@askilav
|
İki gün öncesini atlatmanın iyi geleceğini sanıyordum. Yiğit'le konuşmaktan kaçmak o sırada mantıklıydı. En nihayetinde o da beni sorgulamayı bırakıp peşime bir daha düşmeyecekti ama o günün ertesi günü kampüste Rengin'le otururken yoğun bir gerginlik yaşadım ve bu gerginlik bana fazlasıyla yetti. Bu yüzden dün, gün boyunca evden hiç çıkmadım. Rengin çalışkan bir öğrenci olduğu için dersine gidip geldi, sonra da akşam oturup dizi izlerken sürekli böyle kaçıp duracağımı mı sordu bana. Mantıklı bir karar vermeye çalışıyordum. Bildiğimi sandığım Yiğit ile sonradan farkına vardığım Yiğit arasında bir fark var gibiydi, bu da tüm her şeyi ona açıklamam konusunda isteğimi körüklüyordu ama bir yandan da bunu istemiyordum. En sonunda bir aydır uğramadığım okula önemli bir ders için gitmeye karar verdim. Tüm devamsızlıklarım dolduğu için bir aylık kafa iznim bitmiş sayılıyordu ve artık derslere katılıp hocalara kendimi göstermem gerekiyordu. Güç bela hazırlanıp çıktım, ayıla bayıla dersleri dinledim. Sanki hiç geçmeyecekmiş gibi gelmişti, bir yandan da iki hafta boyunca mesajlaştığım Yiğit'i ve bana anlatmaya çalışmadığı ama ister istemez yansıttığı kişiliğini düşünerek bu vakti değerlendirmiştim. Ders bittiğinde kitaplarımı toplayarak yavaşça çantama yerleştirdim. Bugün bana enerji versin diye taktığım yeşil atkımı gevşek biçimde boynuma doladım, sonra da sınıfta az biraz samimi olduğum kişilere selam vererek oradan ayrıldım. Binadan ayrılıp kampüsün diğer ucundaki kafeye yürümeye başladım. Öbüründe Yiğit'le karşılaştığım için Rengin'le başka yerde buluşmaya karar vermiştik. O sabahtan gelip dersine girmişti ve şimdi beni bekliyordu. Kaldırımda yürürken güneşten dolayı hemen yanımdaki binanın duvarına biraz daha yaklaştım. O sırada telefonum çalmaya başlamıştı. Onu çantamın en derinlerinden zorlukla çıkarıp ekrana baktım. Gereksiz 1. "Ne var?" diye gayet kaba bir biçimde aramayı cevapladım. Evet, ben de iyi bir insan sayılmam ama o benden daha da sayılmaz... "Kibarım benim, ne kadar tatlı tatlı açıyorsun sen telefonu!" diye gayet imayla seslendi bana. Bir elimi ceketimin cebine sokup rahatça yürürken etrafıma bakındım. "Uzatma, ne diye aradın?" "Kuzenimi merak edemez miyim?" "Mümkünse etme." Arkamdan bir gölge yaklaşıyordu, hafifçe eğilip ayağımın dibine baktım. Tıpkı benim gibi yavaş yavaş yürüyen sarı bir kediydi, bir de minik burnunu bana doğru kaldırarak gözlerini üzerime dikmişti. Hafifçe eğilip tüylerini okşayacağım sırada arkamda daha büyük birisinin gölgesiyle karşılaşmıştım. Bakışlarımı çevirip tereddütle ardıma baktım. Ellerini siyah deri ceketinin ceplerine sokmuş, sanki dik bakışlarla beni izlemesi normal bir şeymiş gibi peşimden gelen kişi Yiğit'ti. Surat ifademi düz tutmaya çalışarak önüme döndüm. O sırada telefonda "Sana şey diyeceğim-..." diye bir konuşma devam ediyordu. Onu kesip "Yiğit peşimde," diye seslendim. "Beni takip ediyor." "Ne? Kaç çabuk kaç, topukla hemen!" Arkamı dönüp Yiğit'e tekrardan kaçamak bir bakış attım. Hiç çekincesi olmadan gözlerini üstüme dikmiş ve gayet kendinden emin halde peşimden geliyordu. İstemsizce gözlerimi devirirken "Kolaydı sanki," diye