@askilav
|
Evde hummalı bir hazırlık vardı. Bunu yapan bendim çünkü annem geliyordu. Rengin dersine gitmişti ve yalnız başıma tüm evi derleyip toplamış, sonra da silip süpürmüştüm. Bunu içtenlikle yapmıyordum elbette, annem görünce azarlamak için en azından daha az bahanesi olsun diye yapıyordum. Tam da önemli dersimin olduğu gün gelesi tutmuştu. Birazdan burada olacaktı, ben de o sırada annem evi kontrol etsin diye onu bir başına bırakarak okula gidecektim. Hem bir haftadır ertelediğim şu işi de halletmem lazımdı. Selman'a, kulüp kahvaltısına beraber gidelim teklifi meselesi. Yastıkları düzeltip yerlerine koyduktan sonra geriye çekilip belimi esnettim. Evin temiz ve düzenli görüntüsü benim de hoşuma gitmişti, yorgunluğa rağmen güzel görünüyordu. Annemin beş dakika önce attığı 'otobüse bindim' mesajından sonra başka bir şey gelmiş mi diye telefonumu kontrol ettikten sonra alelacele duşa girdim. Kendimi de temizledikten sonra her şey hazırdı. Benim hiç dokunmadığım kahvaltı bile uzun bir süredir masada duruyordu. Demlenen çayın altını kapatıp nemli saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Artık yavaştan çıkmam gerekiyordu, annem trafiğe takılmış olabilirdi, belki de daha geç gelecekti. Hemen ona haber veren bir mesaj attım. Yedek bir anahtarı da doğal gaz sayacının üstüne bırakmıştım, genelde böyle yapıyorduk. Siyah montumu üstüme geçirip yine yeşil atkımı boynuma doladım. Sonra saç diplerimin hala biraz nemli kaldığı ve havanın da epey soğuk olduğu aklıma gelince atkıyı başıma doğru örtmüştüm. Kapının önündeki botlarımı giyip evden ayrıldım. Annemi evde tek bırakmak cidden kötü olacaktı ama artık yapacak bir şey kalmamıştı. Okula varıp yine aralıksız iki saat sürecek dersime girip arkalarda boş kalan bir sıraya oturdum. Bugün tam da ders dinleyesim varken arkalara düşmek iyi olmamıştı. Üstümdeki yükleri sıranın üstüne bırakıp sırtımı iyice dikleştirdim. Aklıma bazen farklı düşünceler gelip dikkatimle, kedinin fareyle oynadığı gibi oynasa da iki saati verimli geçirmiştim. Hoca "Çıkabilirsiniz gençler," deyip dersi bitirdiğinde derin bir nefes verdim ve masadaki eşyalarımı toplayıp ayaklandım. Tıkanık kapının önünde birkaç saniye bekleyip en sonunda kendimi koridora atabilmiştim. Montumun cebinden telefonumu çıkarıp tek elimle Selman'a bir mesaj yazdım. O sırada Akın'dan gelen bir mesajın bildirimi de panele düşmüştü. Hazal: Neredesinn? Selman: Kampüsteyim Hazal: Güzel, yanına gelebilir miyim? Selman: Gel bakalım Selman: Amfinin arkasındayız Selman'la olan konuşmadan çıkıp Akın'ın sohbetine girdim. Akın: Ne yapıyorsun sordun mu Selman'a? Hazal: Şimdi yanına gidiyorum. Akın: Aaa, öyle mi? Akın: İyi iyi yüz yüze sormak daha güzel zaten. Hazal: Tamam hadi rahat bırak beni. Fakülteden ayrılıp amfi tiyatronun oraya yürümeye başladım. Bir yandan da etrafımı kontrol ediyordum. Bu yolda değil ama yine böyle bir günde Yiğit'e yakalanmıştım. Bilmiyorum, gözlerim şu an onu mu arıyordu acaba? Bulmasa iyi ederdi gerçi. Ufak yokuştan aşağı inip karşıdan ufak bir nokta gibi duran Selmanların yanına ilerlemeye başladım. Yanında Mert olduğunu tahmin ettiğim kişiyle dikilmiş sigara içiyorlardı. Elimi sallayıp gülümsedim. "Selam! İyi zehirlenmeler." Mert sigarasını öbür tarafına alıp dumanı üfledikten sonra başını eğdi ve selam verdi. "Hoş geldin Hazzal," dedi Akın'dan eğitim almış gibi. Elimi kaldırıp tekrar sallarken geriye dönüyormuş