Yeni Üyelik
21.
Bölüm
@askilav

Yol o kadar kısaydı ki... Bu yalnız geçen kısa yola tüm sinirimi nasıl sığdırabilirdim? En azından zamanın lehime işlemesini isterdim. Bu süreçte sinirimi silip daha da çoğalmaması açısından kendisini yavaşlatabilirdi. Ama bunu nasıl unuturdum, doğduğum andan beri sahip olduğum tek şey olmasına rağmen zaman benim en büyük düşmanımdı.

Bu yüzden dans kursuna değin sinirimi silip atamadım üstümden. Kendimi de tanıyorum ya, sinir olduğum an en alakasız insanın gülüşüne dahi tahammülüm kalmazdı. Sanki ben mutsuzken tüm dünya mutsuz olmalı gibi hissediyordum.

Kelimelerimi kafamda eşeleyip durdum. Kötü ne söylemiştim? Ne söylemiştim de yüzü değişik bir rahatsızlıkla gölgelenmişti? Ben mi çok kuruntu yapıyordum acaba?

Kursun kapısını itip ışık almadığından dolayı karanlık kalmış koridordan ilerledim. İçeriden yine müzik ve alkış sesleri geliyordu. Normalde provaya yarım saat sonra başlayacaktık ama ısınmak için harekete geçmiş olmalılardı. Dans salonumuza geçmeden önce kıyafetlerimi değiştirmek üzere ufak soyunma odamıza girdim. İçerisi boştu.

Dolabımın kilidini açıp çantamı içine fırlattım ve temiz dans kıyafetlerimden birisini çıkardım. Aslında canım hiçbir şey yapmak istemiyordu, üstümdeki ceketi ve kazağı çıkarıp başka şeyler giymeye bile hevesim kalmamıştı. Ellerimle önüme düşen saçlarımı ittirip az önce çıkardığım kıyafetleri hırsla geri fırlattım.

İçeri gitmem gerekliydi, prova saatimize az kalmıştı. Çabucak üstümü değiştirmeliydim. Elimi tekrardan gönülsüzce kıyafetlere uzatıp onları dolaptan çıkardım. Tam o sırada kenara bıraktığım telefonum çalmaya başlamıştı. Ters ekranı çevirip kimin aradığına baktım. Ablamdı.

Yeşil ikona bastığım an kulağıma yeğenimin sesi ilişti. "Teyzeeee!"

İncecik bağırmasıyla beraber yüzüme kocaman bir gülüş konmuştu. Bedenimi yere bırakıp "Efendim böceğim?" dedim onun gibi kelimeleri uzatarak. Yeğenim Arın beni keyiflendirmeyi her zaman başarabilirdi. Onu yılın bazı zamanlarında nadiren görebildiğim için elimde olmadan özlüyordum ve bir sesi bile kalbimi yumuşatmaya yetiyordu.

"Teyze sesim geliyor mu?" dedi sanki az önce beni duymamış gibi. "Beni duyabiliyor musun?"

"Duyuyorum bebeğim, geliyor sesin."

"Tamam o zaman, anne, al telefonu."

Şaşkınlıkla güldüm. Arkadan ablamın sesi de geliyordu: "Oğlum, bunun için mi arayalım diye ağladın o kadar?"

Arın'ın yaramazca gülerek uzaklaştığını işittim. Kendine göre oyun oynamak istemişti demek ki bize. "Haylaza bak ya..." diye mırıldandım. "Herkesi parmağında oynatıyor."

"Bu aralar sendromları iyice arttı zaten, baş edemiyorum ki!"

Derin bir soluk verip "Çocuk çocuk diye tuttursan olacağı bu," dedim huysuzlukla. Hiçbir zaman ablam kadar evcimen ve anaç olmamıştım. O ise sanki doğduğu andan beri bunu bekliyormuş gibi dört kolla sarılmıştı hem evliliğe hem anneliğe. Yaşı çok erken olmasa da benim için biraz tersti bu. Her ne kadar ablamı ve yeğenimi sevsem de düşüncemi değiştiremiyordum.