mırıldandım. Belki de artık kabullenmem gerekiyordu. Belki de onunla konuşmam gerekiyordu. Yavaşça arkamı dönmeye ve tabiri caizse teslim olmaya karar verdim fakat hareket etmeme kalmadan telefonum kulağımdan çekildi. Saçlarım arkaya savrulacak kadar hızla döndükten sonra şaşkın bir ifadeyle baktım ona. "Ne yapıyorsun sen?" Yiğit hiçbir şey söylemeden telefonumun ekranına baktı. Yüzü o kadar ifadesizdi ki bir psikopat çıkması konusunda endişe ediyordum. Nereden bulaşmıştım ki şu işe? Ne zamandan beri bu kadar yardımsever bir insandım ben? Gerçi kimseye yardım da etmemiştim, tam aksine, bir başkasına kötülükte bulundum. Ekrana göz atıp telefonu bana doğru salladı, sanki yıllar boyu tanıdığım bir insanmış gibi hesap sorarak "Gereksiz bir. Kim bu?" dedi daha sonra. "Sokakta peşimden gelip zorba gibi telefonuma el koyan herkese arama geçmişimle ilgili bilgi vermiyorum." Allah'tan telefondan ses gelmiyordu, arama kapanmış olmalıydı. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp kollarımı önümde kavuşturdum. "Şimdi telefonumu geri ver." Bir avucumu açıp öne doğru uzatmıştım. Belki de onun nazarında fazlasıyla sinir bozucu görünüyordum ama cidden umurumda değildi. Dik bir şekilde ona baktım. Benim bu geçit vermez tavrıma karşın o da alt dudağını dişleyip bir adım geri çekildi. Birden gözleri alaya bulanmıştı. Bununla beraber utanç mı heyecan mı yoksa sinir mi bilmiyorum, garip bir hisle ısındığımı hissettim. O alaycı ve inceleyen gözlerini oysam bu ağırbaşlı tarzına daha çok yakışırdı bence. Onunla konuşmaya karar vermiştim ama bana karşı sergilediği bu tavırdan sonra vazgeçme yoluna gidiyordum. Evet, belki de sürekli kaçarak onu bu noktaya ben getirmiştim ama üste çıkmayacağım diye bir kaide de yoktu değil mi? Üstelik ben her şeye çok çabuk siniri bozulan bir insandım. Tavrımı inceleyen bakışları en son telefonumu vermesi için uzattığım elimde durdu. Oraya bakışı sadece birkaç saniye sürmüştü. Hemen sonra telefonumu cebine sıkıştırıp gözlerini tekrar bana çevirdi. "Bir süre bende kalması senin için sıkıntı olur mu?" Şaşkınlıkla gözlerimi irileştirdim. Bir savunma gibi önümde birleştirdiğim kollarım açılmış ve iki yana salınmıştı. "Yok ya," dedim ironik şekilde. "Ne sorun olabilir ki? Gel beni de al istersen! Sıkıntı mı olurmuş hiç?" "Adam akıllı bi' tanışalım o yeter," deyip ellerini ceketinin ceplerine sıkıştırdı. Birkaç adım geriye giderken bu sinir olmuş halime hala hafif bir keyifle bakıyordu. Burada yine sinir küpüne dönen kişi olduğuma inanamıyordum. Resmen telefonumu almıştı. "Polise giderim," dedim net bir sesle. "Bu yaptığın hırsızlık!" "Biliyor musun hiç çekinme, beni de avukatın olarak tut hatta." Polise gitsem, gayet düzgün giyinimli ve yakında avukat olacak birisinin telefonumu neden çaldığını elbette açıklayamazdım. O da benim hakkımda bir şeyler söylerdi ve o zaman tüm suç bana kalırdı. Çenemi öfkeyle hareket ettirip yerime sindim. Burnumdan derin derin soluklar veriyordum. Sinirle dudaklarımı içe yuvarlarken onun bu rahat suratına karşın diyecek bir şey bulamamıştım. Birkaç saniyeliğine gözlerimi kapatıp sakinleştim. Hesap sorulacak tek kişi ben değildim tabi, benim de hesap soracağım