Yeni Üyelik
22.
Bölüm
@askilav

Telefonumu elimde evirdim çevirdim. Rengin'in kulaklıksız dinlediği müzik hafiften ritim tutturmama sebep olmuştu ama aslında düşünceliydim. Akın'a direkt yalan söylemekle Yiğit'e sormak arasında gidip geliyordum dünden bu yana.

Telefonda dolaşarak defalarca Instagram'a girip çıktım. Bir süre önce engelini kaldırdığım Yiğit'in sohbet kutusuna girdim, sonra oradan da çıktım. Bu esnada Rengin "Alladı pulladı iki lafın arasını!" diye bağırarak ödev yapmaya devam ediyordu. En sonunda telefonu kenara bırakıp ben de yere, onun yanına uzandım. Önüne koyduğu beyaz kağıdı baştan aşağı doldurmuştu ve daha yazacak çok şeyi vardı. "Bitmedi mi?" diye mırıldandım bezginlikle. Dirseğimi yere yaslayıp çenemi de avcuma koymuştum ama kendimi dahi taşıyamıyordum.

"Yok aşkım, üç sayfacık kaldı."

"İstersen ben devam edeyim?" Elinde kaleme uzanmak istediğimde kendisini geri çekti. Bedenimi sırt üstü yere bırakıp bu sefer aşağıdan baktım ona. Beni reddedip yazmaya devam ederken "Yazım tarzımız farklı, hoca anlar," dedi bıkkınla.

"Benzetirim?"

"Bu kadının gözler cin gibi, kendi yazımı bile başkasının sanacak diye ödüm kopuyor."

Ben de ofladım. Ödevi daha uzun sürecekti demek ki. Bir yandan da canım sohbet etmek istiyordu. Yattığım yerden kolumu uzatıp Rengin'in yanağını sıktım. "Sen, senin topçuya yazdın mı?"

"Hayır, daha yazamadım," derken çocuk gibi dudağını büzmüştü. Gözlerini kağıttan hiç ayırmıyordu.

"Niye?"

"Güzel profil fotoğrafı seçemedim çünkü, ilk bakışta aşık olacağı bir şey lazım bana." Kalemi bırakıp kağıdı ileri ittirdikten sonra o da benim gibi tüm bedenini yorgunca yere bıraktı. Yazmaktan dolayı kolları ağrımış olmalı ki geriniyordu. "Ne yapacağım ben Hazal? Aklımdan hiç çıkaramıyorum onu... Onun yüzünden futbol maçı izlemeye başladım ama ben futboldan nefret ederim, biliyorsun."

"Yazacağım dedin ya?"

"Ama sadece yazmakla olur mu? Hem kim sadece mesajla birisine aşık olur ki? Ve beni kullanıp kullanmayacağını nereden bileceğim? Futbolcular bazen iğrenç derecede çapkın oluyorlar, ben bunu kaldıramam."

"Ona kendinin bir seçenek olduğunu hissettirmeyerek başla." Dalgınca Rengin'in saçlarıyla oynamaya başladım. En son lisedeyken sevgilim olmuştu, ilişkilerin nasıl yürüdüğünü ben de unutmuştum. Ve bu sadece benimle alakalı da değildi, yıllar geçtikçe genel ilişki anlayışı da değişiyordu. Şimdi bu işlerin nasıl yürüdüğünü bilmiyordum. Yine de mantıklı olmaya çalışarak ona tavsiyeler vermeye çalıştım. "Ama onu kullanıyormuş gibi de görünme, tam ortası ol."

"Onu nasıl yapacağım?"

"Rengin sadece tavsiye vermek kolay, gerisini bana sorma." Bedenimi geri çekip koltuğa uzandım. Benim de güce ihtiyacım vardı. Telefonu alıp yerime geri döndüğümde Rengin de durgun halde bana bakıyordu. "Akın resmen beni tehdit etti ya... Çok gurursuz görüneceğim Yiğit'in gözünde. Zaten ikidir karşılaşmayalım diyordu."