"Hazal, başlama şimdi." Yorgun nefesi telefonun ardından kulağıma ulaşıp cızırdadı. Seneler geçse de bu fikir ayrılığını bir türlü atamamıştık aramızdan. Uzak bir şehre gidişi beni üzüyordu, artık başka bir ailenin parçasıydı. Eskisi gibi onunla saç baş kavga etmek istiyordum ama birbirimizi göremiyorduk. Abimin evlenip başka şehre yerleşmesi bu kadar üzmemişti mesela, çünkü o sıklıkla uğrardı evimize. Ablam ise artık bayramlarda dahi gelmiyordu.

"O kocanın ailesi çekip aldı seni bizden," diye hırsla mırıldandım. Bu hırsımı körükleyen biraz da az önce tam sönmemiş sinirimdi.

"Sana inanamıyorum, uzun zamandır konuşamıyoruz ve söylediğin ilk şey bu mu oluyor?"

"Ne söyleyeceğim başka? Uzaktasın ve gelmiyorsun."

"Neden gelmiyorum acaba?" diye tutamadığı siniriyle ablam da sesini yükseltti. "Geldiğim an annemler Yusuf'u sürekli eleştirdiği için olabilir mi? Her şeye bir lafları var, her şey hakkında bir fikirleri var! Şöyle evimde rahatça oturmama müsaade ediyor musunuz?"

Uzattığım bacaklarımı kendime doğru çektim. Suratım hüzünle asılmıştı. Tırnağımı tenime sürtmeye başladım. "Kötü bir şey söylemiyorlar," dedim kısık sesimle. "Siz alınıyorsunuz."

Ne olursa olsun evden kaçmasını istemiyordum. Herkesin arasında bir başıma ben vardım. Tüm aileyle baş eden, kavgalarında gürültülerinde onları toplayan bendim. Evlenerek kendine kötülük etmemişti aslında, bana haksızlık etmişti. Onun uzakta olduğu her an ben aileme daha da yakınlaşıyordum.

"Hazal, bak onlara bir şey diyemem ama sen beni hayal kırıklığına uğratma sakın." Mırıltısı fazlasıyla hayret doluydu. Onu dehşete düşüren şeyin ne olduğunu anlayamadığım an "Sakın annemlere benzeme," dedi bana.

"Onlara benzemiyorum elbette!" Telefonu kulağımdan ayırıp fırlatmak istiyordum. Dağa taşa çarpıp parçalanabilir ve beni en azından bir nebze rahatlatabilirdi. Sanki bugün öfkeleneyim diye fazladan kararmıştı gün. Soyunma odasının otomatik ışığının sönmesi yüzünden gerçekten de karanlıktaydım ve dışarısı da bulutların bir araya gelmesinden dolayı hiç aydınlık durmuyordu. Moralim böyle havalarda bozulmaya daha müsait hale gelirdi hep.

"İyi, ben de bunu temenni ediyorum."

Aramızda bir süre gergin bir sessizlik geçti. Kulağımıza dolan sadece nefes seslerimizdi. Artık içeri geçmem gerekiyordu, prova saati yaklaşmıştı ve benim bedenim kaskatı haldeydi. Bu halde kendimi nasıl odaklayacağımı bilemezken "Kapatıyorum," diye mırıldandım. Güzel sandığım her şeyin sonu böyle ufak hayal kırıklıklarıyla mahvoluyordu. Büyük bir şey olsa moralimin bozulmasına gerçekten üzülmezdim, asıl sinir bozucu olan beklenmedik anlarda ufak şeylerin beni kahrolur hale getirmesiydi. İnsan hiç parmağı ucuna iğne batınca hastanelik olur muydu? Ben niye tek bir mimik ve tek bir sözle karamsarlığa bürünüyordum? Üstelik karamsar olmayı hiç de sevmezken.

Ne var ki ablam az önce aramızda geçen ufak gerginliği unutmuş gibi "Hoşça kal," dedi. Ben demedim. Telefonu kulağımdan indirip hemen kapatma tuşuna bastım.

Orada oturup düşünmeye vaktim yoktu, dünya hiçbir zaman buna müsaade etmeyecekti. Mantıklı kararlar almak sadece zamanı iyi kullananlara özel bir şeydi zaten, onlar dünyayı dahi kandırabilirlerdi. Bense şu an kendimi kandırmayı seçmiştim.