insanlar vardı. "Tamam," dedim kabullenmiş bir halde. "...tamam, olanları anlatacağım." Bu ani kabullenişime gerçek bir şaşkınlıkla bakmıştı. Herhalde daha fazla itiraz edeceğimi düşünüyordu ama durum sakız gibi uzadıkça benim de canım sıkılıyordu. Artık şu aptal yükü üstümden salmak istiyordum. Elimle ilerideki kafeyi işaret ettim ona. "Oturalım mı?" Başını hafifçe öne yatırdıktan sonra "Oturalım bakalım," dedi. Bana karşı gard aldığı belli oluyordu. Haksız da sayılmazdı ama karşısında suçlu gibi ezilip bükülmeyecektim. Gerçekten öyle olsam bile. Biraz yürüyüp kafeye vardıktan sonra içeride oturan Rengin'i aradı gözlerim. Duvar kenarında bir yerde telefona bakıyordu. İçerideki hareketliliği fark etmiş olmalı ki kafasını kaldırıp olduğumuz yere çevirdi bakışlarını. Beni gördüğünde ilk önce gülümsemiş ancak yanımda Yiğit olduğunu fark edince şaşırmıştı. Ona beni bekle diye işaret edip boş masalardan birisine geçtim. Yiğit de hemen karşıma oturdu. Artık yüz yüze olduğumuz için pek de gözlerimi kaçırmadan ona baktım. Tıpkı onun da hiç çekincesi olmadan bana baktığı gibi. İkimiz de tanımak isteyerek birbirimize bakıyorduk. Rahatça oturmadan önce yanımıza gelen garsona baktım. "Bir americano alabilir miyim?" Elimle Rengin'in oturduğu masayı işaret ettim. "Yalnız oraya götürebilir misiniz? Birazdan oraya geçeceğim." Garson başını sallarken Yiğit sakince bir şey almayacağını söyleyerek onu reddetmişti. Tekrardan yalnızdık. Kollarımı önümde birleştirip sandalyede arkama yaslandım ve Yiğit'e biraz daha baktım. Uzun boyu, geniş omuzları sayesinde güçlü durduğunu anlayabiliyordum. Her ne kadar bu bir şeyi kanıtlamayacak bile olsa da onda kesinlikle ezik tipi yoktu, duruşunda bir ağırbaşlılık vardı. Sadece ben onun karşısında fazla katlanılmaz durduğum için o yanını gösteremiyor olmalıydı. Bir elini hafifçe masaya koyup ritimli halde vururken "Anlat, dinliyorum," dedi. Bu esnada cebinden çıkardığı telefonumu da masaya bırakmıştı. Bakışlarımı camdan dışarı çevirip söyleyeceğim şeyi aklımda toparlamak isteyerek bir süre bekledim. Burada, Yiğit'in karşısında oturmak iyi hissettirmiyordu. Geriye dönüp baktığımda rahatsızlığım iyice artmıştı çünkü fazlasıyla derin bakışlara sahipti. Kimse bu gözlerde bir boşluk olduğunu söyleyemezdi. Ve istemsizce, Yiğit'in bir ruha sahip olmadığını söyleyen Akın'a içimden lanetler ettim ama benden daha aptal olan Akın'a inandığım için kendime etmedim. Hiç uzatmamam gerekliydi. "Maalesef ben Akın'ın kuzeniyim," dedim. Beni anlayacaktı, tek bir cümleyle çıkarım yapabilirdi. Kollarını benim gibi önünde birleştirip sandalyede geriye yaslandı. İkimiz de gövde gösterisi yapıyorduk sanki, hem de saçma sapan bir konuda. Yiğit tahmin ettiğim gibi söylemek istediğimi hemen anlamıştı ama yine de tavrından ödün vermeyerek "Ee?" diye sordu. "Melis'e uzun zamandır feci derecede aşık." Gözlerimi devirip kollarımı masaya yasladım. "...senden de nefret ediyor olmalı ki bana seni bayağı kötüledi." "Dur ilk önce, Akın'ın kuzeni olduğuna inanmam için kanıt sunmayacak mısın?" "Bunun için kanıta ihtiyaç mı var? Kim Akın'la yalandan da olsa kuzen olmak ister ki?" Şüpheli bakışlarını üstümde gezdirmeye başlamıştı. "Ara onu," dedi yine düz tuttuğu sesiyle. Bu sözlerine karşım kaşlarım çatıldı. "Senin emir erin miyim?" diye mırıldandım. "Gördüğüm kadarıyla sadece suçlu ve güçlüsün Hazal." Çok kısa bir an hafifçe omuzlarını silktiğinde çatık kaşlarım düzelmemişti. Halime bakıp cidden küçük, kolaylıkla görülemeyecek kadar küçük biçimde dudaklarına bir gülüş otururken "Sana inanabilmem için biraz daha fazlasına ihtiyaç var," diye ekledi. Agresif halde ortada duran telefonumu alıp son aramadan Akın'ı buldum. Az önce yarım kalan konuşmamızdan sonra defalarca beni aramıştı ve onu aradığımda da hiç geçmeden açtı. "Hazal ne yaptın? Kaçtın mı?" diye sorarken epey endişeli geliyordu sesi. Aynen kaçtım geri zekalı diyemedim ona. Yiğit herhangi bir şey belli etmememi istermiş gibi gözlerini üstüme dikmişti. Ona huysuz bir bakış atıp "Kaçtım merak etme," dedim. "Atlattım." "Oh iyi... Zaten o şerefsiz sana bir bok yapamazdı da," diye konuyu yine Yiğit'e dair düşmanlığına getirdiğinde gözlerimi telefondan kaldırıp karşımda oturan Yiğit'e döndüm. Artık daha belirgin şekilde gülüyordu, sanki Akın'ın sözlerinden keyif alırmış gibi. İfademi düzeltip ansızın üstüme çöken suçluluk hissiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. "Aynen ama benim şimdi kapatmam lazım, Rengin'in yanına gidiyorum." "Tamam tamam, hadi görüşürüz kuzenlerin en bir tanesi!" Yine başlamıştı yalakalığa. Gözlerimi öfkeyle kapatıp açtıktan sonra telefonu masaya bırakıp sessizce beni bekleyen Yiğit'e döndüm. "İnandın mı şimdi?" "Geçmiş olsun," diye mırıldandı usulca. Çenesini ve yanaklarını seyrek halde saran kirli sakalları üzerinde ellerini gezdirdikten sonra masaya yaslanmıştı. "Bu kadar boş bir insan sana ne söyledi de bana yazdın acaba?" "Bir sürü şey..." Allah'ın her günü bana Yiğit'i kötülerdi Akın. Bunu artık daha fazla Yiğit'in ismini duymak istemeyeceğim kadar yapardı. "Ezik dedi, sünepe dedi. Melis'i sevmediğini iddia etti, bomboş bir ilişki yaşıyormuşsunuz. Kültürsüz ve vizyonsuzmuşsun. Gözün fıldır fıldır etraftaymış, bu yüzden hiç güven vermiyormuşsun." Hepsini soluksuzca saymıştım, ezberimdelerdi çünkü. Yiğit'de de benim ardı arkasına gelen sözlerime karşın hafif bir şaşkınlık belirmişti. Koyu gözbebekleri içeride sıkışıp kalacak kadar gözlerini kıstıktan sonra "Yani?" diye sordu. "Ne oluyormuş öyle olunca? Hayatıma dadanıp saygısızlık mı etmen gerekiyormuş?" "İlk zamanlarda evet, şimdi hayır," dedim açık yüreklilikle. "Ha ilk zamanlarda da yaptığın şeyin doğruluğu konusunda eminsin yani?" "Olmamalı mıyım? Kızı sevmediğini ve sürekli başka kızlarla ilgilendiğini ima e-..." Yiğit sözümü sert bir şekilde kesti. "Nerede gördün bunu? Nerede şahit oldun?" Cevap veremeyecek olmak pek iyi hissettirmese de sustum. Bir şey söylememi bekliyordu, artık gözlerinde sakinliği barındıramıyordu. Yorgun bir nefes çekip tekrardan sırtımı sandalyeye yasladım. "Özür dilerim," derken en azından bunu söyleyebildiğim için kendimi tebrik ediyordum. Birkaç saniye boyunca gözlerimi yüzümde dolaştırdı, samimiyetimi ölçüyor olmalıydı. Biraz dik başlılık biraz da suçluluk duygusuyla harmanlanmış yüzümle ona ne yansıttığımı bilmiyordum. Ama