyordu.
Yalnız değildi, sevdiği ve kendisini seven onca insanla sürdürüyordu hayatını. Zaten kapısını tıklatan bir adamın böyle bir gecede bozamayacağı yıllar geçirmişti, istemediği bir şey yaparak kurduğu düzeni zedelemek istemiyordu.
Artık tüm her şey kendi sorumluluğu dışındaydı.
Kendisine tanıdığı kısa bir sessizlikten sonra yerdeki bakışlarını tekrar dedesine kaldırdı Naz. "Hem mahvettiği şey artık ben değilim, kendi hayatını berbat ediyor. Bunun için de babası olarak ona siz yön göstermelisiniz."
Gururunu bir kenara bıraktı çünkü torununun bu söylediğiyle beraber içini derin bir boşluk sarmıştı. İçinden bir ses zaten Tarık'a yolunu kaybettiren kişinin kendisi olduğunu söylerken şimdi Naz'ın ona yol göster demesi kaşlarının çatılmasına sebep olmuşu. "Nasıl?" diye sordu merak içinde.
Naz basit bir şeyden bahseder gibi omuz silkti. "Ona biraz merhamet edin." Sonrasında dudağındaki gülümseme dingin bir hal aldı. "Uyanırsa bağırmayın," dedi ince bir sesle. "Ne istediğini sorun, belki söyler."
Artık gitmek üzere hareketlendiği an dedesinin ıslak gözlerine karşın kuvvetlice yutkundu Naz ve sözlerine son bir şey ekledi. "Bir de şey... Söyleyin, artık kendisini affetsin."
-
Sabah ince bir baş ağrısıyla uyandı. Başını yana çevirip nerede olduğunu kontrol ederken sızlayan bedenini zorlukla kaldırmıştı koltuktan. Etrafına bakındı, ekru tonlarda eşyalarla düzenlenmiş aydınlık oda ailesinin eviydi. Gözlerini ovalayıp Mine de yanında mı diye düşündü ancak çok geçmeden içine bir boşluk çökünce, ondan vazgeçtiğini hatırlamıştı Tarık.
Yorgun bir nefes bıraktı dışarı. İçeriden, başka bir odadan gelen mırıltılar duyuyordu, hiç geçmeyen boşluk hissiyle koltuktan kalkıp üstündeki rahatsız kıyafetlerle oradan ayrıldı. Hemen karşısındaki salona geçtiğinde annesiyle babasını usul usul konuşurken bulmuştu.
Artık kırk yaşını geçmiş olmasına rağmen toy bir genç gibi odaya girişiyle Tarık dudaklarının iç kısımlarını ısırdı. "Günaydın," dediğinde sesi hırıltılı çıkmıştı. Kaba olmamak adına başını çevirip boğazını acıtacak kadar kuvvetle öksürdü.
Aklına düşen kısa görüntüler sebebiyle şimdi büyük bir azar bekliyordu. Küçüklüğünden bu yana olduğu gibi babası koltuğa oturacak Tarık ise kaderine razı gelerek ayakta dikilerek onun kendisine aşağılayıcı sözler etmesini dinleyecekti.
Akılsız Tarık, beceriksizsin sen zaten ne halta yararsın ki?
Gece yaptığından dolayı bundan daha kötüsünü bekliyordu şimdi. Ancak babası diğerinin üstüne attığı bacağını indirip elini koltuğa yaslamıştı, sakin gözlerle kendisine bakıyordu. "Öğlen oldu Tarık," dedi yavaşça. Hemen sonra dayanamamış ve yine klasik sözlerini eklemişti. "Senin rezil olduğun gecenin sabahı çoktan doğdu, biz de acaba başka hangi rezalete uyanacağız diye harıl harıl düşünmeye başladık."
Sonradan gelen imalı sözlerle Tarık koltuğa oturmadan duraksadı, elini kolçağa koymuş ve aldığı ufak destekle dikilmeye başlamıştı. Annesine dönüp baktığında ondan arka çıkmasını bekledi fakat o da çökmüş yorgun gözlerle bakıyordu ki bu isteğinin gerçekleşmeyeceğini gösteriyordu. "Baba..." dedi usulca. "Ben-..."
"Sen kafayı ye-..." Hırsla bağıracakken saatler önce Naz'ın kendisine söylediklerini hatırlayıp sustu yaşlı adam. Ona bağırma, merhamet et, ne istediğini sor ve söyle kendisini affetsin.
