Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@askilav

Dün benim için gerçekten utanç dolu bir gün olmuştu. Ve daha önce de belirttiğim gibi; utanç bende utanç değil, sinir oluşturuyordu. Bu sinirimi de Akın'dan çıkartmaya çalıştım ama o öyle birisiydi ki beni daha da çileden çıkarmayı başarabiliyordu.

Eve gidince Rengin'e, onu orada bırakıp gittiğim için özür yemeği hazırladım, akşam da beraber sohbet ederek yedik. Sonra yatağıma yayılıp telefona daldım. Her gün geçirdiğim sessiz günlerden birisiydi. Yaşadığım utanca rağmen Yiğit mevzusundan sıyrılabildiğim için kafam biraz rahatlamıştı. Sandığımdan fazla gergin hale gelmiştim bu süreçte, ayrıca gizli saklı iş çevirmenin de bana göre olmadığını fark etmiştim.

Ancak Instagram'da bir an mesaj kutuma girince gözüm Yiğit'le kalan sohbetimize değdi. Onu engelledikten sonra konuştuklarımızı hiç silmemiştim. İlk önce hesabına girip engeli kaldırdım, sonra da yukarılara çıkıp son konuştuklarımıza göz attım.

Yazdıklarının anlamı bende büyük olmasa da bir şeyler ifade ediyorlardı. Zaten meraklı birisiydim ve bu o duygumu daha da körükleyip bana bir şeyin farkına varmama yardımcı olmuştu. Haksız olduğumu düşündüğü ilk konuşmalarımız o kadar da umurumda değildi, sevinebildiğim tek şey en azından sonradan bile olsa bu saçma oyuna son verebilmemdi.

Kendine sakladığı alanda neler olduğunu, neler yaşadığını ya da neler hissettiğini bilmek isterdim. Bu büyük bir itiraf sayılırdı. Sabah karşısında içten içe ne kadar da agresiftim. Şu an hala ona karşı olumlu duygulara sahip olmasam da söylediği sözler aklımı kurcalıyordu.

Melis'e karşın aleni bir şekilde aşk ve sevgi belirtmemesine rağmen, onu, kendini kaybedecek kadar ona bağlayan şey neydi? Onu düşünmekten uzaklaştıracak kadar düşüncelere daldıran ne olabilirdi?

Daha sonra bana alıntı yaptığı kitapların isimlerini internetten araştırıp bulmuştum. Bir tanesi internet sitelerinde vardı ama diğerinin hiç baskısı yoktu. Ben de kendi istediğim bir kitapla beraber ikisini satın aldıktan sonra bugünkü ikinci yanlış kararımı vererek o baskısı olmayan kitabı okul kütüphanesinde aramaya gidiyordum.

Bu, onun hayatına dahil olmaya çalışmakla ilgili değildi elbette, sadece okuduğu kitapları ve onlarda ne gördüğünü merak etmiştim. Yalnızca bir kitap bana onun kim olduğunu anlatamazdı, bahaneyle yeni ve farklı kitaplar da okumuş olacaktım.

Kartımı okutup binaya girdikten sonra yavaş yavaş merdivenleri çıktım. Yine etraf sessizdi, boş makinelerden birisine geçip baskısı olmayan kitabı arattım ama hiçbir materyal yoktu, hepsi ödünç alınmıştı. "Ne meraklıymışsınız şu kitaba," dedim huysuzlukla. Sanki ben de o kitaba meraklı değilmişim gibi... Aklımda olan başka kitapları aratıp numaralarını kağıda yazdım ve edebiyat bölümüne geçtim. İçeri girdiğimde duyulan ses sadece bilgisayarların klavyelerinden geliyordu. Öğrenciler yoğun araştırma halindelerdi. Onların ekranlarına kısa kaçamak bakışlar atıp merakımı giderdikten sonra rafların arasına karıştım.

