@askilav
|
Yiğit'in yanından ayrıldıktan sonra Selman ve Mert'in sorgulayan bakışlarını es geçip arka bahçeye geçtim. Nereye gittiğimi bilmiyor olsam da Akın'ın buralarda bir yerlerde olduğuna emindim. Etrafı inceleyip dolaşan insanları taradım. Onu bulduğumda, bir ağacın altındaki bankta oturuyordu. Yanında birkaç kişi vardı ve pek de hoş şeylerden konuşmadıkları surat ifadelerinden belliydi. Hızlı adımlarla yanlarına ilerleyip Akın'ı montundan kavradım. Selman ve Mert sanki annelerini takip eden yavru ördekler gibi peşimdelerdi. Onlara bakmadan "Kalk şuradan," dedim sert bir şekilde. Akın anın şokundaydı. İrkilerek bana dönmüştü. "Hazzal'ım," dedi yine sinir etmek gayesiyle. "Ne oldu?" "Akın, arkadaşlarının arasında seni rezil etmek istemiyorum, kalk şuradan çabuk," diye dişlerimin arasından mırıldandım. Hayatımı o yönetiyordu sanki. Bir şekilde dahil oluyordu ve bazen istemeden buna izin veren kişi ben oluyordum. Montundan biraz daha çekiştirdim. Kaşlarını çatıp başını onaylamaz bir şekilde salladıktan sonra bana bakan arkadaşlarına döndü. Belki de ne derdim olduğunu düşünüyorlardı. "Kusura bakmayın, ilgi istiyor galiba," dedi eliyle beni gösterip. Kollarımı önümde birleştirip sinirle geriye çekildim. Hemen arkamdaki Selman'a çarptığımdaysa beni kolumdan tutmuştu. "Düş önüme," dedim kampüsün çıkışına giden yolu işaret ederek. Sözümü dinlerken bana ters bir bakış atmış ve ilerlemeye başlamıştı. Mert ve Selman'a "Biz yalnız konuşacağız," dedikten sonra Akın'ın yanına geçtim. Kampüsün çıkışına giden yola yönelmiştik. Bir süre sessizce ilerlerken Akın sıklıkla bana dönüp durdu. Neden sinirlendiğimi, onu neden buraya çekiştirdiğimi merak ediyordu belli ki. Diğerlerinin yanından epey uzaklaştığımızı görünce Akın'ı kolundan tutup karşıma çektim. "Sen ne yaptığının farkında mısın?" "Bir şey yapmıyorum," dedi salağa yattığını gayet belli ederek. "Bak Akın, beni sakın aptal yerine koyma. Kurnaz olduğunu düşünüyorsun ama her şeyi açık ediyorsun. Ben bir şeyler karıştırdığının farkındayım ve sen şimdi her şeyi itiraf edeceksin!" "Neyi itiraf edeceğim ya?" diye çıkıştı birden. "Beni rahat bırakamaz mısın? Zaten aşk acısından dert babasına döndüm iyice! Bir de seninle mi uğraşayım?" İşaret parmağımı yüzüne karşı salladım. "Bağırma bana!" "Sen bağırıyorsun ya!" "Ben haklıyım çünkü!" "Kim karar veriyor buna?" "Ben! Ben karar veriyorum! Her şeyin mercisi benim! Uygun mudur sana?" Bıkkınlıkla gözlerini devirdi. Çocuk gibi her şeyi karıştırıyor ondan sonra da hiç kimse kendisine hesap sormasın istiyordu. Zaten yerin dibinden henüz çıkamamıştım, bir de olur olmadık duygularla boğuşurken daha fazla o dipte durmak istemiyordum. Akın'ın bir şey söylemediği esnada yaptıklarını sayarcasına parmaklarımı açtım. "Bana git Selman'a kahvaltı meselesini sor dedin, ağzını aradım onun da, bir şeyden haberi yokmuş." Bu sözlerimden sonra Akın'ın bakışları değişince "Bilmiyordu!" dedim Selman'ı korumak isteyerek. Bir de benim yüzümden onun tepesine binmemeliydi. "Ben ağzından laf aldım. Onun yanına giderken sana onun yanına gittiğimi de söylemiştim, tam bu esnada ne hikmetse sizin Yiğit'le kavga haberiniz çıktı ve biz buraya geldik. Geldim ve öğrendim ki siz aslında kavga falan etmemişsiniz! Yiğit de bana seninle ilgili hesap sordu, ne karıştırıyor dedi. Kaşının gözünün ayrı oynadığını söyledi çünkü hala bir şeyler yaptığından şüphe ediyor. Bir de