Birkaç saniye alnını ovalayıp nefeslendikten sonra elini sorarcasına kaldırdı. "Sen ne istiyorsun Tarık?" dedi herkesi şaşırtacak kadar çabuk değişen, şefkatli bir tınıda. "Gerçekten bunu bize açıklayabilir misin? Sen bu hayattan ne istiyorsun?"
Tarık elini yasladığı kolçağa bedenini koyup hafifçe oturdu, düşen omuzları üzüldüğünü gösteriyordu. "Bir şey istemiyorum," derken yine azar işiteceğini sanmıştı fakat beklediği olmamıştı.
"O zaman niye yapıyorsun oğlum bunları?"
Dizini titretti gerginlikle, sadece zihnini susturabilmek için içtiğinde sarhoşluğunun kendisini Naz'ın kapısına dayanacak kıvama getireceğini tahmin etmemişti. Utanç içinde gözlerini kaçırıp "Özür dilerim," dedi. Aslında bunu kızına demeliydi fakat bu saatten sonra tekrar yanına gitse, oradan sağ çıkmayacağına emindi Tarık.
Yaşlı adam oğlundaki bitkin hali bir süre seyretti, sonra anlayışla sordu. "Affedilmek mi istiyorsun?"
Tarık bu soruyla beraber gözlerini açık tonlardaki halıda gezdirmekten vazgeçip babasına kaldırdı. Az önce duyduğu şeyi anlamlandıramamıştı, "Nasıl?" diye mırıldandı hemen. "Ne affedilmesi?"
Babası, ona karşın uzun yıllar sonra ilk kez tebessüm etti. Her ne kadar bu yarım ve ufak bir gülüş olsa da o soğuk suratta fazla bile duruyordu. "Kızın," dedi, daha önceleri bunun tam tersini iddia ederdi. Şimdi düşündükçe utanç tüm bedenini çepeçevre sarsa da artık başka çaresi kalmamıştı. Kibir ve öfke tüm hayatlarına mal olmuştu çünkü. "Yani Naz sana şunu söylememi istedi gece."
Geceyi hayal meyal hatırlayan Tarık korkuyla yerinde dikleşti. Az sonra yine onu derin bir bunalıma sürükleyecek bir şeyler duyacağını sanmıştı, zaten beş yıl önceki o mektubu zihninden bir türlü atamıyordu.
Seni affedemem Tarık Sayın, baba bile değil yalnızca var olmuş bir adamın ismi ve soy ismi. Senin hak etmediğin babalık vasfı... Ben bir kere gittim, bir daha dönmem.
Gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Kendisini çoktan duyacaklarına hazırlamıştı. Ancak babasının bir umuttan bahseder gibi "Kendini affetmeni söyledi," dediğini duyunca duraksamıştı Tarık. Anlam veremeyerek başını hafifçe yan yatırdı. Hala uzun uzun babasına bakıyordu.
"Ne?" dedi mırıltıyla. "Kim? Ben mi?"
"Sen kendini artık affetmeliymişsin." Sözleri arasında hafifçe öksürdü yaşlı adam. "Sadece bunu da söylemedi, bana iyi davranmamı da öğütledi. Bağırma ona dedi, merhamet göster dedi, ne istediğini sor dedi." Dudaklarındaki tebessüm fazla uzun sürmemişti, oğlunun ne tepki vereceğini bekleyerek bakarken onda gördüğü aydınlanma titrek bir nefes bırakmasına sebep oldu. "İşte, en son gitmeden önce de kendisini affetsin dedi."
Tarık'ın konuşmakta zorlanan bir hali vardı artık, nemlenen gözlerine ellerini bastırıp koltuktan kalktı ve aceleyle, gençliğinde kaldığı odasına çıktı. Kapıyı açıp girdiğinde her şeyi yerli yerinde bulmuştu.
Derin derin nefeslenip etrafına bakındı. Eski yatağından kopup gittiği zamanı hatırlıyordu, ilk Çiçek ile evlenmek için ayrılmıştı oradan. Daha sonrasında anı kalması için ailesinin burayı hiç bozmadığını biliyordu fakat yıllara rağmen hiç kullanmamıştı.
Biraz rahatlayabilmek için adım adım yürürken dolabının üstündeki aynaya yaklaştı, biraz suratını seyretti. "Akılsız Tarık," derken gözleri kızarmış gözlerindeydi. Oysa bu aynaya yirmili yaşlarındayken de bakmıştı. O zaman gençti, yirmi bir yaşındaydı ve tüm hataların henüz başındaydı.
