@askilav
|
Yine hiç mantıklı olmayan kararlar verdim, sonra yetmezmiş gibi o mantıklı olmayan kararları uyguladım. Bu da beni biraz tereddüde düşürdü tabi. Kendime ne yaşadığımı sordum, sonra da aman salla dedim. Sonuçta her yaptığımın bedelini ödeyeceğim diye bir kural yoktu ya da henüz bunun zamanı gelmemişti, bilmiyorum. Kendimi dansa vermeye çalışırken aynı zamanda diğerlerine göz atıyordum. Kulağım dans için kullandığımız fazla remixli müzik yüzünden neredeyse patlayacaktı. Koreografiyi bozmadan enseme yapışan saçları itip dans etmeye devam ettim. Normalde bu şekilde hip-hop tarzını pek sevmezdim ama üniversitenin ilk senesi sadece böyle bir kurs olduğunu görünce içine girmiş bulunmuştum. Küçüklüğümden gelen hareket tutkusunu sadece bu şekilde tatmin edebiliyordum. Neyse ki bu bugünlük son tekrarımızdı. Üç ay sonra sergileyeceğimiz gösterinin provasını yapıyorduk ama artık yorulmaya başlamıştım çünkü uzun süredir bunun üzerine çalışıyorduk. Herhangi bir görevim olmamasına rağmen koreografi konusunda çok çaba göstermiştim, fikri bile ortaya ben atmış sayılırdım, bunun için benden daha iyi bir performans bekliyorlardı. Son hareketi yapıp bitirdiğimizde herkesten bir alkış ve 'huh' sesi koptu. Aklımı kurcalayan şeylerden dolayı keyifsizce gülüp ben de diğerlerini alkışladım. Dağılışımızın ardından Rengin yorgun adımlarla direkt yanıma gelmişti. Boynunu ovalarken "Sırtım çok ağrıyor," diye sızlandı. Arkasına geçtim ve ona ayaküstü biraz masaj yaptım. "Ağrı kesici vereyim mi?" "Olur." Hemen arkamda su şişelerimiz ve telefonlarımız vardı, oraya eğilip ikimizinkini de aldıktan sonra Rengin'e uzattım. Çoğu kişi kenarlara yığılmış ya nefesleniyor ya da su içiyordu ama yine de dans salonunda azalmıştık. Diğerleri gibi soyunma odamıza geçerken telefondan saati kontrol ettim. Soyunma odamız eper dar bir yerdi, hiçbirimiz hoşnut olmasak da mecburen sıkış tepiş üstümüzü değiştiriyorduk. Bu seferlik içerisi daha boşken hemen dolabımın karşısına geçtim ve kilidini açtım. Sere serpe bıraktığım çantamın fermuarından cüzdanım ve ağrı kesici tableti kendilerini gösteriyorlardı, ilacı Rengin' uzattım. "Al bakalım aşkım." Hapı dişlerinin arasına sıkıştırıp sordu. "Dersin falan yok değil mi?" "Yok." "Yemek yemeye gidelim o zaman," dedi suyu içtikten sonra, hatta birazını da eline döküp yüzüne ve boynuna çarptı. Onun serinleyen haline gülerken "Ne yapıyorsun ya pis futbolcular gibi?" dedim. Gözlerini kapatıp başını geriye atmıştı, biraz silkelendikten sonra o da gülerek bana döndü. "Gerçekten benziyor muyum futbolculara?" Bu onu fazlasıyla heveslendirmişe benziyordu, tek kaşımı kaldırıp sorarcasına bakış attım. "Bu niye bu kadar hoşuna gitti senin?" Su şişesini dolaba koyduktan sonra suskunca kıyafetlerini çıkardı ama yüzündeki tebessümü saklayamıyordu. Üstündeki tişörtü çıkarıp benden daha düzenli olan dolabına güzelce koydu. "Burada da duş olmamasından nefret ediyorum," dedi sorumu görmezden gelerek. Aramızdaki kısa mesafeyi kapatıp çıplak omzuna çarptım. "Sen soyunma odamız olduğuna şükret ve soruma cevap ver Rengin." Yakınlaşmamdan sonra bedenini hafifçe geriye çekti. Sudan dolayı ıslanmış saçlarını tek eliyle geriye ittirirken az önceki gülümsemesi tekrar çoğalmaya başlamıştı. Kucağında tuttuğu temiz kazağı göğsüne doğru yaslarken bana hülyalı bir halde bakıyordu. "Bir futbolcudan hoşlanmaya başlamış olabilirim." "Cidden mi?" Üstüne bastırdığı kazağı geriye çekip