"İkinci görüşme ne zaman oldu tam olarak?" derken Rengin'in sesi bir hayli meraklı çıkmıştı. Ekranı hala kapalı duran telefonu göğsüme bırakıp başımı yana çevirdim. Rengin kaşlarını çatmış beni izliyordu.

"Dün."

"Dün? Peki benim neden bundan haberim olmuyor?"

Halının üstündeki kalemleri ittikten sonra olduğum yerde kayarak Rengin'e yaklaştım. "Çok sinirli olduğumdan anlatasım gelmedi ki."

"Ama benim her şeyi bilmem gerekmez mi? Zaten sen o çocukla neredeyse iki hafta yazıştığını da saklamıştın benden."

"Rengin bi' dur şimdi. O konuyu açma. Dün bana yine karşılaşmayalım dedi. Benim tesadüfi varlığıma bile tahammülü yok yani Yiğit'in. Ve Akın ona mesaj atmam için beni zorluyor."

"Kötü bir şey yazmayacaksın sonuçta, at gitsin be aşkım!"

"Tamam hadi beraber atalım o zaman?"

Kaşlarını masumca kaldırdı bana karşı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü durdurmaya çalıştım. Bilmezden gelerek "Kime?" diye sordu.

"Ben Yiğit'e Akın'ın beni tehdit ettiği şeyi soracağım, sen de senin topçuya yazacaksın. Adı neydi onun bu arada?"

İçine kaçan bir sesle "İsmini söylerken utanıyorum..." diye mırıldandı. Kahkaha atarak yanağını sıktım hemen, inanılmaz tatlı duruyordu. "Ya Rengin seni yiyeceğim cidden, çabuk söyle adını!"

"Of... Özgür."

"Hm... Özgür ve Rengin. Çok da yakıştılar."

Koluma vurduktan sonra telefonunu alıp uzandığı yerde sırtını döndü bana. "Ben profil fotoğrafı seçeceğim, ilk önce sen yaz," demişti bir de.

"Dur," diye mırıldanıp telefonumu açtım. Akın engelini kaldırdığımdan beri sordun mu diye mesajlar atarak beni darlıyordu. Onlara bakmayıp tekrar Instagram'a, Yiğit'in sohbet kutusuna girdim. Boş sayfa öylece gözlerimin önünde duruyordu. Derince nefeslendikten sonra profil fotoğrafına tıkladım ve hesabını açtım. Paylaştığı tek fotoğraf şimdi karşımdaydı.

Hesabı açık olduğu için yedi yüze yakın takipçisi vardı, yüz kadar da takip ettiği. Fotoğrafın üstüne tıkladım korkarak.

(instagram gönderisi)

438 beğeni - Yoruma kapalı

@yigitkizildag: 👋

Fotoğrafı yaklaştırıp uğur böcekli kasktan dolayı sadece gözleri görünen kıza baktım. Melis olmalıydı, çok da güzel görünüyordu, yüzünün sadece tek parçasından bile anlamıştım bunu.

Paylaşım tarihine baktım. İki sene öncesiydi. Bu kadar uzun zamandır birliktelerdi ve doğru düzgün aşığım bile diyemiyordu demek. Profilinde yer ayırdığı tek fotoğraf onunla olan fotoğraf olmasına rağmen... Buna biraz üzüldüğümü hissettim.

Fotoğrafı daha fazla incelemeyi bırakıp oradan çıktım. Sohbete geri döndüğümde Yiğit'in profilinin yanında yeşil yuvarlak belirmişti, demek ki şu an çevrimiçiydi.

Kaba olmayı hiç umursamadan hızlı bir girişle mesaj attım hemen. Daha fazla beklersem kendime işkence edecektim çünkü.

Hazal: Bir şey sorabilir miyim?