Aynaya bakarken jöleli saçlarını geri yatırıp yakışıklı haline baktı, kot pantolonu ve krem rengi boğazlı örme kazağıyla bile iyi görünüyordu. Hafif bir ıslık çalıp "Harikasın Tarık," dedi kendi kendine. "Babam da durup durup akılsız Tarık sana hiçbir kız bakmaz desin, senden adam olmayacak desin. Adamın kralını göstereceğim baba kralını!"
Öğle vakti bir kafede arkadaşı Metin'le buluşacaktı. Metin yanında sevgilisini ve sevgilisinin mahalleden bir arkadaşını getireceğini söylemişti. İşte o mahalleden gelen yabancı kızla da Tarık tanışacaktı.
Onun hakkında sessiz ve sakin olduğunu biliyordu. Durumu çok da iyi olmayan bir ailenin tek kızıydı. İsmini bile öğrenmemişti daha, bunu ilk görüşmelerine saklıyordu. Sürekli babasının ona sunduğu salon hanımefendileriyle değişen dünya düzeni konuşmaktan sıkılmıştı artık. Dayatılan bu hayatı istemiyordu, farklı bir şey istiyordu.
Parfüm kokusuyla doldurduğu odasından ayrılıp "Ben çıkıyorum anne!" diye seslendi içeri. Birbirlerini görmeseler bile Tarık kulağını açıp bir cevap bekledi. Çok geçmeden "Yine nereye?" diye bir serzeniş duymuştu. "Babanı artık gerçekten kızdıracaksın Tarık! Akşamki hırsını daha alamadı zaten, mahvedecek seni!"
"Biraz beklesin akşam faiziyle alsın annem..."
"Hergele, seni öyle görmeye yüreğim dayanmıyor." Salonun kapısından bedenini yarını çıkarıp oğlunun süslenmiş haline baktı Hacer, yirmi bir yaşında olmasına rağmen Tarık hala küçük bir çocuk gibiydi onun için. "Eğer niyetin anneni ağlatmaksa yakında ağlamaktan öldüreceksin, şimdiden söylüyorum!"
"Merak etme validem, ne yapıyorsam seni ağlattığıma değiyor valla."
Oğlunun kıkırtılar içinde söylediği şeyden sonra sinirlenip elindeki kumayı hırsla üstüne fırlattı Hacer. "Terbiyesiz, denir mi hiç anneye öyle?"
"Dedim gitti Hacer Hanım, hadi ben kaçtım!"
"Kaç bakalım benim akılsız oğlum!"
Dış kapıdan ayrılırken kendi kendine mırıldandı Tarık. "Bugün o akılsız oğlunuz başka kızların akıllarını çalacak inşallah."
Arkadaşının söylediği kafeye geldiğinde burnunu hemen tatlı kokular sarmıştı. Üstündeki ceketin ceplerine ellerini sıkıştırıp ıslık çalarak çevresine bakındı, gözleri de bir arayışla kısılmıştı. Arkadaşı Metin bunu yaptığında aptala benzediğini söylese de Tarık pek umursamıyordu, ona göre bugün oraya gelecek kızın bayılacağı haldeydi.
En sonunda sevgilisiyle yan yana oturan Metin'i gördüğünde hafifçe gülüp oraya ilerledi. Gözü bir de kendisine sırtı dönük halde orada olan kıza değmişti. Kahverengi saçlarının birkaç tutamını ufak bir tokayla arkada birleştirmişti ve bu sadece sırtından bakınca bile ona nahif bir görünüm katıyordu.
Tarık ellerini ceplerinden yavaşça çıkardı. Avuç içleri ıpıslaktı. Sen değil o heyecanlanacak Ahmak Tarık, dedi içinden. Sil şu ellerini çabuk!
Masanın yanına varınca "Merhaba gençler!" dedi neşeli bir sesle. Bir elini henüz suratını göremediği genç kızın sandalyesine koydu ve orayı tuttu. Öne eğildiğinde boca ettiği parfüm kokusunun onlara ulaştığın sanmıştı ki bu yabancı kızın kokusu her şeyden önce Tarık'ın burnuna doldu. Ve gözleri, kendisine çevrilen surette takılıp kaldı ansızın.