bedenimi yere bıraktım. Diğer kızlardan birkaçı çoktan giyinip çıkmış birkaçı da bizim gibi yere oturmuşlardı. Rengin de yanıma çöktüğünde heyecanla koluma tutundu. "Ama bu kesinlikle heves değil Hazal, inanılmaz aşık hissediyorum kendimi..." Sorabileceğim en önemli şeyi sordum ona. "Kaç takipçisi var?" "Sorma ya off... Yakında beş yüz bin olur, ben de çıldırmakla kalırım sadece." Omzuna hafifçe vurup onu sahte bir şekilde teselli ettim. Üzgün dursa da aslında durumun trajikomikliğinin o da farkındaydı. "Umarım bir gün bununla başa çıkabilirsin." "Şey yapsam..." Dudaklarını büzüp ilgiyle bana baktı, söyleyeceği şeye karşın tepkimi merak ediyor olmalıydı. "Ne yapsan?" diye sorup onu konuşmaya teşvik ederken ben de kıyafetimi üstümden çıkardım, soyunma odasının soğukluğu tenime vurunca bu ürpertmişti. "Hani babamın kuzeni vardı ya... O böyle futbolcuları keşfediyor, ondan numarasını isteyip yazsam mı?" Birden gerginlik ve şaşkınlıkla gözlerim irileşti. Sanki iki haftadır üstüne uğraştığım şey bana kendisini hatırlatmak için karşıma çıkmıştı. Rengin bu tepkimi yanlış anlamış olmalı ki "Zaten onun sayesinde tanıdım, illa bir bahane üretebilirim yazmak için," dedi aceleyle. Aynı zamanda ellerini omzuma yerleştirip üstüme abanmıştı. "Saçma mı Hazal? Bir şey söyle!" Belini tutup daha fazla üstüme gelmesin diye onu tuttum. "Kızım anonim yazmak mı kaldı Allah aşkına?" Evet kaldı, hem de benim üstüme kaldı. Ona söylediklerimin aksine, içten içe elimi alnıma yapıştırmış ağıt yakıyordum. Rengin'in dahi bilmediği ama benim düştüğüm haller kendimden utanmama sebep oluyordu. Kimseye yapabileceğim bir açıklama yoktu ve bu yüzden de kaçıyordum. Yiğit'ten. İki hafta boyunca mesajlarla hayatına dahil olmaya çalıştığım Yiğit'i engellemiştim ve beni aramayacağını ümit ederek hayatıma devam etmeye çalışıyordum. Üstünden üç dört gün geçmişti ve henüz hiçbir şey gerçekleşmemişti, belki o da bu saçma durumu daha fazla uzatmamak için kendi içinde mevzuyu kapatmış olabilirdi. Rengin tekrar yanıma oturdu. "Hayır aşkım gizli yazmayacağım elbette, o zaman beni görmezden gelir." Sanki tedirginliğimi belli etmek istermiş gibi hızla başımı salladım. "Bence de gizli yazma, açık ol." Rengin gitgide değişen halimi fark ediyor olmalıydı, ellerini yüzüme sarıp salladığım başımı tuttu ve sabitledi. "Hazal neyin var senin? Niye gerginleştin birden?" "Ne gerginleşmesi, genel halim bu benim," deyip ayağa kalktım. Çok bile beklemiştik, artık yemek yemeye gitmek istiyordum. Rengin'i de oturduğu yerden çekip kaldırdım. "Kalk hadi, giyinip yemek yemeye gidelim." "Ne yesek ki acaba?" Bir de bunu düşünmek zorundaydık. Üstümüzü değiştirirken konuştuğumuz konu bu olmuştu ve hatta çıkışa kadar bana fark etmez ve bana da fark etmez diyaloğumuz yüzünden hiçbir şeye karar verememiştik. En sonunda üstüme bıkkınlık çökünce Rengin'i kursun önünde yavaşça durdurdum. O da aynı ifadeyle bana bakıyordu. "Tamam şey yapalım," dedim olduğum yerde hafifçe zıplarken. "...iki seçenek belirleyip sonra yazı tura atalım." "Seçenekler ne olacak?" "Birisi hamburger olsun." "Ama bugün canım hamburger istemiyor," derken olduğu yerde sızlandı. Kaşlarım istemsizce çatılırken onu kazağının kolundan tutup durdurdum. "Canın dayak yemek istemiyorsa bir şey belirlemek zorundayız Rengin," dedim ciddiyetle. İşi yokuşa sürüyorduk resmen, genelde yapardık bunu... O da ofladıktan sonra bozuk para çıkarmak için el mecbur çantasına yöneldi. "Diğer