gibi yaptım, bir yandan da "Hadi madem hoşça kalın," diye mırıldanmıştım. Selman bu halime gülüp kolumdan tuttu ve yanlarına çekti. "Gel şuraya." Tüm eşyalarımı çantama sıkıştırıp montumun üstüne takmıştım ve büyük boy montum, neredeyse patlayacak hale gelmiş çantamla fazla şişkin haldeydim. Kollarımı önümde birleştirmek zor olsa da bunu yapıp ikisine de kısaca göz attım. "Ne yapıyorsunuz bakalım?" "Ders arası," diye kısaca cevap verdiler. Sanki fazladan kelime kullansalar onları ayıplayacakmışım gibi. "Bu kadar mı?" "Sigara." "Başka?" "Ne olsun? Genel." "Niye bu kadar az konuşmayı tercih ediyorsunuz? Tasarruf devrindeysek bana da söyleyin." Selman biten sigarasını hemen yan taraftaki çöp kutusunun üstüne attıktan sonra dumanı üflerken gülmüştü. "Derste sunum yaptık, ondan konuşasımız kalmadı." "Yaa geçmiş olsun." Şakayla karışık kolunu sıvazladım. "Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?" Ellerini ceplerine sokup ısınmak için yerinde hareket eden Mert "Sıcak bir kahve," diye sızlandı. Onun üstünde sadece yağmurluk tarzında ince bir şey vardı ve üşüyor olmalıydı. Bir de bu haliyle dışarı sigara içmeye çıkmıştı. Arka tarafı işaret edip "Kafeye geçelim, orada içeriz kahvemizi," dedim. Mert başını hızla sallayıp önden ilerlerken Selman da yanımda yürümeye başlamıştı. Biraz daha yanına yaklaşıp başımı ona doğru çevirdim. Dudaklarının arasından sızan buhar yavaş yavaş yukarı yükseliyordu. "Selman," diye mırıldandım. O da nefes almayı kesip bana döndü. "İşin gücün var mı bu aralar?" Aferin çünkü konuya en fazla bu kadar saçma bir giriş yapılabilirdi. "Yok, bir şey mi oldu?" "O kadar bunaldım ki," diye yakındım. "Ben dans kursundan da atıldım biliyor musun?" Kaşlarını kaldırıp hayretle bana baktı. "Ciddi misin? Nasıl atıldın?" "Kavga ettim hocayla," derken sanki sesim kendimle gurur duyuyormuşum gibi çıkmıştı. Gururlu hissetmiyordum elbette, istemsizce olmuştu. "O da gelme bir daha dedi." "Hazal sen dans etmeyi çok seversin, ne yapacaksın şimdi?" "Geri çağırdılar ama daha gitmedim, şu an biraz düşünüyorum. Artık daha az sinirli birisi olmam lazım Selman." Kolunu hafifçe bana çarpıp dikkatimi çekerken "Ne yapabiliriz ki?" diye mırıldandı. "Dünyanın sinirli kızlara da ihtiyacı var." "Senin kadar sakin olabilseydim dünya benim için de güzel bir yer olabilirdi." Akın'ın dediği gibi hadi o kahvaltıya beraber gidelim diyemezdim. Selman çekindiği şeyi yapıp beni çağırsın diye uğraşıyordum şu an. Gitgide daha yardımsever bir insan haline geliyordum, alt dudağımı dişleyip onun tepkilerini izledim. Sessizce gülüp boynunu omzuna doğru yatırdı. "İçimde kopan fırtınalardan habersizce bakıyorsun." "Bir dahaki cumartesi depresyona girmeyi planlıyorum, istersen sen de bana katıl." Anlık bir yutkunma belirdi boynunda. Yanlış bir şey söylediğimi sanarak kelimelerimi hızla gözden geçirdim. Flörtöz bir cümle de değildi ki yanlış anlasın. "Cumartesi mi?" diye sordu sanki aklına başka bir şey gelmiş gibi. "Yani," dedim aceleyle. Herhalde Akın dışında bir ortak noktamız olmadığı için beraber vakit geçirmediğimizden bu teklifime şaşırmış olmalıydı. "Rengin cumartesi yok, zaten Akın hiç olamaz biliyorsun. Benim de hiç moralim yok. Vakit geçirebiliriz diye dedim. Senin de içten içe keyfin yokmuş ya..." Masum halde kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Cumartesi günü Edebiyat kulübünün kahvaltısı vardı, istersen benimle gel. Zaten sabah erkenden olacak, sonrasına da keyfimize göre bakarız." Başımı aşağı yukarı salladım. Bunu sormaktan utanmış ya da beklediği şeyi bulmuş gibi davranmıyordu. Beynimde bir ışık, Akın'ın beni oyuna getirdiğini düşündürüyordu nedense. Bunun üzerine gitmek istedim. "Gerçekten sormaya çekindin mi?" diye mırıldandım düşünceli halde önümdeki yolu izlerken. "Neyi?" "Kahvaltıya yalnız gitmek istemediğinden bana sormaya niye çekindin?" dedim açıkça. Eğer bu gerçekse, belki Selman söylediğim şeye utanacaktı. Ancak az önce sanki beklediğini bulmuş gibi değil de önüne gelen bir seçeneği değerlendirirmiş gibi davranması bana yine Akın'ın bir şeyler çevirdiğini düşündürtmüştü. "Düşünmedim," dedi hızlıca. Kaşları da durumu garipsediği için çatılmıştı. İfadesini izleyip samimiyetini ölçmeye çalıştım, Selman yalan söylese büyük ihtimalle anlamazdım ama bu hali de hiç yalan söylüyor gibi değildi. "Akın bana böyle söyledi, gelip sana kahvaltıya beraber gitmeyi teklif etmemi istedi." Kollarımı önümde kavuşturup ağırca yürümeye devam ettim. Mert bizden daha öndeydi ve büyük ihtimalle ne konuştuğumuzu duymuyordu. "Bu yalandı değil mi? Lütfen yalan söyleme, Akın'la aranızda böyle bir şey geçmedi değil mi?" "Hazal..." diye mırıldandığını duydum. Selman da ne olduğunu anlamadığı için şaşırmıştı tabi. "Benim haberim yok bir şeyden." Son sözlerini dişlerinin arasından öfkeyle söylerken ben de öfkeyle dolduğumu hissettim. Akın cidden tüm herkesi parmağında oynatıyordu ve bunu ne için yaptığını bile bilmiyordum. "Kusura bakma," dedim suçun bende olmadığını bile bile. "Akın'ın bu kadar şerefsizce davranacağını önceden anlayabilseydim şimdi bu konuşmayı yapmıyor olurduk." "Seninle alakalı değil," dedikten sonra derin bir nefes verdi. "Ben de anlayamıyorum onu. Niye böyle bir yalan söyledi ki?" "Bilmiyorum... Öğrenmek istiyorum." Kafeden içeri gireceğimiz an Selman'ın telefonu çalmaya başladı. Onu cebinden çıkarıp "Efendim kardeşim?" diyerek aramayı cevapladı. Hemen sonra karşıdan ne duyduysa kaşları hızla çatılmıştı. "Ne? Ciddi misin?" diye mırıldandı hayretle. "...tamam, tamam, geliyoruz." Telefonu kulağından indirdiğinde Mert de "Ne oldu?" diye bize döndü. Gözlerimi merakla Selman'ın üzerinde gezdirdim. Telefonu tekrardan cebine koyup bakışlarını sıkıntıyla çevrede dolaştırdı. Sonra da bize döndü. "Akın'la Yiğit hukuk binasının arkasında kavga ediyorlarmış." - Önümden hızlı bir şekilde ilerliyordu. Onlara yetişmekte güçlük çekmiyordum, sadece kavganın olduğu yere gitmek istediğimi sanmıyordum. Akın ve Yiğit'in kavga etmesi çok saçmaydı, benim orada olmam daha da saçmaydı. Fakat ne yaptıklarını da deli gibi merak ediyordum. Onları karşı karşıya getirecek ne olmuş olabilirdi? Konunun Melis'ten başka bir şey olmadığı apaçıktı tabi, yine de bu kavga çıktıysa kesin Akın bir şey yapmış olmalıydı. Suçun onda olduğuna emindim. Hemen önümden ilerleyen Mert'in koluna dokundum bana bakmasını isteyerek. Bakışları bana dönerken "Gitmesek mi acaba?" diye sordum. Sesim biraz tereddütlü çıkmıştı. "Niye?" diye sordu. Selman da arada başını arkaya çevirip bize bakıyordu. "Belki Akın temiz bir dayak yerse aklı başına gelir, olmaz mı? Ayırmayalım bence." "Niye dayak yesin kızım? Ne yaptı sanki çocuk?" Mert'in şaşkınca konuşmasıyla, onun çok da bir şey bilmediğini anlamıştım. "Sessiz sedasız kendi içinde seviyor," dediğinde bu düşüncem daha da kesinleşti. Kesinlikle