Kızın ne kalın ne de ince duran dudaklarının üst kısmında derin bir sus çizgisi vardı. İri gözlere ve kahverengi harelere sahipti. Minik ve ufak bir kemer olan burnunda göze batan hiçbir şey yoktu, aksine bunun ona yakıştığını düşündü Tarık. Kısacık zamanda ona fazla uzun baktığını fark edince ise hızlıca yutkunup ayrı bir selamı hak eden kahverengi harelere baktı yine. "Merhaba," diye ayrıca mırıldandı yabancı kıza.
Kahverengi gözlerle bile takılı kalan bakışlarını bir öksürük sesiyle çekebildiğinde dudaklarını yalayıp toparlandı hemen. Metin imayla "Sana da merhaba kardeşim otursana," dediğinde tam da istediği gibi kızın yanına oturdu. Gerçi bu onu görmesine yardımcı olmuyordu, arkadaşının sevgilisiyle yer değiştirmeyi bile düşünürken huzursuzca kıpırdandı.
"Oturdum işte," dedi huysuz bir tonda. Hala kıpırdanırken kızla tanışma isteğiyle başını yan çevirmişti. "Biz tanışmadık, değil mi?" Bu esnada elini de uzattı, yüzüne ufak bir tebessüm kondurup tekrar konuştu. "İsmim Tarık."
Uzattığı eline ürkek bakışlarından atmıştı kız, dudaklarını aralayıp bir şey söylemek istediğinde ancak sesi yalnızca bir fısıltı olarak kulağına ulaştığında Tarık hafifçe güldü. "Senin bir ismin yok mu yoksa?"
Genç kız içe kıvırdığı dudaklarını serbest bırakıp karşısında oturan arkadaşına kaçamak bir bakış attı, buraya onun isteğiyle gelmişti. Ve arkadaşından desteklercesine bir tebessüm gördüğünde bakışlarını tekrar Tarık'a çevirdi. Önünde duran eli titrek bir dokunuşla tuttuğunda sesini daha yüksek çıkarmıştı bu sefer. "Çiçek."
Tarık kuruyan boğazını yatıştırmak maksatlı yutkundu. "Tam sana göreymiş," dedikten sonra bu ismi kendisi de tekrar etmişti. Parmakları arasında kalan yumuşak eli sıkıyordu bir yandan da. İlk kez hissediyordu bunu, daha önce onun gibisiyle tanışmamıştı çünkü. "Çiçek."
Çiçek utanç içinde gözlerini kaçırdı. "Şey, teşekkür ederim."
"Rica ederim." Başını keyifle aşağı yukarı sallarken yan çevirdiği bedenin tekrar öne döndürüp kendisini izleyen arkadaşına baktı Tarık. Farkında olmadan ufak bir ıslık çalıp aklına gelen şarkıyı mırıldanırken yine dalgın davranmıştı. "Sevdim seni çiçek çiçek, gönle doldun petek... İster acı ister tatlı, içimde bu aşk tütecek."
"Efendim? Duyamadım?"
Kendi kendine söylediği şeyi Çiçek'in işitmeyişiyle güldü yine. "Yok bir şey, aklıma gelen bir şarkıyı mırıldanmıştım yalnızca."
"Anladım." Çiçek dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini yavaşça kaçırdı, ellerini masaya koymuştu ve çelimsizce tutunuyordu. Kalbi hızla atarken kimseye bakmamaya çalıştı. Kalbinin ilk kez böylesine hızlı atışına kimse şahit değildi fakat utanıyordu. En sonunda titrek parmaklarını kahverengi saçlarına götürüp zaten düzgün olan kısmı düzeltmeye çalıştı.
Dakikalar konuşma çabalarıyla geçerken ikisinin de sevimli bir acemilik vardı. Tarık, Çiçek'e hakkında merak ettiği her şeyi soramıyordu çünkü çoğunlukla masadaki arkadaşları da sohbete katılıyordu. Keşke yalnız olsak diye düşündüğü an bunu bir de büyük bir hevesle dile getirdi. "Dışarı çıksak yürüsek mi biraz?"
En azından açık alanda Çiçek'i yalnız kalabilecekleri bir yere çekebileceğini düşünmüştü fakat tüm arzusunu baltalarcasına "Ben artık kalkacağım," dediğini duydu onun. Bir mecburiyetle belirttiği durumdan sonra kenara bıraktığı çantasını önüne çekti, gerçekten de her an kalkıp gidecek gibiydi.
Tarık üstündeki delikanlı havayı kırdı ve "Ama saat daha çok erken," dedi sızlanırcasına. Gözlerini Çiçek'in kahverengi bakışlarında gezdiriyordu. "Biraz daha kalsana."