gelip bana soruyor hesabını, sanki senin velinim! Bir tanecik hatadan dolayı senin yaptığın her şeyden mesul tutuluyorum şu an! Tüm bunlar ne demek oluyor Akın?" Derin bir nefes aldım. Mantıklı düşününce bunların hepsinin ardında onun olduğu belli oluyordu. Yiğit şüphe etmekte haklıydı, ben olsam ben de bir şey arardım. Akın ise yorgunca bakıyordu. Beni dinlemekten mi yorulmuştu yoksa suçlanmaktan mı bilmiyordum. Susuyordu. "Cevap vermeyecek misin?" dedim sabırsızlıkla. "Sen kafanda beni suçlamışsın zaten," diye durgun bir sesle mırıldandı. Bu tavrın ona ait olmadığını bilecek kadar tanıyordum Akın'ı. Yüzüm bıkkınlıkla buruşurken ellerimi hafifçe iki yana açtım. "Ay bu numaralarını yiyemem, mağdura yatmana izin vermeyeceğim." O da yalan halinden sıyrılıp ellerini ceplerine soktu hemen. Duruşu çok çabuk değişmişti, artık benim gibi meydan okurcasına bakıyordu. "Ben istediğimi alana kadar bu numaraları yiyeceksin Hazzal." "İstediğin tam olarak ne onu bilsek sana yardımcı olacağız da sen üç yaşındaki bebekten farksız davrandığın için yaptığın hiçbir şeye bir anlam yükleyemiyoruz maalesef." "Bıdı bıdı bıdı... Ne çok konuşuyorsun ya? Az sussan olmuyor mu?" "Beni bu kadar çok konuşmak zorunda bırakma sen de Akın. Cidden artık yoruldum, hayatımda hiç tanımadığım birisi, yani Yiğit tarafından sürekli hesaba tutulmak cidden can sıkıcı. Kaldı ki ben Melis'i de tanımıyorum, görsem bilmem. Tüm bu olanlarla tek ortak noktam senin kuzenim olman." "O mesajları yazarken sıkıntı yoktu ama?" "Çoğunu beraber yazdık geri zekalı! En son hepsini bana yıktın, sonra da bitti zaten!" "Ne fark eder, sen de her türlü suçlusun." Umursamazca bunu söyledikten sonra kaşlarını çatmıştı merakla. "Ayrıca sen Yiğit'le mi görüşüyorsun?" "Soruyor musun cidden? Ne planladın bilmiyorum ama buraya onunla karşı karşıya geleyim diye çağırmadın mı?" Başka nasıl bir açıklaması olabilirdi ki bunun? Selman'ın yanında olup olmadığımdan emin olduktan sonra kavga bahanesiyle beni buraya çekmişti. "Sen amma hayalperestsin, nereden çıkarıyorsun bunları?" "Bana oyun yapma, ben diğerlerine benzemem. Mahvederim seni." "Ne yapabilirsin ki?" Dudaklarımı hırsla dişlerken alaylı suratına bir yumruk atmak istedim ama Akın bunu kolaylıkla savuştururdu. Bu yüzden küçükken hep yaptığım şeyi yapıp bacağının alt kısmına sert bir tekme geçirdim. Böyle yaptığımda bacağı hep acır ve üstüne morarırdı. Akın da ani gelen bu darbeye karşın "Ananı..." diyerek bacağına eğildi. Ellerimi montumun cebine sokup birkaç adım geri çekildim. Canı fazla acımış gibi durmasa da en azından huzuru kaçmıştı ya o bana yeterdi. "Hatırlattığın iyi oldu," dedim alayla gülerek. "Annem bugün ziyarete geldi, gitmeden gör sen de. Ayıp olur sonra." "Senin o saçlarını yoluk yoluk etmezsem..." Kaşları çatık, öfkeyle bakıyordu bana. Dudaklarımı içe doğru kıvırıp gülmemi bastırdıktan sonra elimi hoşça kal mahiyetinde salladım. Sonra da oradan ayrıldım. - Akın'ın yanından ayrıldıktan sonra dışarıdaki birkaç kişimi daha hallettikten sonra annemi daha fazla bekletmemek için eve geçtim. Rengin benden daha önce geldiği için bir süre annemin ahiret sorgusuna maruz kalmıştı ve onun için biraz kötü hissetmiştim açıkçası. Annem bazen gerçekten de sorularıyla ve konuşmalarıyla insanı bunaltabiliyordu. O akşam Rengin, başka bir arkadaşı davet ettiği için hem de annemle bizi yalnız bırakmak için evden ayrıldı. Kalmasını isterdim aslında ama bizim daha rahat etmemizi isteyerek gitmişti. Annemin ne zaman gideceği belli olmadığı için iki gün kalıp dönecekti. Dönem arası ders çalışacağım bahanesiyle eve gitmediğim için ailemle neredeyse yedi sekiz aydır görüşmüyordum. Bu yüzden annem beni epey özlemişti, tabi onun kadar olmasa da ben de özlemiştim ama bu biraz kısa sürdü çünkü gelir gelmez eve burun kıvırarak inceleyip her şeyi eleştirmeye başlamıştı. Yalnız kaldığımız o bir günün nasıl geçtiğini anlatabilmem mümkün değildi. Eğer tek bir kelime şansım olsaydı, bunu işkenceden yana kullanırdım. Oturduğum yere kadar lafı vardı ve bu bunalmama sebep oluyordu. Normalde devamsızlık sınırı olmadığından hiç gitmediğim dersime sabahın köründe uyanıp gitme sebebim de buydu işte. Perdeyi çekip dışarıya göz attım. Hava güneşli görünüyordu, diğer günlere nazaran daha güzeldi. Dışarı çıktığımda soğuk olacağını biliyordum ama yine de canım etek giymek istemişti. Bu yüzden dolaptan kalın bir çorap çıkarıp hemen kıyafetlerimi ayarladım. Annem hemen yan tarafımda, Rengin'in yatağında uyuduğu için sessizce hareket ediyordum. Banyoda elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra yine usulca kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Sonra da dolabın aynasının karşısına geçip kendimi kontrol ettim. Dizlerimin biraz üstünde olan etek uzun boyuma da yakışmıştı. Kısa saçlarımı geriye ittirdikten sonra biraz şekil vermeye çalıştım ama hiç söz dinlemiyorlardı. Ben de oldukları gibi bırakıp sadece ön kısımlarını gevşekçe arkadan tutturmakla yetindim. Bu en iyi haliydi. Annem hala uyuyordu. Beni göremeyince derse gittiğimi anlardı zaten, çantamı da alıp evden ayrıldıktan sonra temiz havayı içime çektim. Kış sabahlarını seviyordum. Sabahki dersime girdikten sonra hazır dışarı çıkmışken kursa da uğrayayım demiş ve şansıma Yeliz hocanın olmadığı bir güne denk gelmiştim. Yeliz yerine onun kocası olan Ahmet hoca vardı ve birkaç gündür nerede olduğumu sormuştu. Karısıyla kavga ettiğimi bilmeme ihtimaline karşın sadece uğrayamadım demekle geçiştirdim onu. Sadece konuşmak için geldiğimden yanımda rahat kıyafet yoktu, dolabımda da bir şey bırakmadığımdan dans edenlere katılamamıştım. Haliyle Ahmet hoca da böyle kupkuru gelişimi yadırgamıştı. Fakat tam benim çıkacağım esnada Rengin'le denk geldik. O da yeni yeni geliyordu. Beni görünce de sevinmişti. Hatta yanında getirdiği yedek kıyafetini de benimle paylaşmıştı. Birkaç saat dans provası yaptıktan sonra Rengin yine arkadaşının yanına gitmek için başka otobüse bindi, ben annemin yanına dönmek için başka otobüse... Ders ve kurs arasında kendi kendime takılıp vakit geçirmiştim ve saat geç olmasa da hava kararmaya başlamıştı. Anneme ayıp olmasını istemediğim için eve girmek istemesem de yolu tutmuştum. Zili çalmaya tenezzül etmeden anahtarı kapıya geçirip içeri girdim. Hemen karşımdaki koltukta oturan annem sırtı bana dönük halde televizyon izliyor ve kendi kendine gülüyordu. Benim geldiğimi duyunca arkasına dönüp "Hoş geldin Hazal," diye seslendi. "Hoş buldum anne, ne yapıyorsun?" derken botlarımı çıkarıp içeri geçtim. "Televizyona bakıyordum." Ekranda takip etmeyi sevdiği dizilerden birisi vardı. Benim gelişimin ardından tekrar oraya dönmedi ve gözlerini yavaş yavaş üstümde gezdirdi. "Böyle mi çıktın dışarı?" diye sordu hemen ardından. Garipsemiş gibi duruyordu. Uzun zamandır onların hayatıma karışma imkanları