Burayı seviyordum, sebebini açıklayamadığım şekilde görüş açıma çok kitap sığdırmak bana iyi hissettiriyordu. Parmak uçlarımı sessizce eski kitaplara değdirip numaraları kontrol ettim. Bir sahafta olmasam da burada da eski basım kitaplar vardı, hatta birkaç tanesinde eski öğrencilerden notlar bulmuştum. Bu yüzden kütüphaneden kitap almayı seviyordum.

İlk girdiğim bölümde istediğim kitabı bulamayınca arka tarafa geçtim. Dikkatli gözlerle rafları inceleyip yan yan yürüyordum. Aradığım numaraya yaklaşmıştım fakat tam önünde başka birisi vardı. Kaşlarımı hafifçe çatıp oraya baktım. Yani... Eline aldığı kitabı sanki dövecekmiş gibi inceleyen Yiğit'ti. Anlık bir bocalamayla kaldığım an, onun beni görmesine müsaade etmeden önüme dönüp rafları incelemeye başladım.

Şimdi hızla kaçıp gitsem garip görünürdü, tıpkı iki gün önce olduğu gibi. Ama onun yanında durmak da beni tedirgin ediyordu. Peşinden geldiğimi sanacaktı. Yalan. Sadece ruhunu takip etmiştim, bu da sessizce gerçekleşmişti. Onun dikkatini çekmeyecek kadar usulca.

İlgimi çeken bir kitap bulunca uzanıp aldım ve incelemeye başladım. Gözlerim hızla arka kapaktaki kelimelerin üstünde geziniyordu ama okuduğumu pek de anlamıyordum. Kısa bir an içinde Yiğit'e bakmak istedim ve kaçamak bakışlar attığım anda ansızın gözlerimiz kesişti. Kitaptaki sert bakışları artık üstümdeydi. Sadece birkaç saniye sessizce birbirimize baktık. Çok ifadesizdi. Bu yüzden aceleyle önüme dönüp kitaba bakmaya devam ettim ve aradan bir saniye geçmeden gözlerim tekrar ona kaydı. Hala düz bir ifadeyle bana bakıyor ve büyük ihtimalle varlığımı sorguluyordu. Elimdeki kitabı bırakmadan tek kaşımı kaldırdım. "Ne oldu?" diye sorarken yine tüm agresifliğim üstümdeydi. "Niye bakıyorsun? Ortak ilgi alanlarımızı gözüne sokmaya çalıştığımı falan düşünmüyorsun herhalde?"

Mesajlaştığımız zaman bana bunu söylemişti ve çok sinirimi bozmuştu. Çünkü geriye bıraktığım zamanların aksine ben o gün ciddiydim ve benimle resmen alay etmişti. Sözlerime devam edip "Çünkü gerçekten sana aşık değilim," dedim. Yüzümde bunu ifade etmekten bile rahatsız olan bir hal vardı.

"Buna zaten sen rol yaparken de inanmamıştım."

İkimiz de elimizde birer kitap tutuyor, arada inceliyor ama yine de birbirimize dönerek konuşuyorduk. Hafifçe omuz silktim. "Sevmediğim bir insanı seviyormuş gibi davranamıyorum," dedim. Farkındaydı, ona 'sana aşığım' dediğim her andan sonra peşine birer hakaret eklemiştim.

"Onun farkındayım," diye kısık bir sesle konuştu. Ders çalışanlara uzakta olduğumuz ve şu an burada bizden başkası olmadığı için rahatça sesimizi duyurabiliyorduk. "Keşke bunu her alanda uygulayabilsen..."

"O ne demek?"

"Aptal olmadığını iddia etmiştin ya, seni oyuna getirmeye çalışan hiçbir gereksize inanmasan keşke."

"Akın'dan mı bahsediyorsun?" derken merakla kaşlarımı kaldırdım.

Yiğit de bana dönüp başını tek seferliğine öne eğip kaldırdı. "Hemen anlıyorsun sen de."

Benimle alay ediyordu. Kaşlarımı çatıp ona kızgın bir bakış attım. "Bu kadar alay konusu muyum?"

Elindeki kitabın sayfasını ileri çevirdi. Ben çoktan vazgeçmiştim, sadece kısa bir arka kapak yazısına bile odaklanamıyordum. O ise hem benimle konuşuyor hem de elindeki kitabı okuyordu. Bakışları hala sayfadayken "Keşke olmasaydın, değil mi?" diye sordu.

Biraz yanına yaklaşıp dehşet doluyken "Kim için?" dedim. Bu o kadar aceleciydi ki... Birisine bahsetmiş miydi acaba? Kitaptan bana dönüp "Benim için Hazal," dedi net bir şekilde. Sonra yüzünü düşünceli bir hal kapladı. "...aslında biz ikimiz alay konusuyuz."

Endişelendiğim için attığım bir adımı geriye gidip "Sen niye öylesin? Ben seninle çok dalga geçmedim," dedim suçunu itiraf eden yaramaz bir çocuk gibi.

"Sağ ol," dedi durgun halde. Sonra gözlerini elindeki kitaba çevirip oraya bakmaya devam etti, bu esnada konuşmak üzere dudaklarını kıpırdatmıştı. "Akın yeni bir komplo kurmadı değil mi? Bu sefer gerçek dünya üzerinde?"

"Hayır tabi ki de," dedim kaşlarımı çatarak. Aslında bunu yapmak istemişti de ben kabul etmemiştim. "Neyin içindeyiz, yaz dizisi mi?" Başımı hafifçe iki yana salladım. "...ya da bir gençlik kitabı?"

"Güzel... İkisinden de hiç hoşlanmam çünkü." Kitaptaki bakışlarını tekrar bana çevirdi. Ciddiyeti son derece güçsüzdü, seyrek bir gülüş sunabilirdi.

"Aslında düşünmekten kaçındığın zaman güzel oluyorlar, senin bolca tercih etmen lazım."

"Saçma şeylere vakit mi ayırayım?" diye şaşkınlıkla sordu. Bu hali fazlasıyla komikti, dehşete düştüğü belli oluyordu.

Kendimi gülmemek için zor tutarken işaret parmağımı ona doğru kaldırıp alayla kaşlarımı çattım. "Bir daha o şekilde konuşma."

Hayreti biraz daha artarken "Ne?" diye sordu.

"Bir daha saçma deme."

"Neye?"

"Gençlik kitaplarına saçma deme." Parmağımı indirip ona gözdağı veren sert bir bakış attıktan sonra kitaba geri döndüm. Az önceki çıkışımdan dolayı birkaç adım geriye gittiği alanı yürüyüp rafa, hatta yanıma yaklaştı. "Savunduğun şeyde ciddi misin?" diye sorarken hayretle gülüyordu.

"Hiç olmadığım kadar." Onun konuşmasına izin vermeden kitaplar arasında gezinen bakışlarımı ona döndürdüm. "Sen boş yaşamayı seven birisi değil misin? Karışmasana ne okuduğuma, hatta beni destekle."

"Karışmıyorum," derken dirseğini rafa yasladı. "Sadece şaşırıyorum."

Elimdeki kitaba birkaç saniye göz attıktan sonra gerçekten garipsemiş ifadesine karşın güldüm. Belki de ona ilk kez gülüyordum. "Öyle bir insanım," diye mırıldandım. "Şaşırtırım."

Beni sadece ufacık bir bakışıyla yerle bir edeceğini bilemediğim bir zamandaydık. Gülüşüm yerindeydi, keyifli değildim ama gülebiliyordum. Ve o bana bakıyordu. Ama sonra bakışlarında bir şeyler değişti, az önce sessizce sözlerimi dinlerken gayet normal olan yüzünü değişik bir ifade kapladı. Sanki gülmemden rahatsız olmuş gibiydi. "Doğru," diye mırıldanıp dirseğini geri çekerken bendeki tebessümün de bozulduğunu hissettim. Niye rahatsız olmuş gibi bakmıştı ki? Kötü bir şey söylediğimi sanmıyordum.