Çiçek başını iki yana salladı. "Üzgünüm, evde babam bekliyor."
Aklına düşünce yine ürkmesine sebep olmuştu bu durum. Çok sık dışarı çıkamıyordu ve hatta evdeyken de genellikle istediği gibi davranamıyordu. Babasının istekleri pek bitmiyordu çünkü ve ona hizmet etme telaşı hayatı daha kısıtlı yaşamasına sebep olmuştu.
Tarık biraz daha ısrar etmek istiyordu, yine de buna yeltenmenin Çiçek'in gözünde hoş görünmeyeceğini fark edip "Peki," dedi kabulleniş haliyle. Ancak sonrasında kendisi de ayaklanmıştı. "O zaman seni evine bırakayım."
"Hayır hayır olmaz." Mahalleden birisinin bunu görmesini kesinlikle istemiyordu. Bir yardım ister gibi arkadaşına baktı Çiçek. "Kendim gidebilirim, sen hiç yorulma."
"Evet Tarık," dedi Aysu. Arkadaşının yaşayacağı durumu biliyordu. "Çiçek yalnız dönse daha iyi."
"Ama..."
Bu sefer Metin de karışmıştı araya. "Israr etme kardeşim, bırak kendisi gitsin."
Ona eşlik edemeyeceği için asılan yüzünü hiç saklamadan tekrar Çiçek'e baktı. "Tamam," derken sesi biraz huysuz çıkmıştı. "Ama en azından biraz geleyim, ona müsaade var mı?"
Çiçek geriye ittirdiği sandalyesinden kalktı ve çantasını koluna taktı. "Durağa kadar gelebilirsin isterken," derken Tarık'ın bunu hiç kaçırmazmış gibi masadan ayrılmasını kaçamak gözlerle seyretmişti.
Diğerlerine selam verip oradan ayrıldıklarında Çiçek kaldırımda biraz ilerleyip yola baktı. Oraya gidene kadar yaşadığı utanç ve heyecandan dolayı hiç konuşamamıştı ancak otobüsün geldiğini görünce "Aa!" dedi hızlıca, en azından eve geç kalmayacağı için sevinmişti. "Benim otobüsüm geliyor."
"Ne? Bu kadar çabuk mu?" Durağa ilerlerken Çiçek'in gitgide kendisinden uzaklaşmasını hevessiz gözlerle izledi Tarık, beraber otobüsün durmasını bekleyecekleri yere ulaştıklarında Çiçek gülen yüzünü ona çevirdi.
"Değil mi? Ben de şaşırdım, hep geç gelirdi halbuki."
"Ben böyle şansa..." Tarık başını yan çevirip ayarsız sözlerini çabucak yarıda kesti, hemen ardından daha düzgün bir ifadeyle Çiçek'e dönmüştü. Onun az sonra gideceğini bildiği için zamanı azdı, bu zamanı iyi değerlendirmek isteyerek genç kızın kolunu usulca tuttu. "Neyse..." diye mırıldanmanın ardından dudaklarını yakışıklı olduğunu düşündüğü şekilde tek taraflı kıvırdı. "Ben bugün seninle tanıştığım için çok memnun oldum Çiçek. Keşke biraz daha kalma şansın olsaydı, çabuk ayrılıyorsun."
"Maalesef öyle."
Çiçek'in yere eğilen başına karşın onun çenesini tutup kendisine bakmasını sağladı Tarık. "Bir daha gelir misin peki?"
Otobüs gitgide yaklaşıyordu, sesini duymuştu. Çiçek bu soruya hemen cevap vermeliydi ancak Tarık'ı kıvrandırır gibi bir süre bekledi. Tereddüt gözlerinde yer aldığında ise olumsuz bir cevap duyacağına dair korktu Tarık.
En sonunda "Gelmeye çalışırım," demişti Çiçek. Bu kendisi için biraz zor olsa da bunca hızla atan kalbi için değerdi.
Bu cevapla Tarık'ın dudaklarını daha geniş bir gülümseme sardı. "Sevindim," derken hala kahverengi gözleri seyrediyordu. "Tekrar gelmeni bekleyeceğim Çiçek."
Sonra dayanamayıp yavaşça eğildi ve dudaklarını, kendisine bu duyguları ilk kez hissettiren genç kızın yanağına değdirdi.
Dudaklarını soğuk mezar taşından geri çekti.