hiçbir şey bilmiyordu. Yoksa asla Akın'la ilgili bir mevzuyu sessiz sedasız diye nitelendirmezdi. Omzuna vurup "Haklısın," dedim. "Hadi o zaman koş ayır sen." Bir yandan da onu destekleyerek omzuna vurmaya devam ediyordum. Mert biraz daha hızlı yürümeye başladığında Selman da yavaşlayarak yanıma ulaşmıştı. Sadece kendi aramızda konuşabileceğimiz durumda olduğumuzdan başımı biraz ona yaklaştırdım. "Bu çocuğun kafasını koparacağım artık, niye hiç durulmuyor ya?" "Sen merak etme, Yiğit bir şey yapmadıysa bile ben evde onun ağzına edeceğim." "Lütfen," diye mırıldandım abartılı bir sesle. "Lütfen yap bunu. Çünkü gerçekten hepimizin ihtiyacı var. Hukuk binasına varmıştık. Ön kapıdan birkaç öğrenci ayrılırken onların geçmesini beklemek işkence gibiydi. Usul usul yürüyorlardı. En sonunda bize alan açtıklarında içeri girip arka kapıya doğru yürüdük. Boydan boya cam olan kapının ardında herhangi bir kalabalık ya da hareketlilik görünmüyordu. "Hastaneye mi gittiler acaba?" diye sordum merakla. Selman ve Mert şaşkınlıkla bana döndüklerinde aynı anda "Ne?" diye mırıldanmışlardı. "Ne ne? Döverek hastanelik etmişlerdir belki birbirlerini," dedim. Yoksa daha az önce gelen aramadan sonra ortalık nasıl bu kadar sakin olabilirdi ki? "Ya da belki onları ayırıp kavgayı durdurmuşlardır?" dedi Mert tek kaşını kaldırarak. Otomatik kapıdan geçerken Mert'in tavrına karşın gülerek göz devirdim. Tam o esnada başım yan tarafa dönük olduğu için, bana doğru gelen Yiğit'e çarpmak üzereydim fakat o beni tutmuş, hatta kolumdan çekerken "Bi' gelir misin?" diye sorarak yan tarafa çekiştirmişti. Cevap vermeme gerek duyduğunu sanmıyordum. Duvar dibine geldiğimizde Selman'ın "Ne oluyor oğlum?" diye seslendiğini işittim. Ne olduğunu ben de anlayamamıştım ki. Koluma sarılı olan Yiğit'in elini itip "Ne yapıyorsun?" dedim. Bir yandan da bakışlarımı yüzünde gezdiriyordum. Az önce kavga ettiklerini duymuştuk ve yüzünde bir yara bere olup olmadığını görmem lazımdı. Herhangi bir şey yoktu, kavganın tek belirtisi öfkeyle sıkılmış çenesiydi. "Akın'ın başka şeyler karıştırmadığını söyle bana." Yiğit'in sorgu dolu sözlerinden sonra dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Akın'ın bir şeyler yaparak çileden çıkardığı tek kişi biz değildik, o tüm dünyaya zarar bir insandı gerçekten. "Anlaşılmıyor mu?" diye sordum. "Kavga etmişsiniz işte." Yiğit de kaşlarını çatıp "Kavga etmedik," dedi. "Ufak bir tartışmaydı. Akın benim vurmak için kolumu kaldıracağım birisi değil." Fazla küçümseyici. Bu sefer gülüşümü gizlemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Artık Yiğit'in karşısında gülmekten korkuyordum, kütüphanedeki bakışına ne kadar içerlediysem hala etkisinden çıkamamıştım. Onun benden rahatsız olma ihtimali canımı çok sıkıyordu. "Emin misin?" dedim biraz ciddileşerek. "Bana ne yaşadığımı mı soruyorsun?" dedi o da benim gibi şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak. "Sana bunları ne düşündürüyor merak ediyorum sadece." Başımı birkaç öğrencinin dolaştığı fakültenin içinde gezdirip yorgunlukla Yiğit'e döndüm tekrardan. Ona sadece bir merhaba yazdığım andan bu yana sorunsuz bir günüm bile geçmemişti. Sürekli bir koşturmaca, sürekli bir tartışmanın içindeydim. Sonuca ulaşamıyorduk bir türlü, gerçi ben neyin kavgasının döndüğünü bile bilmiyordum. "Akın'la ilgili niye şüpheye düşünüyorsun? Ne yaptı yine?" Sorumun ardından birkaç saniye sessizce