Raftan uzaklaşıp geriye çekildi. Bozulan tebessümümü yüzümden silip onun çekildiği yere geçtim. Az önce aradığım kitap oradaydı. Apansız içime oturan huzursuzlukla eğilip rafı incelemeye devam ettim ama onun arkamda olduğunu bilmek bana iyi hissettirmiyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdikten sonra sarı kapaklı olduğunu bildiğim kitabı sıkışık yerden çekip aldım. Ön yüzünü çevirdiğimde ufak camiye benzer bir resim çıkmıştı karşıma. İsmini okuyup doğru kitabı aldığımdan emin olduktan sonra suratsız bir şekilde ayaklandım. Benden rahatsız olmasını umursamadığımı hatırlatmaya çalışıyordum kendime. Ama hala arkamda öylece dikilip duran Yiğit bana hiç yardımcı olmuyordu. Birkaç saniye elimdeki kitaba baktıktan sonra hiçbir duyguyu belli etmeyen gözlerini yüzüme çevirdi.

Ona son derece sert bir bakış atıp yanından geçmeye koyuldum. Hemen arkada koltuklar vardı, biraz orada oturup kitaplara göz atmak istiyordum. Bir bacağımı diğerinin üstüne atıp az önce Yiğit'ten kaçmak için incelemeye başladığım kitabı dizime yasladım ve ilk sayfasını araladım.

Ne yapsalar, ne deseler şaşılmaz.

Elimi alnıma yaslayıp usulca gözlerimi kapattım. Yüzümde, kendi durumuma karşın keyifsiz bir gülüş belirmişti. Kitabın ilk cümlesi az önceki konuşmamızdan sonra Yiğit'in bana attığı rahatsız olmuş gibi duran bakışını hatırlatınca saçlarımı geriye ittirip koltukta geriye yaslandım fakat karşıya baktığımda onu görememiştim, belki de gitmiş olmalıydı.

Kitabı yorgunlukla kapatıp ayaklandım. Artık ben de gitmek istiyordum. Belki de ona dair bir şeyler merak edip buraya gelmek saçmalıktı. Onunla ilgili bir şey niye kafamı kurcalıyordu ki? Kitapları göğsüme doğru yaslayıp rafın arkasında kalan bankoya doğru ilerlemeye başladım. Bir yandan da düşünceli şekilde adımlarımı izliyordum.

Görevlilerin oturduğu yere gelince kitapları araya bırakıp kartımı okuttum. Birkaç saniye sonra yanımda birisinin varlığı belirmişti. Gözlerimi yan tarafa çevirip gelene baktım. Yiğit, elinde tuttuğu bir kitabı görevliye uzatıyordu. Ona bakışıma karşın hiç dönmeyince ben de önüme döndüm. Zaten işim de bitmişti.

Yavaş yavaş çıkışa yürümeye başladım. Sinirim bozulmuştu. Kötü bir şey söylediğimi sanmıyordum ki... Merdivenleri birer birer inerken gelen başka adım seslerinden dolayı Yiğit'in de arkamda olduğunu biliyordum ama dönüp de bakmadım. Zaten bakmam için bir sebep yoktu. Fakat çıkışa geldiğimizde aramızdaki mesafe kapanmış ve kapıdan peş peşe çıkmıştık. Bir elimi montumun cebine sokup birkaç saniyeliğine yan tarafımı kontrol ettim. Aramızda yan yana yürüyüp yürümediğimizi sorgulatacak kadar değişik bir mesafe vardı.

Gözlerimi kapalı gökyüzüne doğru kaldırdım. Ufak birkaç yağmur damlası suratıma düşmüştü. Parmak uçlarımla güçsüz şekilde kirpiğime tutunan küçük su damlasını temizlerken derin derin havayı soludum. Yoğun buhar dudaklarımın arasından uçup gidiyordu. O kaybolduktan sonra gökyüzünü izlemeyi bırakıp çevreme bakındım. Yürüdüğüm yolun üstünde iri, siyah bir motor vardı ve Yiğit ona biniyordu. Hatta tam olarak dans kursuna gideceğim yolun üzerindeydi.