Alelacele evden ayrılıp artık gençlerin gözdesi olan bir kafede bulamayacağı eski karısının temelli konakladığı yere gelmişti. Hiç uğramadığı mezarlığa ilk kez gelmişti Tarık. Elini az önce öptüğü taşa değdirirken akan göz yaşlarını da temizlemişti bir yandan.
"Çiçek," dedi boğuk sesiyle. Bu ismi zikretmeyeli uzun yıllar oluyordu.
En son onu bıraktığında kızının annesiydi, şimdiyse hiç kimsenin altını göremediği bir mezardan ibaretti. Tarık taştan aşağı kayan elini toprağa koyup avuçladı. "Yine en yüce gönüllü bizim kızımız çıktı, baksana dedesini bile uyarmış bana bağırmaması için." Akan burnunu çekti, bunu öğrenmek içinde çiçeklerin açmasına sebep olmuştu. "Biliyorum sen öğrettin ona bunları, o da senin gibi gururlu ama kıyamayan bir yanı var işte."
Yan mezarda oturup kendi halinde konuşan bir başkasının sesi kendisine karıştığında başını soğuk taşa bırakıp gözlerini kapattı Tarık. Bir süre toprak kokusunu soluyarak bekleyip en sonunda istediği sessizliğe kavuştuğunda tekrar konuşmaya başlamıştı. "Ben de bugün kızımın çabasının karşılığını vermek istedim, sana geldim..." Toprağı biraz daha karıştırdı, parmaklarıyla araladı. Çıkan ufak tefek taşı mezarın dışında fırlattıktan sonra kucağına bıraktığı kâğıdı kaldırıp araladığı yere koymuştu.
Beş yıl önce Naz'ın kendisini terk ettiği mektubu artık unutma zamanı gelmişti. Bu sefer tüm hatıraları silmek için değil, herkese iyilik etmek için unutacaktı. Üstünde Tarık Sayın için yazan kâğıdı toprakla örtüp iyice gömdü. "Bunu buraya sen de bil diye koyuyorum, kızımız beni hiç affetmedi Çiçek. Zaten yapabilecek başka hiçbir şey yoktu, ben bunu hak etmedim... Özür dilerim."
"Senden, benim yüzümden kaybettiğin senelerinden, geleceğim deyip hiç gelemediğimden ötürü çok özür dilerim." Pürüzlü sesini düzeltmek için kısaca öksürdükten sonra ağır ağır akan gözyaşlarını kuruladı ve mektup kaybolana kadar toprağı kaydırmaya devam etti Tarık. "Her şey için özür dilerim Çiçek, kızımız gibi sen de beni affetmeyeceksin biliyorum. Daha doğrusu affedemeyeceksin."
Dirseklerini taşa yaslayıp artık tamamen kapanan toprağı seyretti, sonrasında bakışları isim yazılı olan kısma kaydı. Yirmi iki yıl önce bir mahkeme bahçesinde sizi görmeye geleceğim diye yalanlar söylediği kadına karşın hiç düzeltemeyeceği bir hata etmişti.
Gençlik ateşinin ufak bir kıvılcımıydı Çiçek, bir süre sonra sönmüştü. Artık kendisini mahcup hissettiği ailesine karşı itibarını düzeltmek isterken yeni hayatı, arkasını dönemeyeceği kadar parlak görünmüştü gözüne. Oysa gerçekleri herkese açıklayıp benim bir kızım var diyebilseydi, belki şimdi kimseyi bir mezarlığı ziyaret etmek zorunda bırakmazdı.
Çiçek'in isminin yazılı olduğu kısma bakarken sanki orada ilk tanıştığı yirmi yaşındaki ürkek genç kızın utançla kendisinden kaçırdığı kahverengi gözlerini görür gibi konuşmaya devam etti Tarık. "Korkak bir adamdım, bensiz de yaşayabilirsin sandım... Söz verdim, geciktim, yalan söyledim."
Arsızca dudağından içeri sızan yaşlı eliyle ittirip sıkışan göğsünü rahatlatmak için derince nefeslendi. "Şimdi bu toprağın altında olmanın özrü de yok zaten, biliyorum ama ben bugün kendimi affedeceğim Çiçek. Sen affetme, ben affedeceğim."
Biraz bekledikten sonra kırık sesiyle "Çünkü..." diye mırıldandı. Artık omuzları sarsılırken başı aşağıya eğilmiş ve toprağın az önce eşeleyip içine mektubu sakladığı tümsek kısmına değmişti. "Çünkü kızımız böyle istedi, bana kendini affet dedi."
-
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 75.49k Okunma |
4.34k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |