@askilav
|
Atkımı iyice boynuma sarıp gözlerimin üstüne kadar örttüm. Rengin yatağında uzanmış, yine "Sen yeter ki sev kulun olayım!" diye bağırarak şarkı söylüyordu. İmalı bakışlarını da üstümden eksik etmiyordu tabi. Kaşlarımı çatarak ona döndüm ama berem ve atkımın tamamen kapattığı yüzümden dolayı beni görebiliyor muydu emin değildim. "Ne diyorsun ya?" diye huysuzca mırıldandım çantamı ararken. "Bir dile bin yıl kölen olayım!" "Rengin, yapma şunu." "Boynuna koynuna dolanayım mahşere kadar!" İki kitabı çantama sıkıştırmaya çalıştım, bu sefer geniş bir şey seçtiğim için fazla zorlanmamıştım. Çantanın askısını koluma geçirirken "O Özgür'ün mesaj kutusunu en kötü fotoğraflarınla doldurayım da gör," dedim. Rengin'in buna karşın bile imalı sırıtışı değişmemişti. "Aşkım en güzeline de bakmıyor zaten, merak etme," dedi rahatça. "Salak herhalde." "Muhtemelen." Aynadan üstümü başımı kontrol edip "Tamam," diye mırıldandım. Bir yandan da birkaç tane fotoğrafımı çekmiştim. "Gidebilirim." "Gidip deniz kenarında kitap mı okuyacaksınız gerçekten?" Rengin bunu beğenmemiş gibi garip mırıltılar çıkardı. "Sıkıcı!" diye bağırmıştı sonra da. "Ne zaman böyle buluşmalardan hoşlanır oldun kız?" "Öncelikle Rengin, bu bir buluşma değil." Arkamı dönüp ellerimi belime yerleştirdim. "İkincisi, kitap okumayacağız, biraz konuşacağız sadece." Ağzını bükerek taklidimi yaptıktan sonra beni sinir etmek için tekrar imalı şarkısını söyleme başlamıştı. "Sen yeter ki sev kulun olayım! Bir dile bin yıl kölen olayım! Boynuna koynuna dolanayım mahşere kadar!" Odadan çıkarken "Gelince hatırlat da seni bi' döveyim," dedim gülerek. Yine üstüme on ton ağırlık yüklediğimden paytak paytak yürümek zorunda kalmıştım. Hasta olmak için dışarı çıktığım günün ertesi yaşadığım o ölüm kıyısı beni feci vurmuştu, bir daha yaşamamak için evi üstüme yapıp çıkıyordum artık. "Hadi selam söyle benden Yiğit kardeşime!" "Aleykümselam geri zekalı!" Botlarımı kapının önüne fırlatıp giyindim. Yiğit'le konuşmamıştık, yine orada olup olmadığını bilmiyordum. Dünkü gibi habersizce bulacaktım onu. Fazla riskliydi ama yine de böyle belirsizce beklemeye değiyordu. Benim için uzun bir süre otobüse bindikten sonra kalabalığın arasında kendime boş bir yer bulup tutundum. Boştaki elimle de galerime bakıyordum. Rengin'in ayağını uzatıp ördekli çoraplarıyla fotoğraflarımı baltalamadığı bir tanesini bulmak zor olmuştu, hatta hiç yok bile denebilirdi. Instagram hikayemde paylaşmak istediğim için bir tanesinde Rengin'in minik ayağını kırptım. Sonra da hikayeme ekledim. Telefonu kapatıp elimde tutmaya devam ettim. Kararmış havayı ve yanan ışıkları seyrederken otobüsün içindeki gürültü düne nazaran çok da başımı ağrıtmıyordu. Hatta bu canlılığın bana iyi geldiğini fark ettim. Arkamda bana yaslanıp sürekli beni geriye iten bir adam vardı, yüzümü buruşturup biraz arkaya çekildim. Onun yüzünden en kenara sıkışmak zorunda kalmıştım. Demiri daha sıkı tutup ben de o adama omuz attım. Bana dönüp sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi masum masum baksa da ona inanmamıştım tabi, yeşil atkımın altından sadece kaşlarımı çattım. Sonra önüne döndü. Beni en sakin halimde bile zorla sinirlendiriyorlardı gerçekten. Telefonumu çıkarıp biraz Instagram'da dolaşarak kafamı dağıtmaya çalıştım. Trafikten dolayı yavaş giden otobüs gideceğim yere biraz geç varacaktı muhtemelen. Hikayeme atılan beğenilere