Oraya doğru ilerlerken onun da derin bakışları bana döndü. Az önceki gibi bir boşluk göremiyordum, dün yüzünde gördüğüm ilk ifadenin izleri yine yerlerine yerleşmişti. Düşüncelerimi körüklüyordu ve bunun olmasını istemiyordum. Ürkütücü motoruna ve hemen üstündeki Yiğit'e farkında olmadan garip bakışlar atarken "Niye öyle bakıyorsun?" diye sordu. Bu esnada gözlerini elinde tuttuğu kaskına düşürmüştü. Birkaç saniye onu inceledikten sonra tekrardan bana döndü.

Az önce içeride ondan gördüğüm rahatsız olmuş bakıştan dolayı huzursuzdum. "Bilmem," diye mırıldandım usulca. Benim yolumun üzerinde olduğu için mecburiyetten yanına varmıştım. Sözlerime bir devam getirmem gerekiyordu, Yiğit de merak etmiş gibi bakıyordu. Onun içerideki halini taklit ederek "Şaşırtıyorsun," dedim.

"Nasıl şaşırtıyorum?"

"Senin kötü çocuklardan olduğunu düşünmezdim." Gözlerimle motorunu işaret ettim. Yakıştığını inkar edemezdim ancak söyleyebileceğim tek şey buydu, bu da biraz saçmaydı tabi. Çünkü onun yakalarına yapışıp 'Varlığım nasıl seni rahatsız edebilir! Ben korkulacak birisi değilim!' diyemezdim.

O da gösterdiğim yere kısa bir bakış attıktan sonra hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Sadece kötü çocuklar mı motor kullanıyor?"

"Ben filmlerden öyle gördüm," dedim omuz silkerken. Her şeye mantıklı bir açıklama yapmak beni yoruyordu ve Yiğit'in de her şeye mantıklı bir açıklama istemesi daha fazla yoruyordu.

Alaylı, ufacık bir gülüş yine dudaklarını esir alırken bu sefer ben düz ifadeyle baktım ona. Kaskını elleri arasında yavaşça çevirirken "Hayal dünyasında yaşıyorsun Hazal," dedi.

Ona dik bir bakış atıp "Ama nedense hep kabus görüyorum," dedim. Bahsettiğim kişinin kendisi olduğunu biliyordu. Birkaç saniye bekledi ve sonrasında kaşlarını fazlasıyla imayla kaldırdı. Başını ağır ağır aşağı yukarı sallarken dilini üst dudağına gezdirmiş ve "İnan ben de," diye mırıldanmıştı.

Susup bekledim. Benim ondan bahsettiğim gibi o da benden mi bahsediyordu acaba? Kitaplar beni zorlasa da kollarımı önümde birleştirdim. Çisil çisil yağan yağmur hala aynı seyrekliğiyle devam ediyordu ama rahatsız olacağım kadar değildi. Hızlı bir hareketle kısa saçlarımın tek tarafını kulağımın arkasına sıkıştırıp istemsizce kaşlarımı çattım. Onun kabusu muydum?

Dudaklarımın hırsla hareket ettirip "Güzel," dediğim esnada gözlerini kısıp inceler bir şekilde baktı bana. Gözlerini yüzümde dolaştırdığını, önümde bağladığım ve sanki bir gard oluşturmuş gibi duran kollarımı izlediğini görebiliyordum. Bir süreliğine bakışları elimdeki güçsüzce kavranmış kitapta durdu. Bakışlarımı onun gibi aşağı indirdim. Az önce ödünç aldığım kitaba bakıyordu.

Birkaç sessiz saniyeden sonra "İhanet de ateşli ya da bulaşıcı bir hastalık gibi insanın yüzünden kolaylıkla anlaşılabilseydi keşke," diye mırıldandı, kelimelerin bir araya geldiği yer onun zihni miydi bilemedim.