Dolaba tutunarak ayağa kalktım ve üstümü aceleyle değiştirdim. Bunu yaparken defalarca nefes alıp verdim, içeri daha dinç gireceğime dair sözler ettim. Bu ne kadar işe yaramıştı bilmiyorum ama içeri girdiğimde, tüm isteksizliğime rağmen en azından yüzümde ufak bir gülüş vardı. Herkese selam verip gözlerimi etrafta gezdirdim. Rengin küçük salonun köşesinde birisiyle sohbet ediyordu. Yanlarına yaklaşırken bakışları bana döndü, konuşurken takındığı gülüş beni görünce daha da artmıştı.

Henüz yanlarına varamadan pencere kenarında dikilip telefonuna bakan Asya'ya değdi gözlerim daha sonra. İçime gömmeye çalıştığım sinirim, mezarı zorlayan bir ruh gibi kıvranıp duruyordu olduğu yerde. Adımlarım biraz yavaşladı, Rengin'in yanına gitmek yerine oraya gittim. Dibine kadar girmeme rağmen dönüp de bana bakmamıştı. Birkaç saniye bekledikten sonra "Bakacak mısın?" dedim sabırsızlıkla.

Sanki gerçekten de yeni farkıma varıyormuş gibi "Hm?" diye mırıldanarak bana döndü. Suratında durgun bir ifade vardı. "Ne oldu?"

"Ne olacak? Geçen günkü durumu konuşamadık seninle."

"Hangi durum?"

Bilmezlikten mi gelecekti yani? "Tuvalete davet ettiğin kişilerden bahsediyorum," dedim sinir ve alayla karışık bir gülüş eşliğinde. "Niye yaptın bunu?"

"Kaçışından fazla suçlu olduğun belli oluyordu," dedi hala devam eden durgun sesiyle. "...e çocuk da kibar birisine benzeyince söylemek istedim."

Dudaklarımı kıvırıp içten içe kıvırdım. Kibar olduğu konusunda pek katılmayacak olsam da suçlu olduğumu bu kadar rahatça ifade etmesi utandırmıştı. "Sana mı kaldı?" dedim kollarımı önümde kavuşturup.

"Bana kalmadı..." diye mırıldandı bu sefer bezgin halde. Sonra gözlerini devirip oflamıştı. "Tamam Hazal, özür dilerim yapmam bir daha. Allah Allah..."

Birden yanımdan uzaklaştı. Kollarımı açmış, biraz şaşkınlıkla aynaya doğru gidişine bakıyordum. Bugün karşıma çıkan herkes benden dolayı bir çöküşe uğruyordu sanki. Uğursuz muydum acaba? Bilinmezlikle dudağımı bükerken kolumda bir el hissettim. Hemen ardından o elin sahibi, yani Rengin geçti karşıma. "Ne oldu? Niye öyle suratsızca gitti Asya?"

"Bilmem, geçen günün hesabını sorayım dedim ama keyfi yerinde değil gibiydi."

"Boş ver vardır bir derdi, biz uğraşmayalım."

Dalgın bakışlarımı Asya'dan çekip geriye döndüm. Prova saatine gelmiştik. "Başlıyor muyuz?" diye seslendim diğerlerine. Benim sorumla beraber herkes bir araya toplanınca müzik açılmış ve konuşmalar bitmişti.

Uzun bir süre dans üzerine yoğunlaştık. Kafam aslında hiç burada değildi, tam olarak beni üzen bir şey olmasa bile yoğun bir huzursuzluk hissediyordum, bu yüzden hareketlerime dahi odaklanamamıştım. Hocalarımızdan olan Yeliz'in uyarıcı bakışlarını üstümde hissederken biraz daha dikkatli olmaya çalıştım ama bu neredeyse imkansız gibiydi.

Aradan geçen zaman sonrasında kendimi yorgunlukla yere attığımda bitmiş hissediyordum. Ruhsuzluğa fizyolojik olarak yorgunluk da eklenince insana gerçekten dünyanın hiçbir yerinde değilmiş gibi oluyordu. Elimi yüzüme atıp gözlerimi ve alnımı sıvazladım. Parmaklarımı çekip gözlerimi açtığımda ise sorgu meleği gibi dikilen Yeliz'i tam karşımda bulmuştum. "İyi misin Hazal?" diye sordu dik bakışlarıyla beraber, sorusunun altında iyi niyetler barındırmadığı kesindi.

Yayıldığım yerde hafifçe doğrularak "İyiyim hocam," dedim. "Bir şey mi oldu?"