baktım biraz, sonra da mesaj kutuma gelen ama telefonum sessizde olduğu için görmediğim mesajlara baktım. Rengin bir şeyler yazmıştı ama en önemlisi Yiğit hikayeme cevap vermişti. İlk önce onun isminin üstüne tıkladım. Özür dilerim Rengin. Yiğit: Soruyorlar yeşil atkılı kız nerede diye? Hazal: Kim soruyor? Yiğit: Herkes. Hazal: Herkes duysun o zaman, geliyorumm Yiğit: Hediyem de geliyor mu? Hazal: Ay cidden çok mu merak ettin? :D Yiğit: Yalan değil Yiğit: Evet, merak ettim. Hazal: Yaa cidden görünce ne tepki vereceksin çok merak ediyorum ben de Hazal: O ilk anki tepkini videoya kaydedebilir miyim? Yiğit: Bence hayır Hazal: Eski Hazal olup senin fikrinin hiçbir önemi yok! diye çıkışabilirdim Hazal: Ama değiştim biliyor musun, artık gereksiz şakalar yapmıyorum. Yiğit: O yüzden bence hayır dedim. Yiğit: Bu seferlik eski Hazal olup istediğini yap. Hala beni geriye ittiren adama rağmen istemsizce gülümsedim. Bana müsaade etmesi hoşuma gitmişti. Parmaklarımı dudaklarımda gezdirip kendimi durdurmaya çalıştım ama yanımda dikilen adamın bile dikkatini çekmiştim, bana bakıyordu. Başımı iki yana sallayıp ne bakıyorsun dercesine kaşlarımı çattıktan sonra önüne dönmüştü ama. Hazal: Çok ısrar ettiğin için kabul etmek zorunda kaldım şimdi Yiğit: Bak sen şu işe Sohbetten çıkıp telefonu montumun cebine sıkıştırdım. Yüzümde canlanmaya çalışan tebessümü dudaklarımı içe kıvırarak gizliyordum. Bir an önce de bu yolcuğun bitmesini istiyordum. Hediyem fazla düşünülmüş, büyük bir şey değildi ama Yiğit'in verecek olduğu tepki beni gerçekten sabırsızlandırmıştı. Aradan geçen yarım saat sonunda ineceğim yere geldiğimde kalabalık otobüsten kendimi atıp sahile doğru yürümeye başladım. Artık bu yol da bir alışkanlığım olmuş gibi geliyordu. Sokağı atlatıp apartmanların arkasındaki deniz kıyısına baktım. Bankımız biraz ilerideydi ve Yiğit dimdik oturduğu yerde buradan bile belli oluyordu. İstemsizce adımlarımı hızlandırıp hafifçe koşturdum. Yanına geldiğimde onu dünkü gibi kitap okurken bulmamıştım. Ellerini ceplerine sokmuş, bacaklarını da dümdüz yere bırakmışken sadece denizi seyrediyordu. Sıkıntılıydı. Ona nasıl olduğunu sormak istiyor ama duyacağım cevaptan ya da çok konuşmuş olmaktan korkuyordum. "Geldim," diye mırıldandım fazla cıvık görünmek istemeyerek. Yiğit de durgun suretini bana çevirip "Hoş geldin," dedi. Bankın ucundaki boş yere oturup çantamı hemen yanıma bıraktım. Bana kalmadan "Nasılsın?" diye sordu. "İyiyim, yani iyi olmaya çalışıyorum. Sen nasılsın?" Başını usulca aşağı yukarı salladı. "İyiyim," dedi ama anlayabiliyordum, mesajlarda saklanabilen duygular burada kolayca gizlenemiyordu. Çok da iyi değildi. Üstümdeki neşe biraz kayboldu. Zaten Yiğit'in yanına geldiğim için mutlu olmamam gerektiğini kendime yüzlerce defa hatırlatmama rağmen çok çabuk unutuyordum, belki de onun durgun olması benim için daha iyiydi. Dudaklarımı aralayıp "Nasıl gidiyor?" diye sordum. Sonra devamında net bir şekilde ekledim: "Gerçekten?" Dilini dudakları üstünde gezdirdi ve denizi seyretti. "Gitmiyor sanırım." "Niçin? Tutamadığın ne var?" Eğildiği yerde elini saçlarına atıp karışana kadar parmaklarını arasında gezdirdi. Saçları kısaya yakındı ve koyu rengi ona çok yakışıyordu. Elini arkaya doğru kaydırıp ensesine geldi ve rahatlamak isteyerek bir de orayı ovaladı. Kemikli parmaklarının kendi teninde duruşunu defalarca fotoğraflayabilirdim, en azından