seçenek de suşi olsun o zaman." "Suşi mi yemek istiyorsun?" diye sordum yüzüne eğilip. Başını aşağı yukarı salladı, bu haliyle çok masum görünüyordu ama yine de ona kızdım. "Aşkım canın istiyorsa söyleseydin ya az kalsın parkur kuracaktık yemek seçelim diye." "Sen istemezsin diye..." "Birimiz bir fikir söylediğinde diğerinin fikrinin bir önemi yok." Ellerimi önümde açıp ona açıklamaya çalıştım. Arkadaşlığımızın kuralı buydu ve hala öğrenememişti. Elbette o bir şey istediğinde onu yapacaktık. Yüzü neşeyle aydınlanırken koluma girdi. "Gidelim o zaman," derken durağa gitmek için ters tarafa dönmüştük. Kampüs serin havaya rağmen kalabalıktı. Dans kursumuzun hemen karşısındaki kafe de ağzına kadar dolu görünüyordu. Gözlerimi dalgınca orada gezdirdim, kendi sınıf arkadaşlarımdan bir kişi de oradaydı. Ve o sırada gözlerim, aslında pek de arzu etmediğim birisine değdi. Sandalyesine yüzü tam olarak bana dönük halde oturmuştu, hiç gülmeden karşısında oturan kişiyi dinliyordu, sert bir ifadeye sahip değildi ama ona canlılık katabilecek hiçbir duyguyu da yansıtmıyordu suratına. Bu onu ilk görüşümdü. Yiğit'i. Suçluluk hissi istemsizce her tarafımı kaplarken gözlerimi ondan kaçırmaya çalıştım fakat karşımda oturduğundan mütevellit o da hemen beni gördü. Kalbim şiddetle çarpmaya başlarken aptal diye nitelendirdiğim insanlar gibi olduğumu hissettim, hep kaçmak istediği insanın karşısında oyalanıp yakalananlara kızardım. Şimdi onlardan hiçbir farkım kalmamıştı. Yiğit de sanki beni arıyormuş gibi hemen bulmuştu ya... Bakışlarımız birbirine değerken aramızda çok fazla mesafe olmadığını fark ettim, sadece Rengin'in yürütmesiyle ilerliyordum ve bu hiç hızlı değildi. Yiğit oturduğu sandalyeyi gerçekten ağırca itip ayaklandı. Sanki avına yaklaşan bir aslan gibi yavaştı. Hiçbir hızlı hareketin olmaması ondan kaçmamam için engel değildi. İçime kaçan sesimle "Rengin..." diye sızlandım. "Efendim?" dediği anda yüzümü saklanmak istercesine öna döndüm. "Kursa geri dönelim." Yine çok içeriden gelmişti sesim, tıpkı bir kedi mırıltısı gibi. Yüzümün ne hal aldığını aşırı merak ediyordum. Rengin de bana dönüp halime garip bir bakış attı. "Niye?" Ufaktan ufaktan kaçmaya başladım. Koşarsam saçma duracağı için hızlı ve orta arasında adımlar atıyordum. Rengin onu geri çekiştirmeme "Ne oluyor ya?" diye çıkıştı. Onu dinleyecek vaktim yoktu ki. Yiğit beni yakalarsa hesap soracaktı ve açık konuşmak gerekirse, hiç hesap veresim yoktu. İnatla Rengin'i çekiştirmeye devam ettim. Az önce ayrıldığımız binadan içeri girdiğimizde merdivenleri hızla tırmanmaya başlamıştık. "Lavaboya gitmeliyim, tuvaletim geldi tuvaletim geldi!" diye yüksek sesle konuştum Yiğit'in orada olmadığını bilerek. Ama biz fazla ilerleyemeden arkamızdaki kapı gayet gürültülü bir şekilde açıldı. Hiç bana seslenmiyordu da. Neredeyse varlığını unutmamı sağlayacak kadar sessizdi... Ama o korkutucu haliyle peşimden gelmesini nasıl yok sayabilirdim? Kadınlar tuvaletinden içeri girip nefeslendim. Yiğit buraya gelemezdi fakat mırıltıların yaklaşıyor olması korkumu azaltmıyordu. Arkamı dönüp aynadan makyajını tazeleyen Asya'ya baktım, sanki oraya geldiğimizi görmemiş gibi davranıyordu. Şu sıkışık durumda bile ona dudaklarımı kıvırıp huysuz bir bakış attım çünkü onu zaman ve mekan fark etmeksizin sevmiyordum ancak benim Asya'yı yine sevmemeye devam ettiğim esnada kadınlar tuvaletinin kapısı tıklatıldı. Allah'ım ne kibarlık... Tereddütle