"Olmamış gibi mi sence? Niye bu kadar odaktan uzaklaştın sen? Fazla dikkatsizdin dans boyunca?"

Ben suskunca ona bakarken Yeliz başını iki yana salladı onaylamadığını belirtircesine. "Üç ay var diye savsaklıyorsan eğer sakın yapma bunu, üç ay çabucak geçer. Hem böyle rahatlıklardan hiç hoşlanmam. Daha ciddiye al şu işi."

Dudaklarımı ısırıp küstah görünmek pahasına "Sanmıyorum," dedim.

"Efendim?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. Belki de benden bu cevabı beklemiyordu. Ama yirmi bir yaşında bir insanı tıpkı çocuk gibi azarlarken suskunca duracağımı kim söylemişti ona? Ayrıca tam üç senedir bu kurstaydım ve mükemmel olmasam bile şimdiye kadar ortalamanın altına düşmemiştim. Tüm iyi anlarımı göz ardı edip şimdi sadece bir defaya mahsus hata yaptım diye uyarması hoş değildi.

"Sanmıyorum dedim hocam, üç ay bence gayet uzun. Çalışarak halledebilirim. Kötü bir öğrenci olmadığımı siz de biliyorsunuz." Konuşurken yerdeki telefonumu ve su şişemi alıp çoktan ayaklanmıştım. Boyum uzun olduğu için yukarıdan ona bakarken bu özgüvenli hissettirmişti. "Bunu siz söylemiştiniz hatta bana."

Gıcık ve burnu havada bir öğretmen gibi başını hafifçe yana yatırdı. "Allah Allah ne demişim ben?"

Gülüşümü saklamak maksatlı dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra "Yakında beni bile geçersin demiştiniz," dedim. Yalan değil, bunu tam üç sene önce kursun ilk günü söylemişti. Tabi o zaman yeni yetme bir öğrenciye bunu söylemek kolaydı. Şimdi gerçekten de ona meydan okuyabilecek kadar iyi hale geldiğimi görünce inkar etmekten başka ne çaresi vardı ki?

Benim az çok onunla alay ettiğimi fark edince "Terbiyesiz," diye mırıldandı hemen.

Tek kaşımı kaldırıp "Pardon?" diye sordum. "Ne?"

"Terbiyesiz dedim. Hocanla alay etmeye utanmıyor musun?"

"Alay etmedim, size kendi sözünüzü hatırlattım. Şimdi kabul etmesi zor mu yani?" Etrafımız kalabalıklaşıyordu. Hiç kimseye bakmadan çatık kaşlarımın altındaki kısık gözlerimi onun üstünde gezdirdim. "Ayrıca siz kaç yaşındasınız da bana terbiyesiz diyebiliyorsunuz? Bilge nine tavrı için fazla erken değil mi? Yoksa kendinizi yaşlı mı hissediyorsunuz?"

Burada herkesten büyük olan oydu, bu konuda ona bir saygısızlığım yoktu ama eğer sinirlenirsem olabilirdi. Bedenimin geriye çekildiğini hissederken onlardan sıyrılmak için üstümü silkeledim. Bu kadının cevabını duymadan gitmeyecektim fakat hala çekiştirilmeye devam edince arkama dönüp Rengin'in ellerimi ittim üstümden. "Bir dakika ya!"

Tekrar önüme döndüğümde Yeliz "Gerçekten terbiyesizsin, seni sadece uyarmıştım," dedi etrafa masum bakışlar atarak.

Umurumda da değildi ki. "Uyarma beni!" dedim kaşlarımı havaya kaldırarak. Hala bedenim geriye gidiyordu. Bu sefer dönüp baktığımda Asya'nın olduğunu gördüğüm elleri hışımla itip "Ya sen de bırak!" diye bağırdım. Göğsüm körük gibi kalkıp iniyordu.

"Sana da iyilik yaramıyor, al naparsan yap!" Asya kollarını önünde kavuşturup geriye gidince tekrar Yeliz'e döndüm. O da dudaklarını dişlerken "Bir daha buraya gelmeyeceksin," diye mırıldanmıştı.

"Ölüyor muyum buraya sanki?" Dans salonunda ve bizi izleyen öğrencilerde gezdirdiğim gözlerim yine ona çevrilmişti. "Ama sen bensiz ne yapacaksın asıl?"

"Sensiz gayet de güzel olur, en azından böyle hadsizlikle kavga çıkaracak birisi bulunmaz aramızda!"

