Yeni Üyelik
26.
Bölüm
@askilav

Mesajı okurken kaşlarım çatılmıştı. Bir süre algılamak isteyerek arkandayım kelimesini defalarca okudum, sonra aslında arkamı dönüp kontrol etmem gerektiği aklıma gelince hızla başımı çevirmiştim.

Gerçekten de buradaydı. Elindeki telefonu montunun cebine sıkıştırırken bana doğru yürüyordu. Bir refleks gibi elimi saçıma atıp hemen kulağımın arkasına ittirdim. Neden burada olduğunu, neden yanıma geldiğini o kadar çok merak ediyordum ki. Beni görünce buradan uzaklaşması gerekiyordu, o ise bunu yapmak yerine yanıma gelmeyi tercih etmişti.

Yanımda dikildiğinde eliyle yüzümü işaret etti, bir an neyden bahsettiğini anlayamadım. Sonradan Yiğit'i duymak yerine hala kulaklık taktığımı fark edince hemen kabloları aşağı çekmiştim. Onu duyabileceğimi anlayınca "Oturabilir miyim?" diye sordu. Bankın bir ucunda olduğum için diğer kısmı tamamen boştu. Başımı aşağı yukarı sallayıp "Tabi," diye mırıldandım. O da diğer bir ucuna, aramızda mesafe kalacak şekilde oturdu.

"Ne yapıyorsun bu saatte burada?"

Kucağımdaki telefonu kulaklıkla beraber aradaki boş kısma koyup biraz düşündüm. Artık ona karşı konuşurken daha fazla düşünmem gerektiğini biliyordum. Söyleyeceğim her bir söz sonradan kendi hislerimi etkileyecekti. Yavaşça omuz silktim. "Hiç... Öylesine."

"Saçların niye ıslak?"

Elimi kaldırıp saçlarımın uçlarına değdirdim. İlk hali gibi ıslak değillerdi ama nemli oldukları belli oluyordu. "Çünkü ıslaklar," dedim ne cevap vereceğimi bilemeyerek.

Anladığını belirtircesine başını yavaş yavaş aşağı yukarı salladı ama bakışlarını uzun bir süre saçlarımdan çekememişti. Ben de onun sessizliğine bakıyordum. Birkaç saniye sonra gözleri gözlerime kaydı, onu izlediğimi fark edince önüne dönüp oturduğu yerde hafifçe eğilmişti. Dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini birbirine bağladı. Yere bakıyor, bazen başını kaldırıp denizi seyrediyor ama bir şeyler söylemiyordu. Kısaca nefeslenmenin ardından biraz korkarak "Sen niye buradasın?" dedim.

"Seninle aynı nedenden."

"Benim derdimi nereden biliyorsun ki?"

"Derdin olduğunu kabul ediyorsun yani?"

"Evet."

"İşte ben de dertten sıkıntıdan buradayım, illa ortak paydada birleşmelerine gerek yok."

Kendime engel olamayarak gülmek istedim fakat sonra bunu hiç yapmamam gerektiği geldi aklıma. Yiğit her an eğildiği yerden bana dönüp rahatsız olmuşçasına bakabilirdi. Onunlayken gülmemem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Yere koyduğum bacaklarımı bankın ucunda toplayıp kollarımı üstüme sardım. Dik duramayan başımı da dizlerime yaslayıp Yiğit gibi denizi izlemeye başladım. Susmak çok zordu, konuşmak istiyordum. "Derdin ne peki?" diye sordum merak içinde. Ona bir çare olamazdım, zaten Yiğit de bunu istemezdi herhalde.

"Sanırım kendimi kandırmak," dedi usulca. Kalın ve gür sesinde can bulan kelimeler bir araya gelince masum bir görüntü oluşturuyordu. Onun görmeyeceğini bilerek gizlendiğim yerde çaresizce gülümsemiştim.

"Sen yapmazsın öyle bir şey," diye mırıldandım, sözlerimde hiçbir ima yoktu.

"Bana olan inancın gözlerimi yaşarttı."

"Tersini düşünemiyorum çünkü." Montumun koluna düşmüş tek bir saç teli rüzgarın altında kıvrandıktan sonra yere düşerek benden uzaklaştı. Gözlerimi ondan çekip Yiğit'e döndüm. Hala sessizce denizi izliyordu. "Nasıl kandırdın kendini?"

"Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz Hazal," derken ismimi söyleyişine karşın korkarak yutkundum. Kalbimin ritmi yine değişmeye başlamıştı. Yiğit bir süre sessizce bekledikten sonra "...dışarıdan nasıl görünüyorum?" diye sordu.

"Asla cevap vermem."

"Niye?" Kirli sakallarının arasındaki dudaklarını gözlerimi oradan alamayacağım kadar yavaşça kıvırdı. Daha çok gülmesi gerekiyordu, bunu onun karşısında ben yapamıyordum ama o yapmalıydı. "Benden çok mu etkileniyorsun yoksa?"

Yaptığı şakaya da gülemedim, beni alaya alışı belki onun için komik olabilirdi. "Yanıma sen geldin," dedim huysuzca.

"Haklısın," diye kısık sesiyle mırıldandı. "...uzakta kalmalıydım."

Benden. Benden uzakta kalmalıydı ama yaşadığı sıkıntı ona nasıl hissettiriyorsa, şimdi yanımdaydı. "İşte yaşamak zor," dedim kararlarına karşın. İnsan hayatını kendisinin yaşadığını sanırken yanılıyordu, bizde, bizi kendimize kırdıran daha farklı bir güç vardı.

Benim konuyu çeviren sözlerime karşın "Kolay olsaydı herkes başarırdı," diye cevap verdi olduğu yerden.

"Herkes başarsın." Dudaklarım arasından çıkan buharın gitmesini izledim. "Ben buna itiraz etmezdim."

"Herkesin istediğini elde etme yolu bir değil," derken başını bana çevirdiğini fark etmiştim. Duruşumu hiç değiştirmeden gözbebeklerimi ona kaydırdım ben de. Artık uzaktan birbirimize bakıyorduk. Sözlerine "Bir başkası başarmak için senin kaybetmeni isteyebilir," diye devam etti. "O zaman zorlu bir yarışta olduğunu anlayacaksın."

"Nasıl kazanacağım peki?" diye sordum. Doğru bildiğim her şey alt üst olmuş gibi hissediyordum ve hatta bu yarışta saf dışı kaldığımı.

"En geride durarak."

"Nasıl yani?"

Eğildiği yerden kalkıp benim gibi sırtını banka yasladı. Ben de onu daha rahat görebilmek için başımı yan tarafa çevirdim.

"İnsanlar kim kazanacak diye en öne bakarken senin en arkada olduğunu unutacaklar ve seni hiç görmeyecekler. Ancak gözlerden uzak olduğunda kazanabiliyorsun çünkü."

"Ya benimle dalga geçmek için en arkaya bakıyorlarsa?" diye sordum. Şaka amaçlı sormamıştım, birden dudaklarım arasından fırlayıvermişti sözler. Yiğit bu soruma alnını sıvazlayarak gülerken ben de dudaklarımı örtüp sessizce güldüm. "Çok özür dilerim... Birden aklıma geldi."

"O zaman oradan kaçman gerekebilir," dedi.

"Sen öyle mi yapıyorsun?"

Sorumun hemen ardından gülüşü yavaşlayarak durdu ve geride, bana uzak gelen bir ifade kaldı. Çaresizce alt dudağımı dişledim. Bu susma ve her düşündüğünü söylememe kararı beni zorluyordu. Büyük ihtimalle ona düşünmek istemediği şeyleri hatırlatmıştım ve bu da kendime dair suçluluk hissini körüklüyordu.

"Şimdiye dek hayır," diye mırıldandı. "En arkada oluşumu umursayan olmamıştı."

Kalbim teklerken başımı yasladığım yerden kaldırıp sanki geriye doğru kaçmak ister gibi banka yaslandım. Üstümdeki mont fazla gelmeye başlamıştı, bu soğuk havada yoğun bir sıcakla boğuştuğumu hissettim. Yiğit'in her an düşüşümü görmek ister gibi bakışı, bana yapmamı söylediği şeyi yapmam gerekiyor gibi düşündürüyordu. Buradan kaçmak.

"Niye en arkaya... Bana baktın?"

Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Bu ne demekti şimdi? "B-bakmadım," dedim aceleyle. "Özür dilerim, hayatını bozguna uğratmak istememiştim."

Tekrar ağlayabilirdim. Onun gözünde çok farklı bir yerdeydim. Ben saçma bir oyundan sonra hislerimin değişmesiyle baş edemezken Yiğit benden rahatsız oluyordu ve hatta onun hayatını dağıtan kişinin ben olduğunu düşünüyordu. Kaşlarım hüzünle eğildi, ne söyleyeceğini merak ederek ona baktım. Benimle beraber Yiğit de "Endişelenme," diye mırıldandı. "Hayatımı bozguna uğratan sen değilsin."

Bu beni rahatlatmaya yetmemişti. Bacaklarımı aşağı doğru bırakıp ellerimi eşofmanıma sürterken hala gergindim. "Ben bazen seni anlayamıyorum," dedim açık yüreklikle.

"Zaten çok da gerek yok."

Boynumu ona çevirip çatılı kaşlarımın ardından baktım. "Ciddi misin?" Buna biraz kızmıştım açıkçası. Üstü kapalı konuşmalardan hiç hoşlanmazdım ve Yiğit bunu sıklıkla yapıyordu.

"Bilmen gereken bir şey olursa ben söylerim," diye mırıldanırken dudaklarını alaylı bir gülüş sarmıştı. Önünde birleştirdiği parmaklarını hareket ettirip o hareketleri takip ederken ben kızgın halde ona bakmaya devam ettim. Belki de zamanında rol gereği olsa da benim ona yaptığım gibi, beni kızdırmaktan hoşnutluk duyuyordu. Yoksa beni çözmüş müydü? Zaten öyle karmakarışık birisi değildim, onun gibi çok fazla gizlim saklım yoktu.

"Gizemli adam havaları için biraz geç kaldın," dedim ben de onun alaylı gülüşüne karşın. Her düşündüğünü söylememe kuralını çok çabuk ihlal etmiştim ama alay konusu olmaya da gelemiyordum. "Yıl olmuş iki bin yirmi iki."

"Gizemli takıldığımı mı düşünüyorsun?" derken gülüşü şaşkın bir tona bürünmüştü. Gözlerini uzun zaman sonra parmaklarından çekip bana döndürdü ve kaşlarını havaya kaldırdı.

Gizemli takıldığını düşünmüyordum, ben onun sadece bana görünen gizemini çözmek istiyordum. Bunu yapmamam gerekse bile, çekiliyordum işte. "Düşünmeyeyim mi?" dedim omuz silkip.

Başını net bir şekilde iki yana salladı. "Düşünme."

Kabullenerek "Peki, nasıl istersen," dedim. Uzatmayacaktım.

Bir süre yine sessizce oturduk. Dudaklarımız arasından sızan buhar yan yana, karanlık geceye doğru yükseliyordu. Duyulan tek şey bazen ağlayan bir bebeğin sesi, bazen hararetle konuşan iki insanın kelimeleriydi. Gürültüye ait değildik.

Dakikalar sonra Yiğit bu suskunluğumuza gölge düşürdü: "Hasta olacaksın." Sesi fazla merhametliydi ve hep durgun bakan gözleri saçlarımda geziniyordu. Ona buraya zaten hasta olmak için geldiğimi söylemedim, deli durumuna düşmek istemiyordum.

"Sorun değil, geçer."

Başını onaylamazcasına iki yana salladı. "Bu kadar başına buyruk olma."

Ayakkabılarımı çocukça yere sürtüyor ve bir tırnağımla bankın boyasını soyuyordum. Yüreğimin çevresini saran his artık huzursuz etmeye başlamıştı. Hem onun bir sevgilisi vardı. Bunu kendime yapamazdım, o da yapmamalıydı. Yanımda oturmamalıydı.

Ona bir cevap vermeden telefonumu ve kulaklığımı aramızdan çekip aldım, sonra da ayaklanmıştım. "Gidiyorum," dedim gayet açık bir şekilde. Gözlerimi deniz kıyısında ve etrafta dolaşan tek tük insanda gezdirirken Yiğit'ten kaçtığım belliydi. Ama yine de en sonunda ona döndüm. "Yani artık gitmem lazım," diyerek sözlerimi düzelttim. "Sana iyi geceler. Daha burada mısın?"

"Seninle durağa kadar yürüyebilirim," derken o da ayağa kalkıyordu. Bir elimi kaldırıp ona durması için işaret verdim. "Hayır, gelme."