benim ayna karşısında Rengin'in ördekli çorapları eşliğinde çektiklerimden daha güzel olurlardı. "Düşünmekten kafayı yiyecek gibi hissediyorum." Bankta geriye yaslanıp ellerimi önümde birleştirdim ve parmaklarımla oynamaya başladım. "Melis'le açık bir şekilde konuşmuyor musun?" "Konuşamıyorum." Yiğit de soğuk havaya karışacak yorgun bir nefes bıraktı. "Ona hissettiklerimi söylemekten korkuyorum, ona güvenmediğimi düşünmesinden korkuyorum. Beni yanlış anlamasından, hatta belki de bu ana kadar beni anlayan tek kişi oyken şimdi beni hiç anlamamasından..." "Yiğit," diye mırıldandım bana bakmasını isteyerek. İleride tuttuğu bakışlarını bana çevirdi, manzarayı izlerken içindeki gerginlikten dolayı çatılmış kaşları, biraz kısık duran gözleri, arada bir içe doğru kıvırdığı dudaklarıyla, bana burada olmaktan memnun değilmiş korkusu yaşatıyordu. Ve onu yine kendime karşı rahatsız hissettirmek pahasına beni kıvrandıran soruyu sordum. "Melis'e sadece bir güven duyduğuna, onu sevmediğine emin misin?" Bu sorumun ardından gözlerini ağır ağır kırptı. Sanki bu ana daha çok şahitlik etmek ister gibi açık tutuyordu göz kapaklarını. "Duygularımı adlandıramadığıma mı düşünüyorsun?" dediğinde, beni yanlış anlamasından korkmuştum. "Öyle değil... Sadece..." Yorgunca soluklanıp sustum. Daha fazla bir şey söyleyip haddimi aşmak istemiyordum. Yiğit'in bana en çok kızdığı konu, rol yaptığım zaman dahi olsa, duyguları konusunda fikir belirtmemdi. Bir şey söylememeliydim. "Bilmiyorum," diye mırıldandım hafifçe. "Ona yaklaşamıyorum, yanımdan uzaklaşmasını izliyorum sadece." Bedenini bana doğru çevirip iyice gözlerimin içine baktı. "Niye çabalayamıyorum Hazal? Bu beni korkuturken hareketsizce durmam normal mi?" Hiçbir şey söylemeden ona bakmakla yetindim. Düşündüklerimi söyleyemezdim ama suskunluğum Yiğit'i daha da beklentiye sokuyordu. Kaşlarını hafifçe yukarı kaldırmıştı, bir şey söylememi istiyordu. Ona istediğini veremediğim için sadece sustum. "Ona karşı büyük bir güvenim var ama bir yanda da beni kandırıyor oluşuna dair şüpheler hiç azalmadan çoğalıyor. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyorum." Canım acıyordu, buna rağmen sıkıntılı bir ifadeyle dudaklarımı araladım. "O eylemsizliğin içinde durmak seni hoşnut kılıyor," derken kelimelerin nasıl bir araya geldiğini ben de bilmiyordum. Sadece bir şeyler söyleyebilmek için söylemiştim bunu. Sadece Yiğit'in beklentisini az buz da olsa karşılayabilmek için. Aklımda dönüp dolaşan çok şey vardı ama bunları söylemek Yiğit'ten önce bana kötü hissettirirdi. "Duymak istemediklerini söyleyemem Yiğit, lütfen bunun devamını bekleme benden." "Söyle," dedi ısrarla. İlk kez kendime verdiğim sözü tutarak, belki de Yiğit'in benden konuşmamı en çok istediği anda sustum. Başımı iki yana sallarken "Hayır," dedim usulca. Yiğit kadar iyi değildi ezberim, o istediği alıntıyı yaparken ben aklımda karmakarışık halde duran cümleleri ona rahatça sarf edemiyordum. Ama benim söyleyemediğimi daha iyi anlatacak bir fikrim vardı, tıpkı ilk konuşmaya başladığımızda onun bana söyleyemediklerini anlattığı gibi. Çantamı aralayıp iki kitaptan ikincisini çıkardım. Bu geçen sefer kütüphaneye gitmeden önce internetten sipariş verdiğim kitaptı. Çok merak ettiğim için hemen bitirmiş ve okurken bana iyi gelen, beni düşündüren her yerin altını çizmiştim. Bu akşam yanımda getirmemin sebebi Yiğit'e vermek değildi. Altını