O kelime beynimde yankılanıp durdu. Son zamanlarda ne kadar da üstüme yapışmıştı böyle. Yerde bırakılmış su şişesine ufak bir tekme çevirip "Hadsiz falan değilim!" dedim. Yiğit yüzünden bu kelimeye epey duyarlı hale gelmiştim. "Benimle düzgün konuş!"

"Ben konuşmayı bilene düzgün konuşurum." Eliyle salonun çıkışını işaret etti. "Çık git şimdi buradan."

Dudaklarımın iç kısmını hırsla dişlerken, at kuyruğundan sıyrılmış kısa saçlarımı savurarak arkama döndüm ve çıkışa ilerlemeye başladım. Aslında üstümü değiştirip burada daha fazla kalmak istemiyordum ama dans kıyafetleri fazla inceydi. O yüzden soyunma odasında dolabımın kapağını koparır gibi açıp aceleyle kıyafetlerimi çıkardım. Rengin etrafımda tur atıyordu. Diğer kızlar da daha fazla dedikodu çıkacak mı diye bize bakıyorlardı tabi. Kazağımı üstüme geçirirken "Sakinleş Hazal," diyen Rengin'e aldırmadan diğerlerine döndüm. "Bana bakmayı kesin!"

"Hazal sana sakinleş diyorum!"

Dolabı yine kıracak kadar sertçe çarptıktan sonra çantamı da kavrayıp kursun çıkışına yöneldim. Rengin de üstünü benim yüzümden alelade değiştirmiş, direkt peşimden koşturmaya başlamıştı.

Serin havaya kendimizi attığımızda kolumdan tutup beni olduğumuz yerde durdurdu. Hemen karşıma geçmişti. Bakışlarını yüzümde hızla gezdirirken "Ya neyin var senin?" diye sordu bana. Son derece endişeliydi. Ben de kendime dair endişeliydim.

Elimi hızla atan kalbime koyup biraz ovaladım. Birikmiş sinirden dolayı göğsüm ağrıyordu. "Hiçbir şeyim yok," dedim hala sert çıkan sesimle.

"İçeride ne yaptın sen Hazal? Durup dururken niye kavga çıkardın?"

Yaşlar gözlerime doğru yükseliyorlardı. İçten, bayağı derinden... Sinirimin ağlamaya dönüşmesinden nefret ediyordum. Saçlarımı elimle geriye ittirip ağlamakla kısılmış gözlerimi sakinleşmek maksatlı kampüsün içinde gezdirdim. Kalabalık kafe daha çok sinirimi bozuyordu çünkü herkes gülüyordu. Ben niye gülemiyordum şu an? "Çok sinirliyim!" diye çağırdım dişlerimi sıkarak.

"Ama aşkım neye sinirlisin? Bana onu söyle."

Parmak uçlarımla gözlerimi temizlemeye çalıştım. Birkaç nefes alıp vermeden sonra ağlama isteği, galiba sonra geri gelmek suretiyle yerine çekilmişti. Başımı iki yana sallarken "Bilmiyorum," dedim. Şöyle günüme dönüp bakınca beni gerçekten öfkeden deliye döndürecek bir şey göremiyordum. Ama Yiğit'in benden rahatsız olurmuş gibi yüzünde beliren o ufak bakış, ablamın benden çok uzakta oluşu ve benim bunları dert etmemden dolayı yoğun bir huzursuzluk belirmişti içimde. "Elle tutulur bir şey yok," diye mırıldandım titrek bir sesle. "Sadece öfkeli olduğumu hissediyorum."

Beni kendine doğru çekip başımı omzuna yatırdı. Gözlerimi kapatıp onun bedenine sığındım. Rengin şükürler olsun ki uzun yıllardır arkadaşımdı, yoksa benim bu ani öfke nöbetlerime kim tahammül edebilirdi ki? Saçlarımı okşarken "Tamam, tamam," dedi usulca. "Eve gidip biraz yastık yumruklamak ister misin?"

"Kafamı duvarlara vursam nasıl olur? Ancak düşünecek bir beynim olmadığında hayatıma rahatça devam edebilirim çünkü." Kendi sesimi kendim bile zor duymuştum. Fakat buna rağmen Rengin başımı geriye doğru çekip gözlerimizi birbirine sabitledi. "Kafanı duvarlara vurmak ister misin dedim mi? Demedim. Sadece yastık seçeneğini sundum sana. Bu konuda bir fikrin olabileceğini mi düşündün Hazal?"