Çatılı kaşlarım yavaşça düzeldi. Artık bir duygu barındırmadığıma emindim. Onun bana bulaştırdığı hastalık ifadesizlikti. Ne var ki o şu an bir şeyler düşünüyor ve benden kolaylıkla gizliyordu. Ama anlayabiliyordum, onda daha derinde belirmiş şeylerin ne olduğu belli olmasa da varlığını anlayabiliyordum.

Bana inanmasına muhtaç haldeymişim gibi "Sana yalan söylemiyorum," dedim. İhanet demişti, ben ona ihanet edemezdim ki. Biz birbirimizi tanımıyorduk bile. Ama sürekli yalan söylüyormuşum gibi davranması o lafı da üstüme alınmama sebep olmuştu.

Bu Yiğit'in yüzündeki ufacık gülüşü daha da arttırdı. Hemen ardından da "Teşekkür ederim," dedi. Kısık sesi kalbimin hızlanmasına sebep olmuştu. Gözlerimi hızla kütüphanenin boş bahçesinde gezdirdim ama sonra bir nihayete erer gibi bakışlarım yine onu buldu. Kendimi kapana sıkışmış gibi hissediyordum. Kalbim ağzımdan fırlayıp çıkacak kadar hızlı, zihnim az önce onun tekrar ettiği sözleri ezbere tutmaya çalıştığı için karmakarışıktı.

Sessizlik içinde yapacak bir şey bulamadığım için elimi kaldırıp tekrardan kısa saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Yiğit'in gözü oraya kaymıştı ama bu göz yanılsaması kadar hızlı gerçekleşmişti, hemen sonra önüne döndü. "Sanırım bu karşılaşmalar elde olmayan şeyler," dedi önüne döndüğü için sesi daha uzaktan gelirken.

"Elbette öyle," dedim hızla. Onu gerçekten rahatsız eden bir şey vardı. Ya da rahatsız eden kişi bendim.

"O zaman bir daha denk gelmemek için dua etmekten başka çaremiz yok."

Kaşlarım bu sözlerine karşın istemsizce çatıldı. Varlığım gözüme birden fazla gelmişti, kendim için bile. Elimde tuttuğum kitabı sıkıca göğsüme yasladım. Orada sıkışıp kalmış bir nefes yoluma devam etmemi engellerken Yiğit çoktan kaskı kafasına geçirip bakışlarını gizlemişti. Yine de başının bana dönük olduğunu görebiliyordum, belki de bozguna uğramış suratıma bakıyordu. En sonunda önüne dönüp motoru çalıştırdığında bir adım geri çekildim.

Bu çok hızlı olmuştu. Bana ufak tebessümüyle teşekkür ettikten sonra zaman yavaşladı sanmıştım. Daha da kısalmış olmalıydı. Motorunu çalıştırıp uzaklaşırken durumu anlamlandıramadığım şekilde önümdeki ıslak yola baktım ama gözlerimin ısrarına rağmen gürültüyle uzaklaşan motorunun ardından bakmadım.

Çatılı kaşlarımın gergin hale getirdiği yüzümü bir süre utançla çevrede dolaştırıyordum ama iyi gelmiyordu. Yürüsem de bu hissi üstümden silemezdim. Rüzgar büsbütün bana esse de.

Birkaç adım atıp kursa ilerlemeye başladım. Utanç silinip yerini, yönü belirsiz bir öfkeye bırakıyordu.

Göğsüme tuttuğum kitabı çantama tıkıştırdım. Sayfalarına bir zarar gelmemesi için gösterdiğim uğraş ve öfkemi bir yerden çıkarma isteği savaş yaparmış gibi karşı karşıyaydı. En sonunda fermuarı güçlükle de olsa çekebildiğimde ellerimi hızla ceplerime soktum. Ve sonra tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim. Hıncımın hedefi bugün kendim olacaktım. Zaten kim itiraz edebilir ki buna? Ben gerçekten kendim edip kendim bulmuştum.

🎭

Loading...
0%