çizdiğim yerleri tekrar okuyarak üzerine düşünmek hoşuma gidiyordu ama plan biraz değişmişti. Okumadığını umut ederek kitabı çıkardım ama Yiğit'e uzatmadan önce nerede olduğunu bilerek altını çizdiğim cümlenin olduğu sayfayı araladım. Kahverengi bir kalemle belirttiğim yeri okuduğumda tek isteğim beni gerçekten dinlemesiydi. Kelimeleri söze dökmeden önce Yiğit'e baktım. Uzun zamandır olduğu gibi bugün de koyu gözleri üstümdeydi. Bana bakışlarına anlam yüklemek istemiyordum ama beni o uçurumlarına nasıl sürüklüyor, anlamıyordum da... Sanki beni dinliyor gibi değil de beni içine çekmek ister gibi bakıyordu. Onun karşısında kimse sağ kalamazdı, bundan emindim. Ben de çabucak yenilmiştim. Titrek bir nefesi içime çektikten sonra "İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur." cümlesini okudum. Bunu anlatmak güçtü, ama gidip Melis'le konuşması gerektiği de inkar edilemezdi. Kalbimin neyi istediğinin önemi yokken; onlar ya aralarındaki düzeltip güzel bir ilişki inşa edecekler ya da her şeyi sona erdireceklerdi. Buna yardımcı oluyordum, içim acısa da. Düşünceler eşliğinde bakışlarımı kitaptan kaldırdım. Yiğit'in kısıkça duran gözleri hala üstümdeydi. "Okumuş muydun?" diye sordum merak içinde. Sessizce başını iki yana salladı. "Güzel, o zaman benden bir şeyler duymak istiyorsan eğer, bu kitabı oku." Elini yavaşça uzatıp kitabı kavradı. Kendisine çektiğinde bakışları ilk kez kapağa düşmüştü. Birkaç saniye sadece resme baktı, ben de ona baktım. Susarak onu hayal kırıklığına mı uğrattım bilmiyordum ama sanki sadece buna gücüm yetiyormuş gibi geliyordu. Kitabın kapağına bakıp başını aşağı yukarı salladığı süreçte ben de telefonumu çıkarıp gizlice kamerayı ayarladım. İkinci kitabı çantamdan çıkarırken kayıt tuşuna basmıştım bile. "Ama senden bir isteğim daha olacak," dedim yüzümde ufak bir gülüşle. Yiğit bana dönüp "Ne?" diye sordu, birden şaşırmış ya da merak etmişti. "O kitabı daha sonra oku," derken ters tuttuğum kitabı ona uzattım. Yiğit alıp ne olduğunu görmek isteyerek kapağını çevirdi. Bu sırada ben de açıklamasını yapıyordum. "Hayatının en azından birkaç gününü gerçekten boş geçirirsen sevinirim, işte sana ufak hediyem," dedim gülmeye engel olamayarak. Bu anı videoya çekebildiğim için o kadar mutluydum ki... Yiğit'in az önce gayet ciddi ve düşünceli duran yüzü birden hayretle kasıldı, kaşları kahkahalarla güleceğim şekilde çatıldı. O kadar komik bir ifadeyle bana bakıyordu ki eve gidince bu videoyu defalarca izleyeceğimi biliyordum. "Bu ne?" diye şaşkınlıkla sordu. Sanki yabancı bir madde tutar gibi kavramıştı kitabı. "Dünyanın en güzel gençlik kitabı!" dedim sesimin keyifle yükselmesine engel olamayarak. "Bunu mu okuyacağım?" Dehşet içindeydi. Bense hala gülmeye devam ediyordum. "Evet, hani sen bomboş yaşamayı çok seviyordun? Al sana istediğini kat kat yaşatıyorum işte." Başını biraz geriye doğru yatırıp o da sırıttı ama sanki yardım ister gibi "Hazal yapma..." demişti. Sesindeki o gülme tınısı az önce hissettiğim acıyı silip atarken kamerayı biraz daha kaldırıp onu iyice kadraja aldım. "Lütfen," diye yalvardım, bunu es geçmesini istemiyordum. "Lütfen oku Yiğit!" Bir elini uzatıp beremin ucundan tuttu ve benimle oynarmış gibi hızla aşağı çekti. Birden kapanan görüş açımla gülüşüm daha da artarken geriye çekilip hemen bereyi yukarı kaldırdım. Bu esnada Yiğit de eğilmiş kitaba bakmaya başlamıştı. "Ne