bekledi. Artık öfkeli bir ifadesi yoktu, yine dümdüz olmuştu. Onu okuyamayacağım kadar düz. Ne düşündüğünü çözmek isterken yanlışlıkla koyu gözlerine de uğramıştı bakışlarım. Sonra satırları tekrar ettim zihnimde: Nasıl istiyorum gözlerimizin buluşmasını, cehennemin sırlarından birine vâkıf olmak için. İçimden geçenlerin hemen ardından Yiğit'in bana cevap vermesini beklerken istemsizce gözlerim irileşti. Ben az önce ne düşündüm? Cidden ben az önce ne düşündüm? Bunu o da fark etmişti. Kendime dair şaşkınlığımı Yiğit de fark etmişti. Kendi söyleyeceği şeyi söyleyemeden "Ne oldu?" diye sorduğunu duydum. Elim bir an şaşkınlıktan dolayı dudaklarıma örtülecek gibi oldu ama kendimi son anda tuttum. "Hazal, iyi misin?" "İyiyim," dedim hızla. Duygularım karman çorman hale geldi demedim, bu haksızlık olacaktı. Benim acilen buradan uzaklaşmam gerekiyordu. Yiğit'in karşısında duramazdım. "Söyleyeceğin başka bir şey var mı?" O da durumu garipsediği için "Akın'ın ipini sıkı tut," dedi kaşları çatılırken. Sanırım benim bu halimi anlamlandırmaya çalışıyor ve Akın'ı düşündükçe de öfkeleniyordu. "Kaşı gözü ayrı oynuyor zaten..." "Beni onun bekçisi mi sanıyorsun?" Sırtını duvara yaslayıp kollarını önünde birleştirdi. Parmağımla kendimi işaret ettiğim şaşkın halime bakıyordu. "Ortağı değil misin?" "Sence?" dedim biraz yükselerek. "Sence öyle miyimdir?" "Hazal, neyi inkar ediyorsun?" "Bir şeyi inkar etmiyorum ama cidden benim için de can sıkıcı olmaya başladı bu!" Geriye dönüp dik bakışlarla bizi izleyen Selman'a baktım. Yanındaki Mert'i hiç umursamadan sadece buraya bakıyordu. Bir an bakışlarından dolayı rahatsız olduğumu hissettiğimden tekrar Yiğit'e döndüm. O da gözlerini Selman'la ikimizin üstünde gezdirip tekrar bana bakmıştı. "Lütfen onunla ilgili sorgulama artık beni." Dudaklarını içe doğru kıvırıp uzun uzun yüzümü izledi. Yalan söyleyip söylemediğimi ölçüyor olmalıydı ama sessizliğinden dolayı daha fazla gerilmiştim. Biraz nükseden kızgınlığımdan dolayı göğsüm de hızla inip kalkıyordu. Onun bu konuşmayışı beklemek istemediğim için arkamı dönmek istedim, tam o sırada bakır saçlı bir kız karşıma çıkmıştı. Kaşları çatık ve bir şeyleri sorgular halde bize doğru yürüyordu ama gözleri bende değildi, arkama bakıyordu. "Yiğit, ne oluyor?" diye mırıldandı onun yanına giderken. Arkamı dönüp ikisine baktım. Melis o muydu? Yiğit'in yanına geçip öylece durdu. Aralarında garip bir mesafe varken ikisinin de birbirlerine yaklaşmıyor oluşu garipti. Ne var ki Melis'ten de değişik bir kıskançlık kolaylıkla sezilebiliyordu. Bu konuda onu haksız bulamazdım. "Bir şey olmuyor," diye mırıldandı dik bakışlarını üstümden çekip Melis'e döndüğünde. "Neyin tartışmasıydı bu?" Bana bir cevap hakkı düşüyor muydu acaba? Çünkü ikisinin karşısında dikilmiş öylece bekliyordum. Bu merakıma rağmen susmaya devam ettim. Zaten Yiğit de benim yerime cevap vermişti. Melis'e değen bakışları da asla bana dönmüyordu, sanki orada değilmişim gibi. Neyi kanıtlamaya çalışıyordu ki? "Tartışmıyorduk," dedi sert bir şekilde. Onlara bakmayı kesip ellerimi cebime soktum ve Selmanların yanına ilerlemeye başladım. Bu rahatlık, Yiğit'in yaptığım aptallığı ona açıklamayacağına dair verdiği güvenden geliyordu. Ve ayrıca gözlerine bakınca artık farklı düşündüğüm birisinin sevgilisiyle karşısında dikilemezdim. Hele de hesap sormam gereken birisi varken kalbimde ufak bir sızıyla bunu yapmayacaktım. |
0% |