Birkaç saniye bekledim. Yeşil noktaya rağmen saniyeler dakikaya dönüştü. Zaman geçtikçe bu yaptığım üstüme yoğun bir pişmanlık yüklüyordu. Kısa bir süre olmasına rağmen mesajı silme isteğiyle cebelleştim. Nasıl da zordu bu... Sizden rahatsız olan birisinin karşısına çıkmak zorunda kalmak. Normalde umursamaz birisi olmam gerekirken hala görülmemiş mesajın karşısında geriliyordum.

Bekleyişimden çok kısa bir zaman sonra elim mesajı sil kutucuğuna gitti fakat tam o sırada gelen görüldü yazısıyla elimi geri çekmiştim. Neyse ki çok geçmeden ondan da mesaj geldi.

Yiğit: Sor.

Hazal: Bu durumdan herhangi birisine bahsettin mi?

Yiğit: Hayır.

Hazal: Tamam, sağ ol.

Konuşmadan ayrılıp telefonun ekranını kilitledim. Az önce dört nala koşan kalbim hala durulmamıştı, kendimi sakinleştirebilmek adına derin bir nefes aldım. Bu kadar basitçe halledeceğimi düşünmezdim. Bu yükü de yalansız dolansız üstümden atabildiğim için hızlıca Akın'ın adını bulup mesaj yazmaya koyuldum. Onun sürekli bana yaptığını ben de şimdi ona yapacaktım.

Hazal: Burun akıntısı bak bi buraya

Hazal: Baksanaaaa

Hazal: Acil bak!

Hazal: Çok önemli bir şey diyeceğim

Hazal: Çok hevesleneceğin ama en sonunda ucundan kaybedeceğin bazı olmayacak hayallerle ilgili sana bilgiler getirdim.

Hazal: Bakacak mısın artık?

Hazal: Melis, Yiğit'in evlenme teklifini kabul etmiş.

Anında çevrimiçi olmuştu. Kendi kendime gülüp yazıyor simgesini izledim. Çok zaman geçmeden mesajı geldi.

Akın: Gereksiz şakaların lüzumu yok.

Hazal: Ben eğlendim.

Akın: Kes. Niye yazdın?

Hazal: İstediğin şeyi sordum.

Akın: Ne dedi?

Hazal: Bahsetmemiş kimseye.

Akın: Güzel.

Akın: Çok iyi.

Akın: Harika.

Bunları yazdıktan sonra bir teşekkür bile etmeden çıktı gitti. Huysuzlukla burnumu kırıştırıp Rengin'e döndüm. Hala umutsuz halde fotoğraf seçmeye çalışıyordu. Belki de ona yardım etsem iyi olacaktı. Koltuktan kalkıp yanına gittim ve neredeyse on bin fotoğraflık galerisine beraber daldık.

-

Hafta sonunun en iyi, eğer hiçbir meşguliyete sahip değilseniz bomboş durmak olabilirdi. Hafta sonunun en kötü yanı ise, hiçbir meşguliyete sahip değilseniz bomboş durmak olabilirdi. Ben de bomboştum. Dans kursundan atılıp kendimi istemeden o girdabın içine atmıştım. Üstelik bu girdabın içinde ne yapılır, bilmiyordum bile.

Yavaş yavaş öğreniyordum galiba, hiçbir şeyin var olmadığı bu boş dünyada sadece düşünmek diye bir şey varmış ama bu yolla resmen kendime işkence çektiriyordum.

Sabah Rengin'le beraber kahvaltı etmiştik ve o benim anlık öfke patlamamdan dolayı artık gidemediğim kursa gitmişti. Ben de masada tek başıma oturup arkaya açtığım bir müzikle düşüncelere dalmıştım.

Aklım bir şeyleri almıyordu sanki ya da kendim anlamayı reddediyordum. Utanıyordum fakat içimde kıpırdayan hissi durduramıyordum. Bir yanım Yiğit'e dair çok şey öğrenmek istiyordu. Hatta kendime de soruyordum bunu: Neden? Sonra da tıpkı onun verdiği gibi bir cevap çıkıyordu ortaya: Sana ne.

Yapmamam gerektiği halde ona defalarca mesaj atabilirdim. Hatta sınırı geçip bana söyle, niye böylesin sen diyebilirdim. O kadar da kötü değildi ki, merakımı dindirirdi. Ama bunu reddediyordu.

Saçlarımı kavrayıp kupamdaki ılık kahvemden bir yudum daha aldım. İnsan mutfak masasında yalnızca oturup kahve içerken çok şey düşünüyordu gerçekten. Artık boşalan bardağı sert bir şekilde masaya bırakıp telefonumu da alarak mutfaktan ayrıldım. Giderken tekrar modunda çalmaya devam eden şarkıyı da kapatmıştım.

Odama geçtiğimde yoğun bir dağınıklık karşıladı beni. Kendime alan açabilmek için dağılan kıyafetleri toplayıp o halde dolaba tıktım. Bu kadarı yeterliydi sanırım. Sonra gözlerim Rengin'in tarafına kaydı, düzenli haldeydi. Aramızdaki fark o kadar belli oluyordu ki. Bir de buna hırs yapıp tıpkı onun gibi toplu hale getirdim dolabımı. En azından vakti geçirmeme yardımcı olmuştu.

Daha sonra komodine bıraktığım kitabımı alıp umutsuzca yatağa geçtim. İlk sayfayı okumak resmen eziyet gibi gelmişti. Bu kitap sıkıcı olduğu için değil, benim zihnim çer çöple dolu olduğu içindi.

İkinci sayfada geçer sandım, üçüncüde de... Geçmedi. Ne okuduğumu bile bilmiyordum. Sanki kelimeleri öylesine bir görüntüyü izler gibi izliyordum. Buna pek de okumak denemezdi. Ancak on birinci sayfaya geldiğimde, bir rüyadan silkinir gibi oldum. Üstümden kalın bir toz tabakası kalktı. İnsan sahiden de ancak görmek istediklerini gördüğünde uykudan uyanabiliyordu.

Nasıl istiyorum gözlerimizin buluşmasını, cehennemin sırlarından birine vâkıf olmak için.

Kütüphanedeyken bana söylediği sözleri internetten aratmış ve şu an okuduğum kitaba ait olduğunu öğrenmiştim. Bu sayfaları o da biliyordu. Merak ediyordum, acaba o, bu satırları okuduğunda ne düşünmüştü? İnkar ettiği gibi zihni bir boşluktan mı ibaretti? Yoksa benim gibi düşünmek istemediği şeylere mi esirdi? Gözlerimin önüne o geliyordu. Harfleri sertçe seyreden gözleri, sanki benim aksine aklını ele geçiren her düşünceyi ifade etmemek için sıkıca birbirine bastırdığı dudakları... Ne düşündüğünü bilmek isterdim. Söylemek isteyip de sustuğu her şeyi duymayı isterdim.

Ama istememeliydim.

Kitabı hızla önümden ittirip uzandığım yataktan kalktım ve sırtımı başlığa yasladım. Neler geliyordu aklıma böyle? Ellerim istemsizce dudaklarıma örtüldü çünkü şaşkınlıkla aralanmışlardı. O satırları okuyunca aklıma nasıl Yiğit gelebilirdi?

"Ay hayır," dedim hızla atan kalbimin gümbürtüsünü dinleyerek. "Hayır hayır, sakın Hazal."

Kalbim gerçekten de metrelerce koşmuşum gibi hızla atıyordu. Elimi oraya bastırıp şaşkınlıkla dudaklarımı aralamaya devam ettim. Bu hisler kesinlikle planda yoktu. "Hayır, sevgilisi olan ve sinirini bozan birisini düşünemezsin Hazal," diyerek kendime bir şeyleri hatırlatmaya devam ettim.

Aklıma düşen kimse olmamalıydı, özellikle de o cümleyi okuduğumda. Alnımı sıkıntıyla sıvazladım. Zorlasam ağlardım bile. Fakat tam o sırada çalan telefonum düşüncelerimi yarıda kesmişti. Komodine uzanıp kimin olduğuna baktım, annem arıyordu. Telefonu açıp kulağıma yasladım. "Efendim anne?"

"Alo kızım? Ne yapıyorsun?"

"Oturuyordum öyle," diye utanç içinde mırıldandım. Böyle en olmadık zamanlarda gelen aramalar bana hep sanki zihnimi okuyorlarmış gibi hissettiriyordu. "Siz ne yapıyorsunuz?"

"Biz de babanla masada çay keyfi yaptık da seni bir arayayım demiştim."

Usulca "İyi yapmışsın," dedim. Böylelikle sancıyan zihnimi de meşgul edebilirsin anne.

"Öyle, sana şey diyeceğim aslında."

"Ne?"

"Ben bir hafta sonra yanına geleyim de bir iki gün kalayım diyorum. Özledim seni, burada da bunaldım biraz biliyor musun? Baban her gün geçe kadar işte duruyor, benim evde canım sıkkın. Konuşacak kimsem yok, zaten sen de aramıyorsun hiç. Hem abinler de geçen tatile gitmişler, hiç haber etmiyorlar. Sinir oldum valla Hazal. İnsan bir sorar, anne biz tatile gitmeyi düşünüyoruz der. Evlenip barklandılar diye kendilerini ayrı millet sanıyorlar iyice. Bu kadar parayı da nereden buluyorlar, anlamıyorum ki. Sorsan abin de beş kuruş yok ama tatile gelince var. Allah Allah... Kaplıcaya gitmişler bir de. Benim de bacaklarımın ihtiyacı vardı ama beni istemiyorlar galiba yanlarında. Hep o yengen mi giriyor abinin aklına acaba-..."

Gözlerim duyduklarım karşısında bıkkınca yukarı kaymıştı. Tişörtümün yakasını çekiştirip kaşlarımı çattım. Söyleyecek o kadar çok şeyi vardı ki, bir an acaba anneme mi çektim dedim içinden. Ablam da ifade etmişti bunu. Fakat bunun gerçekleşmesini o kadar istemiyordum ki hemen reddettim. Anneme falan benzemiyorum. "Anne... Hepsini aklımda tutamıyorum, bir dur ya."

"Aramazsan söyleyecek şeyler böyle birikir işte," diye sızlandı yine. "Okula gidiyorsun da kalan boş vakti ne yapıyorsun acaba?"

Önceden o boş vakitlerde yapacak bir şeyim vardı ama artık yoktu. Annem de sanki gerçekten biliyormuş gibi konuşuyordu ya, sinir oluyordum. "Yoruluyorum, dinleniyorum anne," dedim, sesim bir hayli sıkıntılı çıkmıştı. Hayatım hakkında ne kadar çok fikirleri vardı böyle?

"Yorulacak ne var? Siz gerçekten zorluk görmemişsiniz kızım. Biz eskiden-..."

"Annecim, dur kapı çaldı," dedim aceleyle. Şimdi buradan girersek asla çıkamazdık. "Ona bakayım, önemli bir kargom gelecekti."

"O kargolar hiç bitmez zaten!" diye bir de buna söylendi. Gözlerimi devirirken "Kurye bekliyor, hadi hoşça kal," dedim aceleyle. Sonra da telefonu kapattım. Zaten bir hafta sonra oraya geleyim diyorum diyorsa eğer, kesin gelirdi. O zaman çekeceğim çileyi düşünerek gözlerimi kapattım, sonra da yorgunca yatağa uzandım. Yaklaşık bir saat boyunca dönüp durdum orada, Rengin olsaydı en azından dışarı çıkar keyfimizce gezerdik ama artık o yalnız başına kursa gidecekti.

Bir saat sonunda, ben uykuya dalmaya yaklaşmışken kapı kilidinin sesi geldi. Rengin dönmüş olmalıydı. Miskince yataktan kalkıp dış kapının oraya geçtim. Elindeki poşetleri kapı kenarına bırakırken Rengin'in bakışları da bana dönmüştü ve yüzünü birden kocaman bir gülüş kapladı.

"Hazal! Ne yaptın ben yokken?"

"Hiçbir şey," dedim usulca. Bu en açıklayıcı cevaptı, kitap okuyup da Yiğit'i düşündüm diyemezdim.

"Olsun, artık yapacak bir şeyin var," derken ayakkabılarını çıkardı ve koşarak üstüme geldi. Kollarımı heyecanla tuttuğunda ben de yoğun bir hayretle bakmıştım ona.

"Ne oldu ki?"

"Neler olmadı kızım!" Beni koltuğa çekiştirdiğinde peşinden gittim. İkimiz de karşılıklı olarak evimizin tek koltuğuna oturduğumuzda meraklı hissediyordum. "Bugün kursta senin için Yeliz'e gittim," dediğinde, sanırım beklediği tepkiyi verememiştim. Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Benim için o kadına yalvarmadın değil mi?" dedim tereddütle çünkü bunu asla istemezdim.

"Ne yalvaracağım be ona? Sadece gösterimizin dans koreografisinde çok emeğin olduğunu ve ufak bir kavga için seni kurstan atamayacağını söyledim."

"O ne dedi?"

"Sen onu bırak da neredeyse oradaki herkes haklı buldu beni! Geri gelsin, dansa Hazal'la devam edelim dediler!"

Kaşlarım ondan bana sirayet eden heyecanla havaya kalktı. "Ciddi misin?"

"Evet, çok ciddiyim. Ama asıl şaşırtıcı olan şu, birkaç kişi sessiz kaldı, fikir belirtmedi ama onlar arasında Asya yoktu. O da senin geri dönmeni istediğini söyledi!"

"Asya, bizim Asya?"

"Tam olarak bizim Asya."

Şaşkınlıkla dudağımı büktüm. Ondan hiç beklemezdim. Neredeyse kursun ilk gününden beri birbirimizden hiç haz etmiyorduk, o da çok iyi dans ediyordu ve aramızda değişik bir rekabet vardı. Oraya geri dönmemi istemez sanıyordum. "Bu kız beni gün geçtikçe daha çok şaşırtıyor," diye mırıldandım usulca.

"Değil mi? Beni de..." Birkaç saniye düşünceli halde yeri seyretti. Eve girer girmez oturup konuşmaya başladığımız için Rengin yorgunluğunun yeni farkına varıyor olmalıydı. Kısaca ofladıktan sonra "Neyse ben üstümü değiştireyim," dedi. Onun ayağa kalkıp gitmesini beklemeden "Rengin ya..." diye mırıldandım. "Annem haftaya buraya gelmeyi düşünüyormuş, birkaç günlüğüne kalmak için. Sorun olur mu sana?"

"Yok canım ne olacak? Gelsin, özlemişsinizdir birbirinizi hem."

"Aynen, yakında özlemden bileklerimi keseceğim," derken somurtarak sırtımı koltuğa yasladım. "Telefonda bir ton laf etti, gelince canıma okumasa bari."

"Annenin bir şeyi yok ki, sadece bazen fazla konuşuyor."

Başımı aşağı yukarı salladım. Haklıydı. Ama atladığı kısmın şu olduğuna emindim, fazla konuşmak bazen patavatsızlık doğuruyordu. "Ben de mi anneme benziyorum?" dedim dalgın dalgın halıyı seyrederken.

Rengin arkadan omuzlarımı sıkarken "Ne alakası var?" diye sordu.