arkamı döndüm. Rengin de merakla kapıya yaklaşmıştı. "Bu kim be?" diye sorup açacağı esnada kendimi hızla kabinlerden birisine attım. Rengin gayet kibar bir şekilde "Buyurun?" dedi. Benim neden saklandığımı içten içe sorguluyor olmalıydı ya da akıllı birisi olarak onu birden tuvalete sürüklememi ve kabine saklanmamı bağdaştırabilirdi. "Hazal içeride mi?" diye sakin bir tonda ulaştı Yiğit'in sesi kulağıma. Parmaklarımın uçlarını tereddütle dudaklarıma değdirdim. Hayır, sesi niye bu kadar sakin ve kibardı ki? Gelirken adımları yeri dövüyordu sanki, nasıl kaçacağımı şaşırmıştım. "Hazal mı?" "Evet Hazal Öğütmen, içeri de mi? Rengin tereddütlü ama yine de hiçbir şeye geçit vermez halde "Yok," dedi. "Buraya geldiğini gördüm." Bunu gayet kendinden emin bir şekilde söylemişti Yiğit. Allah'ım hiçbirisi salak değildi ki, Rengin'in yalan söylediğini gayet rahat anlayabilirdi. Şu anlık buradaki tek salak bendim galiba. "Evet, kabinde zaten şu an," diye araya karıştı Asya. Tamam, tek salak ben değilmişim. Rengin gayet uyarıcı bir şekilde "Öyle mi?" diye mırıldandı. Onun Asya'ya öldürücü bakışlar attığına emindim. "İçeri girip kontrol de etsin ister misin Asya?" Sanki olabilecek bir şey gibi "Bana sıkıntı olmaz, şu an bizden başka kimse yok zaten," dedi. Hem gerektiğinden uzun zamandır tuvalette durmaktan hem de Asya'dan dolayı midem bulanmaya başlamıştı. Neyse ki Yiğit "Yok, girmeyeceğim," diye itiraz etti ona. "Hazal bi' baksın yeter." Benim saklanışımın ardında bir sebep olduğunu Rengin'in gayet iyi anladığına emindim. Bu yüzden yine itiraz ederek "Bakamaz," dedi. "... onun şu an işi var." Ne? "Ne zaman çıkar?" "Uzun bir süre çıkmaz o." Gerçekten... Ama gerçekten... Bir şeylere açıklama yapmaya yüzüm olsa işin buralara kadar gelmesine izin vermezdim de... Yiğit'le konuşmak istemiyordum. O da bu işin peşini bırakır sanmıştım ama sandığımdan da şüpheli çıkmıştı. "Beklerim," dedi son derece sabırla. Bekleme işte, bekleme, izin uzun benim burada. "Yiğit hadi gidelim, ne işimiz var burada ya? Hazal kim ayrıca?" Bu ses epey arkalardan gelmişti. Herhalde Yiğit peşimden geldiği esnada yanında olan arkadaşıydı. Farkında olmadan beni kurtarırken onun Yiğit'i buradan alıp götürmesini diledim içimden. "Bekle..." Çok kısa bir sessizlikten sonra Yiğit tekrar konuşmaya başladı. "...şimdi gelmeyecek mi yani?" "Gelmeyecek işi uzun dedim ya, gitsen iyi olur." Tekrar bir sessizlik oldu. Dışarıda, aralarında ne döndüğünü merak ediyordum. Aslında çıkıp ona her şeyi, gerçekten tam anlamıyla her şeyi anlatabilirdim ama onu en kızdırdığım esnada yapmak istemedim, benim de kendi içimdekileri atlatıp bir süre hazırlanmam gerekiyordu. Belki o da karşısına çıkmayacağımı anladığında vazgeçerdi, kim bilir? Rengin kimseye fırsat vermeden "Ama gerçekten git," dedi kesin bir sesle. "Bahçede falan da bekleme, görürsem..." "Görmezsin." Yiğit'in bu düz konuşmasından hemen sonra kapı sert şekilde çarpıldı. Olduğum yerde hafifçe irkilirken elimi yavaşça kabinin kilidine götürdüm. O kadar ağır hareket ediyordum ki... Rengin beni fena halde sorgulayacaktı. Kapıyı usulca araladım, karşıma ilk önce ne olduğunu çözmeye çalışarak bize bakan Asya çıktı, kapıyı biraz daha açtığımda Rengin'in kızgın yüzünü gördüm. Ellerini beline dayamış tam olarak kabinin karşısında dikiliyordu. Kızgınlığından dolayı tizleşen sesiyle bağırdı: "Çabuk bu çocuğun kim olduğunu ve neden seni sorup durduğunu anlatıyorsun!" 🎭 |
0% |