Şaşkınlıkla "Neden?" diye sordu.

"Kendim geldim, kendim giderim. Ne yapacaksın benimle durağa yürüyüp?"

Başım deli gibi ağrımaya başlamıştı. Yanımda yürümesini istemiyordum, zaten ondan kaçmaya çalışırken çabalarımı sekteye uğratamazdı. Resmen onun üstlenmesi gereken görevi ben üstlenmiştim...

Ellerini montunun cebine sokup karşıma geçerken ifadesi yine her zamanki gibi düz bir hale büründü. "Tek başına gidersen içim rahat etmez."

"Benim de sen gelirsen etmez, hem benim evim ters yönde."

"Benimki de seninle aynı yöndeyse?"

"Sen dolanarak git o zaman."

"Kendimi niye yorayım?"

Israrına karşın sabırsızca ofladım. "Bir seferliğine böyle olamaz mı? Eğer kibarlık için geleceksen gerçekten gelmeni istemiyorum, hoşlanmam böyle şeylerden."

"Ben kibar birisi değilim," derken omuz silkip çoktan yürümeye başlamıştı. Saçlarımı geriye doğru yatırıp başımı sıvazladım. Deli gibi gülmek geliyordu içimden. Bir yandan da buna engel oluyordum.

Peşinden ilerleyip yanına varmadan durdum. Biraz arkasındaydım ve uzun boyunu tamamlayan geniş omuzları, karanlığa rağmen gözüme çarpan kısa saçlarındaki kıvrımları görebiliyordum. Tam o esnada arkasını dönüp beni kontrol ettiğinde bakışlarımız kesişmişti. "Doğru yol benim gittiğim yol mu?" diye sordu kaşlarıyla ön tarafı işaret edip. Onu sessizce takip etmemle dalga geçiyordu.

"Hemen şuradaki duraktan bineceğim," dedim parmağımla işaret edip. Çok az kalmıştı.

Bir iki kişinin daha beklediği yere geldiğimizde omzumu hemen yanımda direğe yasladım. Yiğit de sessizce yanıma geçmişti. "Motorunu getirmedin mi?" diye mırıldandım uyku bastırırken.

"Bu kafayla motora binseydim şimdi hastanede olurdum," dedi. Sonra da gözlerini tekrar ıslak saçlarıma çevirmişti. "...senin gibi sorumsuz birisi olmadığımdan."

"Saçlarımın mevzusu daha ne kadar dönecek? Haber ver de ona göre savunma hazırlayayım kendime Avukat Bey."

"Merak etme, sen çoktan kazandın."

Mahzun halde başımı yola çevirip geçen arabaları seyrettim. İçimdeki dalgalı deniz durulmuş ama beni kıyıya vurmuştu, sanki uçsuz bucaksız bir okyanusun ortasında hiç ölmeden tek başıma yüzüyor gibi hissediyordum. Bu anlamsız yan yana olma durumu canımı sıkıyordu, aklıma geçen gün onu Melis'le gördüğüm an düşüyordu. Kendime kızıyordum, sahil kenarından en başında ayrılmadığım için, kalbim biraz daha hızlansın diye kendime izin verdiğim için...

Birkaç dakika sonra olduğumuz durağa bineceğim otobüs yavaşça yaklaşmıştı. Onu son anda fark etmiştim. Yaslandığım yerden ayrılıp "Benim otobüsüm," diye mırıldandım. Yiğit de bir adım geri çekilip bana yol açtı. Diğerleri önden binerken arkama dönüp Yiğit'e hafifçe el salladım. Ne kadar garipti. Onu selamlayarak gidiyordum buradan. "Hoşça kal, iyi geceler."

"Eyvallah, sana da."

Önüme dönüp gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ben otobüse binip boş koltuklardan birine oturana kadar, hatta duraktan uzaklaşana kadar Yiğit olduğu yerden ayrılmamıştı. Bazen bakışlarımı oraya çevirip onu kontrol etmiştim ama o sadece yeri izliyordu. Yine bir şeyler düşünüyordu belki de. Hep düşündüğü gibi.

Sandığı kadar boş yaşamıyordu hayatı. O da kendine karşı şikayetçiydi, tıpkı benim olduğum gibi.

🎭

Loading...
0%