Ablamla konuştuğum son andan beri aklımı karıştırıyordu bu durum. Olmak istemediğim kişilerden birisi annemdi, ona benzemekten korkuyordum. Bir bahane üretemediğim ya da açıkça dile getiremediğim için "İşte..." dedim.

"Annen olsa şu soruma üç paragraflık bir cevap dizerdi, demek ki benzemiyormuşsun."

Yanımdaki yastığı alıp arkaya doğru fırlattım. Gelen tok sesten dolayı Rengin'e çarptığı belliydi. "Yaa!" diye bağırdığını duyduğumda gülerek koltuktan kalkıp diğer koltuğa doğru geçtim. O sırada Rengin de kucağındaki yastığı sertçe üstüme atmıştı. "Ben seni teselli ederken senin o küçük aklın yine oyunlara çalışıyormuş!"

"Hadi üstünü değiştir gel de bir şeyler yapalım," dedim, yastığı başımın altına koyup uzanmıştım. "Sensiz canım çok sıkıldı."

"O belli zaten, hemen bana sarmaya başladın."

Komodinin üstündeki telefonum titriyordu. Miskince oraya uzanıp telefonu alırken bir yandan da Rengin'e laf yetiştirmeye çalışıyordum. "Ne yapayım, girmeseymişsin kalbime bu kadar..."

Ekranı aydınlatıp gelen bildirimlere baktım. Akın yine art arda bir sürü mesaj dizmişti.

Akın: Hazal'ım

Akın: Acil bak

Akın: Sen kızmadan düzelteyim... Bakar mısın?

Akın: Oh neyse hemen geldin bu sefer

Hazal: Geldim, ne oldu?

Hazal: Daha benimle işin bitmedi mi?

Akın: Bir şey diyeceğim düzgünce.

Hazal: Demesen olmuyor mu? Artık yoruyorsun da.

Akın: Sus.

Akın: Selman sana bir şey soracak ama çekindiği için soramıyor.

Hazal: Ne soracak?

Akın: Şöyle

Akın: Biz bir ara edebiyat kulübüne girmiştik, daha doğrusu ben girdim o da peşimden gelmek zorunda kaldı.

Akın: Haftaya cumartesi de kulübün kahvaltısı olacak ama tek gitmek istemiyor, acaba sen gidip sorsan mı ona laf arasında. Sanki çok büyük bir tesadüf gibi?

Hazal: Çok saçma geldi.

Hazal: Sen git onunla, yalnız olmaz o zaman.

Akın: Her şeyin en doğrusunu bir tek sen biliyorsan zaten.

Akın: Gidebilecek olsam giderdim.

Akın: Cumartesi günü Bolu'da olacağım, arkadaşım ameliyat olacak çünkü.

Hazal: İlla benimle gitmek zorunda mı?

Akın: Evet Hazzal, ufak bi' iyiliğin dokunsa ölür müsün? Hayır, kendime istesem neyse ama Selman gibi masum bir çocuğa da bunu yapma ya.

Hazal: Ama ne yapayım, sana hiç inanasım gelmiyor.

Akın: Ben insanda şüphe uyandırırım öyle.

Hazal: Of biz bu kadar benzememeliydik.

Akın: Ne?

Hazal: Yok bir şey.

Akın: O zaman kabul ettin sayıyorum.

Hazal: Nasıl diyeceğim gidip kahvaltıya tek gidemiyormuşsun, hadi ben de geleyim diye?

Akın: Böyle.

Hazal: Akın cidden senin yüzünden ben sürekli madara olmak zorunda mıyım?

Akın: Bu sefer seni kötü yola sürüklemiyorum, sadece Selman'a iyilik etmiş olacaksın.

Hazal: Zaten bundan sonra seninle asla iş yapmam.

Akın: Asıl ben seni istemem beceriksiz.

Hazal: Defol git be

Akın: Ben de ben deee hadi hoşça kaallll

🎭

Loading...
0%