"Özür dilerim Rengin, bir an hayatım hakkında kendim karar verebilirim sandım..."

Kendine engel olamayarak gülerken yanaklarımı tuttu sıkıca. "Sakın bir daha bu hataya düşme."

Ben de istemsizce güldüm. Bu esnada cebimdeki telefonum art arda defalarca titremeye başlamıştı. Onu cebimden çıkarıp bildirimlere baktım. Akın'dan mesaj geliyordu ve hatta gelmeye de devam ediyordu.

Akın: Bir baksana.

Akın: Hazzallll! Baksana.

Akın: Acil!

Akın: Acilen bak!

Akın: Ya kızım baksana!

Akın: Ya sanki bana avrupa birliği genel sekreteri ha ne bu meşguliyet? Niye iki saniye içinde mesajlarıma dönmüyorsun?

Akın: Çabuk buraya gel!

Hazal: Ne var geri zekalı?

Akın: Beni bu kadar sevme ya bunalıyorum.

Hazal: Ne diyeceksen der misin?

Akın: Senden bir şey isteyeceğim.

Hazal: Yapmayacağım.

Akın: Öyle mi hanımefendi? Benim karanlık yönümü çıkartma ortaya bak.

Hazal: Senin karanlıktan bizim Arın bile korkmaz, söyleyeyim.

Akın: On beş bin yıl sonra ablanlar bizim oraya ziyarete gelirlerse pencereden atma şakası yaparım o zaman haddini öğrenir o velet.

Akın: Neyse.

Akın: Hazal'ım, Yiğit'e mesaj atman lazım.

Hazal: Sanmıyorum?

Akın: Elimdeki videoların her an amcamlara gidebilir ama?

Hazal: Ne videosu?

Akın: Dans videoların. Amcamlar dans kursuna gittiğini öğrenirlerse ayvayı yersin.

Hazal: Akın sen niye bu kadar pisliksin? Bunu yapınca eline ne geçecek?

Akın: Sen de direnme o zaman atmayacağım mesaj diye. Zor bir şey değil, altı üstü Yiğit'e bu olanları Melis'e anlatıp anlatmadığını soracaksın.

Hazal: Ya bize ne bundan? O mevzu kapandı.

Akın: Git sor Hazal. Çabuk.

Hazal: Bana emir verme.

Akın: Gidip sorar mısın? Çabuk olabilir mi?

Hazal: Ya yapamam diyorum.

Akın: Altı üstü söylemiş mi söylememiş mi bunu soracaksın.

Hazal: Sen sor o zaman.

Akın: Sana yarına kadar müsaade. Sordun sordun, sormazsan o videoları sülale grubuna atarım o zaman Öğütmenler kütüğünden çıkarılırsın, haberin olsun.

Hazal: Keşke çıkarılsam ya, hatta sizden gelen kanı söküp atsam damarlarımdan!

Akın: Sen de bizdensin, bunu unutma.

Hazal: Bana ajan dizisindeymişiz gibi konuşma, sinirimi daha da bozma.

Akın: Sen hep bi' sinirlisin zaten, ekstra uğraşmama gerek mi var?

Hazal: Kes ya, uzaklaş benden.

Akın: İstediğimi yaptığın sürece on metre yakınına bile yaklaşmam.

Hazal: Söz mü?

Akın: Bilemedim şimdi...

Hazal: Defol git.

Akın'a geçici bir engel attıktan sonra telefonu sıkıntıyla cebime sıkıştırdım. Rengin de durumları bildiğinden mesajları okumuş ve merakla yüzüme bakmaya başlamıştı. "Niye atmak istemedin mesaj?"

"Ya Allah aşkına ona daha fazla ne mesajı atayım?" Bugün 'bir daha karşılaşmamak için dua edelim' diyen birisine ne yazabilirdim? Nasıl yazabilirdim? En iyisi yalan söylemekti belki de. Hiç bu işlere girişmeden.

"Haklısın tabi," diye mırıldandı Rengin de, koluma girip beni yürütmeye başlamıştı. İsteksizce hareket edip bıkkınca ofladım. En başta Akın'a hiç inanmamalıydım.

Loading...
0%