onda haklılığından doğan bir ukalalık yoktu. En sonunda bana bakmayı kesip küçük bir nefes aldıktan sonra "Her şeyi tam ayrıntısıyla duymak istiyorum," dedi. "Peki." Tüm her şeyi kısaca gözden geçirdim. Böyle geriye dönüp bakınca olanlar bana da sinir bozucu ve aptalca geliyordu ama yaşanmış ve bitmişti işte. "Akın seni bana bayağı kötüledi ve sizi ayırma planı kurdu, beni de içine dahil etti. Sana mesaj atıp seni kendimize aşık edecektik, böylelikle Akın da Melis için bir şans elde etmiş olacaktı. İlk başta bunu beraber yapıyor sayılırdık ama o sonra tüm her şeyi üstüme yıktı. Ben de konuşmalarımız boyunca senin aslında Akın'ın anlattığı gibi birisi olmadığını fark edince hemen kaçmaya koyuldum." Kendime hayıflanarak başımı iki yana salladım. Pek de güldürmeyen bir komedinin içindeydik sanki çünkü gerçekten gülemiyordum. Akın benden bir yaş büyük olan kuzenimdi ve üniversiteyi burada kazanmasının ardından onun bana göz kulak olacağını düşünerek ailem de yanına gitmemi istemişti. Akın daha gözünün önünü göremezken bana nasıl göz kulak olacaktı bilmiyordum. Zaten ikimiz bir araya gelince daha büyük zarar ve ziyanlar çıkıyordu ortaya. "Eğer kaçacaksan neden fotoğrafını attın ya da her şeyinin açık açık yazdığı hesabınla mesaj yolladın?" "Fotoğrafı ben atmadım, Akın aptalı yollamış benden habersiz ama evet, sonradan kendi hesabımla yazmayı ben kendim tercih ettim." "Niye?" "Merak ettim çünkü." "Neyi?" diye sordu ısrar ederek. Yorgunca bir nefes verdim. Gözlerim onun dışında her yerde geziniyordu. Saçlarımı ensemden ayırıp geriye ittikten sonra kollarımı önümde kavuşturup sandalyeye yaslandım. Bir yandan da diğerinin üstüne attığım bacağımı sallıyordum gerginlikle. "Seni," dedim. Bu epey bir açık sözlülüktü. "Gerçekte nasıl birisi olduğunu, neden o şekilde davrandığını..." Akın'ın bana söylediklerinden sonra Yiğit gözüme çok farklı görünmüştü. Ezik, vizyonsuz ya da bomboş bir insanın onun gibi konuşmayacağına emindim. Bu yüzden geride nasıl bir karakter taşıdığını merak etmiştim. İleri gitmemin, benimle konuşsun diye kendi hesabımdan yazmamın sebebi buydu. Yiğit de beni anlıyormuş gibi başını yavaşça aşağı yukarı salladı ama hemen ardından söylediği sözler hiç de tavrını desteklemiyordu. "Sen gerçekten de hadsizmişsin, bu anonimcilik oyunuyla ilgili değilmiş yani." Yine susmakla yetindim. Elbette buna bir cevap verebilirdim ya da bağırır ve yüksek tansiyonlu bir tartışma çıkarırdım ama şu saçma işin sadece bitmesini istiyordum. Cevapsızlıkla omuz silktiğim esnada soruları bitmemiş olmalı ki "Niye Melis değil de ben?" diye sordu. "Öyle bir şey olsaydı Akın onu sağlam bırakmayacağımı biliyordu herhalde." Bu soruyu o zaman Akın'a sormamıştım çünkü gözü dışarıda olanın aklını çelmenin daha kolay olacağını düşünmüştüm ama hiçbir şey sandığım gibi ilerlememişti. İnsanın gerçekten sevmediği birisine seviyormuş gibi davranması zordu, aynı zamanda birisi sevmeyen insanın kalbini çelmek de... Aynı cevabı Yiğit'e vermek üzere dudaklarımı araladım. "Bunu sormadım ama büyük ihtimalle senin kalbini kazanmak daha kolay olur diye düşünmüşüzdür." Fakat bu ne mümkün? O daha kendi sevgilisini bile açık açık sevdiğini