olmadığını bildiğimden rahattım, bunu soracağını bile unutmuştum. "Evet," dedim normal bir şeyden bahseder gibi. "Hava çok soğuk ya eteğin fazla kısa değil mi?" "Değil," dedim mırın kırın. "Sen bizden uzaktasın diye böyle kafana esen her şeyi yapıyor musun Hazal? Baban görse ne der?" "Kafana esen dediğin altı üstü bir etek anne." Fazla huysuz çıkmıştı sesim. Takıldığı şeyler beni yoruyordu. Kimse hayatına karışılmasından hoşlanmazdı, ben daha da hoşlanmazdım ve buna karşın fazla eleştiren bir anneye sahip olmak zordu. Hele de gerisinde onu tamamlamak için başka aile üyeleri hazırda bekliyorsa... Öğütmenler bazen fazla yorucu olabiliyorlardı. "Allah Allah, öyle mi? Ben hiç göremiyorum ama o eteği... Yok gibi çünkü." "Anne küçük bir çocuk değilim, ne giyeceğime kendim karar verebil-..." "Veremezsin kızım, öyle ayrı evlere çıktın diye her istediğini yapamazsın. Giyimine kuşamına biraz dikkat et." Sıkıntıyla oflayıp gözlerimi sıkıca kapattım. Cidden... Cidden anneme bağırmak istemiyordum, üstelik geldiğinin ikinci günü ama çok çabuk sinirleniyordum. "Kötü bir şey yapmışım gibi konuşma benimle." "Sen hala bizim kızımızsın, bu şekilde güvenimizi boşa mı çıkarmak istiyorsun? Biz yokuz diye daha neler neler yapıyorsun yoksa?" Çantamı sert bir şekilde yere fırlattım. "Beni neyle itham ediyorsun?" dedim bağırarak. O esnada annemin suratını görmek bile öfkemi feci halde körüklüyordu. Bakışlarımı başka yerlere çevirip kendimi durdurmaya çalıştım ama hızla nefes alıp veriyordum. "Bağırma bana... Annen olarak uyardım seni. Sen bizden uzaklaştın diye farklı bir şey olacak sandın herhalde." Eliyle kendisini işaret edip az önce söylediğini tekrar etti. "Bizim kızımızsın bizim! Evde ne geçerliyse burada da o geçerli!" Daha fazla bir şey söylemek istemediğim için çantamı hırsla yerden kapıp banyoya doğru ilerledim. Eve gelince yemeğimi yiyip duş alma hayali kururken annemin kıyafetime kurulacağını düşünmezdim. Düşünmezdim değil aslında, unutmuştum. Aklıma birden ablamı bizden uzaklaştığı için suçlayışım geldi. Uzaklaşan tek kişi o değildi, ben de aynı şekilde evden, ailemden kaçıyordum. Haklıydı. Hatta belki ben de anneme benziyordum. Sözleriyle insanları kızdıran, ne konuşacağını bilmeyen, katlanılmaz birisiydim. Kıyafetlerimi çıkarıp kirli sepetine attıktan sonra bir şeylere vura kıra kabine girdim. Rahatlamak istemiştim ama sıcak sudan dolayı bayılarak çıktım dışarı. Yorgunca bornozumu giyerken annemin az önceki gülüşleri tekrar duyulmaya başlamıştı. Televizyon izlemeye devam ediyor olmalıydı. Benim keyfimi kaçırdıktan sonra hem de. Bir an işittiğim gülüşten rahatsız olduğumu fark ettim. Suratım düştü. Onu görmediğim onca aydan sonra güzel şeyler yerine kötü duyguları hissetmem haksızlıktı. Odamın kapısını sertçe değil, gözlerime dolan yaşlardan dolayı usulca örttüm. Kütüphanede karşılaştığımız gün Yiğit de tam olarak böyle rahatsız olmuştu benden. Gülüşüm onun için katlanılmayacak gibiydi, tıpkı benim şu an anneme karşı hissettiğim gibi. Ablam gerçekten haklıydı. Ben anneme benziyordum. Her halimle. Bornozu çıkarıp üstümü giyerken sessiz sessiz ağlamaya devam ettim. Hırçın halimden eser kalmamıştı. Artık sadece üzgündüm. Duvarlar da inat gibi üstüme geliyorlardı. Bunaldığımı hissediyordum. Eşofmanıma kısa bir bakış atıp dolaptan mont aldım. Saçlarımın ıslak olması bile umurumda değildi, sadece evden uzaklaşıp biraz ağlamak istiyordum. Annemin televizyon izleyerek keyifle gülmesi canımı sıkıyordu. Odadan çıkıp dış kapıya doğru ilerledim. Bu esnada koltukta oturan anneme dönüp bakmamıştım bile, ama onun göz ucuyla beni izlediğini fark etmiştim. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu mesafeli sesiyle. "Kafam nereye eserse oraya," dedim. Ağlayıp rahatlayacak bir yer bulsam yeterliydi. "Bu saatte gidemezsin!" diye bağırdı kapıya doğru. Ona hiç cevap vermeden ayakkabılarımı yere koyup giymeye başladım. Bu esnada kapıyı da açmıştım. Arkamdan duyulan adım sesleri annemin yanıma geldiğini işaret ediyordu. "Sana gidemezsin dedim Hazal," dedi sert bir şekilde. "Anne, cidden keyfim yok, üstüme gelme." "Allah Allah, öyle her keyfin olmadığında evi terk edemezsin hanımefendi! Saatin kaç olduğunun farkında mısın?" "Değilim." "Belli." Derin bir nefes verdiğini işittim. Belki de beni vazgeçirebileceğini düşünüyordu. "Çıkmayacaksın dışarı." "Hadi hoşça kal," derken kapıyı kendime doğru çektim kapatmak üzere. Annem elini araya koyup buna izin vermedi. "Babanı mı arayayım yani?" diye sordu telaşlı halde. "Durup dururken ailemizin huzurunu kaçırmak istiyorsan ara," dedim. Annem bundan korkardı. Kendi kızar eder ama babamın bağırmasını istemezdi çünkü o da bunun bir felaket olacağını biliyordu. Ben de öfke konusunda babama çekmiştim, ailemiz az çok birbirine benziyordu. Annem ne diyeceğini bilemeyerek "Hazal..." diye mırıldandı sadece. Yakınıyordu. Bu halde olmamdan, belki karakterimden. En büyük sancıyı benim çektiğimi bilmiyordu ama, kendimle yüzleştiğimi ve bundan hoşnut olmadığımı... Apartmandan ayrılıp durağa ilerledim. Sahile gidecektim. Soğukta hasta olana dek bekleyecektim hatta. Başkaları yanımdayken beceremediğim için yalnız kaldığımda susmayı deneyecektim. Yarım saatlik yolculuktan sonra sahile doğru yürüdüm. Deniz kenarında banklar boştu, soğuktan dolayı çok az insan vardı. Birkaç kişi sadece yürüyerek dolaşıyordu. Boş yerlerden birisine oturup kulaklıklarımı taktım ve tam bir saat boyunca sessiz sessiz ağlayarak şarkı dinledim. Issızlıktan dolayı kimse ağladığıma şahit olmuyordu, bir de gecenin beni örtmesine seviniyordum. Artık kış sabahlarını sevdiğim gibi kış gecelerini de sevdiğimi fark ettim. Bana mahremiyet sağlıyordu. Elimin tersiyle elmacık kemiğimde bekleyen gözyaşını silip dalgalanan denizi izledim. Sadece ay ışığı yansıyordu üstüne, bu da maviliğin görünmesine yetmiyordu. Kapkara bir çarşaftı şu an. Bulanık gözlerim dalana kadar o kara çarşafı seyrettim. Böyle yapınca düşünceler daha çok sarıyordu zihnimi, beni daha çok ağlatıyordu. Buna inanmak istemiyordum. Onlardan uzağa kaçtığım ailemin, uzaktaki bir parçası haline geldiğimi nasıl kabul edebilirdim ki? Onlara benziyor, en çok korktuğum şeye dönüşüyordum. Yiğit... Yiğit benden rahatsız olmakta haklıydı. Ama istemiyordum, haklı olmasını istemiyordum. O içime kuşkular salan bakışı yaşamasına sebebiyet veren kişi ben olmamalıydım. Dudaklarımı ısırırken burnumu çektim. Her yerim buz kesmişti, özellikle de açıkta bekleyen ıslak saçlarım başıma kuvvetli bir ağrı saplıyordu. Elimi kaldırıp alnımı sıvazlayacağım esnada telefonum bir bildirimle titredi. Yavaşa ekranı açıp baktım, Instagram'dan gelen bir mesajdı. Ne yazdığını göremiyordum ama hemen kenarda yazan kullanıcı adı görünüyordu. Yiğit'ti bu, bana mesaj atan oydu. Yiğit: Şimdi seni çağırsam yanıma gelir miydin? 🎭 |
0% |