anlatıyor?" "Okuyup kendin görmelisin." Biraz yanına yaklaşıp kitabın kapağındaki çocuğu işaret ettim. "Ama senin için özellikle bunu seçtim, baş karakterimiz motorcu çünkü." Eğildiği yerden başını bana çevirip alaylı gülüşünü bana gösterdiğinde gülüşüm ufak bir tebessüme dönüştü. "Eyvallah, çok düşüncelisin." Geriye çekilip "Rica ederim," diye mırıldandım. "Ama bunun senden farkı, o illegal yarışlara da katılıyor." Kendi sözlerimden sonra birden merakla kaşlarım çatıldı, sorarcasına Yiğit'e baktım. "Yoksa sen de katılıyor musun öyle yarışlara? Bize böyle sakin yönünü gösterip gizli saklı iş çeviriyor olabilirsin aslında..." "Katılsam ne yapacaksın?" "Hemen koşa koşa polise şikayet edeceğim." "Bence sen öyle yapmazdın," dedi tek kaşını kaldırıp. "Ya ne yaparmışım?" "Boş ver," dedikten sonra kitabı incelemeyi bırakıp hemen ortamızdaki boşluğa koydu. Bir süre eğildiği yerde beklediğinde artık gitmek istediğini sandım. Ama sonra hiç beklemediğim anda "Akın'ın arkadaşlarıyla da yakın mısın?" diye sordu bana. "O nereden çıktı?" "Bilmem... Onunla kahvaltıya gidecek kadar yakınsın herhalde." Dünkü konuydu bu, üstünü kapattık sanıyordum. Bacaklarımı bankın ucuna çekip kollarımla vücudumu sardım. "Selman kötü birisi değil, yani çok vakit geçirdiğim bir arkadaşım da değil ama bazen konuşuyoruz." "Akın'ın arkadaşı?" dedi kaşlarını çatıp. Başımı aşağı yukarı salladım. "Evet, tek yanlışı bu ama ne yapabilirim?" Bir süre düşünceli halde bana baktıktan sonra "Neyse," diye mırıldandı. Eğildiği yerden geriye çekilip sırtını banka yaslamıştı. Belki de bundan rahatsız oluyordu, sonuçta Akın onun düşmanı sayılırdı ve beni de düşmanının dostuyla yan yana görmüştü. "Seni rahatsız eder mi bu?" dedim korkarak. Tabi Yiğit istedi diye Selman'la konuşmayı kesecek değildim, zaten çok konuştuğumuz da yoktu ama yine de Akın'a karşı beslediğim olumsuz hislere sahip değildim Selman için. Yiğit eğik duran başını iki yana sallayıp "Ne haddime," dedi. Sanki dalga geçer gibi söylediği için ciddiyetini ölçememiştim. Bu durumda şu an karşımda başkası otursaydı çok farklı tepki vereceğimi de biliyordum ama Yiğit'in yanında iyice pamuk şekere dönüşmüştüm farkında olmadan... Beni sakinleştiriyordu sanki. "O anlamda demedim." Boynunu geriye atıp iki yana doğru kütletti. Çıkan ses beni o kadar korkutmuştu ki bir an boynunu kıracak sanmıştım hatta. "İstediğin herkesle arkadaş olabilirsin," derken başı hala arkaya yatık, gözleri de kapalıydı. "Asıl benim sormam hataydı." "Peki," diye usulca mırıldanıp önüme döndüm. O andan sonra bu konuyu kapatıp havadan sudan şeylerden bahsetmeye başladık. Yeni tanışıyorduk sanki, gerçi o saçma mesajlaşmaları saymazsak bu doğru kabul edilebilirdi. Yiğit'e dair şeyler öğrenmek beni heyecanlandırırken aynı zamanda gerginlikle bankın boyasını soydum. O bana böyle karmaşık hissettiriyordu işte. Uzun bir süre geçtikten sonra artık kalkma zamanımız gelmişti. Yiğit beni durağa bıraktıktan sonra sessiz sedasız eve geçtim. Rengin uzanarak dizi izliyordu. Yorgun bedenimi yatağıma bırakıp oturdum, sere serpe saldığım elimde telefonum vardı ve Yiğit'in ona verdiğim kitaba gösterdiği tepkinin videosu açıktı. Rengin duyduğu sesi anlamlandıramazken "Hazal ne oldu?" diye sordu bana. Bakışlarımı telefondan çekip ortada duran küçük halıya kaydırdım. Hazal yapma mırıltısı kulağımdaydı. "Mahvoldum," dedim kısık bir sesle. "Cidden mahvoldum." 🎭 |
0% |