söyleyemiyordu. Bu gerçek aklımı karıştırsa da dudaklarımı ısırarak kendimi susturdum. Yiğit de az önce söylediğim sözlerime karşın kaşlarını çattı. "Akın tanıdığım ilk andan beri hala aynı." "Nasıl?" "Puştun teki." Bunu o kadar içten söylemişti ki, daha önce mesajlarda ifade ettiğini görsem de sesinden duymak daha farklı gelmişti. Keyifli olmamama rağmen istemsizce gülümsedim. Bunun ardından Yiğit sözlerine devam etmişti. "Hala bir şeyler karıştırıyor olma ihtimaliniz var mı?" Yüzümdeki tebessüm hızla yok olup yerini şaşkın bir ifadeye bıraktı. "Cidden mi?" diye yükseldim ona. "Sana burada her şeyi anlatıyorum ve hala şüphe içinde misin?" "Şüphe uyandıran bir insan olduğunu kendin söylemiştin," diye o da bana çıkışarak sızlandı. Söylediğim her şeye böyle dikkat edecekse işimiz vardı gerçekten. "Tamam ama aslında öyle birisi değilim de demiştim!" Ellerimi otoriter bir biçimde masaya yasladım. "Başka hiçbir şey yok, gerçekler buraya kadardı. Seni tatmin etmemesi de benim sorunum değil. Şüphe duygunu biraz azaltıp sonradan doğru fikri uygulamaya karar vermiş insanlara bir şans verebilirsin." Bir elimi kaldırıp işaret parmağımla kendimi işaret ettim. "Mesela bana." Buna karşın birazcık gülmüştü ama gerçekten çok az. Ben ise ciddi suratımla ona bakmaya devam ediyordum, bu anonim planıyla ilgili daha fazla bir şey olmadığını anlaması gerekiyordu. Gülüşünün ardından ceketini düzeltti ve yavaşça ayaklandı. Duruşumu düzeltip onu izledim. Sanırım gidiyordu ama söyleyeceği şeyi de merak ediyordu. "Benim sana söyleyeceğim son şey şu Hazal." Merak duygusu usulca bedenimi sarmaya başlamıştı. Oturduğum yerden ona bakıyordum ve bu boynumu yukarı kaldırmama sebep oluyordu. Benim boyum da ortalamaya göre bayağı uzundu ama o daha da uzundu. Gözlerini kafenin içinde gezdirdikten sonra kısık gözleriyle yine bana döndü ve ellerini ceplerine sıkıştırdı. "Biz bir daha denk gelmezsek iyi olur." Bıkkınca bir nefes verdim, sonra da çantamı alıp karşısına dikildim. Bu sefer ikimiz de karşılıklı olarak bakıyorduk. "Doğru söylüyorsun Yiğit, öyle olacak," diye mırıldandım kabullenerek. Sadece hala boyun eğmez haldeydim. "Ama bunu senin sözünü dinleyen birisi olarak değil, kendi hatasının farkına varan birisi olarak kabul ediyorum." "Benim için nasıl olduğu fark etmez, uzakta kal yeter." "Meraklın mıyım sanki senin?" Bu sefer kollarımı önümde kavuşturup kaşlarımı çattım. Zaten ondan kaçıyordum, sürekli ne yapmam gerektiğinin hatırlatılmasından da hoşlanmıyordum. Hafifçe bana doğru eğilip "Ben derdimi söyledim," diye mırıldandı. "...senin hislerin beni ilgilendirmiyor." Bu sözlerine karşın gözlerimi devirdim. Sahte hesaptan mesajlaşırken de bunu sıkça söylemişti. Şimdi sanki ona aşıkmışım gibi yine aynı şeyleri ima ettiğini düşünmek delirmeme sebep oluyordu. Ağzımı açıp bir şeyler söyleyeceğim esnada baş selamı verip bu hareketimin önünü kesmişti. "Hadi eyvallah," diye mırıldandıktan sonra kafenin çıkışına doğru yöneldi. Dikildiğimiz yerde arkama dönüp sinirim bozulmuş halde gidene değin baktım. "Kalpsiz," diye mırıldanmıştım istemeden. "...Allah'tan gerçekten aşık değilim sana, öbür türlü süründürürsün insanı sen." 🎭 |
0% |